Quantcast
Channel: Latest blog entries
Viewing all 703 articles
Browse latest View live

ALZHEIMER HASTALIĞI

$
0
0

 

Unutkanlık hepimizin zaman zaman yaşadığı bir sorundur. Fakat unuttuklarımızı hatırlamamız uzun sürmez. Çoğu stresli iş ortamı, yorgunluk gibi faktörlerden kaynaklanır. Bunlar basit unutkanlıklardır. Günlük hayatımızı etkileyen bir problem değildir.

 

Alzheimer Hastalığı, yaş ilerledikçe unutkanlıkla ortaya çıkan, hafıza, konuşma, hesap yapma, atasözlerini değerlendirme gibi durumlarda sorunlar yaşanan, günlük hayatın gerektirdiklerini uygulayamama gibi problemlere yol açan bir hastalıktır.

 

Mesela “kuşla uçak arasında ne fark vardır” diye sorsanız buna “su” derler. Somut düşünce kaybı tipiktir. “Damlaya damlaya göl olur ne demek” diye sorunca bunun mecazi anlamı anlayamaz ve “su” diyebilirler.

 

Günbatımı Belirtisi: Gündüz görme ve uzaysal kavrama yeteneklerini koruyabilen hastalar, akşam hava kararınca kötüleşip deliryuma (akut beyin yetmezliği) girerler. Beyinlerinde senil plaklar ve kongofilik anjiopati gelişir.

 

Geri dönüşümü olmayan ve ilerleyen bir hastalık olan Alzheimer Hastalığı, halk arasında bunama olarak bilinir. Beynin fonksiyonlarında bozukluk vardır. Hastanın düşünmesinde sorun ortaya çıkar. Alzheimer, ciddi bir hastalıktır. Belirtiler görüldükten 7-8 yıl sonra ölüme yol açabilmektedir.

Klinik açıdan 7 üzerinden değerlendirilir. ½ iken basit yaşlılık unutkanlığı denir ve ihmal edilir. 2/4 iken artık sayı sayma, unuttukların artması tipiktir. Bu unutkanlıklar Ribot Yasası denen şekilde sabah yediğini unutur ama askerliğini nerede yaptığını hatırlayamaz. Sokakta bulduğu bir cüzdanda “2000 TL ve 4000 USD” bulunca ne yaparsınız diye sorunca “alır harcarım” veya “sahibini bulur veririm” der.

Hâlbuki doğrusu polise gidip zabıt tutturduktan sonra, bir nüshasını kendisine alıp, öbürünü karakolda bırakmasıdır.

¾ dereceye ulaşınca başını alıp kaçma (füg) ve yönelimde bozulma başlar. Mesela Nişantaşı’ndaki tanınmış bir ailenin hanımı aynaya bakıp “hürmetler efendim” diyordu. 4-5/7 dönemde ise artık hafıza bozukluğu o kadar ileri gidiyordu ki, konfabülasyon dediğimiz doğru olmayan şeyleri konuşup kendi de inanıp anlatıyordu.

Hastalara kesin teşhis koymak için beyin biyopsisi de yapılabilir ama artık pek gerek görülmüyor. İyi klinik muayene, Mini-Mental testle takip ve MR, CT, EEG yeterli oluyor.

ALZHEIMER HASTALIĞI KİMLERDE, NE KADAR SIKLIKLA GÖRÜLÜR?

Alzheimer, sıklıkla 65 yaşın üzerindeki kişilerde görülür. Hem kadın hem de erkekte görülen bu hastalığın, kadınlarda biraz daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Yapılan araştırmalar, 65 yaşın üstündeki, ortalama her 15 kişiden birinde bu hastalığın görüldüğünü ortaya koymuştur. 80-85 yaşın üzerindeki, her iki kişiden birinde Alzheimer görülmektedir.

Ayrıca bu hastalık sadece 65 yaşın üzerinde değil, kırk ve ellili yaşlarda da ortaya çıkmaktadır. Fakat diğer yaşlara göre sık karşılaşılan bir durum değildir.

Dünyada 20 milyondan fazla Alzheimer Hastası vardır. Bu hastaların yaklaşık 300 bini ülkemizdedir. Bu hastaların sayısı gün geçtikçe artıyor. Çünkü dünyada insan ömrü uzamakta ve yaşlı insan sayısı artmaktadır.

ALZHEIMER HASTALIĞININ SEBEPLERİ VE HASTALIĞIN SEYRİ

Alzheimer hastalığının sebepleri arasında kalıtımsal faktörler, beyinde protein birikimi, beyin hücrelerinin ölümü, sinirsel iletimin bozulması, çeşitli zehirli maddeler yer almaktadır (bir ara Alüminyum sorumlu görülmüştü ama o diyaliz demansında sorumlu tutulmuştu; diyaliz aletleri gelişince gündemden düştü).

 

Ayrıca yaş ilerledikçe, Alzheimer’ın görülme ihtimali artar. Fakat hastalığın kesin sebebi henüz bilinmiyor.

Vak’aların en fazla üçte ikisinde 21. Kromozomda trizomi olan Down sendromlu hastaların da büyük çoğunluğu 30-40 yaşını bulduklarında Alzheimer Hastalığı başlıyor.

Hastaların sadece yüzde 10’unda ailede Alzheimer varlığı tespit edilmiştir. Bu yüzden, bu hastalık sadece tek bir kalıtsal faktöre bağlı değildir.

Alzheimer, yavaş ilerleyen ve sinsi bir hastalıktır. Beyindeki sinir hücreleri mahvolmaya başlamıştır. Önceleri kısa süreli unutkanlıklar şeklinde ortaya çıkar. Örneğin, hasta bir gün önce ne yaptığını, ne yediğini hatırlayamaz. Hastalık ilerledikçe, kişinin günlük işleri aksamaya başlar. Sorduğu bir şeyi tekrar sorar, yakınlarını tanıyamaz hâle gelir. Bu durumda kişinin psikolojisi bozulur. Psikolojisi bozulan hasta, içine kapanık bir hâle gelir. Konuşma, yürüme, tuvalete gitme gibi ihtiyaçlarını karşılayamaz ve yatağa mahkûm bir hayat sürmeye başlar. Yani hem fiziksel hem zihinsel problemler vardır.

Dünya Alzheimer Derneği’nin ünlü bir düsturu (mottosu) vardır: Ailede bir kişide Alzheimer Hastalığı görülürse, bakım verenlerden en azından birinde Majör Depresyon gelişir.

İyi bir yaşlılık psikiyatrının veya nörologun yapması gereken, adeta bir orkestra şefi gibi, dâhiliyeciler, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları gibi dallardan en iyilerini takıma dâhil edip, hastanın rahat etmesini sağlamaktır.

İlerlemiş Alzheimer hastalığı (7/7), hastaların ailesi için de bir yüktür. Hastanın bütün bakımı aile tarafından yapılmak zorundadır. Bazıları kaşektik (eti buduna karışmış ve yatalak) hâle gelir ve bizim ülkemizde bile artık çoğu hasta ömürlerinin son günlerini bakım evlerinde geçiriyorlar. Vefat edinceye kadar onları ziyaret etmek ve bakımlarıyla ilgilenmek hem vefa borcudur hem de karşılık beklemeden altruistik (diğerkâmca) davranış örneğidir.

 

ALZHEIMER HASTALIĞININ BELİRTİLERİ

Alzheimer hastalığının, temel olarak 10 tane belirtisi olduğu kabul

edilmektedir. Bu belirtilerden bir ya da birkaçının bulunması Alzheimer

belirtisi olabilir.

 

Günlük hayatı etkileyecek kadar unutkan olma (kişilerin adlarını, olayları

 

hatırlayamama), gündelik işleri yapamama (yemek yapmak gibi), kelimeleri

 

bulurken zorlanmak, tarihleri ve bilinen yolları hatırlayamama, çok basit

 

konularda bile karar vermede güçlük çekme, hesap yapamama, pratik

 

düşünmede zorluk çekme, eşyaların yerlerini karıştırmak (koyarken başka yere

 

koymak), davranışlarda ve ruh hâlinde değişiklik, hastalık öncesi karakter

 

özelliklerinin abartılması, insanları suçlama, kendisine fenalık edecekleri veya

 

paralarını çaldıkları tarzında hezeyanlar ve bunlara eşlik eden hallüsinasyonlar

 

da görülebilir. Sorumluluk sahibi olmaktan kaçmak da belirtilerinden birisidir.

 

Yönelimi bozulup başını alıp gidebilirler (füg).

 

 

 

ALZHEIMER HASTALIĞI TEŞHİSİ NASIL KONUR?

 

Öncelikle yukarıdaki belirtilerden bazıları sizde veya bir yakınınızda varsa bir

yaşlılık psikiyatrisi ve/veya nöroloji hastalıkları uzmanına başvurmanız

gerekir.

 

Çekilen MR, yapılan kan tahlilleri ve laboratuar tetkikleri ile Alzheimer

hastalığı diğer hastalıklardan ayırt edilmeye çalışılır. Çünkü her unutkanlık, bu

hastalığın belirtisi değildir. Bu şekilde hastalığın kesin teşhisi konur.

 

ALZHEIMER TEDAVİSİ HASTALIĞI

 

Hastalığın kesin tedavisi yoktur. Yani yapılan tedaviyle, hastalık tamamen

ortadan kaldırılamaz. Öncelikle şunun bilinmesi gerekir; bu hastalığın

tedavisinde erken teşhis çok önemlidir.

 

Yapılan tedaviyle, hastalığın ilerlemesi yavaşlatılır ve hastalığın semptomları

azaltılır. Amaç, hastanın hayat kalitesini arttırmaktır. Ayrıca, ortaya çıkan

psikolojik problemlerle başa çıkabilmek için de çeşitli ilaçlar (antikolinerjik

etkisi düşük olan citalopram (Cipram) veya Faverin (fluvoksamin) gibi

antidepresanlar kullanılır. Bu ilaçlar doktor kontrolünde alınmazsa daha kötü

sorunlara yol açabilir.

 

Gün geçtikçe, Alzheimer Hastalığı hakkında daha fazla bilgi sahibi oluyor ve

daha fazla ilaçlarla karşılaşıyoruz. Yapılan çalışmalar, hastalığın tedavisinde

büyük adımlar atılacağını göstermektedir.

 

Alzheimer Hastalığı’nın patolojik belirteçleri Amiloid Beta plakları ve Tau proteini içeren nörofibriler yumaklardır. Sinirsel kayıp ve yumaklar arasındaki ilişki tam olarak açıklanamamış olsa da, Alzheimer Hastalığı ve sinirsel kayıp arasındaki ilişkinin zemininde amiloid Beta proteininin olduğu düşünülüyor.

 

Hastalığın tedavisinde amiloid beta proteinindeki değişimler araştırılıyor. Alzheimer’a yönelik ilk aşı olan AN1792 denemeleri, hastalar meningoensefalit (beyin ve beyin zarı iltihabı) geliştirince ertelendi. Bu başarısızlığa rağmen, daha az yan etkili ikinci nesil bir aşının geliştirilmesi için çalışmalara devam ediliyor.

 

Alzheimer Hastalığı, artan sıklıkta görülmeye başlanan demans (bunama) tipi bir hastalıktır. Demansla giden Alzheimer hastalığında, beyindeki, özellikle hippokampal ve neokortikal alandaki sinirsel kayıplar önemlidir. Düşünme, konuşma ve öğrenme kapasitesindeki değişimler ve ilerleyici hafıza kaybı gibi klinik bulgularla tanımlanan Alzheimer hastalığında; hastaların ölümleri sonrasında incelenen beyin dokularındaki hücre içi Tau proteinleri ve nörofibriler yumaklar ile hücre dışı amiloid beta içeren senil plaklar, teşhis koydurucu işaretleyicilerdir.

 

Nöronal kayıp ve Tau proteinleri / plakların varlığı arasındaki ilişki, tam mânâsıyla açıklanamamış olsa da; Aβ protein hipotezi genel kabul görmektedir. Gerçekten de beyin kabuğundaki (korteks) Aβ proteinin normalden fazla imali ve birikimi Alzheimer ile ilişkili bunama ve sinir hücresi kaybıyla paralel seyir göstermektedir.

 

Tau proteinlerine bağlı patolojiler ve diğer dejeneratif değişiklikler Aβ proteinin başlattığı patolojik sürecin ardışık etkileri gibi düşünülmektedir. Bu teoriyi destekleyen hayvan modelleri ve otopsi sonuçları hücresel düzeyde tatmin edici deliller sunsa da, canlı hastalarda Aβ proteini birikim düzeyinin kortikal atrofi öncesinde geliştiğini gösteren görüntüleme teknikleri henüz mevcut değildir.

 

Alzheimer oluşumunda Aβ ve Tau protein patolojilerine ek olarak “enflamasyon (iltihap)” da önemli bir mekanizma olarak öne çıkmaktadır. Aktive olmuş mikroglianın (zamk hücreleri), senil amiloid beta plakları ve prostoglandin, pentaksin, kompleman komponentleri, pre-enflamatuar sitokinler, kemokin ve proteaz gibi enflamatuar mediatörler ile yakından ilişkili oldukları uzun süreden beri bilinmektedir. Bu ilişkilerin, beyin dokusunun etkilenen alanlarında daha fazla olduğu da görülmektedir.

 

Çalışmalar, genetik faktörler ile Alzheimer hastalığı arasında bir bağlantı olduğunu işaret etmektedir. Alzheimer tedavisinde enflamasyonun yeri ve nonsteroidal anti-enflamatuar ilaçların (NSAID) etkililiği konusunda henüz ortak kabul gören bir ifade bulunmamaktadır.

 

Bağışıklığın hastalığın tedavisindeki yerinin araştırıldığı aşı denemeleri sırasında, deneklerin %6’sında görülen aseptik meningoensefalit (beyin kabuğu ve beyin iltihabı) sebebi ile çalışmalar durduruldu. Araştırıcılar, daha güvenli ikinci bir aşı için yeniden laboratuar çalışmalarına başladılar.

 

Öte yandan; ilk aşı çalışmasından elde edilen sonuçlar, amiloid antikorlarının amiloid birikimini azalttığını ve yüksek amiloid antikoru varlığının geniş çaplı amiloid atılımı ile ilgili olduğuna işaret ediyor. Beyin omurilik sıvısındaki (BOS) Tau protein düşüşü de, bu bulguyu destekliyor.

 

Amiloid plaklarındaki belirgin düşüşün yanında, Merkezî Sinir Sisteminde (MSS) meydana gelen enflamasyon ve derinleşen demans vak’aları ise, çalışmayı sınırlandırıyor.

 

AN1792 çalışması, veriler sınırlı olsa da, sekiz otopsi vakasından altı tanesinde amiloid plaklarının ortadan kalktığını gösteriyor. Ancak bilişsel fonksiyonlarda ve hayat kalitesinde bir düzelme olduğuna dair elde delil bulunmuyor. Alzheimer immünoterapisinde amiloid beta proteini, hedef molekülü oluşturuyor. Aşının dozu ve zamanlamasının önemli olabileceği de belirtiliyor.

 

Son görüntüleme çalışmaları, amiloid beta proteininin birikiminin, Alzheimer için erken ve sessiz bir sinyal olabileceğini düşündürüyor. Bağışıklık sistemi terapisi, Alzheimer hastalığının tedavisinde gelecekte kilit rol oynayacak gibi duruyor.

 

ALZHEIMER HASTASI VE YAKINLARININ BİLMESİ GEREKENLER

 

Öncelikle hastanın kendisine, cesaret ve güven duygusunu aşılamak gerekir.

 

Hastaya her zaman yardım edilmeli ve bu yardımın hastaya kabul ettirilmesi

 

gerekir.

 

 

 

Hastanın hislerini empatiyle paylaşmak gerekir. Gerekirse hasta, doktora nasıl

 

bir durumda olduğunu anlatmalı ve bu yönde de tedavi uygulanmalıdır.

 

 

 

Yapılacak işler için bir kâğıda notlar alınmalıdır. Aynı şey, eşyaların yerini

 

bulmak için de yapılmalıdır.

 

 

 

Alzheimer hastalarının araba sürmesi tehlikelidir. Bu yüzden bir kişinin,

 

hastaya eşlik etmesi (şoför olarak) gerekir.

 

 

 

Hastanın sağlığına ve beslenmesine dikkat edilmelidir.

 

 

 

Hasta hobilerini kısıtlamamalıdır. Önceden yaptıklarını yapmaya devam

 

etmelidir. Fakat artık çalışmayı bırakması gerekir çünkü ciddi maddî ve

 

manevî hatalar yapabilir.

 

 

 

Hastalık ilerlemeden, hastanın ilerideki bakım durumu görüşülmelidir.

 

 

 

Alzheimer Hastalığı, sadece kişinin kendisine değil, ailesine de maddî ve

manevî yük getirdiğinden, bu hastalıkla yaşamaya alışmak ve baş edebilmek

için destek almak gerekir.

 

Sessiz idrar yolu iltihapları için sık sık idrar tahlili yaptırmak icap eder. Buna

yönelik antibiyotikler (sefalosporin türevleri ve idrar yolu antiseptikleri)

yazılır.

 

Demansın Depresyon Sendromu döneminde, aile kabul ederse 5 ila 7 EKT

yapılabilir; eğer hastanın süksinil kolinesteraz enzimi düşük değilse, diğer

ilaçlar kesilmeden verilebilir.

 

Psikotik belirtiler (beni soyuyorlar), Capgras Sendromu(en kısa tanımıyla

tanıdık kişilerin yerine, onlara çok benzeyen sahtekârların geçmiş olduğuna

dair hezeyanlarla karakterizedir). Bu sendrom nadir olarak görülür ve daha çok

şizofreni kavramı içinde yer alır ama bunamanın ilk belirtisi de olabilir. Bu

durumda risperidon (Risperdal) 1-3 mg/gün, ketiyapin (Seroquel 25-200 mg

yatarken) eklenebilir. Piribedil (Akineton) gibi antikolinerjik ilaçlardan

kaçınılmalıdır

 

Hâlen Alzant 10 Tablet 2x1’den 2x4’e kadar çıkılabilmektedir. Piracetam

(Nootropil) 4,1gr/gün (3x800) mg Tablet verilebilir. Aricept (donezepil) ve

galantamin (Reminyl) reçete edebiliyoruz.

 

Sağlıklı yaşlılarda yenilikler hastaya iyi gelirken, bunaklarda bunlar onları

olumsuz etkiler ve katastrofik tepki denen ve bazen saldırganlığa (genellikle

sözel, bazen fiziksel) varan davranış bozukluklarına yol açabilir.

 

Tamamen şuursuzca cinsel sapma tanımına uyan davranışlarda (teşhircilik,

röntgencilik, fortçuluk) gibi bulunabilirler. Sürekli gözetim altında tutulmaları

şarttır.

 

Hepimizin beyninde doğum öncesi başlayan evrimsel kökenli apoptozis

(programlı hücre ölümü) ve sinaptik budanma var.

 

 

Bir de demans eklenince, bu hastaların beyinleri küçülür (dumura uğrar) ve

çocuklaşırlar.

 

Gece yatarken kendiliğinden parlaklığı artan bir ışık kaynağının odasında

bulundurulması çok isabetli olur.

 

Hepimiz bir gün bu hastalığa yakalanabiliriz. İlaçlar kadar etki bir yöntem de

şefkat ve sahiplenmedir.

 

Sağlıklı kalmak, düzenli beslenmek ve sedanter değil faal bir hayat sürmenin

yanı sıra, bol bulmaca çözmek, güzel müzik dinlemek de koruyucudur.

 

Sağlık, esenlik ve dostluk dolu günlere efendim.

 

               Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 22 Mart 2017 Çarşamba


ŞEKER HASTALIĞI

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

Şeker hastalığının ismi sifondan gelir.

Çok su içmek, çok acıkmak, sık idrara çıkmak, Açlık Kan Şekerindeki

dengesizlik nedeniyle oluşan diyabetin tipik belirtileri arasında iştahsızlık,

hâlsizlik, çabuk yorulma, bulanık görme, açıklanamayan kilo kaybı, kaşıntı,

inatçı bulaşıcı hastalıklar ve başka birçok bulgu şeker hastalığının belirtisi

olabilir.

 

Diyabetli kişinin hastalığını ve kullandığı ilaçları iyi tanıyıp gerektiğinde acil çözümler üretebilmesi, hastalığın yönetiminde sorumluluk alması gerekir. Yani bir nevi kendi kendinin doktoru olmalıdır. Bunun için de hastalığı ile ilgili yeterli eğitime ve sağlık profesyonelleri ile sıkı iletişime ihtiyacı vardır ifadelerini kullandı.

 

Şeker hastalığının belirtileri nelerdir?

 

Şeker hastalığının tipik belirtileri çok su içmek, çok acıkmak, sık idrara çıkmaktır. Ayrıca iştahsızlık, hâlsizlik, çabuk yorulma, bulanık görme, açıklanamayan kilo kaybı, kaşıntı, inatçı bulaşıcı hastalıklar (mesela diş eti iltihapları, kadınlarda tekrarlayan vajinal mantar enfestasyonları) ve başka birçok bulgu şeker hastalığının belirtileri olabilir.

 

Hasta şeker hastalığının vücuda verdiği zararlarla ilişkili belirtiler de yaşayabilir.

 

Örneğin sinir yapısının zarar görmesi nedeni ile ayaklarda geceleri artan yanma, ağrı, his kaybı görülebilir. Bu tür ağrılı sinir lifi tutulmalarına sinir lifi tutulması denir (polinöropati).

 

Kimler şeker hastalığı riski altında?

 

Şişman veya kilo fazlalığı olan, bel çevresi kalın kişilerde 40 yaşından sonra daha belirgin olmak üzere diyabet riski artar.

 

Aşağıdakilerden bir veya daha fazlası eşlik ediyorsa bu risk artışı daha da fazladır. Birinci derece yakın akrabasında (anne, baba, kardeş) diyabet bulunanlar, iri bebek doğuran veya daha önce gebelik şekeri teşhisi almış kadınlar, yüksek tansiyonu olan kişiler, kan yağları yüksek olan kişiler, daha önce açlık şekeri sınırda yüksek (100-125 mg/dl) bulunanlar, gizli şeker tespit edilenler, polikistik over sendromu (PKOS) olan kadınlar, atardamar hastalığı bulunanlar, düşük doğum tartılı doğan kişiler, fizik aktivitesi düşük olan kişiler, doymuş yağlardan zengin ve posa miktarı düşük beslenme alışkanlığı olanlar, şizofreni hastaları ve atipik antipsikotik ilaç kullanan kişiler, organ (özellikle böbrek) nakli yapılmış hastalar.

 

Bunlardan klozapin (leponeks) en çok yan etkisi olan ama en de faydalı olanıdır.

 

Şeker hastalığı tedavisi nasıl yapılıyor?

 

Diyabet tedavisinin temelini doğru beslenme ve düzenli egzersiz oluşturur. Bu tedavilerle yeterli kan şekeri kontrolü sağlanamıyorsa ilaç tedavisi eklenir. Diyabet tedavisinde kullanılan ilaçlar haplar (oral anti diyabetikler) ve ensülin olmak üzere iki gruptur.

 

Erişkin yaşta diyabet olanların çoğunluğu uzun yıllar, sadece oral anti diyabetiklerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir.

 

Ancak, vücudunda tam veya tama yakın ensülin eksikliği olan, oral antidiyabetik tedaviye cevap alınamayan veya bu ilaçları kullanması sakıncalı olan kişilerde tedavi ensülinle yapılır.

 

Bu tedavilerin doğru uygulanması için hastanın eğitimi şarttır ve bu nedenle eğitim tedavinin bir parçası olarak görülmelidir.

 

Şeker hastası nasıl bir hayat düzeni içinde olmalı?

 

Diyabetli hastanın günlük hayatta yapması gerekenler sağlıklı yaşamak isteyen herhangi bir kişiden çok farklı değildir. Diyabetli kişi sağlıklı beslenmeli, sigara içmemeli, alkol tüketimi kısıtlı olmalı, düzenli egzersiz yapmalı, ilaçlarını düzenli kullanmalı, sağlık kontrollerini aksatmamalıdır.

 

Diyabetlinin hastalığını ve kullandığı ilaçları iyi tanıyıp gerektiğinde acil çözümler üretebilmesi, hastalığın yönetiminde sorumluluk alması gerekir. Bunun için de hastalığı ile ilgili yeterli eğitime ve sağlık profesyonelleri ile sıkı iletişime ihtiyacı vardır

 

Çok şeker yemek hastalığı belirtisi değildir. Göz dibinde küçük damar hastalığına ve Gun belirtisi dediğimiz pamuk gibi küçük kanamalara sebep olur.

 

Şeker hastalığının (Diyabet) ilaçla tedavisi

 

Şeker hastalığında ilaçla tedavi sadece tip 2 diyabet hastalarına uygulanır. Tip1 diyabetliler doğuştan şeker hastasıdır bu nedenle ensülin iğnesi kullanırlar.

 

Ayrıca pankreası alınmış olanlar ve dirençli şekilde Tip 2 diyabeti olanlara da ensülin verilir.

 

Şeker hastalığının ilaçla tedavisi

 

Tip2 diyabet hastalarında, tedaviye öncelikle egzersiz ve diyet verilir. Bu sayede hastanın kan şekerinin düşmesi sağlanmaya çalışılır. Fakat buna rağmen kan şekeri bazı hastalarda düşmez, işte bu durumda hastaya ilaç tedavisi uygulanır. 

 

Kullanılan haplar aslında iki türdür. Bazı haplar, pankreastan ensülin salgısı yapmayı sağlarken bazıları da, vücudun yeterince kullanamadığı ensülini kullanmasını sağlar.

 

Bu ilaçların hangisini kullanmak konusunda doktor karar vermelidir. Bazen şeker ilacını doktor, karışık bile kullandırabilir.

 

İlaçlara nasıl başlanır?

 

Genelde haplara düşük dozda başlanır. Kan şekerinin durumuna göre doz ayarlaması yapılır. Bazı hastalarda ilaç alındığı hâlde kan şekeri düşmez. Bu durumda, ilacı zamanda almamak, stres, bulaşıcı hastalık oluşmuş olabilir.

 

Pankreasta ensülin salgısı yapan beta hücreleri komple bitmiş olabilir bu durumlarda doktor ilacı değiştirebilir.

 

Kim şeker ilacı kullanamaz?

 

Karaciğer, böbrek hastası olanlar, pankreası alınmış hastalar, pankreas iltihabı geçirenler şeker haplarını kullanamaz. Bu hastalar ensülin kullanmalıdır.

 

Kanda var olan ensülin hormonunun etkisini arttıran ilaçlar:

 

Metformin,  acarboz, roziglitazon ilaçlar, ensülin etkisini arttıranlardır.  Piyasadaki ilaçlar:

 

DİAFORMİN XR (Yavaş Salınımlı Tablet)

 

GLANGE (Tablet)

 

GLİFOR (Film Tablet)

 

GLİFOR (Uzatılmış Salınımlı Tablet)

 

GLUCOPHAGE (Tablet)

 

GLUFORCE (Film Tablet)

 

GLUFORMİN Retard (Tablet)

 

GLUKOFEN (Film Tablet)

 

GLUKOFEN Retard (Film Tablet)

 

MATOFİN (Film Tablet)

 

METFULL (Efervesan Tablet)

 

Glibenklamid ve Metformin HCl

 

DUPLAX (Film Tablet)

 

GLİBOMET (Film Tablet)

 

GLUCOVANCE (Film Tablet)

 

Vildagliptin ve Metformin HCl

 

GALİPTİN MET (Tablet)

 

GALVUS MET (Tablet)

 

Bu ilaçlar, kan şekerinin normalin altına inmesine engel olurlar.

 

Ensülin salgısını arttıran ilaçlar:

 

Sülfonilüre grubu ilaçlar, pankreastan ensülin salgısını arttırır.

 

Karbohidratların bağırsaklardan emilimini geciktiren ilaçlar:

 

Acarboz ve glinid ilaçlardır bunlar karbohidratların bağırsaklardan emilimini azaltır.

 

Metformin:

 

Genelde kilolu olan tip 2 diyabet hastalarında kullanılır. Günde 2 veya 3 kere alınır. Bağırsaklara ve karaciğere etki eder, karaciğerde şeker yapımını azaltır, kaslarda ensülin etkisi sağlar.

 

Metformin kullananlarda biraz kilo verilir.

 

Karaciğer ve kalp yetmezliği olanlara önerilmez. Bazılarında, ishal, bulantı, gaz yapabilir. Bir süre sonra bunlar geçer. Tok karna yemekten hemen sonra alınır.

 

İlaç seçimi nasıl yapılır?

 

Açlık kan şekeri 130 mg/dl’den yüksek olan hastalara doktorlar metformin yazarlar. Doktor ilk etapta sabah akşam 1 defa yenmeklerden sonra ilacı kullandırır. Yapılan kan tahlillerine göre doz ayarı yapar. Kan şekeri 1 ay içinde düzene girmelidir.

 

Açlık kan şekeri 200 mg/dl üzerinde seyrediyorsa, metformin ve sülfonilüre tipi ilaçlar alınır.

 

Açlık kan şekeri, 300 mg/dl’nin üzerindeyse hasta ensülin tedavisine alınır ve kan şekeri düşürüldükten sonra ilaç tedavisine başlanır.

 

İlaç tedavisinde başarısızlık:

 

İlaç tedavisine rağmen kan şekeri düşmüyorsa, ya pankreasta ensülin yapımı yoktur ya da ilaç etki etmiyordur. Bu nedenle ilaç değişimi yapılır veya daha etkili ensülin türevleri kullanılmaya başlanılır. Yaklaşık 5 yıl boyunca aynı ilaçlar kullanılınca ilaçların etkisi azalır bu durumda hastanın ilaçları değiştirilir.

 

Fazla yemek yemek, kilo almak, hareketsizlik, stres, bulaşıcıcı hastalıklar, şeker hastalığının ilerlemesi, ilaç dozunun etkisizliği, ilaç emilim bozukluğu, şekeri arttıran kortizol türevleri (steroidler), büyüme hormonu ilaçlarının kullanılması şeker haplarının etkisini düşürür.

 

Psikosomatik bir hastalık olan diyabette strese bağlı mide delinmeleri ve iyi tedavi edilmezse iktidarsızlığa yol açabilir.

 

Bu durumda papaverin ve benzeri ilaçlarla ereksiyon kaybı düzeltilmeye çalışılır.

 

Mutluluk çubuğu denen protezleri taktırmak cerrahi bir işlemdir.

 

Büyüme hormonu ve boy uzatma arasında doğrudan bir ilişki vardır.

Özellikle gelişme çağında büyüme hormonu miktarını arttırmak direkt

olarak boy gelişimini etkiler

 

Büyüme Hormonu (HGH) beyindeki hipofiz bezi tarafından üretilir.

Vücudun büyümesi, yenilenmesi ve gelişmesinden sorumludur. Eksikliği

durumunda birçok önemli sıkıntı baş gösterebilir. En belirgin olanı ise

gelişim bozukluğudur.

 

Aynı zamanda yağ yakımı ve adale gelişimi için de faydalıdır. Büyüme

hormonu en çok uyku esnasında salgılanır. Uykunun ilk seviyesi

yükselir.

 

30’lu yaşlardan itibaren vücuttaki HGH faaliyetleri azalmaya

başlamaktadır. Belirli bir seviyenin üzerinde tutmak için bazı şeyler

yapılabilirler.

 

Büyüme Hormonunu Arttırmak İçin

 

a) Uzun süreli ve kesintisiz uyku uyunmalıdır.

b) B ve C vitaminlerinden eksik diyet yapılmamalıdır.

c) Kan şekeri seviyesi yüksek seviyelerde tutulmamalıdır.

e) Antrenmanlar kısa ve şiddet prensipleri uygulanarak yapılmalıdır.

 

Derin Uyku ve Büyüme Hormonu İlişkisi

 

HGH salgılanmasının uykuda yoğun olduğundan bahsetmiştik. Uzun ve

derin bir uykunun gerçekleşebilmesi için bazı gereklilikler vardır. Bu

şartların oluşturulması melatonin denen hormonun tam manasıyla

salgılanması içindir.

 

Uyku saatleri en az 8 saatlik dilimler halinde olmalıdır.

Melatonin salgısı için tamamen karanlık bir ortam oluşturulmalıdır.

Uykuya 1 saat kala telefon gibi dijital cihazların kullanımı bırakılmalıdır.

Dolu mideyle uyumamalısınız.

Sessiz bir ortamda uyumalısınız.

Gece uykusunu tercih etmelisiniz.

B ve C vitaminleri ve Büyüme Hormonu İlişkisi

 

Bu iki vitaminin düzenli olarak vücuda alınması, hem büyüme

hormonunun vücutta aktif hale getirilmesi hem de düzenli bir uyku

sağlamak için gereklidir. Ayrıca güçlü bir antioksidan olan C vitamini

spor esnasında oluşan atık maddelerin vücuttan kolaylıkla

uzaklaştırılmasında rol oynar. B vitamini ise amino asitlerin işlenmesi ve

kullanılmasında etkilidir.

 

Büyüme Hormonunun Kan Şekeri İle İlişkisi

 

Kan şekerinin gün içerisinde düşük tutulması büyüme hormonu

faaliyetlerini arttırmakta ve daha hızlı yağ yakılmasına yardımcı

olmaktadır. Sık sık ve az az karbohidrat ve protein tüketmek kan

şekerinin düzen dışına çıkmasına engel olur.

 

Tüketilen karbohidratlar yağsız ve tuzsuz olarak seçilmelidir. Tercihen,

pirinç, makarna ve patates kullanılmalıdır. Basit karbohidratlar ve

şekerden uzak durulmalıdır. Kan şekerinin düşük tutulduğu gün ve gece

yağ yakımı devam edecektir.

 

Antrenman ve Büyüme Hormonu İlişkisi

 

HGH seviyesini arttırmadaki en önemli etkenlerden birisi egzersiz

yapmaktır. Antrenman süresince uyarılan adaleleri yapılanma sürecinde,

yeteri kadar sentez yapabilmesi için vücudun geliştirdiği otomatik

mekanizmadır.

 

Bu durumda beyin, büyüme hormonu üretimini arttırır. Bunun için boy

uzatma egzersizleri hakkında bilgi sahibi olunmalıdır.

 

Büyüme hormonu sentetik olarak da piyasada bulunabilmekteyse de

kullanımı son derece risklidir. Zaten artık doktor onayı olmadan almak

mümkün olmadığı ancak kaçak yollardan temin edilebilir. Ayrıca vücutta

bulunan kanserli hücrelerin hızla büyümesine de sebep olabilmektedir.

Zararlı sebeplerinden dolayı kullanılmasını kesinlikle tavsiye etmiyorum,

eğer kullanılacaksa doktor kontrolünde kullanılmalıdır.

 

Sağlık, sevgi ve esenlik dolu günlere efendim.

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 23 Mart 2017 Perşembe

 

 

 

AK ve KARA

$
0
0

 AK ve KARA

 Sevgili Mekâncılar,

Hayatta bazen öyle noktalar gelir ve öyle şeyler yarsınız ki, işiniz güzcünüz hikâye yazıp hikmet içerisinde sükût etmek zorunda kalırsınız. Hayat devam etmektedir ve sadece yazarak ayakta kalabilirsiniz. İnsanın en büyük varlığı ve yaşayış sebebi dostlarıdır.

***

Öyle zamanlar gelir ki siz kendinizi bertaraf mı bitaraf mı edilmişim bilemiyorum diye değerlendirir ve şaşkınlık içine kalırsınız.

Kurgusal Orta Dünya evreninin önemli bir kesitini anlattığı Yüzüklerin Efendisi adlı fantastik üçlemesindeki en önemli karakterlerden biridir. 

***

Gandalf, bir İstari veya Orta Dünya büyücüsüdür. Ölümsüz Topraklar’da

Gandalf, Olórin adlı bir Maia ruhuydu ve rüyaların efendisi Irmo'nun

bahçelerinde (Lorien) yaşıyor ve sık sık merhametli Nienna'yı ziyaret ediyordu.

 

Güneşin Üçüncü Çağının 1000. senesinde Istari veya Orta Dünya’ya

gönderilen beş büyücüden biri olmak üzere seçildi. Batı dillerinde Gri Gandalf,

Elf dilinde Mithrandir veya “gri gezgin”, Cüce dilinde Tharkûn ve Harad

dilinde de Incánus adıyla tanınıyordu. 

***

Dış görünüşü, büyük bir pelerin ile sivri uçlu bir şapka giymiş ve elinde bir âsâ

taşıyan, sakallı yaşlı bir adam biçimindeydi. Bu adam köken olarak

Musevi'ydi.

 

Gri Liman'a vardığında Círdan ona, Narya veya “ateş yüzüğünü” verdi.

Bu yüzük soğumuş, korkmuş bedenlerin ruhunu tutuşturur ve cesaretlendirirdi.

İki bin yıldan uzun bir süre boyunca Gandalf, Orta Dünya’da etkisini arttıran

kötü güçler ile savaştı.

2941 yılında, Ejderha Smaug’un öldürülmesiyle sonuçlanan Yalnız Dağ

Seferi’nin ilham kaynağı oldu.

***

 

Bu sefer sırasında Gandalf Glamdring adlı kılıcı, Bilbo Baggins ise Tek

Yüzük’ü buldu.

3018 yılında Frodo Baggins'in yanına gelen Gandalf, Yüzük Seferi’ni başlattı.

Rivendell’de Yüzük Kardeşliğinin lideri olarak seçildi ve kardeşliği pek çok

tehlikeden kurtararak yollarına devam etmelerini sağladı.

***

Bu sırada Khazad-dûm Köprüsü Savaşında, Moria’nın Balrog’u ile yaptığı

dehşetengiz mücadelede kayboldu.

Fakat Büyücünün ruhu, hiçbir silahtan zarar görmeyen ve ışık saçan Ak

Gandalf olarak dirildi. Böylece Ak Saruman’ın unvanı elinden alınmış oldu.

Yüzük Savaşında, Gölgeyele (Shadowfax) adlı atını süren Ak Gandalf her

yerdeydi: Rohan Kralı Théoden'in ilham kaynağı, Isengard’da Saruman'ın

sonunun hazırlayıcısı ve Minas Tirith kapılarında Cadı Kralın durdurucusu hep

o oldu.

***

Yüzük Taşıyıcısı tek yüzüğü berhava ederken, Gandalf Mordor’un Kara Kapısı

önünde Batı Ordusu’nun komutanları ile birlikteydi.

Savaştan sonra Gandalf, Aragorn ile Gondor’un yeniden birleşmesini sağladı

ve 3021 yılında Yüzük Koruyucularının son yolculuğuna katılarak Ölümsüz

Topraklara döndü.

 

Büyücü ırkının en önemli temsilcisidir. Yüzüklerin Efendisi’nin sinema

filminde bu karakteri Sir Ian McKellen canlandırmıştır. 

***

Tek yapmanız icap eden tamam mı devam mı diye karar vermektir.

Hayatta en önemli şey dostluktur ve diğerkâmlıktır.

Dostlarınızı ihmal etmeyin ve hiçbir şey yapamıyorsanız bile bir telefon edin veya mail atın.

Yalnız kalmadığınızı göreceksiniz. Geç de olsa cevap gelir.

Türk mitolojisinde başrol oynayan tanrı ve tanrıçaların sıfatları, işlevleri ve isimlerinin etimolojik anlamları, yukarıdaki gezegen ve gezegensel sıralamaya uygunluk göstermektedir. Buna göre; Satürn Kara-Han, Jüpiter Ülgen, Mars Kızagan Tanrı, Venüs Umay (Ayızıt), Merkür Mergen Tanrı’yı karşılamaktadır.

 

Kayra Han (Kara Han)

 

Altay Türklerine göre gökyüzündeki tanrıların en büyüğü Kara Han’dır. Kara Han 17. katta oturur. Kara Han Dünya’nın yaradılışı ve sonu gibi konularda daima ön plandadır.

 

Kara-Han yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir çam diker ve 16. kata oğlu Ülgen’i oturtur. Kara-Han, dokuz kişinin bu dallardan türemesini, dokuz milletin de buradan meydana gelmesini ister.

 

Kara-Han, insanoğlunun “ata” ve “anasıdır”.

 

Şamanlara göre Kara Han’ın Ülgen, Kızagan, Mergen adında üç oğlu vardır.

 

Ülgen (Bay Ülgen)

 

Ülgen göğün 16. katında Altın dağda ikamet eder ve Altın bir taht üzerinde oturur. Tahtı Ay’ın ve Güneş’in ötesindedir. Ülgen, gök cisimlerini yönetir, yağmur yağdırır, gök gürültüsü ve yıldırımları da o gönderir.

 

Tanrı Ülgen biri ak biri kara taşla gelerek ateşin nasıl yakılacağını insanlara öğretmiştir.

 

Gök gürültüsü ve şimşek bütün mitolojilerde Gök Tanrı’nın silahıdır ve yıldırımıyla vurduğu yer kutsallık kazanır.

 

Ülgen iyilik yapmayı sever. Ülgen’in kendisi, kızları ve oğulları insan şeklindedir. Dünyayı taşımaları veya destek olmaları için üç tane balık yaratmıştır.

 

Elindeki topuzu hayat ağacının köklerine benzer ve öylesine dallı budaklıdır.

 

***

 

Bildiğimiz Güneş, Ay ve yıldızlardan bütün gök nesnelerinden çok uzakta yaşar. Biri sağında ve diğeri solunda iki ak Güneş bulunur.

 

Bu gök nesnelerinin her biri kendisine ulaşmak isteyen Şaman için bir engeldir. En güçlü şaman bile en fazla Kutup Yıldızı’na kadar ulaşabilir.

 

Ak Ana

 

Henüz hiçbir şey yaratılmamışken ve yalnızca uçsuz bucaksız bir su varken, sonsuz sulardan çıkarak, Tanrı Ülgen’e yaratma ilhamını vererek sulara tekrar dalmıştır.

 

Işıktan (cisimsel olmayan) bir bedeni vardır. Başında gücü simgeleyen ve taca benzeyen zarif boynuzları bulunur.

 

Hayatın başlangıcına dair ne varsa hepsine ruh vererek hayat döngüsünü başlatmıştır. Akdeniz’de yaşar.

 

Mitolojinin temel ilkelerinden biri karşıtlıktır.

 

Özellikle İran kültürüne ait Mazdaizm veya Maniheizm gibi inançlarla birlikte başlayan düalist ilke mitolojinin temeline zıtlıkların birliği ve aynı zamanda mücadelesini koyar. Bu anlayışa göre kâinattaki her şey zıddıyla vardır.

 

***

 

İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin ve daha birçok zıt kavram birlikte bir âhenk içinde varlığı meydana getirir ve kâinatın işleyişinden sorumludur.

 

Erlik, Altay Türklerinin mistik tasavvurlarında kötü ruhların başındadır, başkanıdır. Erlik “güçlü, kuvvetli” anlamlarına gelir.

 

***

 

Bazı Türkologlara göre bu kelime “erklig” kelimesinin bozulmuş hâlidir.

 

Bu araştırmacılara göre eski Uygur Buda metinlerinde yer altındaki karanlık dünyanın hâkimi olan ve ölüm ruhu motifini karşılayan Yama’ya Erklig Yama denir.

 

“Kudretli” anlamına da gelen bu kelime Şamanist tasavvurlarda “Erlik” şeklinde, kötü ruhların başındaki antagoniste isim olmuştur. Şaman dualarında Erlilk’e “Kayrakan” olarak da seslenilir.

***

 

Erlik insan için acı, eziyet ve ölümle eşdeğerdir. Erliğin yeraltı diyarıyla ilgili farklı tasvirler de mevcuttur. Erlik yeraltı diyarında kara çamurdan bir sarayda veya duvarla çevrili kara demirden bir sarayda yaşar.

 

***

 

Onun sarayı insanların gözyaşlarından oluşan dokuz nehrin birleşerek Toybodım (Doymadım) Nehri’ne dönüştüğü yerde veya abra ve yutpa denilen ürkütücü su canavarlarıyla dolu olan Bay Tenis (Bay Deniz)’in yanında bulunmaktadır.

 

Her şeyi bilen, akıllı Mergen Tengere Göğün yedinci katında oturur. Mergen kelime anlamı olarak okçu nişancı anlamına gelir.

 

Bu anlamda Mergen, Yunan mitolojisindeki Hermes’i (Merkür) hatırlatır. Hermes, akıl tanrısıdır ve bütün bilgilere sahip tanrı olarak kabul edilir. O karanlığın güçlerini yenen tanrıdır, çünkü “o her şeyi bilir ve her şeyi yapabilir”.

 

***

 

Ülgen’in oğludur. Göğün dokuzuncu katında oturur. Çok kuvvetli tanrı anlamına da gelir. Roux’a göre 9. Kat Mars’ın konumlandırıldığı gök katıdır. Kızagan Tanrı, Banzarov’a göre, savaş tanrısıdır. Onlarca tehlikeli geçitlerde orduyu yönetmek ve düşmanı yenmekte, bu koruyucu ruhun yardımı olur.

 

Altay Kamı göğe çıkarken Kızagan Tanrı’yı “kırmızı yularlı, kızıl erkek deve sırtında, gökkuşağı asalı baba” diye çağırır.

 

Buna bakarak, onun kırmızı renk ile simgelendiği sanılmaktadır.

 

Umay Ana çocukları ve hayvan yavrularını koruyan bir tanrıçadır.

 

Arkeologların Altaylar’da buldukları seramik ürünler üzerindeki resimlerde Umay ana üç boynuzlu olarak tasvir edilir.

 

***

 

Orta Asya’da bazı arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre Umay ana motifi, beyaz saçlı ve beyaz giyimli olarak, insan biçimli bir görünüm sergilemektedir. Kuş kılığında kanatlı bir kadın görüntüsü de vermektedir.

 

Altay Türkleri onu göklerden inen gümüş saçlı, güzel yüzlü bir kadın olarak düşünmüşlerdir.

 

Şaman dualarında Yayık şöyle tasvir edilir. “Ülgen beyin habercisi, kızıl bulut kenarlı, gök kuşağı dizginli, solgun şimşek kamçılı, gökten haber alan Ak Yayık, üç boğumlu Ak Yayık, Altın kenarlı Ak Yayık”.

 

Tuva Şamanları “ak eren” ismini kullanır. Yayık Büyük Tufan’dan sonra gökyüzüne çıkıp Ak Yayık adını alır. Güney Altaylılar ona “yaratıcı” ve “gök oğlu” adını vermişlerdir. Tölösler “koruyucu” adını verir.

 

***

 

Ülgen’in oğlu veya kızı olarak da düşünülür. Yayık kelimesinin kökü “parçalayarak kurban vermek” anlamına gelen “yay” ile ilişkilendirilir.

 

Mitolojik bir varlık olarak kocaman bir ejderha görünümündedir.

 

Karlık

 

Suyla ile birlikte görülen ve onunkine benzeyen görevi olan bir ruhtur. İşareti dumandır.

 

Güneş ve Ay’ın kırıntılarından yaratılmıştır. Altay Türklerine göre Suyla, at gözlü, kartal gagalı, eşekkulaklı ve yılan saçlıdır. Ağaçkakan Suyla’nın sembolüdür.

 

Ülgen’e yayıkla birlikte kurbanın ruhunu ulaştırır. İnsanların hayatını kontrol eder ve bir değişiklik olduğu zaman Ülgen’e bildirir. Bundan dolayı iki dilli de denir.

 

Onun Kurbanı Ülgen’e ileten bir ruhtur. Güler yüzle karşılayan anlamına gelir. Gökyüzünde yaşar, Ülgen’e en yakın ruhtur. Şaman altın kazıktayken Utkuuçi’dan kazları alır ve yeryüzüne döner.

 

***

 

Ayzıt güzelliğin sembolüdür. Bu anlamda Sümer ve Yunan efsanelerindeki İştar ve Afrodit’e (Venüs) benzer.

 

Süt gölünden getirdiği damlayı çocuğun ağzına damlatır ve çocuğa ruh verir. İnsan yavrularını, kadınları, hayvanları ve hayvan yavrularını korur.

 

***

 

Simgesi, Kuğu kuşlarıdır. Ayısıt’ı simgeleyen kuğular kutsal sayılır ve dokunulmaz.

 

Kuğu aslında kutsal bir kızdır. Bu kız kuğunun beyaz tülünü üzerine giyince kuğu, çıkarınca kız olur.

 

***

 

Ayızıt gökten gümüş tüylü bir kısrak suretinde iner. Yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanır. Ayızıt şaman dualarında şöyle tarif edilir: “Başında ak gökten ak bir kalpak, çıplak omuzlarında ak gökten bir atkı, baldırına kadar siyah bir çizme. Bu şekilde bir kayaya yaslanarak uyumuştur veya ormanda dolaşmaktadır”.

 

***

 

Ayızıt’ın sarayının kapısında ellerinde gümüş bakraçlar olan yasakçıları vardır. Yazın şamanlar ak elbise, kışın kara elbise giyerek Ayzıt bayramını kutlarlar. Bu yasakçıların ellerinde gümüş kamçıları vardır ve kötü insanları içeri almazlar.

 

Oğuz Kaan

 

Bazin, eski Türklerde biri ata kurt, diğeri de ata boğa üzerine kurulu “ikili kökeni” yansıtan farklı iki gelenek olduğunu söylemiştir. Oğuz’a adını veren ata da bir boğadır. Oğuz, bütün hayatı boyunca kurdun korumasına ve rehberliğine başvurmuştur.

 

***

 

Oğuz kağan destanında Ay, Oğuz’u doğuran tanrı olarak sunulur. Bu da Oğuzun Tanrı oğlu olduğu fikrine götürür. En eski çağlardan beri tanrısal kahramanların işaretleri boynuzlu bir taçtır.

 

***

 

Orta Çağ minyatürlerinde Oğuz Kağan ve oğulları boynuzlu olarak tasvir edilir.

 

***

 

Boğa, “Kutsal Ay Boğası” olarak bilinir. Boynuzları Ay’ın allegorisidir ve Tanrı’nın sembolüdür.

 

***

 

Oğuz Kaan’ın Eşleri

 

***

 

Efsanede, Oğuz kağan, ava gider. Bir gölün ortasında, önünde bir ağaç ve ağacın oyuğunda bir kız vardır. Kız muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Saçları akarsular gibi, gözleri mavidir ve inci gibi dişleri vardır.

 

Oğuz kağan bu kızı alır ve “gök”, “dağ”, “deniz” adında üç oğlu olur. Günlerden bir gün gökten mavi bir ışık düşer.

 

***

 

Bu ışık, Güneş veya Ay’dan daha parlaktır.

 

Oğuz Kağan yaklaşır ve bu ışığın ortasında bir kız olduğunu görür. Kız olağanüstü güzelliktedir. Başının tepesinde, sanki Kutup Yıldızı gibi ateşten bir ışık demeti vardır.

 

***

 

Oğuz kağan kızı görünce sever ve onu alır. “Gün”, “ay”, “yıldız” adında üç oğlu olur.

 

Ay Han

 

Oğuz Kağan’ın oğludur ve ongunu Kartal’dır. Türklerde kartal sürekli olarak hükümdarlık ongunu olmuştur. Altay Türklerine göre, Ay-ata göğün altıncı katında oturur ve Ay ile sembolize edilir.

 

Dağ Han

 

Oğuzun oğullarından olan Dağhan’ın ongunu üç kuştur.

 

Deniz Han

 

Oğuzun oğullarından biridir ve ongunu çakır (çağrı) kuşudur. Çakır, mavi gözlü, “mavi-deniz” ve “beyaz-mavi-deniz” türünden bir kuştur. Uygur sanatında Basaman isimli alp-tanrı, kuzey yönü, Merkür (su yıldızı), su unsuru ile alâkalı görülür ve bu Alp-tanrının tuğu yırtıcı hayvan kuyruklarından oluşmuş olarak resmedilirdi.

 

***

 

Elinde tuttuğu kargı ise üç dilimlidir.

 

Gök Han

 

Oğuz’un oğullarından biridir ve ongunu sungurdur. Türkler’de kartal hükümdarlık sembolü olurken, sungur, sıklıkla tigin unvanlarında kullanılır. Kaşgari’nin büyük bir yırtıcı kuş olarak tanımladığı sungur, maviye çalan beyaz kuşlar arasındadır.

 

Pelliot, Çin’de su kuşlarını avlamakta kullanılan sungurun, “deniz mavisi” türünden olduğunu söyler. Moğollar aynı kuşa “mavi yırtıcı kuş” derler.

 

Gün Han

 

Oğuz’un oğullarındandır ve ongunu şahindir. Gün han Oğuz’un göksel eşinden olan en büyük oğludur. Oğuz Kağan sembolik olarak bulduğu altın yayı Günhan, Ayhan ve Yıldızhan arasında pay eder ve kendisinden sonra hakanlık tahtını Günhan’a bırakır.

 

***

 

Günhan kendisi için Altın’dan bir çadır kurdurur ve kendi yönü olan sağ tarafa kırk kulaç yüksekliğinde bir direk ve onun tepesine de altın bir tavuk oturtur.

 

Günhan, Güneş’i karşılar ve Güneş hanı anlamına gelir. Altın hakanlara ait bir semboldür ve Güneş ise Altın’ın allegorisidir.

 

Yıldız Han

 

Oğuz’un oğullarındandır ve ongunu tavşancıldır. Türklerde yıldız bilgisi, çok önemlidir. Geceleri zamanı öğrenmek için yıldız bilgisi, tek yol ve çaredir. Türklerin göğün ilk ve ana yıldızları olarak gördükleri gezegenler ilk tanrısal arketiplerdir.

 

Yaradılışın başlangıcı ve temelidir.

 

***

 

Yakut Türklerine göre ilk insanı o yaratmıştır. Eski Türkçede ürüng-beyaz, ayıg-yaratan, toyon-tanrı, efendi demektir. Yakut Türklerinde beyaz yaratıcı diğer yaratıcı ruhların en büyüğüdür.

 

Kâinatı o yaratmıştır. Dünyayı idare eden de odur. İnsanlara yaratıcı gücü ve çocukları o verir. Yerin ve toprağın verimli olmasını o sağlar. Hayvanların çoğalması ve bolluk onun sayesinde olur.

 

Aynı Tanrı’ya Ata Bey de dendi söylenir.

 

İnsana kut veren odur. Büyük efsane kahramanlarını yeniden hayata döndürerek ölümden kurtarır. Bu yaratıcıya canlı beyaz at kurban edilir. Ürüng Ayıg Toyon, çok saygı gösterilen, kutlu, nur yüzlü ve ulu bir varlıktır.

 

***

 

Su iyelerinin hepsi sularda yaşar. İnsanlara zarar vermezler. Onların yaşadıkları sarayın girişi, nehirlerin derinliklerinde bir taşın altındadır. Su sahiplerine Kazaklar, “su perisi”, Türkmenler “suv adamı”, Özbekler “su alvastisi” derler.

 

***

 

Pınarlarda yaşayan peri kızları, beyaz giyimlidirler ve cisimsiz varlıklardır. Kuş ve yılan kılığına girebilirler.

 

Kübey Hatun

 

Altay Türklerine göre, ağaç, ulu ananın yaşadığı ve kahramanlara memesinden süt verdiği yerdir. Yakut Türklerine göre Doğum tanrıçası Kübey-Hatun’du ve ağacın içindeydi. Kökünden hayat suyu akıyordu.

 

Er Sogotoh destanında mitolojik bir ağaç tasviri şöyledir: “Yarı beline kadar çıplak, alt tarafı ağaç kökleri gibi, Orta yaşlı ciddi bakışlı bir kadın kabaran göğüslerinden süt verir”.

 

Efsanelerde çoğunlukla ağaç, ışık temasıyla ilişkilendirilir. Şaman dualarında ağaç, altın yapraklı, yetmiş yapraklı mübarek kayın olarak anılır. Kübey hatun yani doğum tanrıçası da bu kayın ağacının içinde yaşar.

 

Semrük Bürküt

 

Yakutlar çift başlı kartala “öksökö kuşu” derler. Türkçe “bürküt” kartal demektir. Bakır tırnaklıdır, sağ kanadı ile güneşi, sol kanadı ile ayı kaplar. Ona gök kuşu da denir. Büyük kartallar için Bürküt kelimesi kullanılır.

 

***

 

Çift başlı kartallar, gök direklerinin veya kayın ağacının tepesinde tasvir edilir ve tanrı Ülge’nin sembolüdür. Çift başlı öksökö kuşu gökten yıldırım indirir.

 

Başkurt efsanesinde “Semrük” adındaki kuş iki başlı kartaldır. Bu başlardan biri insan başı olarak da düşünülür.

 

***

 

Türk mitolojisinde, ay ve güneşi pençeleriyle tutan doğanlar görülür. Tuğ’lar bir boz doğan ile birlikte gökten düşmüştür. Tanrı’ya açılan göğün kapısını çift başlı bir kartal bekler ve Tanrı’nın sembolüdür.

 

Bu kartallar gökten yıldırım indirir.

 

Türk mitolojisinde çift başlı kartallar ve gün ve ay simgeleri Yin ve Yang sembolüdür.

 

***

 

Çinlilerin Ying-Yang sembolü olarak tasvir ettikleri kozmos ve kozmosun dönüşünü, Türkler karşılıklı iki hayvan veya kartal koymak suretiyle ifade etmişlerdir. Kökeni de Çinlilere değil, Uygurlara dayanır.

 

***

 

Bu sembolik hayvanların döndükleri merkez, yer ve göğün ortasıdır ve dört değil, beş yönlüdür (Kuzey, Güney, Doğu, Batı ve Orta). Türklerin Yaruk-Kararıg ilkesini, göğü anlatan yuvarlak plakalara sarılmış siyah ve beyaz kartallar temsil eder.

 

***

 

Kartal Ana

 

Yakut Türklerinin inanışlarına göre Şamanlar yeryüzüne kartal ana tarafından getirilmişlerdir. Er-Töştük destanında da kartal dişi olarak görünür. Kartal Yakutlara göre Güneş’in sembolüdür.

 

***

 

Yakutlar analarının bir kartaldan geldiğine inanırlar. Bundan dolayı Kartal “güneş kuşu” olarak da nitelendirilir.

 

Kendi küllerinden doğan Phoeniks daha genç olarak dünyaya gelir. Bu sebeple yeniden doğuşu, ebedî hayatı, ölümsüzlüğü ve Güneş’in doğuşunu simgeler.

 

Çin mitolojisinde de ateşi, sıcaklığı, hasat mevsimini ve Güneş’i sembolize eder.

 

Asena

 

Oğuz Kağan’a yol gösteren ve liderlik yapan kurt erkektir. Türeyiş destanındaki kurt ise dişi olarak gösterilmiştir.

 

Göktürklerin kurttan türeyişi ile ilgili destan şekildedir:
“Göktürkler eski Hunların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Aşina (A-shih-na) adlı bir aileden türemişlerdir. Sonradan çoğalarak ayrı oymaklar hâlinde yaşamaya başladılar. Daha sonra Lin adını taşıtan bir ülke tarafından mağlup edildiler. Mağlubiyetten sonra Göktürkler, soyca yok edildiler. Tamamen öldürülen Göktürkler içinde, yalnızca on yaşında bir çocuk sağ kalır.

 

***

 

Lin memleketinin askerleri, çocuğun çok küçük olduğunu görünce, ona merhamet eder ve öldürmezler.

 

Çocuğun el ve ayaklarını keserek bir bataklığa bırakırlar. Bu sırada çocuğun etrafında bir dişi kurt peydahlanır ve çocuğu besler. Bir süre sonra kurt gebe kalır ve bir mağaranın içinde on çocuk doğurur.

 

***

 

Zamanla bu on çocuk büyür ve evlenir. Her birinden bir soy türer. Göktürk devletinin kurucularının geldikleri Aşina ailesi de bu on boydan biridir.

 

Al Karısı (Al Bastı)

 

Bazı edebî metinlerde çirkin, saçları dağınık, avurtları çökmüş, güçlü kuvvetli ve uzun boylu olarak tasvir edilir. Bazı mitolojik metinlerde ise, dünyadaki en güzel kadından bin kat daha güzel olduğu anlatılır. Kazaklarda “cadı kadın” “küpe giren karı” anlamında kullanılır.

 

***

 

Baş albastı, iri gözlere sahip, baştan aşağı Demir giyimli ve erkektir. Ulu ana yani Ana Tanrıça arketipinin olumsuz türevidir.

 

Kazak metinlerinde alnında tek gözü olan, iğrenç görünüşlü bir mahlûk olarak tasvir edilir.

 

Albastı, Al karısı, genellikle kırmızı siyah uzun elbise giyer. En çok sevdiği şey atların yelesini örmektir. Onu yakalamak için elbisesinin yakasına bir iğne saplamak gerekir.

 

Loğusalara musallat olan bu kötü ruh, al karısı, albastı, albis, almis adlarıyla da anılır.

 

***

 

Albastı iki surette görülür. Sarı albastı ve kara albastı. Sarı albastı sarışın bir kadın suretindedir.

 

Bazen keçi ve tilki suretine de girer. Kara albastı daha ağırbaşlı, ciddi, sarı albastı hoppa ve şarlatandır.

 

Alp Er Tunga

 

Tonga, Kaşgarlı Mahmut’a göre leopar veya kaplan cinsinden bir hayvandır.

 

***

 

Orta Asya kaplanları Türklerin Bars dedikleri, Pars cinsinden hayvanlardır. Hun Pazırık kurganında çok rastlanan bir figürdür. İsmi genelde “kahraman erkek kaplan” şeklinde algılanmaktadır ama ona göre Tunga “Sibirya panteridir”.

 

Budist metinlerde “uzun saçlı tonga” tabirlerine rastlanması, uzun saçın Alplik simgesi olmasını hatırlatır. Uygur döneminde, Alp Er Tonga’nın ve başka Türk beylerinin adı ve unvanı olarak yırtıcı hayvanların isimleri kullanılırdı ve Alp’ler yırtıcı hayvan postu giymiş olarak resmedilirdi.

 

Kaplan postu savaşa giden Alpler tarafından zırh yerine giyilirdi ve savaş sembolüydü.

 

Ötüken (Yer Tanrıçası)

 

Etügen / itügen yer tanrıçasına verilen bir isimdir. Seyidov’a göre de Ötügen, devleti ve hâkimiyeti koruyan bir ilâhedir.

 

Cengiz han Ötügen’e “ötügen anamız” der. Ayrıca bazı araştırmacılar, bir şaman ismi olan “utagan” kelimesinden türediğini ve bu kelimenin Türkçe “döl yatağı (rahim)” anlamına geldiğini söyler.

 

***

 

İtügen, hayvanları ve toprak ile ilgili bütün ürünleri koruyan bir tanrıçadır. Aslında yer tanrıçası ile doğum ve üretim arasındaki bağ neredeyse evrenseldir.

 

Ateş Tanrıçası (Od Ana-Ateş Annesi)

 

Yakut Türkleri ateş tanrıçasını ak saçlı bir kadın olarak görürler. Buryatlar ise, kırmızılar giymiş yaşlı bir kadın olarak veya ateşin yalımıyla dalgalanan yeşil veya kırmızı ipekten kaftan giymiş bir kadın olarak da düşünmüşlerdir. Bir başka şaman duasında da şöyle tasvir edilir: “Sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun” denir.

 

***

 

Ocak ruhu dişildir. Evin tam ortası “evin kalbi”dir ve ocak yeri buradadır. Orta Asya da Hunlara ait üçayaklı ve kutlu kabul edilen kazanlar bulunmuştur. Yakutlara göre ilk ocağı Ülgen’in üç kızı yakmıştır. Yakutlarda ateş tanrıları yedi kardeştir.

 

Sigun Geyik

 

Radlof, boynuzları iki kürekli sığın geyiği Altay Türklerinin ululadıklarını ifade eder.

 

***

 

Teleüt Türklerinde her şamanın bir ruhu vardır. “bura”, “bur”, “pur” gibi çeşitli sözcüklerle ifade edilir ve geyik anlamında da kullanılır. Geyik boynuzları Şamanların önemli sembollerindendir.

 

Türklere, Ergenekon’a girişte, Hunlara Batı’ya göçlerinde dişi bir geyik yol gösterir.

 

***

 

Orta Asya sanatında, yarı insan yarı geyik halinde gösterilmiş tasvirler vardır. Mitlerde dokuz boynuzlu veya budaklı sigun geyikler de görülür.

 

Gök Kurt

 

Gök Kurt ve Ak Geyik gökte doğmuşlardır. Kurt sürülerini idare eden kurtlara gök kurt, geyik sürülerini idare eden geyiklere gök geyik denir. Bazı Türk halkları, soylarının, kurttan bazıları geyikten türediğini kabul eder.

 

Cengiz Han’ın ilk ataları gök kurt ve dişi bir geyiktir.

 

Gök kurt Türk efsanelerinde özel bir yere sahiptir, öyle ki Türkler kendilerine “göksel Türkler” anlamına gelen “Kök Türk” adını vermişlerdir.

 

Hızır anlayışı, Türklerde eski Türk düşüncesi ile bezenmiştir. efsanelerde kayın ağacından inip, insanlara yardım eden ve çocuklara ad veren “gök sakallı “ veya “aksakallı” ihtiyarlar görürüz.

 

***

 

Aksakallı yaşlılara ak-boz atlı tanıtması da eklenir.

 

Altın sakallı “ay koca” olarak da tasvir edilir. Elinde hayvan başlı “çevgen” denen bir âsâ tutar, Ak-boz ata biner ve giyimi de aktır.

 

Bügü Tekin (Bügü Kağan)

 

En tanınmış adları “bögü” ve “tengri” idi. Bögü Uygurca âlim, filozof anlamında kullanılır. Ayrıca büyücü sihirbaz anlamına da gelir. Kendisi savaşçı bir kağan değil, filozoftur. Bügü Kağan, Mani dinini Uygurların resmî dini olarak kabul etmiştir. Mani dinine mensup olanlar beyaz elbise giyerdi.

 

***

 

Deniz Tanrıçası (Geyik Tanrıça)

 

Göktürklerle ilgili bir efsane de, Göktürklerin atalarından birinin -ki ataları kurttur, bir mağarada, ak geyik kılığına giren bir deniz tanrıçası ile ilişkisi olduğu anlatılır. Göktürkler nesillerinin kurttan geldiğini söylemekle beraber efsanelerinde dişi geyik de rol oynar.

 

Dişi geyik bir ilâhedir ve vücudundaki lekeler yıldız işaretleri olarak görülür. Dişi geyik eski Hun efsanelerinde yol gösterici rolü oynar.

 

Tepegöz

 

Tepegöz Kaf dağında yaşar çoban ve peri kızının evliliğinden doğar. Annesi dişi bir alageyiktir.

 

Tepegöz su üzerinde yüzen başı gözü belirsiz bir ciğere benzetilir. Tepegöz bazen dişi bazen erkektir (hermagrodit). Tepegöz tek gözlüdür. Tepegöz’ün parmağındaki yüzüğü annesi takmıştır.

 

Altay Türk destanlarında devlere yelbegen denir. Yelbegen insan biçiminde, çok büyük, üç yedi veya on iki başlı siyah ve sarı renklidir. Güneş ve ay tutulması devlerin yemesi olarak tanımlanır.

 

Türk destanlarında devler atların düşmandır. Demir yelbegen karaçam boylu, kara atlı ve çokmarlıdır (çokmar hayvan başlı sopa veya gürz âsâ sopa).

 

***

 

Büyük kulaklı devler ise yer altındadır. Dev anası denen dişi devler de vardı. Alt dudağı yerde üst dudağı gökte olan devler Anadolu Türk masallarında sık kullanılan bir motiftir.

 

***

 

Referandumlar bütün demokratik ülkelerde icap ettiğinde uygulanan demokratik haklardır.

 

Hayır, evet dışında üçüncü şık yok.

 

Türklüğün bekası için vereceğiniz bir oy çok önemli.

 

Vicdani kanaatiniz neyse onu yapın.

 

Saygım ve sevgilerimle…

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 25 Mart 2017 Cumartesi

PARANOYA

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

 

Paranoya, karmaşık duygulara sebep olan ruhsal bir hastalık türüdür. Bu

rahatsızlıkta kişiler, başkalarının kendilerine haksızlık yaptığını

düşünürler. Şimdiki teşhis ve tedavi sistemlerinde hezeyanlı (sanrılı) bozukluk

olarak geçer. 

 

Paranoya ile birlikte görülebilen psikolojik rahatsızlıklar 

 

- Majör Depresyon

- Kişilik Bozuklukları (Narsisistik, Antisosyal ve Histriyonik olanlar)

- Alkol ve madde bağımlılığı (özellikle metil alkol)

- Saplantılar (Obsesyonlar)

 

Paranoya belirtileri nelerdir?

 

- Sebepsiz olarak başkaları tarafından aldatıldığını düşünmek

- Çevresindeki insanların güvenilirliğinden ve bağlılığından şüphe duymak…

- Sözlerinin kötü niyetle kullanılacağını düşünmesinde dolayı ser verip sır

vermemek.

- Normal sözlerden dolayı aşağılandığını hissetmek ve aşırı alınganlık. 

- Kin tutma ve haksızlıkları affetmeme.

- Bazı davranışları kişiliğine saldırı olarak idrak edip, öfkeyle tepki göstermek

(acting out). 

- Herhangi bir sebebe dayanmadan aldatıldığını düşünmek!

Paranoya oluşumunun başlıca sebepleri nelerdir? 

- Orta yaşa gelmek

- Eskiden acı ve hayal kırıklıkları yaşamak

- Umut ve fırsatların kaybedilmesi.

- Cinsel gücün ve hayatın gerilemesi

- Yaşlılığın yaklaştığının sezilmesi

- Bedensel kusur ve çirkinliklerin bulunması

- Tutukluk veya tutsaklık

- Yabancı bir çevrede bulunmak

- Haksızlığa uğramak

- Zehirlenmek

- Bedensel, toplumsal ve ruhsal zorlanmalarla karşılaşmak

 Paranoya çeşitleri nelerdir?

 - Kuruntu paranoyası

Bu dönemde kişi başkalarının kendisine kötülük etmek istediklerini

sanmaktadır. Bunun sonucunda hasta tedbir almak için mahallesini, köyünü,

kentini hatta ülkesini dahi değiştirebilmektedir.

 

Ancak kişi gittiği her yere hezeyanlarını da birlikte götürdüğünden bu

saplantılarından kurtulamamaktadır. Öte yandan hasta, kuruntu geliştirdiği

bazı insanlardan kurtulmak için resmî makamlara bile başvurabilmektedir.

 

Cerrahpaşa’dayken böyle bir profesör vardı, herkese bir kulp bulup dava

ederdi. Ancak vefat edince bunlar durdu. 

 

Bazı akıl hastaları buralardan istediği sonucu alamayınca da cinayet

işleyebilmektedir. 

 

- Soyluluk paranoyası

 

Bu dönemde kişi asil bir aileden geldiğini ve anne-babalarının gerçek ailesi

olmadığını savunmaktadırlar. Bunun yanında hasta iddialarını akla uygun

duruma getirmek için geçmişteki bazı olayları hezeyanlarıyla uyuşacak

biçimde yorumlamaktadır.

 

- Buluş paranoyası

Bu evrede kişi yeni bir buluş yaptığını veya bilinen bir buluşun kendisine ait

olduğunu ileri sürmektedir. Devridaim makinesi mucitleri her zaman çıkar

ama böyle bir alet yapılması imkânsızdır. Çünkü hiçbir sistem ürettiğinden

daha fazla enerji tüketemez. Böyle çok hasta gördüm. Çoğu şizofreni

hastasıydı.

 

Bir ara bazı generallerde bu paylaşılmış delilik hâlinde görülmüştü.

 

- Esrarengiz paranoya

 Bu evrede hasta; ilahî bir gücünün olduğunu, insanlığa yeni bir din yaymak

veya insanlığı kurtarmak için yaratıcının kendisini görevlendirdiğini

savunmaktadır.

 

Jim Johns’un yarattığı din bu türdendi. 18 Kasım 1978 günü Guyana

toprakları üzerinde kurulmuş Jonestown kasabasında yaşayan People's

Temple (Halkın Tapınağı) Tarikatı’na mensup 900’den fazla kişi, tarikat

liderleri Jim Jones (James Warren Jones)’un vaazı üzerine siyanür içerek

intihar etti. Razı olmayanlar istemeyen üyeler silahla vurularak öldürüldü.   

(James Warren Jones ile ilgili görsel sonucu

 

Tarikatın Temelleri Jim Jones Tarafından Atıldı

 

Her şey, 1951'de Jim Jones'un İndiana Komünist Partisinin toplantılarına

katılmasıyla başladı. Bu toplantıların ardından Jim Jones, partilerin halkı

yanlış yönlendirdiğine ve komünizme karşı doldurduğuna ikna oldu ve gerçek

Marksizmi insanlara yaymak amacıyla kiliseye sızmaya karar verdi (psikotik

çifte değerlilik: ambivalans).

 

Kendisinin Tanrı olduğunu söyleyen sesler işitiyordu. Müritleriyle her türlü

sapkın ilişkiyi kuruyor ve alkol de dâhil, marihuana gibi pek çok yasadışı

maddeyi kullanıyordu.

 

Kiliseye Topladığı Yardımlar ve Verdiği Vaazlarla Kısa Süre İçinde Pek

Çok Kişinin Güvenini Kazandı

 

Jim Jones işe ilk olarak kilise hayrına kapı kapı dolaşıp evcil maymun satarak

başladı. Irkçılık karşıtı hümanist tutumu ve sevecenliğiyle özellikle toplumdan

dışlanmış, Afrika kökenli ve inançlı kişilerin güvenini kazandı. Zaman zaman

kilisede vaazlar verdi ve insanları bazı mucizeleri olduğuna inandırdı.

 

Rivayetlere göre bir vaazı sırasında tekerlekli sandalyeye mahkûm bir kadını

iyileştirmiş, kanser hastası birkaç kişinin de tümörlerini çıkarmıştı.

 

Elbette bunlar müritlerini etkilemek için yaptığı şovlardan başka bir şey

değildi; zira hiç kimse tekerlekli sandalyedeki kadının Jim Jones’un gösteri

için önceden anlaştığı sekreteri, çıkardığını iddia ettiği tümörlerin de tavuk

ciğeri olduğunu bilmiyordu.

 

Çaresiz insanların zayıflıklarından faydalanan Jim Jones üyelerin adeta

beyinlerini yıkıyordu. 

 

İnsanlar bütün Mal Varlıklarını Satıp Kiliseye Bağışladı

 

Her geçen gün kiliseye Jim Jones'u dinlemeye gelen kişilerin sayısı artıyor ve

insanlar bütün birikimlerini ve kazançlarını kiliseye bağışlıyordu.

 

Nihayet 1955'te The People’s Temple of the Disciples of Christ Tarikatı

kuruldu. Tarikatın kurulmasıyla birlikte toplantılar kapalı olarak sadece

müritlere özel yapılmaya başlandı. Bu kapalı toplantılara tarikat dışından

kimse alınmıyor ve içeride neler olduğunu kimse bilmiyordu.

 

Tarikat, 1974’te Guyana’da Ormanlık Bir Araziye Taşındı

 

İnsanların tarikata yönelik merakı medyanın da ilgisini çekmeye başladı.

Medyadan ve modern hayattan kaçmak için tarikat,  Guyana’nın ormanlık bir

bölgesine taşıdı ve bölgeye Jonestown adı verildi. Hemen her şeylerini satıp

tarikata bağışlayan müritler Jonestown'a yerleştiler. Üyeler arasında iş bölümü

yapılarak herkese bungalovların inşasında, tarım alanında, çiftlik

hayvanlarının bakımında veya gündelik işlerde görevler verildi. Kasabanın her

yanına Jim Jones’un telkinlerini ve emirlerini iletmek üzere hoparlörler

yerleştirildi.

 

Böylece Jim Jones kendi tabiriyle "Sosyalist Cennet"ini kurmuş oldu.

Jonestown'da Modern Hayattan, Teknolojiden ve Diğer İnsanlardan

Uzak bir Tecrit Hayatı Hüküm Sürüyordu.

 

Dünyanın geri kalanıyla iletişimini tamamen koparan Jonestown'daki

sessizlik; tarikat üyelerinin ileri gelenlerinden bazılarının yakınlarının yaşadığı

Kuzey Kaliforniya’nın bir inceleme heyeti gönderme kararıyla bozuldu.

Kongre üyelerinden Leo Ryan ve ekibi 17 Kasım 1978’de Jonestown’a gitmek

üzere yola çıktı.

 

Tarikat Üyeleri Evlerine Dönmek İstiyor

 

Leo Ryan ve ekibi Jonestown'a ulaştıklarında tarikat üyelerinden 15 kişi

onlarla birlikte geri dönmek istediklerini söylediler. Jim Jones, buna sert bir

şekilde karşı çıktı ve ayrılmak isteyenleri ölümle tehdit etti. Böylece telkinler,

yalandan mucizeler ve göz boyamalarla kandırılmış insanların bir kısmı

uyanışa geçti. Ertesi gün ekip, 15 kişiyle birlikte uçağın bulunduğu

havaalanına doğru hareket ederken silahlı tarikat üyelerinin saldırısına

uğradılar.

 

Leo Ryan ve 4 mürit hayatını kaybetti.

 

Toplu İntihar Çok Önceden Planlanmıştı, O Akşam Siyanürlü

Kokteyller Hazırlandı

 

Kasabadan ayrılmak isteyen üyelerin yanı sıra tarikattan ayrılmanın çok büyük

bir hata olduğunu düşünenler de vardı. Nitekim 18 Kasım 1978 akşamı

Jim Jones bütün müritlerini etrafına toplayıp önceden hazırlattığı siyanürlü

içecekleri içmelerini söylediğinde hiç düşünmeden zehri yudumlayanlar

olacaktı. 

 

“Ölümden Korkmayın”

 

Jim Jones, son vaazında müritlerine, çocuklarına siyanür enjekte ettikten sonra

zehirli içecekleri içmelerini emrederken şu cümleleri sarf ediyordu:

 

“Evlâtlarım, ölümde büyük bir şeref vardır. Bu, ölecek olan herkes için büyük

bir gösteri. Ölümden korkmayın, ölüm yalnızca farklı bir boyuta adım atmak

gibidir.”

 

İntihar Etmek Günah Değil mi?

 

Hıristiyanlık gereği intihar etmenin günah olduğunu düşünen bazı grup üyeleri

bunun yanlışlığını dile getirdi.

 

Bunun üzerine Jim Jones “Biz intihar etmiyoruz, biz insanlık dışı dünya

şartlarını devrimci bir protestoyla kınıyoruz” dedi.

 

İntihardan Kaçanlar Vuruldu

 

- Hak arama paranoyası

 

Bu evrede kişi, hakkını elde etmek için sürekli olarak bir mücadele içerisine

giriyor. 

 

-Aşk paranoyası (de Clerembault Sendromu)

 

Bu evrede kişi, genellikle nüfuzlu ve önemli bir kişinin kendisine âşık

olduğunu ileri sürmektedir. Aşk paranoyasına genellikle evlenmemiş veya dul

kalmış kadınlarda rastlanılmaktadır. 

 

- Kıskançlık paranoyası

 

Kıskançlık duygusu zamanla paranoya sorununa dönüşebilmektedir. 

 

Paranoya nasıl tedavi edilir?

 

Paranoya sorununun iyileştirilmesi günümüzde imkânsız değil.

 

Ancak, uygulanan antipsikotik ilaçlarla tepkilerin yumuşatılması

sağlanmaktadır. 

 

Hâlen bütün antipsikotikler hastanın yaşına göre verilebiliyor. Böyle

hastalarda amisülipirid(Solian) veya haloperidol dekaonat gibi kalçadan

yapılan depo ilaçları tercih ediyoruz çünkü çoğu kullanmaktan kaçınıyor ve

içgörüleri olmadığı için de hasta olduklarını inkâr ediyorlar.

 

Din bezirgânlarına kanmayın, akıl ve hikmet rehberiniz olsun.

 

Saygım ve sevgimle…

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 30 Mart 2017 Perşembe

GECE İDRAR KAÇIRMA

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

Nokturnal enürezis (gece altını ıslatma) çocukluk çağının en sık karşılaşılan

sorunlarından biridir. Yunanca “idrar yapmak” (enourein) kelimesinden

gelmektedir. 

***


Enürezis, idrar kontrolünün sağlanması gereken yaştan sonra görülen istemsiz idrar kaçırmadır. Hastayı, ailesini ve çevresini etkileyen önemli bir problemdir. Enürezis çocuğun kendine güvenini azaltır, utanç duymasına ve psikolojik sorunlara neden olabilir. Ayrıca toplumumuzun bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayışı konunun istismarına neden olmaktadır. Enürezisin kendisinden çok, ailelerin ve toplumun yanlış tutumları zarar vermektedir. Kullanılan cezalandırma yöntemleri çocuk üzerinde etkisi ömür boyu sürecek izler bırakmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, enürezisli çocuğa yaklaşımın temelinde çocuğun benlik duygusu zedelenmeden sorunun atlatılması olmalıdır. 

***

En önemli görev aileye düşse de, mutlaka çok yönlü olarak ele alınıp tedavi edilmelidir.

Tanımlamalar

Beş yaşındaki çocukların %20'si ayda en az bir kez altlarını ıslatır, erkek çocukların %5’i, kız çocukların %1’i her gece idrar kaçırırlar.

Enürezis noktürna 5-6 yaşındaki çocuklarda ayda iki kere veya daha fazla, 6 yaş üzerindeki çocuklarda ise ayda bir kere yahut daha fazla yatağı ıslatma şeklinde tanımlanabilir.

***

Çocuklar ancak beş yaşını dolduruncaya kadar enüretik kabul edilmemelidir.

Nokturnal enürezis, primer ve sekonder olmak üzere iki gruba ayrılır.

Primer enürezis: Mesane kontrolü hiçbir zaman kazanılmamıştır. Vak’aların %80’ini oluşturur. Genelde sadece gece görülür ve çoğunlukla tek başına bulunur. Bu grupta daha çok genetik yatkınlık, biyolojik ve gelişimsel etkenler sorumlu tutulmuştur.

***

Sekonder enürezis: En az 6 ay kuru kaldıktan sonra tekrar idrar kaçırmaya başlanması durumudur. Bütün enürezis vak’alarının %20’sini oluşturur. Daha çok 5-8 yaşlarında görülür. İkincil idrar kaçırma genellikle organik ve psikolojik sebepler sorumludur.

Enürezisle birlikte mesane ile ilişkili semptomların bulunmasına göre tek semptomlu veya çok semptomlu olabilir.

***

Monosemptomatik enürezis noktürnada gece yatağı ıslatma dışında herhangi bir semptom yoktur. Hasta gece gündüz idrar kaçırıyorsa buna enürezis kontinua denir.

***

Polisemptomatik enürezis noktürnalı hastalarda ani sıkışma hissi, acil idrar yapma ihtiyacı ve sık idrara gitme gibi bulgular vardır.

Sıklık

Enürezisin sosyoekonomik düzeyi düşük toplumlarda ve kalabalık ailelerde, sosyal ve psikolojik travma geçiren çocuklarda daha sık görüldüğü bildirilmiştir.

***

Enürezisin sıklığı çocuğun yaşına göre değişiklik göstermektedir. Beş yaşındaki çocukların %15-25’i yatağını ıslatırlar. Altı yaşında %13,7 yaşında, %10, 8 yaşında %7 ve 10 yaşında %5’inde gece yatağı ıslatma görülmektedir.

Görüldüğü gibi gece işemeleri sıklığı yaş arttıkça azalmaktadır.

Gelişen yaş ile birlikte, çocuklar her yıl %15 oranında kendiliğinden kuru kalmaktadır. Tek semptomlu gece işemesi erkek çocuklarında 1.5-2 kat daha fazla görülmektedir. Bu sebeple erkeklerin %8’i, kızların %4’ü enüretik kalırlar.

***

Ancak, ergenlerin %1 ila 3’ü altlarını ıslatmaya devam ederler.

Ortaya Çıkaran Faktörler

Tek belirtili gece işemesinde bir veya birden çok faktör rol oynayabilir. Bu durumda daha çok yönlü sebep düşünülmektedir. Gece işemesinde birçok faktör araştırılmış ve çeşitli teoriler öne sürülmüştür. Genetik faktörler, psikolojik faktörler, uyku bozuklukları, hormonal faktörler, mesane ile ilişkili faktörler enürezise sebep olabilir.

a) Birincil gece işemesi sebepleri

1. Genetik ve ailesel faktörler: Gece işemesinde genetik yatkınlık en sık öne sürülen sebeplerden birisidir. Bu çocukların %65-85’inde pozitif aile hikâyesi bulunur. Anne ve babanın birisinde gece işemesi hikâyesi varsa risk %50, her iki ebeveynde de öykü varsa risk %77 ve ebeveynler enüretik değilse bu risk %15 olarak bildirilmiştir.

***

Babada gece işeme öyküsü varsa, çocuktaki riskin 7,1, annede enürezis hikâyesi alınmışsa riskin 5.2 olduğu bildirilmiştir.

Gece işemesinde genetik geçişin nasıl olduğu tam bilinmemekle birlikte, otozomal dominant kalıtımla olduğu ileri sürülmüştür.

Yapılan bir çalışmada Danimarkalı bir ailede otozomal dominant geçiş gösteren, 13q13-q14.3 kromozom lokalizasyonunda hata bulunmuştur.

Psikolojik faktörler: Başlangıçta gece işemeleri psikolojik bir hastalık olarak düşünülmüştür. Ancak, son zamanlarda psikolojik sorunların sebepten ziyade sonuç olduğu öne sürülmüştür. Gece işemeli çocuklarda duygusal problemlerin görülme sıklığında artış olmadığı bildirilmiştir.

***

Uyku bozuklukları: Tek belirtili (monosemptomatik) hastalarda önemli problemlerden biri uykuda mesane dolgunluğunun hissedilmemesi ve tuvalete gitmek için uyanılamamasıdır. Ne gece aşırı idrara çıkma, ne de mesane kapasitesinde azalma çocukların yatağı ıslatıncaya kadar neden uyanamadıklarını açıklamaktadır. Gece işemesinin uyku bozukluğunun bir sonucu olduğu ile ilgili tartışmalar hâlen sürmektedir.

***

Uyku evreleri ve işemeyi araştıran çalışmalarda enürezisin derin uyku sırasında ortaya çıktığı ileri sürülmüştür. Ancak, son yapılmış araştırmalarda, derin uykunun temel yapısında bir anormallik olmadığı bulunmuştur. Çalışmaların çoğunda yatağını ıslatan çocukların uyku elektroensefalografilerinde (EEG) değişiklik olmadığını göstermiştir.

Enüretik çocukların uykudan uyandırmak için yapılan uyarılara, normal çocuklara göre daha az cevap verdikleri bildirilmiştir. Bu çocukların çoğu kendiliğinden uyanamazlar, ancak yatağı ıslattıktan sonra uyanabilirler. Çoğu çocukta uyanma yeteneği Merkezî Sinir Sistemi olgunlaşmasıyla ile düzelir.

***

Olgunluk gecikmesi: Tek semptomlu gece işemesi vak’alarının hemen tamamının uzun vadeli takipte kendiliğinden düzeldiği bildirilmiştir. Araştırmacılar gece altını ıslatmanın normal gelişimin gecikmesine bağlı olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Enürezis noktürnalı çocuklarda motor işlevlerde bozulma konuşma gecikmesi sıklığının da artmış olduğu bildirilmiştir.

***

Mesane ile ilişkili faktörler: Gece altını ıslatan çocuklar ile ıslatmayan çocukların mesane kapasiteleri arasında fark olmadığı, ancak ürodinamik çalışmalarda bu sorunu olan çocuklarda işlevsel mesane kapasitesinin düştüğü bildirilmiştir. İşlevsel mesane kapasitesi, mesanenin boşalma anındaki hacmidir. Enürezisli hastaların büyük çoğunluğunda işlevsel mesane kapasitesinin azaldığı gösterilmiştir. Mesane işlevlerindeki azalma gündüz sık idrara çıkma ve her gece altını ıslatma gibi semptomlara yol açar.

***

Ayrıca, monosemptomatik noktürnal enürezisli hastalarda yapılan ürodinamik çalışmalar %30 oranında mesanede detrüsör adale kasılması düzensizliği olduğunu göstermiştir.

Noktürnal aşırı idrara çıkma: Böyle çocuğun gece yatmadan önce sıvı alması, yemek yemesi, antidiüretik hormonun (ADH) anormal sirkadian ritim göstermesi ve gece katı gıda artığı atılımındaki artış, hastada noktürnal poliüriye neden olabilir. Bu çocuklarda yapılmış olan bazı çalışmalarda gece aşırı altına kaçırma geliştiği gösterilmiştir. Bu çocukların idrar sodyum ve potasyum atılımı artmıştır, ancak bu gözlemin sebebi tam olarak anlaşılamamıştır.

***

Böyle çocuklarda anjiyotensin salgılanmasının normal bir sirkadian ritim gösterdiğini ve renin-angiotensin-aldosteron sisteminin normal olduğunu bildirmişlerdir.

Mesane gerginliği Antidiüretik Hormonun gece salıverilmesini etkileyebilir. Bazı çalışmalarda, bu hormonun salgılanmasının mesane gerginliğine cevap olarak arttığı ve mesanenin boşalmasıyla azaldığı gösterilmiştir.

***

Mesane boşalması ile Antidiüretik Hormon (işemeyi önleyen hormon) salgılanması düşerse, düşük gece ADH seviyesi, gece işemesinin sebebi olmaktan daha çok bir sonucu olduğunu gösterir. Gece idrar hacmini arttıran faktörlerin başında Antidiüretik Hormonun sirkadian ritminin bozulması olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak son yapılmış olan çalışmalarda, bu çocuklarla normal çocuklar arasında Anti Diüretik Hormon salıverilmesi açısından herhangi bir fark bulunamamıştır.

İkincil Enürezis Sebepleri

Yatağını ıslatan çocukların %15-25’ini ikincil gece işemesi oluşturur. Bu çocuklarda altta yatan bir organik neden bulunabilir. İkincil gece işemesi sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz:

İdrar kesesinin yetersiz boşalması: Mesanenin tam olarak boşalmaması sık idrar yapmaya yol açabilir. Alt idrar yolu sisteminin tıkanması, nörojenik mesane ve işlevsiz işeme en önemli sebeplerdir. İşlevsiz işeme, idrarın geri kaçmasına ve böbrekte zedelenmeye yol açabilir.


Aşırı idrar kaçırma: Aşırı idrar yapımı sonucu gece idrar yapma ihtiyacı da artar. Şeker hastalığı, diyabetes insipidus, orak hücreli anemi, alkol ve kafein gece alındıklarında ve ruhsal kaynaklı polidipsi (aşırı sıvı alma) poliüriye (sık idrara çıkma) sebep olurlar.


Parazitler: Oksiyüriasis idrar yolunda rahatsızlığa yol açarak enürezise sebep olabilir.

İdrar Yolunun bulaşıcı hastalıkları: Mesane mukozasını irrite ederek sıkışma hissine neden olur. Sekonder enürezisin yaklaşık %30’dan idrar yolu enfeksiyonları sorumludur.

Müzmin böbrek yetmezliği: Solüt idrar kaçırmasına sebep olarak, enürezis oluşturabilir.

Nörolojik bozukluklar: Meningomiyolosel, omurilik tümörleri, epileptik nöbetler, nörojenik mesane enürezise neden olur.

***

Üst hava yolu obstrüksiyonu: Adenoid hipertrofisi uyku apnesi sendromuna sebep olur. Bu da geçici sfinkter tonüsü kaybına yol açabilir.

 Noktürnal Enürezisli Çocuğun Değerlendirilmesi

Bütün enürezisli hastaların %80’ini birincilnokturnal enürezis

oluşturmaktadır. Ancak, hastaların %20’sinde organik bir sebep bulunabilir.

 

Primer enüreziste ise organik bir sebep tespit edilemez. Çoğunda gece idrar kaçırma vardır. Gündüz kaçırma ya yoktur ya da çok nadirdir. Dışkılama bozukluğu eşlik etmez.

***

Hastaların %70'inde aile öyküsü bulunur. Sık işeme olabilir. Laboratuar

tetkikleri ve nörolojik muayene normaldir.  

Komplike enürezis %20 oranında organik bir bozukluğa eşlik eder. İşeme bozukluğu vardır. Enkopresis (dışkı kaçırma) ve kabızlıkla birlikte olabilir. Genellikle geçirilmiş idrar yolu enfeksiyonu hikâyesi mevcuttur. Gece işemesinin değerlendirilmesinde komplike enürezise yol açabilecek sebepler sorgulanarak, ayrıntılı bir fizik muayene alınmalı ve tam bir fizik muayene yapılmalıdır. Spina bifida artık bir sebep olarak kabul edilmemektedir.

Hikâye

Hastanın aile hikâyesi ve kendi özgeçmişi ayrıntılı şekilde sorgulanmalıdır. Enüretik çocuğun öyküsü alınırken aşağıdaki özellikler göz önünde bulundurulmalıdır: Çocuğun ve ebeveynin dikkatlice sorgulanması ile oluşturulacak günlük, enürezisin tipini anlamakta yardımcı olur. Aileler sıklıkla çocuklarının günlük tuvalet alışkanlıklarını bilmedikleri için, bir hafta veya daha fazla süreli bir işeme günlüğü tutulması gereklidir.

Fizik Muayene

Birincil tek semptomlu gece işemeli çocukların genellikle fizik muayenesi normaldir. Genital bölge, mesane, mide bağırsak ve sinir sistemi dikkatlice değerlendirilmelidir. Kan basıncı ölçülmelidir. Büyüme geriliği ve/veya hipertansiyon böbrek hastalığı düşündürür.

***

Çocuğun çamaşırlarında ıslaklık tespit edilebilir. Karın muayenesinde dolu mesane veya fekalom (büyük abdest birikmesine bağlı tümörümsü oluşum) ele gelebilir.

 

***

Enkoprezis (gece kaka kaçırma) veya kabızlığı olan hastalarda rektumdan muayene yapılmalıdır. Bunlarda organik sebep yoksa, ağır ruhsal gerileme (regresyon) olduğu görülür.

Bel bölgesinde spinal disrafizmi düşündürecek kıllanma artışı, renk değişikliği ve sakral gamze tespit edilebilir.

Çocuğun alt ekstremite (bacak) kas tonüsü ve derin tendon reflekslerine bakılmalıdır. Dış genital anormallikler değerlendirilirken vulvovajinit, labial füzyon ve cinsel istismar belirtilerine dikkat edilmelidir.

***

Hikâyede idrar akımının normal olmadığını düşündürecek bulgu varsa hastanın işemesi gözlenmelidir.

Pretibial ödem değerlendirilmelidir. Zorunlu ağız solunumu yapan hastalarda uygulanacak adenoidektomi uyku apnesi sırasında ortaya çıkan yatak ıslatmasını önleyecektir.

Laboratuvar

İdrar analizi tek belirtili noktürnal enürezisli çocukta en önemli tarama testidir. İdrar yolu enfeksiyonu olan hastalarda idrarın mikroskopik incelemesinde lökosit veya bakteri, daldırma çubuğunda nitrit veya lökosit pozitifliği bulunur.

İdrarda şekerin (glükoz) bulunmaması Diyabetes Mellitusu, dansitenin 1015 üzerinde olması Diabetes İnsipitusu ekarte ettirir.

***

Görüntüleme yöntemleri

Ultrasonografi (US): İşlevsel olmayan işeme nörojenik mesane ve idrar yolu tıkanması obstrüksiyonu düşündürür. İdrar yolu enfeksiyonu kuşkusu ve işeme bozukluğu olan hastalar Ultrasonografi ile ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmelidir.

Tek semptomlu noktürnal enüreziste rutin görüntüleme yöntemleri gerekli değildir. Nörojenik mesane veya üriner sistem tıkanması olan hastalarda işeme esnasında sistoüreterografi (VCUG) yapılmalıdır. Ayrıca İdrar Yolu enfeksiyonu hikâyesi olan hastalar VCUG yapılarak değerlendirilmelidir.

***

Tedavi

Tedavinin amacı işemeyi ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır. Çocuğun utanma ve kaygı duygusunu en aza indirmek önemlidir. Gece işemesi olan çocuk problemi ile kendini yalnız hissedebilir. Böyle hikâyesi olan ebeveynler deneyimlerini çocukla paylaşmalı ve iyileşeceği konusunda cesaretlendirmelidir.

Hastaya moral desteği verilmelidir. Böyle bir çocuk ebeveynlerin ancak olumlu tutum ve davranışlarından fayda görür. Tedavide cezanın yeri yoktur. Hekimin çocuğa karşı olumlu tutumu ve güven telkin etmesi, çocuğun uyumunu arttırır.

Gece işemeli çocuğa yaklaşım, nonfarmakolojik ve ilaç tedavisi olarak iki şekilde yapılabilir.

İlaçsız Tedavi

Davranış güdülenmesi: Hastaya karşı pozitif bir tutum ve kuru kalması için güdülenmesi tedavinin önemli bir kısmını oluşturur. Çocuğun kuru kalması özendirilmelidir.

***

Çocuğun günlük işeme örüntüsü dikkatlice değerlendirilir. Yatmadan önce ve yattıktan 1.5-2 saat içinde işemeye teşvik edilmelidir. Sabah evden ayrılmadan, okulda ve eve dönüşte çocuk işemeye özendirilmelidir. Hastanın akşam yemeği ile aşırı su almaması ve akşam yemeğinden sonra sıvı alımı azaltılması tavsiye edilmelidir. Çocuk uyuduktan 1-1.5 saat içinde uyandırılarak tuvalete gitmesi sıvı kısıtlamasının başarısını arttırmaktadır.

Tedavide kayıt tutulması ve ödüllendirme teknikleri hem çocuğun güdülenmesini arttırıcı hem de sorumluluk verici yöntemlerdir.

***

Çocuk ıslak ve kuru geceleri bir takvim üzerine işaretler veya not eder. Bunları kesinlikle çocuğun kendisinin yapması sağlanmalıdır. Kuru gecelerde Güneş, ıslak gecelerde yağmur işareti çizdirilir. Davranış güdülenmesi ile hastaların %70’inde anlamlı düzelme sağlanır. Vak’aların %25’inde tam başarı (14 gün ardışık kuru kalma) olduğu bildirilmiştir. Motivasyon tedavisi 3-6 ay uygulandıktan sonra iyileşme sağlanamıyorsa, diğer tedavi yöntemleri denenebilir.

***

Alarm cihazı: Enüretik çocukta ses çıkaran aletler ilk kez 1938’de kullanılmıştır. İlaç tedavisi ile karşılaştırıldığında %75 oranında başarılı ve nükslerin ise düşük olduğu bildirilmiştir. Alarm tedavisi 15 haftaya kadar kullanılabilir. Ancak çocukların %10 ila 30’u kendiliklerinden bu tedaviden vazgeçerler. Bu uygulama da düzensiz kasılan mesane, karmaşık aile yapısı, ailede aşırı kaygı durumu, ebeveynlerin veya çocuğun yatağı ıslatma ile ilgili bilgi eksikliği başarısızlık nedeni olabilir.

Ayrıca, ailelerin düşük eğitim seviyesi de kötü cevabın bir sebebidir.

Diğer yaklaşımlar: Enüretik çocuklarda eleme diyeti, hipnoz, mesane germe egzersizleri (giderek uzayan sürelerle idrarını tutma), akupunktur gibi değişik nonfarmakolojik tedaviler de başarılı olabilmektedir.

***

Lomber ponksiyonla belkemiğine serum fizyolojik verilmesi yöntemi tarihe karışmıştır.

İlaç tedavisi: Desmopressin (DDAVP) (İmüran damla buruna) ve imipramin (Tofranil 10 ila 75 mg/gece) tedavisinde kullanılan birincil ilaçlardır. Altı yaşından küçük çocuklarda ilaç tedavisi tavsiye edilmez.

***

Dezmopressin (Minirin): Arginin vazopressinin sentetik anologu olan desmopressin, gece idrar miktarını azaltarak etkili olur. İlacın tablet ve nazal sprey formu bulunmaktadır. Tedavide tablet veya sprey formu kullanılabilir. Nazal sprey burun deliğine 10 mikrogram uygulanarak başlanabilir. Alınan cevaba göre doz arttırılır. Vazopressin tablet ise 0,2 mg yatarken alınır ve ihtiyaca göre doz arttırılır.

Desmopressin burunda tahriş, burun kanaması ve baş ağrısına yol açabilir. Bazen de hiponatremi (tuz azalması) gibi ciddi yan etkisi olabilir. Tedaviye cevap alınan hastalarda uygulama 3-6 ay sürdürülmelidir. Desmopressin tedavisi kesildikten hemen sonra %80-100 arasında nüks görülebilir.

Nüks hızını düşürmek için ilaç yavaş yavaş azaltılarak kesilmelidir.

İmipramin (Tofranil): Noradrenalin tedavisindeki etki mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır. Bir teoriye göre, antikolinerjik etki ile mesanenin doluşuna ve işlevsel mesane kapasitesinin artışına yol açarak, mesane kasılmalarını engellediği bildirilmiştir. Tofranil bu çocukların %50’sinde fayda sağlar.

Ancak, vak’aların sadece %25’inde düzelme olur. Kendirliğinden düzelme ihtimali olan %15 oranı ile karşılaştırıldığında, imipraminin etkisinin plasebodan biraz daha iyi olduğu görülmektedir. Tofranil kesilince nüks yüksektir. Yüksek dozlarda kalpte zehirli etki oluşturur. İlk tedavi olarak düşünülmemelidir.

***

Tedaviye yatmadan 1 saat önce 10 mg ile başlanır. Hastanın yaşına göre maksimum doz 0.9-1.5 mg/kg’dır.

Tedavi 3-6 ay sürdürüldükten sonra yavaş yavaş azaltılarak kesilmelidir.

Tek semptomlu altını ıslatma ile ilgili bir çalışmada, ebeveynlerin %23-36’sının bu çocuklarında çeşitli ceza yöntemlerini uyguladıkları bildirilmiştir. Bu sebeple, enürezis noktürna tedavisinde aile eğitimi can alıcı kritik noktayı oluşturmaktadır. Ebeveynlerin ve çocuğun, yatak ıslatmanın yaygın ve sık bir problem olduğunu bilmeleri gerekir. Anne ve babaya çocuğun suçlu veya kabahatli olmadığı yönünde eğitim verilmelidir. Çocuğun iyileşeceği konusunda cesaretlendirilmesi ve desteklenmesi önem taşımaktadır.

Örnek vak’a: 18 yaşında habis olmayan beyin tümörü olan, ameliyat edilmiş bekâr bir erkek hastada, antiepileptiklerle (karbamazepin yani Tegretol) beraber Minirin verilince gece işemesi de, epilepsi krizleri, kendine ve etrafına zarar verici davranışları tamamen geçti. Tofranil, epilepsi eşiğinin düşürdüğü için daha kötü yapmıştı ve kesildi.

Sağlık, esenlik ve sevgiyle kalın.

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 01 Nisan 2017 Cumartesi

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUĞU

$
0
0

 

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUĞU

 

 

 

Sevgili Mekâncılar,

 

Cinsel kimlik bozukluğu, kişinin cinsiyetinin farkında olması, bedenini ve benliğini belli bir cinsiyet içinde idrak etmesi, duygu ve davranışlarının da buna uygun olmasıdır.

 

Kısacası, kişinin kendisini kadın veya erkek olarak kabul etmesidir. Kişinin kız veya erkek olarak doğması, cinsel kimliğini kazanması için yeterli değildir. Çocuk, kız ve erkeğin beden yapılarının ve cinsel hormonlarının farklı olması gibi doğuştan getirdiği cinsel donanımlarıyla kendi cinsiyetine özgü davranış ve tutumları geliştirmeye başlar.

 

Doğumumuzda anatomik, genetik ve biyolojik özelliklerimizle belirlenen cinsiyetimize "biyolojik cinsiyet" denmektedir.

 

Bir insanın çocuğun kız veya erkek olduğu görünüşünden anlaşılabilir hâle gelir.

 

İki yaşındaki bir kız veya erkek çocuk, yalnızca görünüşünden değil, oynadığı oyunlarından, seçtiği oyuncaklara kadar genel olarak bütün davranışlarından açıkça ayırt edilebilir. İki buçuk üç yaşına doğru da çocuğun kendisi kız yahut erkek olduğunun idrakine varacağı çok özel bir dönem yaşanır.

 

Kişi 3 yaşlarındayken “ben kızım” veya “ben erkeğim" duygusu yani “cinsel kimliği” oluşmaya başlar. Fallik dönem adını verdiğimiz 3-6 yaş arası olan bu dönemde cinsel kimliğin temeli atılır ve bu temel üzerine ergenlikte cinsel kimliğe son şekli verilir.

 

İnsanların büyük bir kısmının cinsel kimliği biyolojik cinsiyetleri ile uyumlu olmasına rağmen bazı kişiler kendilerini biyolojik cinsiyetlerine değil karşı cinsiyete ait hissedebilirler.

Kişinin cinsel kimliği ile biyolojik cinsiyetinin örtüşmediği bu duruma “transseksüalite” denir.

 

Yani kişinin yaşadığı ve dışa vurduğu cinsel kimliğiyle birincil veya ikincil cinsel özellikleri arasında belirgin bir uyuşmazlık varsa, bu uyuşmazlığa yol açan cinsel özelliklerinden kurtulmayı çok istiyorsa, diğer cinsin cinsel özelliklerini çok istiyorsa, diğer cinsten olmayı çok arzuluyorsa, diğer cinsten gibiymiş gibi davranılmayı çok talep ediyorsa, diğer cinselliğe özgü duygularının ve tepkilerinin olduğuna çok inanıyorsa ve bu durumda klinik açıdan belirgin bir sıkıntı yaşıyorsa veya bu durum toplumsal, işle ilgili işlevsellikte veya önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşme gösteriyorsa, transseksüalite teşhisi konulabilir

 

CİNSEL KİMLİĞİN OTURMASI

Cinsel kimlik gelişim süreci, karşı cinsiyetteki ebeveynden ayrışarak hemcins olan ebeveynle özdeşleşme ve onu benimseme ile devam eder. Cinsel kimlik duygusu çocuğa 3-6 yaş civarında yerleşir. Bu yaştan sonra da toplum ve aile çocuğun cinsel kimlik idrakini geliştirir ve güçlendirir.

Ergenlik döneminin sonunda ikincil cinsiyet özelliklerinin de belirginleşmesiyle cinsel kimliğin gelişiminin tamamlandığı varsayılır.

Ancak ergenliğin bitiş yaşı bazen 20’li yaşları bulabilir.

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUĞU VE EŞCİNSELLİK

Cinsel kimlik bozukluğu "transseksüalite" olarak da adlandırılır. Transseksüalitenin, eşcinsel yönelim olan eşcinsellikle ile karıştırılmasının nedeni toplumsal önyargılar ve bu kişilerin hâl ve tavır giyim kuşamlarının benzer olması olabilir. Ancak eşcinsellik ve transseksüalite birbirinden çok farklı kavramlardır.

 

Eşcinsel yönelimi olan kişi cinsel olarak kendi cinsiyetindeki kişilerden etkilenir ama cinsel kimliği biyolojik cinsiyetiyle uyumludur, yani transseksüalitede olduğu gibi kişi yanlış bedende doğduğunu düşünmez ve mevcut cinsiyetini değiştirmek istemez.

 

Kadın bedine hapis olmuş bir erkek ruhu taşıma” (kadın transeksüalitesi) veya "erkek bedenine hapis olmuş bir kadın ruhu taşıma" (erkek transsesksüalitesi) şeklinde ifade edilen cinsel kimlik bozukluğunun ilk belirtileri genellikle ergenlikten önce başlar.

 

Cinsellik keyifsizliği için “yaşanabilecek en büyük mutsuzluk” denir.

 

 Çocuklarda şu belirtiler görülür: (1) diğer cinsiyette olma isteğini veya ısrarını yineleyici bir biçimde dile getirme (2) erkek çocukların kadınsı; kız çocuklarında erkeksi giysiler giyme konusunda ısrar etmesi. (3) Oyunlarda sürekli olarak karşı cinsin rollerini oynamayı tercih etme (Jean giyme, Erkek Fatma gibi davranma veya sürekli olarak diğer cinsiyette olma fantezileri kurma (4) karşı cinsin oyunlarına ve eğlencelerine katılma konusunda yoğun bir istek duyma (5) özellikle karşı cinsten oyun arkadaşları seçme...

 

Cinsel kimlik bozukluğu, bazı kişilerde belirtilerini ergenlikle birlikte göstermeye başlayabilir. Bu kişilerdeki belirtiler; karşı cinsiyete özgü duygularının ve tepkilerinin olduğuna ilişkin inanç taşıma, karşı cinsiyette olma isteğini dile getirme, karşı cinsiyetteymiş gibi yaşamayı isteme, cinsiyetine ilişkin sürekli bir rahatsızlık duyma veya cinsiyetinin gerektirdiği cinsel rol için uygun olmadığını hissetme şeklindedir.

 

DOĞUŞTAN GELEN BİR DURUM MU?

 

Cinsel Kimlik Bozukluğunun herhangi bir fizyolojik nedene bağlı olduğunu gösteren bilimsel veri yoktur ama genel kanaat psikolojik, biyolojik, genetik, ailevi, sosyal ve kültürel faktörlerin etkileşiminden kaynaklandığıdır.

 

Uzun senelerdir yaptığım terapi çalışmaları klinik tecrübe olarak; ebeveynlerin kız çocuk sahibi olmayı “çok” isterken erkek çocuk sahip olmaları veya ölen bir erkek çocuktan sonra tekrar gebe kalan kadının ve eşinin bu döneminde ölen erkek çocuklarının yeniden doğacağına “çok” inanması gibi psikolojik faktörler transseksüalitenin doğum öncesi bir süreçte ebeveynlerin beklentisiyle başladığını gösteriyor.

 

Çünkü cinsel kimliğin öğeleri, fizyolojik cinsiyet özellikleriyle birlikte doğuştan belirlenir. Ancak bunlar cinsel kimliğin cinsiyetle uyumlu şekilde gelişmesi için yeterli değildir.

 

Bu sebeplerle cinsel kimlik gelişimi, önce ailenin etkisi, sonra da toplumun ve kültürün kişiye kadın veya erkek olarak atfettiği özelliklerin etkisiyle psikolojik bir süreç olarak tamamlanır.

 

Cinsel kimliğin gelişiminde çocuk anne ve babasının yanı sıra, çevresindeki, abla, teyze, hala, ağabey, dayı, amca gibi örneklerden de etkilenir. Çocuk, aynı cinsten arkadaşlarının olumlu yahut olumsuz özelliklerini de benimser ve kendi cinsel kimliğini arkadaşlarınınkiyle karşılaştırır.

 

Ailede gelişmeye başlayan cinsel kimlik, toplumsal olarak pekişerek olgunlaşır.

 

Sonuç olarak bazı bireyler transseksüel, bazıları eşcinsel olarak doğmaktadır, bu ne bir seçim ne de ebeveynlerinin bilerek yaptıkları bir hatadır, sadece bir farklılıktır. Bir yönelim farklılığıdır. Onarım terapileri bir fayda getirmez.

 

ANNE BABANIN CİNSEL KİMLİK OLUŞUMUNDAKİ ROLÜ

 

Cinsel kimliğin gelişimini, çocukluk çağındaki ilk özdeşim ve benimsemeler ve model alma deneyimleri büyük ölçüde etkiler ve biçimlendirir.

 

Çocuk, erkek ve kız davranışlarını, anne ve babasını model alarak ve onlarla özdeşim ve benimseme kurarak öğrenir. Bu, taklit etmekten daha derinlere inen psikolojik bir süreçtir.

 

Çocuk, delikanlı (ergen) veya genç annesinin veya babasının özelliklerini ve davranışlarını içine alarak onunla özdeşleşir ve benimser.

 

Kız çocuk ile annesi, erkek çocuk ile babası arasındaki ilişki yakın ve olumlu ise bu da kolay ve sorunsuz olur. Böylece çocuğun cinsel kimliği cinsiyetine uygun olarak gelişir. Ancak çocuğun hayatında hemcinsi olan ebeveynin olmadığı durumlarda, uygun özdeşim ve model alma örneğinin bulunmayışı sebebiyle cinsel kimlik gelişiminde aksamalar olabilir.

 

Cinsel kimlik gelişimini olumsuz etkileyen faktörlerden biri de anne ve babanın kişisel özellikleridir. Örneğin, babanın güçsüz ve silik biri olması erkek çocuğun onunla özdeşim ve benimsene kurmasını zorlaştırabilir veya efemine özellikleri olmayan, sert ve baskın biri olan anne kız çocuk için benzer bir zorluk yaratır. Anne dominantsa kızı bundan etkilenebilir.

 

Erkek çocukların kız, kız çocukların da erkek gibi yetiştirilmesi cinsel kimliğin gelişmesindeki önemli faktörlerden bir başkasıdır.

 

Ancak Cinsel Kimlik Karmaşası ile Cinsel Kimlik Bozukluğunu birbirine karıştırmamak gerekir.

 

Her cinsel kimlik bozukluğunun temelinde cinsel kimlik karmaşası vardır ama her cinsel kimlik karmaşası cinsel kimlik bozukluğuna yol açmaz.

 

NASIL DAVRANILMALI?

 

Çocukta cinsel kimlik karmaşasına dair belirtiler gösteren davranışların fark edilmesi durumunda, kesinlikle çocuğun azarlanmaması, aşağılanmaması ve bu davranışların cezalandırılmaması gereklidir çünkü cezalandırma pekiştirtici olabilir.

 

Ancak bu davranışların görmezden gelinmesi de onaylama anlamına gelebileceğinden, çocuğun karşı cinse özgü davranışlarının yerine, kendi cinsiyetine özgü davranışları tercih etmesi gerektiğinin uygun bir şekilde anlatılması ve kendi cinsine yönelik olan oyunlarla dolaylı bir yönlendirme yapılması doğru olur.

 

Çocuk erkekse babasıyla, kızsa annesiyle daha çok vakit geçirmesi sağlanmalı, kendi cinsiyetine uygun faaliyetlerde bulunması teşvik edilmeli ve cinsiyetine özgü olumlu davranışları ödüllendirilmelidir.

 

Bütün bunlara rağmen cinsel kimlik karmaşasına devam ediyorsa, bu karmaşanın gelecekte cinsel kimlik bozukluğuna dönüşmemesi için, bu alanda uzmanlaşmış bir terapistten veya psikiyatrdan yardım alınması gerekir.

 

ÇÜNKÜ

 

“Trans kimliğe sahip çocuk” ifadesi doğru bir tanımlama değildir. “Kimlik” ve “çocuk” aynı anda olmaz, kimlik ergenliğin bir ürünüdür ve yetişkinliğe geçiş vizesidir, yani “trans kimliğe sahip çocuk” olamaz, ebeveynleriyle sağlıklı ilişkiler kuramadığı veya çeşitli travmalar yaşadığı için “cinsel kimlik karmaşası yaşayan bir çocuk” tanımı doğrudur.

 

“Cinsel kimlik karmaşası”, “cinsel kimlik bozukluğu” ve “transseksüalite kimliği” çocukluktan yetişkinliğe uzanan ve daha çocuk doğmadan önce anne babanın zihnindeki çocuğa ait cinsiyet tasarımlarıyla başlayan bir yelpaze olarak görülmelidir.

 

Her cinsel kimlik karmaşası yaşayan kişi gelecekte transseksüel kimliğe sahip olmaz, çocukluktaki çoğu cinsel kimlik karmaşası uygun tutum ve destekle son bulabilir.

 

Biyolojik cinsiyet”, “cinsel kimlik”, “cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet rolleri” birbirini takip eden süreçlerdir ve aile travmalarıyla, çoğun ihmal ve işgal edilmesiyle bu süreçler bozulabilir, bir cinsel kimlik karmaşası ortaya çıkabilir ama çocuklukta travmalar son bulursa, ihmal ve işgal sonlandırılabilirse, ebeveynler hatalarını telafi edebilirse ve konun uzmanları tarafından cinsel kimlik karmaşası sağlıklı bir şekilde ele alınabilirse, süreç kaldığı yerden sağlıklı işleyebilir ve “cinsel kimlik karmaşası” cinsel kimlik bozukluğuna dönüşmeyebilir.

 

Ayrıca “transfobi” transseksüellerden nefret etmek, onlara şiddet uygulamak ve şiddet uygulanmasını destelemek anlamına gelir. Transseksüalite ve gelişimi hakkında LGBT örgütlerinin savunduklarını çürüten bir fikir beyan etmek o konuda “fobi” olmaz.

 

DSM-V’TE CİNSEL KİMLİĞİNDEN YAKINMA (HOŞNUT OLMAMA)...

 

Bireyin biyolojik cinsiyetinden farklı bir cinsiyet kimliği olması, kendini farklı bir cinsiyette idrak etmesi, görünüm ve davranışıyla belirlenen toplumsal cinsiyet özelliklerini bu doğrultuda şekillendirmekte ısrar etmesi DSM (Mental Bozuklukların Teşhis ve Sayımsal El Kitabı - Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı)’de “cinsel kimlik bozukluğu” başlığı altında değerlendirilmekteydi.

 

Biyolojik cinsiyet özelliklerinin, hayatın erken döneminde temelinin atılması ve cinsel kimlik karmaşasının son bulabilmesi için ailenin ve çocuğun destek alması ilk aşamada tek geçerli yaklaşımdır.

 

Eşcinsellikten farklı olarak, cinsel kimlik bozukluğunun teşhis sınıflandırmalarına girmiş olması, psikolojik destek sağlanabilmesine hizmet etmiştir. DSM’nin güncellenme çalışmalarının başlangıcından itibaren, bu alanda çalışan meslek örgütleri ve LGBT örgütleri, bu teşhis kategorisinin de sınıflandırmadan çıkarılmasını istemişlerdir.

 

Temel gerekçeleri ise bu durumun, toplum içinde damgalanmaya neden olmasıdır. Ancak bu yaklaşım cinsel kimlik karmaşası ve cinsel kimlik bozukluğunun birbirine karıştırılmasından dolayı doğru değildir. Bu nedenle DSM-V hazırlanması sürecinde, teşhisinin sınıflandırma dışında bırakılması benimsenmemiştir.

 

Ancak, “bilimsel olmayan” yoğun baskılar sonucunda “bozukluk” kelimesi çıkarılarak, “cinsiyet kimliği uyumsuzluğu”, “uyuşmazlığı” veya “örtüşmemesi” ifadesi seçilmiştir.

 

Sözde daha az hastalık çağrışımı yapsa da, LGBT örgütlerine göre kişinin cinsiyet kimliğinin sorunlu olduğu ve değiştirilmesi gerektiğini çağrıştırdığı için, son gözden geçirmede “cinsiyet kimliği disforisi” olarak tanımlanması teklif edilmiştir.

 

Sonuç olarak DSM-V “Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama)” başlığı altında, (1) Çocuklarda Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama)’yı, (2) Gençlerde ve Erişkinlerde Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama)’yı, (3) Tanımlanmış Diğer Bir Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama) Durumu’nuve Tanımlanmamış Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama) Durumu’nu da olarak 4 farklı kategoride cinsel kimlik bozukluğunu yeniden tanımlamıştır.

 

Ayrıca, daha önceki DSM’lerden farklı olarak, cinsel kimlik bozukluğunu cinsel işlev bozuklukları ve cinsel sapmalardam ayrı bir bölümde değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

 

Sonuç olarak, cinsiyet kimliği ile ilgili tanımlamalarda, bireyin en az damgalanmasına neden olacak şekilde değişiklikler yapılmaya çalışılırken, çocukluktaki cinsel kimlik karmaşasının uzmanlar tarafından sonlandırılmaya çalışması da engellenmemelidir.

 

Psikiyatri ve cinsel sağlık bilimi cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği yelpazesinin kimi bileşenlerini yaftalayıcı, kimlik özellikleri arasında toplumda var olan hiyerarşi ve ayrımcılığı pekiştiren konumundan uzaklaşırken, cinsel kimlik karmaşası yaşayan çocuklara, ergenlere, erişkinlere ve ailelerine destek de olmalıdır.

 

Çünkü aksi bir dayatmanın psikiyatrik söylem ve günlük uygulamalara yansıtılmasıyla toplumsal karşılık bulması mümkün değildir.

 

TÜRKİYE’DE CİNSEL KİMLİK SORUNU

 

Zihinsel hastalıklar için teşhis ölçütlerini içeren ve Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan DSM-V’e göre cinsel kimlik bozukluğu “Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama)” olarak tanımlanır. Fakat bu resmî teşhisin kullanılmasının nedeni bireyleri damgalamak veya bu kişilerin medenî haklarının azaltılmasına izin vermek değil, kişilerin iyileşme ümidi, sağlık sigortası kapsamına girme, gelecekte daha etkili tedaviler için araştırmalarda rehber olma gibi önemli yararlar sağlamaya çalışılmasıdır.

 

Cinsel Kimlik Bozukluğu biyolojik, hormonal, fiziksel bir hastalık olmadığı gibi bir sapkınlık da değildir. Tarihî olarak bütün dönemlerde çeşitli toplumsal kurallar nedeniyle farklı özellikleri olan azınlık grupları normalden sapma gösterdikleri, yani aslında sadece farklı oldukları için sapık veya sapkın olarak nitelenmişlerdir.

 

Ancak ne yazık ki cinsel kimlik bozukluğu çok yanlış bir şekilde toplumda sapkınlık gibi görülmektedir. Bu sebeple de transseksüeller toplumdan dışlanmaktadır. Transseksüellerin yakınları bu bozukluğun değiştirilebilir bir durum veya iyileşebilir bir hastalık olduğunu düşünerek gerçekçi olmayan beklentilerle tedavi arayışına girmektedir ama cinsel kimlik bozukluğunun toplumun kabul ettiği veya beklediği tarzda bir tedavisi yoktur.

 

Cinsel kimlik bozukluğu teşhisine varıldıktan sonra tedavi yaklaşımı 3 evreden oluşmaktadır.

 

Bunlar, (1) arzu edilen cinsiyette gerçek hayat deneyimleri, (2) arzu edilen cinsiyete ait hormonların kullanılması: Östrojen, testosteron (kişinin cinsel kimliğine bağlı) ve (3) cinsel organlarla diğer cinsiyet karakterlerini değiştirmeye yönelik cerrahi girişimler olarak sıralanabilir.

 

NE YAPMALI?

 

Kendini doğduğu bedende değil de karşı cinste hayal eden kişinin alacağı tepkilerden çok kişinin ruhsal durumu önemlidir. Kişi, kendi hayatını hangi cinsiyetle sürdürmek istediğine yetişkin olduktan sonra kendisi karar verir ama doğru kararı verebilmek ve verdiği karardan pişman olmamak için de mutlaka cinsel kimlik bozukluklarıyla çalışan bir terapistten psikolojik destek almalıdır.

 

CİNSİYET DEĞİŞTİRME

 

Transseksüalite oldukça nadir görülür. Cinsiyet değiştirme operasyonları geri dönüşü olmayan operasyonlar olduğu için, psikiyatri hekimi ve cinsel terapist gözetiminde uzun süreli bir takipten sonra yapılır.

 

Transseksüellerin hepsi cinsiyet değiştirmeyi ister ama çok azı bu amacına ulaşır; cinsiyet değiştirme ameliyatları içlerindeki huzursuzluğa çoğu zaman çare olmaz. Çünkü insanın ruhu ile bedeni arasındaki çatışma çok derindir, ağırdır ve bu çatışmanın verdiği huzursuzluk cinsiyet değiştirme ameliyatlarıyla çoğu zaman son bulmaz.

 

Transseksüel düşüncelerin bir ruhsal bozukluk sonucu mu oluştuğu yoksa sağlıklı bir ruh hâli içinde mi verildiğinin tespit edilmesi önemlidir.

 

Çünkü Sınırda Kişilik Organizasyonu gibi bazı psikiyatrik sorunlar kimi zaman cinsel kimlikle ilgili idrak ve düşünce sistemini bozabilmektedir.

 

Cinsiyet değiştirmeyen transseksüeller cinsel kimlikleriyle uyumsuz bir hayata intibak edemiyorlar.

 

Cinsel kimlik bozukluğunun temelinde yer alan ruhsal sorunlar kişinin bütün ilişkilerini olumsuz etkiliyor.

 

Toplum tarafından dışlanmaları benlik saygılarında azalmaya yol açıyor. Madde kullanımı, kaygı ve depresyon belirtileri, özellikle ergenlerde intihar fikirleri ve girişimleri çok görülebiliyor.

 

Hem transseksüeller hem de onların aileleri çok zor süreçlerden geçerler, bu nedenle alanında uzman cinsel terapistlerden profesyonel destek almaları gerekir. Ebeveynlerin çoğunda Depresyon görülür.

 

Ben böyle durumlarda fluoksetin’i (Prozac) tercih ediyorum.

 

Bu destek ile transseksüeller cinsel kimlikleri ve hayat şartları arasında ruhsal dengelerini sağlamayı ve korumayı başarabilirler.

 

Hastalık olmayan bir durum tedavi edilemez ama danışanın yeni hayat tarzına adaptasyonu için gereke ilaçlar ve/veya duygudurum dengeleyicileri verilir.

 

Hollanda gibi ülkelerde bu insanlar evlenebiliyor. Homofobiye ne gerek var?

 

Sağlık, denge ve huzur içinde kalın.

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 03 Nisan 2017 Pazartesi

PSİKOSOMATİK HASTALIKLAR-1

$
0
0

Sevgili Mekâncılar, 

 

Psikosomatik, psikolojik kökenli olan fiziksel hastalıklara verilen genel addır. Yunancada ruh anlamına gelen “psyche” ile beden anlamına gelen “somakelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Bu tür hastalıklara psikofizyolojik hastalıklar da denir. 

***

Psikolojik sıkıntılar ve duygular özellikle içe dönük insanlarda vücudu etkilemeye başlar. Kişi davranışlarını ve hareketlerini kısmen kontrol edemez ve erken yaşta saçlarda beyazlama, ekzema gibi hastalıklar görülebilir. Mide veya karın ağrıları, yorgunluk, hâlsizlik ayrıca ciltte sindirim sisteminde ve iç organlarda bazı rahatsızlıklar görülebilir. Çocuklarda ve genç kızlarda görülme ihtimali yüksektir. Kişinin muhakkak bir doktora görünüp ilaç tedavisine başlaması gerekir.

Psöriyazis (Sedef hastalığı), kanser ağrıları ve periferik sinirlerde görülen hastalıklara periferal nöropati de dolaylı olarak bu bölümde ele alınır.

 

***

Çeşitli akut ve kronik baş ağrıları, migren, küme baş ağrısı, mide ülseri ve cilt hastalıkları bunların arasında sayılabilir.

Bu hastalıkların çoğu bedensel sebeplerin ruha yansımasıdır. Burada ruhtan kastettiğim şeyin beynin işlevleridir. 

***

Eğer Urfa’daki kutsal sayılan balıklara gidip orada bir çeşit tedavi uygulatmazsanız, tıbbî yolu tercih ederseniz o başka...

Sedef hastalığı tedavisi, Sedef hastalığı her yaşta görülebilecek kalıtımsal yatkınlığı olan kronik bir deri hastalığıdır ve sık görülmesi nedeni ile deri hastalıkları arasında en çok görülen hastalıktır.

***

Hastalıkta sıklıkla deri üzerinde kırmızı plaklar oluşur ve bu plakların üzerinde iltihaplanmalar veya türüne göre kabuklanmalar meydana gelir. Sedef hastalığının tedavisinde amaç iltihabı azaltmak ve derinin kabuklanıp dökülmesini kontrol altında tutmaktır. 

***

Nemlendirici özelliği bulunan kremler deri üzerinde oluşan pulların oluşumunun engellenmesi ve kaşıntının kontrol altına alınmasına yardımcı olur. Bu hastalığın tedavisinde özel bir diyet uygulama zorunluluğu yoktur.

Bütün hastalar için geçerli olan tek bir tedavi yöntemi de mevcut değildir, her hastanın genel sağlığı hayat tarzı ve sedefin şiddetine göre tedavi yöntemi belirlenir ve tedavisine başlanır.

Çeşitli tedavi yöntemleri belirlenebilir ve bunlara göre doktorun tavsiye ettiği kontrollere dikkat etmek gerekir. 

***

Doktorlar hastalıklı deriler üzerine uygulanması amacı ile kortizon (steroid) benzeri ilaçlar verebilir; sentetik vitamin D katran veya antralin içeren ilaçlar tavsiye edebilir.

Sedef hastalığının en ileri safhalarında ağızdan alınan ilaçlara ihtiyaç duyulabilir bu ilaçlar tedavinin son aşamasında kullanılır. Bu tedaviye ilave olarak güneş ışınları (Ultraviyole) tavsiye edilir. 

***

Güneş ışınları çoğunlukla hastalara fayda sağlayarak tedaviye yardımcı olur.

Ancak bu uygulama sırasında dikkatli olmak gerekir aksi takdirde bu ışınlar hastalığı alevlendirebilir.

Bu sebeple doktor tavsiyesine uygun bir şekilde güneşe çıkılmalıdır. Bu hastalığın tedavisinde kullanılan yöntemler vardır...

***

Steroidler (kortizon), kortizon türevleri içeren kremler merhem veya losyonlar pek çok hastada tedavinin olumlu sonuçlanmasını hastalığın etkilerinin en aza indirilmesine katkı sağlar. Özellikle genital bölge, kasıklar ve yüz gibi hassas bölgelerde gücü zayıf olan steroidler tercih edilir bu bölgelerde kalıcı hasarlara sebep olmasın. Güçlü olan steroidler daha çok saçlı deride diz ve dirseklerde avuç içi ve ayak tabanlarında kullanılır. Bu bölgelerde ilacın etkisini arttırmak için ilaç sürüldükten sonra üzeri ince bir naylon veya streç film ile kapatılmalıdır. Fakat bu ilaçların uzman doktor kontrolünde kullanılması gerektiği unutulmamalıdır.

***

Küme baş ağrılarında pek çok triptan içeren ilaç kullanılmıştır. İmigran ilk nesildi. Şimdi Zolmitriptan’ı (Zomig) tercih ediyoruz.

Gene lityum (Lithuril 300 mg Cap veya Eskalith Kapsül veya Tablet) Küme Baş ağrılarında etkili ilaçlar arasındadır. Hele Duygudurum Bozukluğu ile birlikteyse, bu iki ilacı vermek en doğrusudur.

Hipnoterapiye yatkın olanlara bu yöntem işe yarar (insanların %75’inde). 

***

Bu ilaçların ciddi yan etkileri olabilir tedaviyi iyice zorlaştırabilir. İlaçların kullanılması kadar aniden bırakılması da sakıncalıdır. Aniden kesilmesi hâlinde hastalığın iyice şiddetlenmesine sebep olur.  

Tedavi devam ederken aylar sonra kortizon (desmetilprednizolon gibi) içeren ürünlere karşı direnç gelişebilir uzman doktor bu durumda tedaviye direnç gösteren bölgelerin içerisine bu ilaçtan enjekte eder; bunun dozu doktor tarafından ayarlanır.

***

Saçlı deriye uygulanan tedavi yöntemi, saçlı bölgede oluşan Sedef hastalığının tedavisinde hastalığın şiddetine saçın uzunluğuna ve hastanın hayat tarzına göre en uygun olan tedavi yöntemi seçilir.

Reçeteli veya reçetesiz olarak birçok şampuan ve solüsyon saçlı deride oluşan Sedef hastalığı için kullanılan yöntemlerdendir. 

Bunlardan birçoğu katran ve steroid içerir. Saç derisinde Sedef plakaları bulunan hastalar saçlarını çok sert bir şekilde kaşımaktan ve şampuanlamaktan kaçınılmalıdır.

***

Antralin tedavisi, bu ilaç kalın kabuklara sahip Sedef hastalığı oluşumlarının

tedavisinde tercih edilen bir ilaçtır. Cildi tahriş edebilen bir ilaçtır derinin ve

giysinin boyanmasına sebep olabilir. 

 

Vitamin D ve kömür katranı tedavisi, hastalığı sadece belirli bölgelerde olan hastalarda kullanılan bir yöntemdir. Yan etkilerinden korunmak için belirli miktarda doktor kontrolünde kullanılmalıdır. 

***

Kömür katranı da yüzyıllardır Sedef hastalığının tedavi sürecinde kullanılır. Özel merkezlerde uygulanan bir tedavi yöntemidir.

 

Işık tedavisi, güneş ışığı ve ultraviyole derideki hücrelerin gelişmelerini azaltır. Bunlar deri kırışıklığı göz hasarı ve deri kanserine sebep olabilir fakat doktor kontrolünde oldukça etkili sonuçlar doğurabilir. 

 

***

Vücut yüzeyinin tamamında Sedef hastalığı görülen kişilerde özel odalar sayesinde bütün vücuda ışık uygulanır. 

 

Puva tedavisi, sedef hastalığı diğer uygulanan tedaviler ile olumlu sonuçlar alamaz ise bu tedavi yöntemi kullanılır. Hastaya psoralen adı verilen bir ilaç verilir ve özel bir ultraviyole ışığı olan UVA ışınlarına dikkatli bir şekilde bırakılır.  

***

Bu tedavi 2-3 ayda yaklaşık 25 defa uygulanır. Yılda kırk defaya yakın bir uygulama tedavinin olumlu sonuçlanmasını sağlayacaktır. 

 

Methotreksat tedavisi, aslında kanser tedavilerinde ağızdan kullanılan bir ilaç türüdür. Diğer tedavilerin etkisiz kalması ve hastalığın iyice şiddetlenmesi durumunda başvurulan bir tedavi yöntemidir.

***

Sedef hastalığının gerilemesini sağlar. Bu ağır bir ilaç olduğundan özellikle karaciğer üzerinde oldukça etkilidir bu sebeple düzenli olarak kan tahlilleri yapılmalıdır. 

Plak tipi sedef: En çok karşılaşılan sedef çeşididir. Dirsek ve dizlerde kızarıklık, pullanma ve döküntü şeklindedir.

Ters sedef: Derinin katlanma bölgelerinde görülür. Sıklıkla kasık ve koltuk altında oluşur. Kesin teşhis öncesinde diğer egzama türleriyle çok karıştırılır. 

***

Eritrodermik sedef: Kızarıklık ve deri döküntüsünün bütün vücuda yayılmış şeklidir. Elektrolit ve sıvı dengesizliğine sebep olabildiğinden tedavisi genellikle hastanede yapılır. Nadir görülen bir sedef türüdür.

Damla tipi sedef: Daha çok çocuklarda rastlanır. Damla şeklindeki sedef yaralarına bütün vücutta rastlanır. 

Sedef Hastalığı

Birçok insanın sorunu olan sedef hastalığıdaha sık olarak dirsek, saçlı cilt, diz,

el ve ayaklarda görülür. Sedef yaralarının görüldüğü bölgelerde kaşıntı, ağrı veya batma olabilir. Nadir olarak cildin tamamı hastalıktan etkilenebilir. Sedefin bütün deri yüzeyini kaplayacak şekilde görüldüğü hâli ölümcül olabilmektedir.

 

Bunun sebebi sedef yaralarıyla kaplanan cildin sıcaklık düzenleyici özelliğini kaybetmesi ve bariyer görevi özelliğini kaybetmesidir.

 

Sedef hastalığı görülen kişilerin %10’unda eller ve el bilekleri, ayak ve ayak bilekleri, omurga ve boyunu etkileyen artrit (eklem iltihabı) gelişmekte. Bazen sedef hastalarının eklemleri gözle görülür şekilde deforme olabilmektedir. Yine bazı hastaların el ve ayak tırnaklarında şekil bozuklukları ve dökülmeler görülebilir. 

 

***

Orta şiddette ve şiddetli devam eden sedef hastalıkları bazı iç hastalıklarla birlikte görülebilir. Kardiyovasküler (kalp damar sistemi) hastalıklarla sedef hastalığı arasında belirgin bir ilişki tespit edilmiştir 

***

Sedef hastalarında inme (felç), hipertansiyon, dislipidemi, iskemik kalp hastalığı, Tip 2 diyabet ve Crohn hastalığı riski görülmesi riski daha fazladır.  

***

Sedef görülen kişilerin %60’ında karaciğerde yağlanma görülür. Yine sedef hastalarında hipertansiyon görülme oranı %40’a yakındır. Sedef hastalığı hipertansiyon hastalığı oluşumu için başlı başına ve bağımsız bir sebep olabilmektedir.

***

Aynı zamanda, sedef hastalığı olan kişilerde kalp krizi riski daha fazladır.

Sedef hastalığının şiddeti ve tedavi süresi ile bazı kanser türleri arasında doğrudan bir ilişki görülmüştür. 

***

Sistemik tedavi olan ve uzun süre tedavi gören hastalarda lenfohematopoetik kanserler, kolorektal (kalın bağırsaktan rektuma uzanan) kanserler ve böbrek-mesane kanserlerine daha sık rastlanmaktadır.

 

Sedef hastalığı lenfoma ve malign melanoma hârici deri kanserleri için başlı başına bir risk faktörüdür.

 

Sedef Neden Olur?

 

Hastalığın sebebi tam olarak bilinmemektedir. Uzmanlar hastalığın ortaya çıkmasında çok sayıda genin rol oynadığını düşünmekte. Ailesinde ve yakın akrabalarında sedef olanlarda, sedefe sebep olan bu bozuk genlerin görülme ihtimali daha fazladır. 

***

Yapılan araştırmalara göre anne-babanın her ikisinde de sedef hastalığı varsa çocukta olma ihtimali %41, yalnızca birinde varsa %14 ve kardeşte varsa %6’dır. Genetik sebepler dışında bazı ilaçlar, duygusal dalgalanmalar, stres ve sıkıntı, bulaşıcı hastalıklar, iklim, dâhili hastalıklar ve travmalar hastalığa sebep olabilmekte ve hastalığı tetikleyebilmektedir.

***

Sedef neden olur sorusuna cevap arayan bazı uzmanlara göre sigara da sedef hastalığı tetikleyicilerindendir.

 

Sedef Hastalığı Belirtileri

 

Hastalık herkeste aynı seyretmez ve kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Bununla birlikte en çok görülen sedef hastalığı belirtileri; deri üzerinde bazı bölgelerde kızarıklıklar, bu kızarıklıklar üzerinde kepeklenme ve döküntü, kaşıntı ve yanma şeklindedir. Bu belirtilerin görülmesi durumunda vakit kaybetmeden bir doktora başvurulması önemlidir. Sedef hastalığının tedavisi olmadığı yönünde yaygın bir inanış vardır. Bu yanlış bir davranıştır. Doktor kontrolünde uygulanacak tedavi ile hastalık kontrol altında tutulabilmektedir. 

 

***

Sedef Bulaşıcı mıdır?

 

Sedef hastasıyla karşılaşan birçok kişi kötü görünümün de etkisiyle tedirgin olmakta ve sedef bulaşıcı mı endişesine kapılmakta. Sedef hastalığı ile ilgili toplumda birçok yanlış bilgi ve inanış vardır.

 

Bunlardan bir tanesi de sedef hastalığının bulaşıcı olduğu inanışıdır. Yanlış olan bu inanış hastanın sosyal faaliyetlerini sınırlamasına, kendisini soyutlamasına ve yalnız kalmasına sebep olmaktadır.  

 

***

Yaygın inanışın aksine sedef hastalığı kesin olarak bulaşıcı bir hastalık değildir. Yani sedef hastalığı temasla, aynı havuzda yüzmekle, aynı eşyaları kullanmakla, aynı havluya silinmekle, aynı tabaktan yemek yemekle ve benzeri şekilde bulaşmaz.

 

Sedef Hastalığı Tedavisi

Sedef hastalığı birçok duygusal sıkıntıyı da beraberinde getirmektedir. Öyle ki sedef hastalarının dörtte biri depresyondadır. Sedef hastaları açısından en çok sıkıntı yaratan durumlardan biri görünür yerlerde oluşan sedef yaralarıdır. Bu yaralar nedeni ile hasta kötü göründüğünü düşünür ve kendisini kötü hisseder. Toplum içinde bulunmaktan rahatsızlık duyabilir ve özgüven kaybı yaşar. Bir diğer duygusal sıkıntı da yaraları gören kişilerin hastalığın bulaşıcı olabileceğini düşünmesi sonucunda sedefli insanlara yaklaşmaktan çekinmeleridir. Depresyonda SSGİ dediğimiz serotonin geri alıcı ilaçlar etkili olabilir (Sertralin, fluoksetin, triaminoerjik olan venlafaksin – Efexor orta ila üst dozlarda verilebilirler).

 

Bu hastalık hastaların yalnızlaşmasına sebep olur. Hem hastalığın beraberinde getirdiği rahatsızlıklardan dolayı, hem de yaşanan duygusal sıkıntılardan dolayı sedef hastalığı tedavisi oldukça önemlidir.

 

Tedavisi

 

Hastalığın tedavisi kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Uygulanacak sedef tedavisi yönteminin belirlenmesinde hastalığın görüldüğü yerler ve sedef yaralarının yaygınlığı önemlidir.  

 

***

Mesela yaralar vücudun %5’inden az bir alanda ise krem tedavisi uygulanırken, yaraların daha yaygın ve şiddetli olduğu durumlarda farklı tedaviler uygulanır.  

***

Uygulanan tedavilerde amaç:

 

Hızlı hücre üremesini engellemek, kızarıklık ve kepeklenme şeklindeki döküntüleri azaltmaktır.

 

Sedef kabuklarının tedavisi ile yaraların ortadan kalkmasını ve deri yüzeyinin normale dönmesini sağlamak.

 

Döküntüler ve sedef yaraları tamamen ortadan kalktıktan sonra, yaraların sebebinin teşhisi ve bu sebeplerin ortadan kaldırılmasına yönelik tedaviyle hastalığın tekrarlamasını önlemek.

sedef hastalığı ile ilgili görsel sonucu

 

Sedefle birlikte beliren diğer hastalıkların tespiti ve tedavi edilmesidir.

 

***

Sedef, tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Yaygın inanışın aksine uzman bir doktor yardımıyla hastalık kontrol altında tutulabilir, hasta çok az döküntüyle hayatını sürdürür ve sedef hastalığının rahatsız edici semptomları ortadan kaldırılır.

 

Sağlık, esenlik ve bilimden sapmamak dileklerimle…

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 05 Nisan 2017 Çarşamba

İSTİFLEME BOZUKLUĞU

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

Bir belirti olarak istiflemek gelecekte bir gün işe yarayabileceği düşüncesiyle belli bazı nesneleri biriktirmeye başlarken bir ruhsal hastalık olarak istifleme bozukluğu değeri olmayan, işe yaramaz her şeyi biriktirmeye kadar gider. Bazen bu belirtilere evcil hayvanların biriktirildiği atipik belirtiler eşlik edebilir. İstifleme davranışına son 20 yılda ilgi giderek artmış ve kompulsif istifleme davranışını en iyi tanımlayabilecek tanımlamalar geliştirilmeye çalışılmıştır.

İstiflemeyi, yararsız veya sınırlı değere sahip görünen çok sayıda eşyayı edinmek ve onları atmakta zorlanma ve bu nedenle işlevsellikte önemli bozulmanın görüldüğü bir durum olarak tanımlamışlardır.

İstifleme literatürde yüz yıldan fazla süredir tanımlanmakla birlikte ayrı bir teşhis kategorisi olarak ilk kez istifleme, psikoanalitik teori yaygın olarak geçerli olduğu dönemlerde psikoseksüel gelişim basamaklarından olan ‘anal’ dönem özelliklerinden biri olarak kabul ediliyordu. 

Bir sendrom olarak kompulsif istifleme için operasyonel tanım ve teşhis ölçütleri 1996 yılında ortaya koyulmuştur. Tamamen normal, uyuma yönelik, aşırı veya patolojik arasında değişim gösterebilmektedir.

İnsan, gelişim sürecinde nesneleri toplamaya ve istiflemeye meyillidir.

Çocukların ortalama 25-27 aylıkken nesneleri toplamaya ve saklamaya başladıkları ve altı yaş civarında bunun monoton bir artış gösterdiği ve sağlıklı kabul edilen çocukların yaklaşık %70’inde bu özelliğin gözlendiği bildirilmektedir.

Bolman ve Katz (1966) insanlardaki patolojik veya aşırı toplama davranışını tanımlamak için “kompülsif istifleme” terimini kullanmıştır. Kompülsif terimi ile aşırı, dürtüsel ve patolojik istiflemeden normal tasarruf ve istiflemeyi ayırmışlardır. Yakın zamana değin kompulsif terimi, birincil istifleme davranışını (örneğin önemli, değerli veya da aşırı duygusal bağı nedeniyle kaybetmeye karşı abartılı korkuları nedeniyle istifleme) diğer gelişimsel, nörolojik veya psikiyatrik durumlara bağlı ikincil istifleme davranışından ayırt etmek için kullanılmıştır.

Kompulsif terimi ile anterior ventromedial prefrontal ve singulat korteks hasarlarının olduğu beyin lezyonları, hafiften ağıra kadar olan demanslar, “Diyojen sendromu” olarak tanımlanan bakımsız ve sokaklarda yaşayan kişiler, Asperger ve otizm gibi yaygın gelişimsel bozukluklar, Prader-Willi ve Velokardiyofasiyel sendrom gibi genetik geçişli hastalıklar, şizofreni ve dürtü kontrol bozukluklarında görülen istiflemenin ayrımı yapılmaya çalışılmıştır (Steketee ve ark. 2003, Pertusa ve ark. 2008).

İstifleme Bozukluğu: Yale Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (Y-BOCS) Belirti Tarama Listesi kullanılarak yapılan tüm çalışmalarda ayrı bir klinik alt tip olarak, iki çalışmada ise simetri/düzenleme ile birlikte ayrı bir grup olarak yer almıştır.

Ancak pek çok ölçek çalışmasında OKB belirtilerinin bir alt-kümesi olarak değerlendirildiğinde iç tutarlılığı diğer alt-tiplere göre oldukça düşük bulunmuştur (Huppert ve ark. 2007,  Woo ve ark. 2010,  Aydın ve ark. 2014). Ayrıca belirti alt tipine yönelik tedavilerle ilgili çalışmalar, geleneksel OKB tedavilerinin istiflemede pek de iyi sonuç vermediğine işaret etmiştir (Abramowitz ve ark. 2003, Steketee ve ark. 2003, McKay ve ark. 2004).

Kompulsif istifleme; mesleki sorunlar, kötü fiziksel sağlık ve sosyal hizmet kullanımı açısından derin bir halk sağlığı sorunudur. Kompulsif biriktiriciliği olan bireylerin sağlığını bozar.

Belirtiden Bozukluğa İstifleme incelendiği bir çalışmada, çalışma bozukluğu indeksi diğer anksiyete, duygudurum ve madde kullanım bozukluklarına göre anlamlı olarak yüksek bulunmuş ve biriktiricilerin %8-12’sinin hayatlarının bir döneminde istifleme nedeniyle (yaşadıkları yerlerden) tahliye edildiği veya tahliye edilmekle tehdit edildiği bildirilmiştir.

İngiltere’nin birkaç büyük şehrinde evsizlerin barınaklarında yaşayanlarda evsizlik ve istifleme sorunları arasındaki ilişkinin incelendiği yakın zamanda yapılan bir çalışmada  %17’sinde istifleme bozukluğu tespit edilmiş ve yaklaşık %8’i aşırı istiflemenin mâli problemlere yol açtığı ve doğrudan evsizliklerine katkıda bulunduğunu bildirmişlerdir.

Bunlara ek olarak sosyal izolasyon ve komşuları tarafından dışlanma da tarif edilmiştir (Kim ve ark. 2001, Pertusa ve ark. 2008).

İstiflemeye bağlı hayat alanlarında daralma olmakta hatta yemek yeme, uyku, temizlik, ev içinde hareket etme imkânsız hâle gelebilmektedir. 

Kötü hayat şartlarına bağlı enfeksiyona mâruz kalma ve fiziksel hastalık gelişme riski artmaktadır. 

İstiflemenin kronik seyri ve yaş ilerledikçe şiddetinde artış göstermesi ile özellikle yaşlı hastalarda, istiflenen nesnelerin hayat alanlarını daraltmaları ve fiziki engellere yol açarak, düşme ve düşmeden kaynaklı komplikasyonların gelişme riski artmaktadır.

İstiflenen (daha doğrusu istiflenemeyen) maddelerin çoğunun atık ve kolay yanabilen maddeler olması sebebiyle yangın riski artmıştır.

Yangına bağlı ölümlerin %6’sının istiflemeden kaynaklandığı bildirilmektedir. Bütün bunlar daha önce kompulsif istifleme olarak tanımlanan tablonun ayrı bir ruhsal bozukluk olarak ele alınmasını gerektirecek kadar önemli olduğunu göstermektedir. 

Ek olarak ileride değinilecek olan nöro-görüntüleme çalışmaları, nöropsikolojik testler ve klinik seyir OKB’ye benzer ancak ondan farklı bir klinik tablo olduğunu düşündürmüş ve DSM-5 ile birlikte istifleme bozukluğu OKB ve ilişkili bozukluklar başlığı altında bağımsız bir bozukluk olarak yer almıştır.  

Önemli ve değerli şeyleri kaybetme korkusu obsesyona, eşyaları istifleme ve toplama davranışları kompülsiyona benzese de istifleme bozukluğu ve OKB arasında önemli görüngüsel farklılıklar bulunmaktadır.

Bazı araştırıcılar istifçilikte diğer OKB belirtilerinden farklı olarak obsesif düşüncelerin ve sıkıntının kompulsif davranışlara neden olmadığını öne sürmüşlerdir (Black ve ark. 1998, Seedat ve ark. 2002, Steketee ve ark. 2003). Ayrıca istifleme belirtilerinin diğer OKB belirtileriyle çoğu zaman korelasyon göstermemesi bu bozukluğun diğerlerinin arasından ayrıldığını düşündürür (Wu ve ark. 2005). Sadece istifleme için yardım arayan geniş bir hasta örnekleminde (OKB için başvurup da istifleme belirtileri de olan değil) hastaların çoğu (%53) herhangi bir OKB yakınması getirmemiştir (Mataix-Cols ve ark. 2010).

İstifleme ile ilgili düşünceler, girici düşünceler olmaktan çok bireyin normal düşünce akışının bir parçası gibi görünmektedir (Frost ve ark. 1993). Tipik obsesyonlar gibi aynı şekilde tekrarlayıcı olmamaktadır (Steketee ve ark. 2003, Kyrios ve ark. 2004). İstifleyici bireyler yaptıkları davranıştan sıkıntı duymamakta tam tersine hoşlanmaktadır (Hartl ve ark. 2005, Grisham ve ark. 2009). Eşyalarla ilgili düşünceler, onlardan kurtulmak için bir dürtüye veya herhangi bir ritüele yol açmaz.  İstifleme davranışı olan hastaların sıkıntısı davranışın kendisinden çok sonucundan kaynaklanmaktadır (Steketee ve ark. 2003, Pertusa ve ark. 2008, Rachman ve ark. 2009). Hastaların duyduğu sıkıntı sadece eşyalarını atmak zorunda kalma ihtimali karşısında tetiklenmektedir, hastalar bu ihtimalle karşı karşıya kaldıklarında anksiyete, öfke, üzüntü hissetmektedirler (Plimpton ve ark. 2002). Bulut ve ark.

OKB’nin tersine istiflemenin ciddiyeti hastalığın her on yılında bir artmakta, hastalığın sebep olduğu sıkıntı ve olumsuzluklar hastalığın geç evrelerinde ortaya çıkmaktadır. Tipik OKB hastalarının tersine istifleme davranışı egosintonik (benlikle uyumlu)  olup, bu hastalarda daha az içgörü bulunmaktadır. OKB hastaları, obsesyon ve kompulsiyonlarının makul olmadığını, uyumlarını bozduğunu bildirir ve bundan rahatsızlık duyarak kendiliğinden tedaviye başvurmaktadırlar.

Öte yandan istifleme davranışı gösteren hastaların çok azı durumlarından rahatsızlık ve huzursuzluk duymakta ve genellikle akrabalar veya yerel makamlar gibi üçüncü şahıslar tarafından tedavi için getirilmektedirler.

Yapılan bir çalışmada istifleyicilerin %42’sinde kendileri, %63’ünde ise aile bireyleri ve arkadaşlarının durumdan rahatsızlık duydukları belirtilmektedir. Bazı OKB hastalarında istifleme davranışı olsa da ciddi biriktiriciliği olan hastalarda diğer OKB belirtileri pek görülmemektedir (Grisham ve ark. 2008).

DSM-5 Teşhis Ölçütleri

A-Kişisel eşyaların, yararsız veya sınırlı bir değere sahip olsalar bile, onları tutmak için yoğun bir itki ve onları bırakmakla ilgili sıkıntı ve/veya kararsızlık nedeniyle bırakmada sürekli zorluk.

B- Belirtiler çok sayıda nesnenin toplanmasına ve sonuçta ev, iş yeri veya diğer kişisel alanların (mesela, ofis, araç, bahçe) dolmasına ve tıkanmasına yol açarak alanların normal kullanımına engel olur. Eğer bütün hayat allanları dolmamışsa bu durum ancak bu alanların nesnelerden temizlenmesi  için diğerlerinin (örn., aile üyeleri, otoriteler) çabası sonucu mümkün olmuştur.

C-Belirtiler belirgin klinik sıkıntıya veya sosyal, mesleki veya diğer önemli işlevsellik alanlarında yetersizliğe neden olur (kişinin kendisi veya diğerleri için güvenli bir çevrenin sürdürülmesi gibi).

D- İstifleme belirtileri genel tıbbi bir duruma bağlı değildir (örn., beyin hasarı, serebrovasküler hastalık).

E- İstifleme/istifleme belirtileri başka bir ruhsal bozukluğun belirtileriyle sınırlı değildir (mesela, OKB’deki obsesyonlara bağlı olarak, majör depresyonda motivasyon kaybına bağlı olarak, şizofrenide veya başka bir psikotik bozuklukta hezeyanlara bağlı olarak, demansta bilişsel eksikliklere bağlı olarak, otistik bozuklukta kısıtlanmış ilgi alanına bağlı olarak, Prader-Willi sendromunda gıda stoklama belirtisi olarak).

Belirleyiciler: Aşırı alımla karakterize İstiflemeye dair inançlar ve davranışlar; İyi veya orta içgörü /İçgörüsüz/ hezeyani

Hastalığın kesin yaygınlığıyla ilgili çalışmalar henüz mevcut olmasa da Revize Edilmiş İstifleme Envanteri (The Saving Inventory-Revised: SI-R) ve İstifleme Ölçeği (Hoarding Scale: HS) gibi güvenilir ve geçerli psikometrik araçlarla yapılan çalışmalarda hastalığın nokta prevelansının %2-6 arasında olduğu tahmin edilmektedir (Iervolino ve ark. 2009, Mueller ve ark. 2009).

 

Yapılan bazı epidemiyolojik çalışmalarda erkek cinsiyet, klinik örneklerde kadın cinsiyet baskınlığı olsa da hastalık her iki cinsiyeti de eşit etkiliyor gibi görünmektedir (Iervolino ve ark. 2009, Mueller ve ark. 2009, Mataix‐Cols ve ark. 2010).

Dağınıklık ve atmakta zorlanma her iki cinste farklılık göstermezken, kadınlarda kompulsif alışveriş yapma, erkeklerde bedava ve değersiz şeyleri istifleme daha fazla görülmektedir (Frost ve ark. 2011). 

Belirtiden Bozukluğa İstifleme

Yapılan bir çalışmada klinik olarak önemli istifleme sorunlarının genç yetişkinler ve çocuklara göre yaşlılarda daha yaygın görüldüğü bildirilmektedir. Bu araştırmaya katılan katılımcıların yaş ortalaması yaklaşık 50 yıl olduğu ancak katılan bu kişilerin istifleme sorunlarının onlarca yıl önce başlayabileceğine dair deliller olduğu belirtilmektedir (Diefenbach ve ark. 2013).

Yapılan geriye dönük bir çalışmada, istifleme belirtilerinin ilk çocukluk veya erken ergenlik döneminde, ortalama 12-13 yaşlarında ortaya çıktığı ve bireylerin günlük çalışmasına engel olmasının 30 yaşların ortasında başladığını gösterilmiştir (Landau ve ark. 2011). 

Hastalığın teşhisi genellikle 40’lı yaşlarda konulmakta, gidişat genellikle kronik bir seyir göstermektedir (Tolin ve ark. 2010).

Yapılan çalışmalarda, yaş artışı ile belirti şiddetinin arttığı bildirilmektedir (Grisham ve ark. 2006, Tolin ve ark. 2010).

Grisham ve arkadaşları (2006) istiflemenin farklı belirtileri arasında, satın almanın; muhtemelen daha fazla finansal ve büyük hacimleri saklamak için daha fazla fiziksel bağımsızlık gerektirdiği için atmadaki güçlük veya yığından biraz daha geç başladığını bildirmişler.

Çalışmaların çoğu İngilizce konuşulan ülkelerde ve ağırlıklı olarak beyaz ırk örneklerinde yapılmış olmasına rağmen, dünya çapında meslekdaşların klinik izlenimleri istiflemenin evrensel olduğu yönündedir.

Dünya çapında 5.000'den fazla OKB’’li kişiyi içeren 21 çalışmanın meta-analizinde, istiflemenin hem İngilizce konuşulan hem de İngilizce konuşulmayan ülkelerde diğer OKB belirtilerinden bağımsız gibi göründüğünü doğrulanmıştır.

Buna Japonya, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi coğrafi ve kültürel açıdan farklı ülkelerden gelen çalışmalar da dâhildir.

İstifleme belirtileri olan OKB hastalarının, istifleme belirtileri olmayan OKB hastalarına göre hastalık süresinin daha uzun olduğu, işlevselliklerinin ve içgörülerinin kötü olduğu ve daha çok eş hastalığa sahip oldukları gösterilmiştir (Gentes ve ark. 2011).

Japonya’da yeni yapılan bir çalışmada da istiflemenin ve dağınıklık ölçüsünün klinik özelliklerini batılı meslektaşlarıyla benzer bulmuşlardır (Matsunaga ve ark. 2010).

Bu nedenle, farklı kültürler için ölçütlerde değişikliği öneren bir bilgi olmamasına rağmen, bu konuyla ilgili daha çok araştırma ihtiyacı vardır.

Mesela istiflemenin ne kadar problem olduğu gelişmekte olan ülkelerden sanayisi gelişmiş olanlara, bireysel kültürlerden toplulukçu kültürlere, kentsel topluluklardan kırsal topluluklara kadar belirsizdir. Batı toplumları içinde farklı etnik gruplar üzerinde araştırma bulunmamaktadır.

İstifleme davranışı olan hastaların yaklaşık %50’sinde aynı davranışın bulunduğu bir akrabası olmasından dolayı davranışın ailesel olduğu düşünülmektedir.

Yapılan ikiz çalışmaları istifleme davranışının yaklaşık %50’sinin genetik faktörlere bağlanabilir olduğunu göstermektedir (Taylor 2011).

Aile çalışmaları ailelerde istiflemenin devamını göstermektedir, yeni yapılan bir ikiz çalışmasında aileselliğin hem genetiğe hem de paylaşılmayan çevresel faktörlere bağlı olduğunu göstermiştir (Lochner ve ark. 2005). 

Hayat Olayları: Hastalar, hastalığın başlangıcından önce veya seyri esnasında belirtilerin arttığı dönemlerden hemen önce stresli veya travmatik bir hayat olayı belirtmektedirler (Tolin ve ark. 2010).

Travmaya maruz kalan kişilerin gerçek anksiyete veya travmaları ile yüzleşme gerekir.

Bu insanların sorununu anlamak için psikolojik acılarını istifleme davranışı göstererek bastırabildikleri düşünülmektedir. Cinsel istismar, cinsel taciz gibi travmatik hayat olayları olan bireylerde davranış daha sık görülmekte ve belirtiler daha şiddetli olabilmektedir.

Yapılan çalışmalarda travmaya maruz kalan 20 kişiden birinde istifleme davranışı geliştiği bildirilmiştir.

Jones istifleme kavramına nesneleri biriktirmeyi eklemiş ve anal üçlünün obsesif kompulsif bozukluğun gelişiminde öncü rol oynadığı ve anal tutucu kişiliği oluşturduğunu belirtmiştir.

İstifleyici bireylerin bazılarının evlerinde dışkılarını biriktirmeleri psikoanalitik kuramı destekler niteliktedir (Bulut ve ark. 2014). Fromm (1947) istifleme yönelimini başkalarından şüphe ve çekilme ile karakterize üretken olmayan karakterin dört tipinden biri olarak tanımlamış ve bireylerin kolleksiyon yapma ve saklama davranışını kendilerine güvenlik duygusu yaratma amacını taşındığını bildirmiştir.  Günümüzde OKKB olarak bilinen anankastik karaktere sahip bireyler, dikkatli, dakik, toplumsal kurallara ve ahlaki kurallara uyumlu, kuralcı, hoşgörüsü az olan, titiz bireyler olarak tanımlanmaktadır.

Anankastik kişilik özellikleri sergileyen istifleyici bireylerin genellikle benlik değerlerinin düşük olduğu ve satın alma davranışı ya da istifleme ile  "geleceğin var olduğunu” kendilerine inandırarak temel ölüm kaygısını azalttıkları ve nesne istiflemek ile benlik değerlerini yükseltmeye çalıştıklarına inanılmaktadır (Summerfeldt ve ark.1998).  Psikolojik Araştırmalar İstiflemenin bellek ve dikkat zorlukları, organizasyon, sınıflandırma ve karar verme ile ilgili bilgi işlem eksikliklerinden kaynaklandığı belirtilmektedir (Tolin ve ark. 2011). Bireylerin eşyalarla duygusal bağ kurma ve çevrelerinden atamadıkları nesneler ile ‘kale duvarı gibi’ güvenli bir ortam oluşturma ihtiyacı duymaları ve bireylerin yaşadıkları hayat olaylarını hatırlamak amaçlı olayla bağlantı kurdukları eşyaları saklama eğilimlerinin olması ve davranışsal olarak eşyaları atmaya kaçınmalarının bunda rol aldığı düşünülmektedir. Ayrıca istifleyiciler belleklerine güvenmemekte ve hatırlama ve bilgiyi kaydetmeye aşırı önem vermektedirler (Frost ve ark. 1993).

İçerdiği bilgileri hatırlayamayacağı için eski gazeteleri biriktiren bir hastayı düşündüğümüzde, hastanın bilgiyi hatırlamanın mutlaka gerekli olduğunu kabul ettiğini ve gazeteleri tutmayı bunu sağlamanın bir yolu olarak bulduğunu söyleyebiliriz.

Bu durum kategorizasyon problemiyle de birleşebilir. Ayrıca hatırlamak için görsel ipuçlarına ihtiyaç duyabilirler. Sonuçta da görmek için her şeyi ortada bırakmaları gerekir.

Bazı hastalar da renkli kartlar koyabilirler. Bahsedilen davranışların hepsinde de ortak inanç nesneleri saklamadan veya onlarla ilgili bütün bilgileri kaydetmeden bir şeyleri hatırlayamayacak olmalarıdır.

İstifleme bozukluğu gösteren bireylere uygulanan nöropsikolojik testlerde dikkatte azalma, reaksiyon süresinde değişkenlik, saf OKB tanılı bireylere göre daha fazla bulunmuş, dürtüsellik ve hedef uyaranları algılama yeteneğinde bozukluklar saptanmıştır (Grisham ve ark. 2007) . 

Belirtiden Bozukluğa İstifleme

Bilişsel Davranışçı Model Bilişsel davranışçı model ruhsal bozuklukları anlamada psikoloji alanında yapılan klinik ve deneysel araştırmalara dayanarak bilişsel, davranışsal ve motivasyonel sistemleri de içine alan kuramsal açıklamalar getirir.

İstifleme bozukluğunun bilişsel davranışçı modeli aşağıda özetlenen alanlardaki araştırma verilerine dayanır. Duygusal bağlanma: Kompulsif istifleyiciler sahip oldukları nesneleri kendilerinin uzantıları gibi görür ve onları insansı nitelikleri varmışçasına idrak eder.

Diğer kişiler o maddelere dokunduklarında, yerlerini değiştirdiklerinde veya attıklarında istifleme bozukluğu olan birey kendisine saldırıldığını ve çevresi üzerindeki kontrolü kaybettiğine inanır.

Yapılan çalışmalarda sahip olunan nesnelere aşırı duygusal bağlanma olduğu ve bu duygusallığın istifleme düzeyiyle ilişkili olduğu saptanmıştır. İstiflemeyle ilişkili iki tür duygusal bağlanma ileri sürülmüştür: birincisi saf duygusallık ki bunda nesneler kişinin bir uzantısı gibi idrak edilir (mesela bir istifleme nesnesinin atılması iyi bir arkadaşın kaybedilmesi gibi bir etki yaratabilir) ikincisi ise istiflenen nesnelerin “güvenlik sinyalleri” olarak değerli bulunmasıdır.

Biriktirilen nesnelerin doğasıyla ilgili inançlar: üç tip düşünce/ inancın istifçi olan ve olmayanları birbirinden ayırabildiği ileri sürülmüştür. Bunlar; sahip olunan nesneler üzerinde kontrolü sürdürme gerekliliğine olan inanç, sahip olunan nesnelerle ilgili sorumluluğa dair inanç ve mükemmellik gereksinimine olan inançtır. Burada sorumluluğa dair inanç; gelecekte ihtiyaç olduğunda hazırlıklı olma sorumluluğu veya sahip olunan şeylere yüklenen duygusal/insani anlam yüzünden onlara bir zarar gelir düşüncesiyle kendini gösterir (biriktiricilerin bir kısmı için istiflenen (veya istiflenmeye çalışılan) malzemeler bir insan/arkadaşmışçasına bir anlayış vardır) (Shafran ve Tallis 1996, Frost ve Steketee 2014). 

Davranışsal kaçınma: nesneleri tutmak hata yapmaktan korkan biriktiriciye karar vermeyi erteleme şansı verir.

Herhangi bir karar vermek istifçiler için daha zor gözükmektedir Ayrıca değerli nesnelerin uzaklaştırılmasıyla yaşanacak olan üzüntüden de kaçınmak olacaktır.

O yüzden de istifçiler en yoğun sıkıntıyı bir nesneyi bırakmaya karar vermeden önce hissederler. Bıraktıktan sonra genellikle sıkıntıları (kaygı ve disfori) hızla azalır (Frost ve Gross 1993, Frost ve Shows 1993, Frost ve Steketee 2014). Tüm bu bulgular dikkate alındığında istifleme davranışı (özellikle OKB ile ilişkili olan) düşünce süreci bozuklukları, duygusal bağlanma problemleri, davranışsal kaçınma ve nesnelerin doğasıyla ilgili hatalı inançlarından kaynaklanır (Muroff ve ark. 2009). Nesnelerin algılanan değeri nesnelerin edinilmesi veya toplanmasını etkiler. Furby (1978) nesnelerin edinilmesinde kişileri motive eden üç karakteristik tanımlamıştır. Birincisi nesnelerin bugün veya ilerideki bir zaman için enstrümantal veya pratik bir değeri vardır. İkincisi, nesneler kişilerin onlara bağlanmasını gerektirecek duygusal değerlere sahip olabilir. Üçüncüsü ise bazı nesneler, örneğin bir sanat eseri gibi kendiliğinden değerli olabilir. İster istifçi olsun ister olmasın kişiler bir şeyleri biriktirirken benzer motivasyonlara sahiptir. Ancak bu nesnelerden kurtulma konusunda duygusal olarak istifçi olanlarla olmayanlar bir birinden ayrılabilir. İstifleme bozukluğu olan kişilerde bu nesnelerden ayrılmayla ilişkili ciddi kaygı, üzüntü, suçluluk, rahatsızlık veya öfke yaşanır (Frost ve Steketee 2014).

Ayrıca, biriktirdiği nesneler istifleyici bireylere güven duygusu verir, kendilerini bu nesneleri korumaktan sorumlu addederler ve bu nesneler olmadan onlarla ilgili bilgilere ulaşamayacağına inanırlar. Dolayısıyla o nesneleri kontrol etmeye çalışırlar. Bu işlevsiz bilişler istiflemenin sürmesine neden olan unsurlardır. Bununla birlikte diğer özellikle benlikle uyumlu olan pek çok ruhsal bozukluk gibi istifleme bozukluğunda da motivasyonel sistemin önemli bir yeri vardır. Bunlardan dolayı istifleme bozukluğunun tedavisinde 1) motivasyonel teknikler; 2) psikoeğitim; 3) istiflemeyle ilişkili bilişleri modifiye etmeye yönelik bilişsel teknikler; 4) beceri geliştirme (kategorizasyon, organize etme ve karar verme konusunda); 5) toplamama ve kurtulabilme durumuyla yüzleşme (exposure); 6) yineleme önleme şeklinde basamaklı bir tedavi protokolü kullanılır (Frost ve Steketee 2014). 

Biyolojik Model ve Nörogörüntüleme Çalışmaları İstifleme bozukluğu olan bireylerle yapılan beyin görüntüleme çalışmaları çok olmamakla birlikte OKB t isifleme davranışı sergilemeyen bireylere göre bazı farklılıklar saptanmıştır.

Saxena ve meslektaşlarının yaptığı pozitron emisyon tomografi (PET) çalışmasında istifleme davranışı gösteren bireylerde prefrontal korteks ve anterior singulat kortekste düşük beyin aktivitesi bulunmuştur. Bu bölgelerde glikoz metabolizmasında yavaşlama bildirilmiştir (Saxena ve ark. 2004, Saxena 2008). David Mataix-Cols ve arkadaşları (2004) istifleme belirtileri olan ve olmayan OKB hastaları ile sağlıklı kontrol grubuna kendileri için değerli olan bir eşyanın atılmasını hayalinde canlandırmaları istenmiş ve bu esnada fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) çekimi yapmışlar. Bu çalışmada kontrol grubundan farklı olarak OKB hastalarında sol presentral girus ve sağ orbitofrontal kortekste aktivite artışı gösterilmiştir. Aynı bilim insanları istifleme özelliği olan ve olmayan OKB tanılı hastalara aynı uyaranı vererek fMRI’ı tekrarlamış ve biriktiriciliği olan OKB hastalarında istifleme davranışı olmayan OKB hastalarına göre ventromedial prefrontal kortekste daha fazla aktivite artışı gözlenmiştir. Bu görüntüleme çalışması ile OKB ve istifleme bozukluğunda farklı bölgelerde aktivite değişikliği olduğu sonucuna varılmıştır (An ve ark. 2009).

Bir başka çalışmada, OKB ve istifleme bozukluğu olan hastalardan uygulamaya gelirken yanlarında sakladıkları mektup, dergi veya katalogları getirmeleri ve hastalara buton vererek, hastalardan materyalin atılması veya kalmasını isteme yönünde butona basmaları istenmiştir. Tercihini atma yönünde kullanan hastaların, nesne öğütücüye atılırken çekilen fMRI’larında istifleme bozukluğu olan hastalarda OKB hastalarına göre sol lateral orbitofrontal korteks ve parahippokampal giruslarında daha fazla aktivite artışı olduğunu gösterilmiştir (Tolin ve ark. 2009).

Klinik Özellikler İstifleme bozukluğu olan bireyler pek çok kişinin değersiz ve gereksiz bulduğu nesneleri (eski gazete ve dergiler, bir gün giyilir diye saklanan kıyafetler, mektuplar, önemsiz posta, pişirme ekipmanları, el sanatları yapmak için yararlı olabilecek şeyler, kırılmış nesneler, çöpler, promosyon ürünler v.b) biriktirirler. Biriktirilen bu nesneler yaşamlarında o kadar önemlidir ki onları atamazlar (Frost ve Hristova 2011).  İstifleme normal kolleksiyondan farklıdır.

Kolleksiyoncular ilgi duydukları bir alanda, ilgi duydukları bir sanatçının eserlerini ve kitaplarını biriktirirken istifleyiciler için biriktirilen nesne tek çeşit olmamaktadır (Nordsletten ve ark. 2012).

Promosyon amaçlı dağıtılan ürünleri, posta kutusuna atılan ilan ve katalogları, kendilerine ait olmayan mektupları, sokaklarda buldukları varil, teneke ve plastik şişeleri biriktirirler.

Belirtiden Bozukluğa İstifleme

İstifleme erken yaşlarda hayatlarını çok fazla kısıtlamadığı için çok dikkat çekmez. Yaş ilerledikçe istiflemek için uğraşıları artar. Yaşadıkları ortamda birçok yerine erişilemez, hatta odalar kullanılamaz hâle gelir.

Dağınıklık ve karmaşa toplumsal ve mesleki işlevsellikte bozulma, ek ruhsal bozukluk ve fiziksel hastalıklara yol açabilir. Bir alt tipi olan hayvan biriktiricilerinde, bakım sağlayabileceğinden ve barındırma kapasitesinden çok daha fazla hayvan bulundurma, bir yandan da bu durumlarını görmezden gelme gibi özellikler gözlenir. Bu kişiler hayvanlara derinden bağlanır ve gitmelerine izin vermezler. Onlara bakım vermeye çalışırken aslında onlara zarar verdiklerini fark edemezler ve onlara doğru bakımı verdiklerine inanırlar (Frost ve ark. 2000).

İstifleyicilerin %42’si durumlarından rahatsız iken (içgörüsü olan tip), %63’ünün ise aile bireyleri ve arkadaşları durumdan rahatsızlık duymakta ve çoğunlukla yakınlarının ve yasal süreçlerin zorlamasıyla tedaviye gelmekte ve çoğunlukla tedaviyi kabul etmemekte veya yarıda bırakmaktadırlar.

Cinsiyete göre kompulsif alışverişlerde biriktirilen nesne farklılık göstermektedir. Kadınlar parfüm, mücevher, kıyafet ve makyaj malzemeleri satın alırken, erkekler genellikle elektronik, hırdavat, otomobil ve saat gibi gereçleri satın almaktadırlar.

Satın aldıkları nesneleri çoğunlukla gizlerler, alışverişe çok fazla zaman ayırırlar ve eğer çalışıyorlarsa iş yerlerinde sorun yaşar hâle gelirler (Frost ve ark. 2002).

Dağınıklık ve atmakta zorlanma her iki cinste farklılık göstermezken, kadınlarda kompulsif alışveriş yapma, erkeklerde bedava ve değersiz şeyleri istifleme daha fazla görülmektedir.

DSM-IV-TR’de ve DSM-5’de “hiçbir manevi değeri olmayan yıpranmış veya değersiz nesneleri atamamak'' OKKB’nin 8 ölçütünden biridir.

DSM-5 sonrası istifleme bozukluğu teşhisi konulan hastalar ile geniş örneklemli çalışma mevcut olmamasına rağmen, istifleme ve OKKB arasındaki ilişki inceleyen çalışmalarda, sanılanın aksine OKKB ve istifleme arasında herhangi bir ilişki bulunanların (Frost ve ark. 2004, Pertusa ve ark. 2008).

İstifleyici bireylerde daha çok bağımlı, paranoid ve şizotipal kişilik özellikleri olduğu bildirilmiştir (Frost ve ark. 2004, Pertusa ve ark. 2008). İstifleme bozukluğu olan hastaların yaklaşık %75’ine bir duygudurum bozukluğu veya bir anksiyete bozukluğu eşlik etmektedir.

En sık eşlik eden hastalıklar, majör depresif bozukluk, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, sosyal fobi ve yaygın anksiyete bozukluğudur.

Ayrıca, hastaların yaklaşık %20’si OKB teşhis ölçütlerini de karşılamaktadır (Hartl ve ark. 2005, Frost ve ark. 2011).

İstifleme bozukluğunun dürtü kontrol bozukluğu ile de güçlü bağlantıları vardır. Özellikle aşırı gereksiz toplama gibi istiflemenin egosentonik bazı özellikleri dürtü kontrol bozukluğu ile bir ilişki göstermektedir (Frost ve ark. 2002).

Birçok istifçi satın almanın yanında ücretsiz ürünleri alma zorunluluğu hissetmektedirler. İstifçilerin yaklaşık %61’i aşırı satın alma ile meşguldür ve bunların da yarısından biraz fazlası ücretsizdir. Ayrıca, istifleme bozukluğu olanların büyük bir kesimi kompulsif alıcı olarak tanımaktadır.

Bunlara ek olarak istifçilerde kıl ve deri yolma bozuklukları sıklıkla görülmektedir. Frost ve arkadaşları (2002), patolojik kumar oynayanlarda, istifleme belirtilerinin yüksek olduğunu belirlemişlerdir. Kleptomani ve kompulsif satın alma arasında da sıkı birlikteliğin olduğu bazı çalışmalarda bildirilmiş (Frost ve ark 2002, Steketee ve Frost 2003), ancak kesin bir kanı için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır

Tedavi Yaklaşımları Yukarıda da belirtildiği gibi biriktiricilerin yarısından azı (%42) durumlarından rahatsızdır (Grisham ve ark. 2008).  Bu nedenle tedaviye uyumları oldukça düşüktür. İstifleyici OKB hastaları ile istifleyici olmayan OKB hastalarının tedaviye yanıtlarının karşılaştırıldığı bazı çalışmalarda istifleyicilerin seçici serotonin geri alım inhibitörlerine (SSRI) iyi cevap vermediği (Black ve ark., 1998, Mataix-Cols ve ark. 1999, Salomoni ve ark. 2009) bildirilmiş olmasına rağmen bazı çalışmalarda da farklılık saptanmamıştır (Alonso ve ark. 2001, Shetti ve ark 2005, Saxena ve ark 2007).

Çalışmalar arasındaki sonuç farklılığın sebebinin, vakaların çalışma kabul ölçütleri ve çalışmalar arasındaki yöntem farklılıkları olduğu söylenebilir. İstifleyici OKB hastalarının tedaviye daha az cevap vermelerinin bir diğer sebebi de ciddi istifleyici bireylerin çalışmaya alınmış olmasıdır.

Bu durum ilaç tedavisine kötü cevap alınacağını gösteren bağımsız bir belirleyicidir.

Saxena ve arkadaşlarının (2007) yaptıkları ileriye dönük ve kantitatif bir çalışmada, kompulsif istifleyici (n=32) ile istifleyici olmayan (n=47) OKB hastalarına 12 hafta süreyle tek başına paroksetin tedavisi (ortalama doz, 41.6±12.8 mg/gün) uygulanmış ve istifleyici bireylerin, diğer OKB hastalarına benzer şekilde paroksetine yanıt verdikleri saptanmıştır. Tedavi sonunda istifleme belirtilerinin ve şiddetinin %25 oranında azaldığı bildirilmiştir. Aynı şekilde Y-BCOS’ta da %23 lük bir azalma elde edilmiştir. Buna benzer çalışmalar ile eldeki verilerin arttırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.   Hayvan çalışmalarında dopaminerjik sistemin istiflemede anahtar rol oynadığı bildirilmiştir (Stein ve ark.1999). Yakın zamanda yapılan bir çalışmada SSRI’lara dirençli istifleme belirtileri olan, simetri ve ritüel tekrarlama özelliği olan OKB hastalarına güçlendirme amaçlı atipik antipsikotik eklenmesinin uzun dönemdeki etkinliği gösterilmiştir (Matsunaga ve ark. 2008). Bu çalışma istifleme belirtileri olan OKB hastalarında antipsikotik ilaçların etkinliğini ön veri olarak sunuyor olsa da sonuçlar patolojik istiflemesi olan OKB hastaları için genelleştirilemez. 

Tedavide bilişsel davranışçı terapi (BDT) ile bireylerin istifleme davranışına zorlayıcı nedenleri anlamaları, karar alma becerilerini güçlendirme, nelerin atılabileceği ve ilişki becerilerini geliştirme üzerine çalışılmaktadır (Tolin ve ark. 2007).

Kompulsif istiflemenin BDT birbirine benzeyen ancak kısmen farklı iki hedef vardır. Bu hedeflerden ilki biriktirilen şeylerin önemli bir miktarından kurtulmak ve evi yaşanır hale getirmektir. Diğeri ise belli sayıda birikinti ile yaşanabilir alanı sürdürme becerilerini geliştirmektir (Tolin ve ark. 2007). 

OKB ile ilgili bilgi işleme kusurlarından biri bilginin yapılandırılması ve kategorizasyonuyla ilgili zorluktur (Reed 1985). İstifleme bozukluğu olan kişilerin kavramsallaştırmaları tıpkı OKB’li bireyler gibi daha karmaşıktır ve karar vermek için daha fazla bilgiye ihtiyaç duyarlar. Bu da kategorilerinin daha dar olmasına ve daha çok sayıda kategoriye sahip olmalarına yol açar (Reed 1969). Her bir nesne kendi kategorisinde tek ise, yerine başka bir şeyin konması mümkün olmayacak, bu da nesneyi atmayı zorlaştıracaktır. Sorun kategorize edememek değil çok fazla kategori oluşturulmasıdır. Tedavide buna müdahale edilmek istendiğinde nesneler;  “izlenecek”, “atılacak” ve “sonra incelenecek” olarak üç kategoriye ayrılır ve kategorizasyonun sayısı azaltılmaya çalışılır. 

Temel olarak geçtiğimiz yıllarda istifleme bozukluğu OKB’nin bir alt türü olarak kabul edildiğinde tedaviye dirençli olarak görülmüştür (Frost ve Steketee 2014). Ancak istifleme bozukluğuna özgül tedavi yaklaşımlarının protokollere eklenmesiyle daha olumlu sonuçlar elde edilmiştir (Muroff ve ark. 2011).

Bununla birlikte özellikle bilişsel yetilerinde bozulmalar olan yaşlı hastalarda anlamlı ancak etki faktörü düşük sonuçlar elde edilmiştir (Ayers ve ark. 2011). Yedi ile on iki ay süreyle hafif ile şiddetli belirtilere sahip 14 istifleme bozukluğu olan hastaya 26 seans BDT uygulamış ve çalışmayı tamamlayan 10 hastada terapi sonrası standardize edilmiş testlerde istifleme davranışlarında belirgin azalma olduğu bildirilmiştir.

Terapi uygulanan hastaların yarısında klinik global iyileşme değerlendirmelerinde çok düzelme ve da çok fazla düzelme olduğu bildirilmiştir. Gözleme göre hastaların tedaviye uyumlarının iyi olmadığı, ev ödevlerine uyum sağlamakta zorlandıkları ve bundan ötürü tedaviye cevabın arttırılması için bireysel motivasyon görüşmelerinin önemli ve gerekli olduğu vurgulanmaktadır (Miller ve Rollnick 2002).  Daha geniş örneklemli bir başka çalışmada revize edilmiş bireysel BDT uygulanan hastaların terapiden daha fazla yarar gördükleri ve hastaların yaklaşık %70’nin klinik global iyileşme değerlendirme ölçeklerinde %23-37 oranında düzelme olduğu bildirilmiştir (Steketee ve ark. 2010). Bu BDT modellerini grup tedavilerinde ve internet bağlantılı bireysel görüşmelere aktarılmaya çalışılmakta ve umut verici sonuçlar beklenmektedir.  Sonuç İstifleme önceleri bir belirti niteliğinde görülürken, OKB’den farklı klinik özellikler sergilemesi nedeniyle DSM-5’te OKB ile ilişkili bozukluklar başlığı altında yer almaktadır. Yeni bir tanı olmasına rağmen kompulsif istifleme ile ilgili fazlaca çalışma mevcuttur. Bu bozukluk %2-6 sıklıkta görülmektedir. Yapılan çalışmalarda her iki cinsiyeti eşit oranda etkilediği,  çoğunlukla ergenlik döneminde başlayıp 30-40’lı yaşlara doğru klinik seyrin şiddetlendiği ve tanının genellikle bu yaşlarda konulduğu, toplumsal ve mesleki işlevsellikte belirgin bozulmaya yol açtığı ve kronik seyirli olduğu belirtilmektedir.   İstifleme davranışının duygusal bağlanma problemleri, davranışsal kaçınma ve nesnelerin doğasıyla ilgili hatalı inançlarından kaynaklandığı belirtilmekte ve özellikle stresli ve travmatik yaşam olayları yaşayanlarda daha sık geliştiği belirtilmektedir. Bu bilgiler ışığında istifleme bozukluğunu istifleyememe (belli düzende eşyaları yığma) durumu olduğu görülür. Nörokognitif çalışmalarda ise sol lateral orbitofrontal korteks, parahippokampal girus ve ventromedial prefrontal kortekste aktivite artışı saptanmıştır. Duygudurum bozukluğu, anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve OKB spektrumunda yer alan diğer bozukluklarla birlikteliği yüksektir. Çoğunlukla durumlarına iç görüleri yoktur ve yakınlarının zorlamaları ile tedaviye başvururlar. Bu nedenle tedaviye uyumları oldukça düşüktür. Tedavide BDT ve SSRI’larla çalışmalar mevcut olmakla birlikte tedavi konusunda yapılan çalışmalar yeterli değildir.

Sağlıcakla ve daima sevgiyle, ilgiyle ve bilgiyle kalın.

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 10 Nisan 2017 Pazartesi


ANDROPOZ

$
0
0

Sevgili Mekâncılar 

 

Andropoz, “andro” yani erkek ve “pause” yani ara vermek kelimelerinin birleşiminden meydana gelen bu terim olup, erkekliğe ara vermek gibi düşünülse de aslında bu, gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır.

 

Andropoz, yaşlanan erkekte geç ortaya çıkan testosteron yetmezliğine verilen durumun adıdır. Erkeklerde 40’lı yaşlardan itibaren görülmeye başlasa da en çok 50’li yaşlarda testosteron seviyelerinde azalma olur.

 

Andropoz, testosteron üretiminde ve kanda bulunan testosteronun düşmesine bağlı ortaya çıkan belirtilerin görüldüğü genel psikolojik, biyolojik, fiziksel ve cinsel semptomlar kompleksidir.
 

 

Andropoz, engellenebilen bir durum değildir. Ancak, 50 yaşını geçen her erkekte de görülmez. Erkeklerin yüzde 20-30’unda ortaya çıkar. Andropozu engellemekten ziyade andropozun görülmesiyle tedaviye gitmek ve belirtileri ortaya koymak son derece önemlidir.
 

 

Andropoz teşhisinde erkeklik hormonu düzeyi, kan örneği alınarak ölçülür. Bu uygulamanın, sabah erken saatlerde (08.00 – 10.00) yapılması gerekir. Çünkü bu saatlerde, erkeklik hormonu en yoğun seviyede olur.

 

 

 

Ölçüm sonucunda testosteron düzeylerinde düşüklük varsa ve hastalığın semptomları görülürse, kişiye andropoz tanısı konulur ve testosteron hormon yerine konması tedavisine başlanır.
 

 

Andropoz şu belirtilerle ortaya çıkar:

 

Cinsel dürtünün azalması,

 

Daha az sertleşme olması,

 

Günlük hayat enerjisinde düşüş olması,

 

Güç ve dayanıklılığın azalması,

 

Boy kısalması,

 

Hayattan daha az zevk alınması,

 

Üzgün ve çökkün olunması,

 

Spor yeteneklerinin azalması,

 

Yemekten sonra uyuklama olması,

 

İş performansının düşmesi.

 

Aslında andropoz kadınlardaki kadar net teşhis konulan bir durum veya bozukluk değildir. Kendine iyi bakan, sağlığına dikkat eden erkeklerde ve “androjenik tip” dediğimiz çapkınlılarıyla nam salmış kişilerde bu bozukluk yaşanmaz.

 

Epey önce gördüğüm evli ve 47 yaşında ED ismindeki hastam yurtdışındaki bir ülkede TIR yüklenmesine nezaret ederken sertleşme sorunu yaşamıştı. Bana gelmeden önce özel bir cerrahi kliniğinde acı vermeyen papaverin enjeksiyonuyla ereksiyon (peniste sertleşme) sağlanmıştı. Aynı hekim yarı zamanlı çalıştığı hastanede bu ilacın acı verenini yaparak, hastaların özel muayenehanesine gelmesini sağlıyormuş. Bunu çok garipsemiştim ama meslekdaşımdır diye aleyhinde bir şey söylemedim.

 

MMPI ve Rorschach testlerinde, hormon düzeylerinde bir sorun yoktu. Çok nadiren priapizm (ağrılı ve durmak bilmeyen sertleşme) yapabileceğini; bunun için sabah sertleşmelerini kaydetmesini söyleyerek 200 mg Desyrel (trazodon) gece verdim ve üç haftada tamamen düzeldi.

 

Andropoz aslında testosteron hormonun düşüşüyle ilgili bir durumdur. Erkeklik hormonu testosteron, 40′lı yaşlardan itibaren düşmeye başlar  ve 50′li yaşlardan itibaren bu azalma daha belirgin hale gelmektedir. Testosteron düşüklüğü yaşayan erkeklerde cinsel istek ve ereksiyon kalitesi azalmaktadır. Konsantrasyon kaybı, yorgunluk, kızgınlık, depresyon, kas kitlesi ve gücünde düşüş, kemik yoğunluğunda azalma ve organ yağlanması gibi sorunlar meydana gelir.

 

Andropoz nasıl bir süreç sonunda ortaya çıkıyor?

 

Testosteron hormonu yumurtalıklarda ve böbreküstü bezlerinde üretilir. Yani esas üretim bölgeleri bu iki yerdir. Yaşın ilerlemesi ile beraber bu iki hormonun üretildiği hücrelerde sayıca azalma ve yumurtalığın kanlanma mekanizmasında bozulma meydana gelir.

 

Yani bu fabrikalarda üretim azalması olur. Ancak bu azalmanın bireyler arasında büyük farklılıklar gösterdiği unutulmamalıdır. Yıllarla ifade edebileceğimiz bir zaman aralığında meydana gelen bu azalmalar sonucu andropoz ortaya çıkar.

 

Andropoz Belirtileri nelerdir?

 

Andropozun en yaygın belirtileri kendini sağlıklı hissetmeme, adele ve eklem ağrıları, gece terlemeleri, uyku bozuklukları, sinirlilik hâli, kaygılı olma durumu, sürekli yorgunluk hissi, çökkün ruh hâli, güdülenme güçlüğü. Sakal çıkmasında azalma, penisin sertleşmesinde azalma, sabah ereksiyonlarının sıklığında azalma, libido veya cinsel aktivite azalmasıdır. Andropoz belirtileri mutlaka ciddiye alınmalıdır.

 

Andropoz döneminde erkeğin cinsel hayatı nasıl etkileniyor?

 

Erkeklerin korkulu rüyası andropoz ile görülen semen (meni) üretiminde düşüklük ve cinsel istekte azalma, yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan hormon düşüklüğünün bir bakıma belirtilerindendir. Ayrıca uyku ve sabah erken ereksiyonları sayı ve sertlik bakımından zayıflar.

 

Ancak her şey bitecek diye bir şey asla söz konusu değildir. Şöyle de diyebiliriz: Motor tekler! Ama illaki yolda bırakmaz. Tabii ilk belirtilerin görüldüğü anda bir üroloji uzmanına danışarak gerekli kontrolleri yaptırmak iyi olur. Psikiyatrlar kendi üstlerine düşeni yaparak eşgüdümlü bir şekilde çalışırlar.

 

Andropozun erkeğe olan etkileri nelerdir?

 

Psikolojik yönden konsantrasyon güçlüğü sinirlilik, kaygı, depresif ruh hâli, kronik yorgunluk hissi ve güdülenme azalma görülebilir. Hafızayı da olumsuz etkilediğinden unutkanlık sorunları baş gösterebilir. Aynı şekilde kişide zihinsel sorunlar var ise andropoz ile bu durum tetiklenebilir.

 

Bedensel yönden hâlsizlik, uyku ihtiyacında artış, adele ve eklem ağrıları beraberinde ise ateş basmaları gibi şikâyetler oluşur.

 

Cinsel yönden; erkeklik hormonundaki düşüş ile cinsel isteksizlik ve beraberinde ereksiyon sorunlarında da artış olur. Yine ileri yaş ile birlikte erkeklerde de osteoporoz yani kemik erimesi de andropoz ile ortaya çıkar.

 

Andropoz teşhisi nasıl konmaktadır?

 

Öncelikle andropozda teşhis aşaması çok önemlidir. Andropoz belirtisi sayılabilecek şikâyetleri olan erkeklerde teşhis için belirtilere dayanan değişik skalalar mevcut. Erkeğin şikâyetleri bunlarla karşılaştırılır. Değişik zamanlarda bir kaç kez alınacak kan tahlili ile kandaki testosteron seviyesine bakılır.

 

Hastaya şikâyetleri doğrultusunda üroloji uzmanının fiziksel muayenesi ile testislerde küçülme ve kıvamdaki yumuşaklık, aynı şekilde peniste küçülme, bunların dışında adale kitlesinde azalma gibi bulgular sayesinde andropoz teşhisi konulur.

 

Andropoz yaşı kaçtır?

 

Erkeklerde andropoz yaşı  kişiye göre farklılık gösterir ve durumunun hangi yaşlarda ortaya çıkacağı her kişi için farklıdır. Bazı erkeklerde 50'li yaşlardan sonra bazılarında ise 80'li yaşlar ile birlikte andropoz belirtileri görülebilir.

 

Andropoz, erkeğin kaçınılmaz sonu değildir, her erkekte ortaya çıkan bir durum da değildir. Her hastada andropoz belirtileri görülmediği için tedaviye de gerek olmayabilir.

 

Eskiden böyle hastalarda kalçadan depo erkeklik hormonu ilaçları yazardık ama kanser riskini arttırdığı için bunu yapmıyoruz.

 

Bu arada, geçen hafta Sevgili Ağabeyim ve Hocamız Erdal Işık Kratos Oteli’nde çok güzel bir kongre düzenlemişlerdi. Ben Bipolar Bozukluk’ta antiepileptiklerin kullanımını anlattım. Eski karımı, kayınpederimi ve kızımı görmek de işin ikramiyesiydi.

 

Kumarhaneye hiç uğramadık. Her taraftaki askerî araçlar içimizi burktu. “Nereye gidiyoruz” diye içinden soran çoktu…

 

Prof. Dr. Selçuk Kırlı memleketimizin dirliği ve düzenliğinin kimse tarafından bozulamayacağını anlattık.

 

Hepinize sağlık, afiyet ve mutluluk diliyorum.

 

“Kadın, eskittiği erkeği sever”…

 

Sağlık, dirlik, millî bütünlük, dayanışma ve küskünlüklerin rafa kaldırıldığı huzur dolu günler diliyorum.

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 12 Nisan 2017 Çarşamba

FİBROMİYALJİ TEDAVİSİ

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

Eskiden Histeri başlığında toplanan başka bir hastalıktan da bugün bahsetmek istiyorum.

Fibromiyalji yani yaygın kas-iskelet ağrıları, yorgunluk, dinlendirici olmayan uyku, ishal, karında kramplar, sabah sertliği- tutukluğu gibi yakınmalarla seyreden bir hastalıktır. Bunların süresi 30 dakikayı aşarsa ciddiye alınmalıdır

Sebebi hâlâ bilinmiyor. Kronik bir ağrı sendromudur. Görülme sıklığıyla ilgili yapılan çalışmalarda farklı oranlar bildiriliyor ama kadınların %3.5’ini ve erkeklerin %0.5’ini etkilediğini söylemek mümkün.

fibromiyalji tetik noktaları ile ilgili görsel sonucu

 

Türkiye ile ilgili net rakamlar yok; önceden belirlenmiş 11 noktadan 8 veya dokuzuna bastırıldığında bu teşhis kolayca konur; çünkü hastanın canı acır.  

Ancak uzmanların gözlemi, bu oranın daha yüksek olduğu yönünde.

Pratisyen hekimlere başvuran hastaların %6’sını, fizik tedavi ve rehabilitasyon ile romatoloji polikliniklerine başvuran hastaların yüzde 30’a yakınını fibromiyalji hastaları oluşturuyor.

Fibromiyalji kendini nasıl gösterir?

Fibromiyalji hastaları genellikle boyun ve sırt bölgesinde yaygın ağrılar, sabah kalktığında dinlenmiş uyanamama (dinlendirici olmayan uyku) ve yorgunluktan şikâyet ederler.

Ağrı genellikle boyun ve sırt bölgesinde yoğunlaşsa da bel, kollar ve bacaklarda da olabilir.

Ağrı keskin olmaktan çok yaygın, sızlama veya yanma şeklindedir. A Delta sinir liflerince taşınan ağrıya birinci ağrı (ağrının yerini belirtir), multimodal C lifleriyle taşınanına ise ikinci ağrı denir (yer belirtmez ama sızlama ve huzursuzluk verir.

Hastanın yakınmaları psikolojik gerginlik, fiziksel yorgunluk, soğuk hava, uykusuzluk gibi durumlarda şiddetlenir.

Başka sorunlardan ayıran başlıca özellikleri nelerdir?

Fibromiyalji ağrı, yorgunluk, iğnelenme-karıncalanma ve benzeri gibi pek çok farklı sistemi ilgilendiren şikâyetlerle ile seyrettiği için teşhis konması aşamasında benzer şikâyetlerle seyreden hastalıklardan ayrımı çok titizlikle yapılmalıdır.

Özellikle ayırım yapılması gereken hastalıkların başında Kronik Yorgunluk Sendromu gelir.

Hipotirodi (tiroid bezinin az çalışması) de yorgunluk, adale ağrıları yapan bir hastalıktır.

Ancak iyi bir anamnez alınarak ve yapılan tiroid fonksiyon testleri ile kolaylıkla teşhisi konabilir.

Kimlerde daha sık görülür?

Stres ve depresyon gibi psikolojik etkenlerden söz etmek mümkün mü?

Hastaların yüzde 85’den fazlası kadındır. Sıklıkla 30-50 yaş arasında görülür. Ayrıca düşük sosyoekonomik düzeyde görülme sıklığını artar.

Stres ve depresyon ile fibromiyalji arasında yakın bir ilişki olduğu belirgindir.

Yapılan çalışmalarda fibromiyalji hastalarının %50’den fazlasının Majör Depresyon geçirmiş veya geçirmekte olduğu tespit edilmiştir.

Ayrıca psikolojik stres, yakınmaları şiddetlendiren önemli bir faktördür. Ancak buradan fibromiyaljinin psikolojik kökenli bir sendrom olduğu anlamı çıkarılmamalıdır.

Bir fibromiyalji hastasına yapılabilecek en yanlış yaklaşım olayı tamamen psikolojik bir sorun olarak anlatıp “senin bir şeyin yok şeklinde” bir açıklama sunmaktır.

Cinsiyet, yaş ve meslek gibi etkenlerin rolü nedir? Kimler risk grubundadır?

Kadınlar erkeklere göre 9 kat fazla etkileniyor. Düşük eğitim ve gelir düzeyi de önemli oranda riski arttırıyor.

Fibromiyalji teşhisi konanlara tavsiyeleriniz nelerdir?

Fibromiyalji gerçek ve objektif bir hastalıktır.

Şikâyetler hastanın kafasından uydurduğu veya psikolojik dengesizliklerinin yarattığı şeyler değildir. Hayatı tehdit eden bir hastalık değildir ancak hayat kalitesini bozmaktadır.

Hastalar hastalıklarını iyi tanımalıdır. Şikâyetlerini arttıran sebepler tespit etmelidir. Bunları kontrol altına almaya yönelik çaba göstermelidirler. İlaç ve ilaç dışı tedavilerinin planlaması konusunda da mutlaka hekimlerden yardım almalılar.

Eskiden böyle hastalara Parafon (500 mg parasetamol ve adele gevşetici) gibi ağrı kesiciler ve Lyrica (pregabalin) gibi ağrıya da, duygudurum bozukluklarına da iyi gelen ilaçların yanı sıra, amitriptilin (Laroxly 10 ila 150 mg) gibi ilaçlar verilirdi.

Hâlbuki artık girişimci yöntemler (lokal anestetikle yapılan periferik sinir blokları) ve asetilsalisilik asid (Aspirin) benzeri NSA’lar (steroid olmayan ağrı kesiciler) çok faydalı oluyor.

Fibromiyalji (FM), yaygın kas iskelet sistemi ağrısı, uyku bozukluğu ve yorgunluğun çoğu kez birlikte bulunduğu kronik bir ağrı...

Fibromiyalji nedir?

Yaygın kas iskelet sistemi ağrısı, uyku bozukluğu ve yorgunluğun çoğu kez birlikte bulunduğu kronik bir ağrı sendromudur. Fibromiyaljili kişilerde irritabl barsak sendromu, kronik baş ağrısı, depresyon, anksiyete, huzursuz bacak sendromu, temporomandibular eklem işlevi bozukluğu, kronik yorgunluk sendromu ve irritabl mesane sendromu gibi bazı semptom veya sendromlara sık rastlanmaktadır.

Genel polikliniklere başvuruların %5–6’sını, romatoloji polikliniklerine yeni başvuranların %10-20’sini fibromiyaljili hastalar oluşturmaktadır.

Fibromiyalji belirtileri ve tipik özellikleri

Hafıza problemleri, düşünce bozuklukları,

Ellerde ve ayaklarda uyuşukluk ve karıncalanmalar,

Çarpıntı

Azalmış egzersiz toleransı

Bağırsak şikâyetleri (gaz, kabızlık, ishal)

Üzgün veya depresif duygudurum

Hipertansiyon (145/95 mm Cıva veya üstü) veya migren baş ağrısı

Gün boyunca yorgunluk hissi

Dinlenemeden uyanmış olma hissi (sürekli uykudan uyanma)

Nosiseptif (ağrı doğurucu) uyarılar sebebiyle, ağrının azaltılması ile hissedilen genel hassasiyet.

Çeşitli organları kapsayan psikosomatik semptomlar (hassas bağırsak sendromu, sık sık işeme, kardiyak semptomları, jinekolojik sorunlar)

Nörolojik sorunlar (vücutta uyuşma görülme, sinirli ve iğneleyici olma, gergin olma hâli, baş ağrısı)

Ruhsal rahatsızlıklar (depresyon, anksiyete, ağır depresyon ise nadir görülmektedir.)

Bilişsel sorunlar (konsantrasyon bozukluğu, yeni şeyler öğrenme güçsüzlüğü)

Kişiye göre değişen ödem hassasiyeti,

Hastaların % 30-50’si eklem hipermobilitesine sahiptir (kolları bacakları her yöne kolayca oynar ve Ehler Dannos Sendrmuyla karıştırılabilir.

Vücudun üst kısmı ile sınırlı olan kızarma eğilimi (eritema fugaks) ve diğer taraftan soğuk ekstremiteler bu hastalarda yüksek oranda görülmektedir.

Semptomlar dış faktörler (hava değişiklikleri, çeşitli rahatsızlıklar) ve iç faktörlere (stres faktörü) bağlı olarak değişmektedir.

Fibromiyalji ayrı bir hastalık oluşumu değildir ancak belirti ve bulguların bir birleşimidir.

Fibromiyalji hastaları sürekli olarak strese ağrı hissinin iletim sistemlerini bozacak istisnai bir şekilde reaksiyon gösterirler

Fibromiyaljiyle, bu hastalıkları karıştırmayın

Bel ve boyun ağrıları

Kronik yorgunluk sendromu

Depresyon

Hipotiroidi

Uyku bozuklukları

Fibromiyaljide tedavi

Her hastanın ayrı ayrı ele alınıp tedavi programının hastaya özel düzenlenmesi gerek. Hastaların uzun süre ilaç kullanımına sığınmaması gerekir. “Özellikle psikiyatrik ilaçlardan fayda görebileceğini düşünen kişiler uzun süre bu ilaçları kullanıyor. Tabii bu da daha sonra bağımlılık yapıyor” diye söylemlere kanmayın. Hiçbir antidepresan bağımlılık yapmaz.

Ancak Benzodiazepin grubu ilaçlardan kısa etkili olanları buna sebep olabilir (Ativan: Lorazepam) veya Xanax (alprazolam: bir benzodiyazepin türevi) kısa sure verilirse bağımlılık yapar.

Sonuçta fibromiyalji tedavi edilmemiş oluyor. Psikiyatrik ilaçların ancak eşlik eden bir psikolojik bozukluk varsa kullanılmasını tavsiye ediyoruz dendiğinde daha gerçekçi olur.

Ağrı kesicilerin kullanımında da (parasetamol gibi) böbrek, mide ve tansiyon problemleri gibi yan etkiler ortaya çıkabilmektedir.

Fibromiyalji hastalığının tedavisinde en önemli prensibin hasta-hekim işbirliğidir. Öncelikle hastayı hastalığı hakkında bilgilendirmek, hastalıktan korunma yollarını öğretmek çok önemlidir.

Tedavi, değişik bulguların olması sebebiyle hastaya özel düzenlenir. Hekim tarafından belirlenen PRP uygulamaları, fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri, egzersiz programı fibromiyalji tedavisinde en önemli yeri tutmaktadır.

Son zamanlarda yapılan bilimsel çalışma sonuçlarını paylaşarak, PRP yöntemi ile fibromiyalji hastalığında asıl sebep olan fibrozitleri (ağrılı adale düğümleri) yok etmenin mümkün olduğu bilgisini veriyor.

Fibromiyaljili kişinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek, fibrozitleri çözerek tedavi artık mümkündür.

PRP yönteminde, sertleşen adale düğümcükleri içine, kişiden alınan kanın işleme tabi tutularak, trombosit (kandaki çekirdeksiz hücreler) dediğimiz kısmının verilmesiyle, doku içindeki sertleşmeler azalmakta ve fibrozitin düzelmesiyle ağrı ve kas spazmı oluşturan faktörlerin de salıverilmesi durmaktadır.

Adele spazmının ortadan kalkmasıyla, vücutta kas spazmına bağlı olarak oluşan belirtiler de genellikle ortadan kalkmaktadır.

Elle uygulanan şiropraksi gibi terapi yöntemleriyle de adale uzunluğu arttırılmakta ve sonrasında hastaya özgü verilen egzersizler ve önerilerle fibromiyalji hastalığını hasta unutmaktadır. Yani bir nevi ağrı hafızası kaybı elde edilir. Akupunktur ve hipnoz da çok işe yarar ama naltrekson verildiğinde (vücudun kendi imal ettiği bir ağrı kesici – bağımlılık önleyici madde) akupunkturun etkisi ortadan kalkar; derin hipnozda ise haftalarca sürebilir.

Fibromiyalji tedavisinde tedavi seçenekleri

Fibromiyaljinin tedavisinde, Fizik Tedavinin ve ilaç tedavisinin çok önemli yeri bulunuyor. Fizik Tedavi uygulamalarından örnekler:

Elektroterapi Uygulamaları (TENS: Trans Kütanöz Sinir Uyarımı, Ultrasonografi Tedavisi, Enterfrensiyel Akımlar, Biofeedback, Hvgs), Sıcaklık Ajanları, Doku Masajı, Klasik Masaj, Germe Gevşeme Eğitimleri, Bölgesel Enjeksiyonlar, Ozon Tedavisi, Prp (Trombositten Zengin Plazma), Nöral terapi, Proloterapi, Manipülasyon ve benzeri gibi yöntemler etkili olur.

Fibromiyalji (FM), yaygın kas iskelet sistemi ağrısı, uyku bozukluğu ve yorgunluğun çoğu kez birlikte bulunduğu kronik bir ağrı sendromudur...

Fibromiyalji nedir?

Fibromiyalji (FM), yaygın kas iskelet sistemi ağrısı, uyku bozukluğu ve yorgunluğun çoğu kez birlikte bulunduğu kronik bir ağrı sendromudur.

Fibromiyaljili kişilerde irritabl barsak sendromu, kronik baş ağrısı, depresyon, anksiyete, huzursuz bacak sendromu, temporomandibular disfonksiyon, kronik yorgunluk sendromu ve irritabl mesane sendromu gibi bazı semptom veya sendromlara sık rastlanmaktadır.

Genel polikliniklere başvuruların %5–6’sını, romatoloji polikliniklerine yeni başvuranların %10-20 sini fibromiyaljili hastalar oluşturmaktadır.

Fibromiyalji belirtileri ve tipik özellikleri

Hafıza problemleri,düşünce bozuklukları

Ellerde ve ayaklarda uyuşukluk ve karıncalanmalar,

Çarpıntı

Azalmış egzersiz toleransı

Barsak şikâyetleri (gaz, kabızlık,ishal)

Üzgün veya depressif duygudurum

Tansiyon veya migren Baş Ağrısı

Gün boyunca yorgunluk hissi (fatik)

Dinlenemeden uyanmış olma hissi (sürekli uykudan uyanma)

Noniseptif uyarılar nedeniyle, ağrının azaltılması ile hissedilen genel hassasiyet,

Çeşitli organları kapsayan psikosomatik semptomlar (hassas bağırsak sendromu, sık sık işeme, kardiyak semptomları, jinekolojik sorunlar)

Nörolojik sorunlar (vücutta uyuşma görülme, sinirli ve iğneleyici olma, gergin olma hali, baş ağrısı)

Ruhsal rahatsızlıklar (depresyon, anksiyete, ağır depresyon ise nadir görülmektedir.)

Bilişsel sorunlar (konsantrasyon bozukluğu, yeni şeyler öğrenme güçsüzlüğü)

Kişiye göre değişen ödem hassasiyeti

Hastaların % 30-50'si eklem hipermobilitesine sahiptir.

Vücudun üst kısmı ile sınırlı olan kızarma eğilimi (eritema fugaks) ve diğer taraftan soğuk ekstremiteler bu hastalarda yüksek oranda görülmektedir.

Semptomlar dış faktörler (hava değişiklikleri, çeşitli rahatsızlıklar) ve iç faktörlere (stres faktörü) bağlı olarak değişmektedir.

Fibromiyalji ayrı bir hastalık oluşumu değildir ancak belirti ve bulguların bir kombinasyonudur.

Fibromiyalji hastaları sürekli olarak strese ağrı hissinin iletim sistemlerini bozacak istisnai bir şekilde reaksiyon gösterirler

Fibromiyaljiyle, bu hastalıkları karıştırmayın

Bel ve boyun ağrıları

Kronik yorgunluk sendromu

Depresyon

Hipotiroidi

Uyku bozuklukları

Fibromiyaljide tedavi

Her hastanın ayrı ayrı ele alınıp tedavi programının hastaya özel düzenlenmesi gerek. Hastaların uzun süre ilaç kullanımına sığınmaması gerektiğini vurgulamak gerekir. "Özellikle psikiyatrik ilaçlardan fayda görebileceğini düşünen kişiler uzun süre bu ilaçları kullanıyor. Tabii bu da daha sonra bağımlılık yapıyor. Sonuçta fibromiyalji tedavi edilmemiş oluyor. Biz psikiyatrik ilaçların ancak eşlik eden bir psikolojik bozukluk varsa(!) kullanılmasını tavsiye ediyoruz. Ağrı kesicilerin kullanımında da böbrek, mide ve tansiyon problemleri gibi yan etkiler ortaya çıkabilmektedir.

 

Hiçbir antidepresan bağımlılık yapmaz ama mesela Efexor ve eşdeğerlerinde kesilme sendromu çok görülür. Bu da hidroksizin (Atarax), çok ender olarak uzun etkili Diazem gibi uzun etkili benzodiyazepinlerler bunlara engel olur ama yeşil reçeteye tabidir.

Fibromiyalji hastalığının tedavisinde en önemli prensibin hasta-hekim işbirliğidir. Öncelikle hastayı hastalığı hakkında bilgilendirmek, hastalıktan korunma yollarını öğretmek çok önemlidir.

Tedavi, değişik bulguların olması nedeniyle hastaya özel düzenlenir. Hekim tarafından belirlenen PRP uygulamaları, fizik tedavi ve rehabilitasyon yöntemleri, egzersiz programı fibromiyalji tedavisinde en önemli yeri tutmaktadır.

Son zamanlarda yapılan bilimsel çalışma sonuçlarını paylaşarak, PRP (Plateletten yani trombositten Zengin Plazma) yöntemi ile fibromiyalji hastalığında asıl sebep olan fibrozitleri (ağrılı kas düğümleri) ortadan kaldırmanın mümkün olduğu bilgisini veriyor.

Fibromiyaljili kişinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek, fibrozitleri çözerek tedavi artık mümkündür. PRP yönteminde, sertleşen kas düğümcükleri içine, kişiden alınan kanın işleme tabi tutularak, trombosit dediğimiz kısmının verilmesiyle, doku içindeki sertleşmeler yok olmakta ve fibrozitin kaybolmasıyla ağrı ve kas spazmı oluşturan faktörlerin de salıverilmesi durmaktadır.

Adale spazmının yok olmasıyla, vücutta spazma bağlı olarak oluşan belirtiler de yok olmaktadır. Uygulanan manuel terapi yöntemleriyle de kas uzunluğu arttırılmakta ve sonrasında hastaya özgü verilen egzersizler ve önerilerle fibromiyalji hastalığını hasta unutmaktadır.

Fibromiyalji tedavisinde tedavi seçenekleri

Fibromiyalji'nin tedavisinde, Fizik Tedavi'nin ve ilaç tedavisinin çok önemli yeri bulunuyor. Fizik Tedavi uygulamalarından örnekler:

Elektroterapi Uygulamaları (Tens, Ultrasonografi Tedavisi, Enterfrensiyel Akımlar, Biofeedback, Hvgs),

Sıcaklık Ajanları,

Doku Masajı,

Klasik Masaj,

Germe Gevşeme Eğitimleri

Bölgesel kısa etkili anestetik madde enjeksiyonları,

Ozon Tedavisi,

Prp (Trombositten Zengin Plazma),

Nöralterapi,

Proloterapi,

Manipülasyon vb gibi işe yarayabilmektedir.

Herkese sevgi, sağlık, dayanışma ve bütünleşmeyle dolu günler diliyorum.

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 17 Nisan 2017 Pazartesi

ZEKİ MÜREN

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

Sizlere çok özel bir insanın hayatını anlatmak istiyorum.

Zeki Müren (6 Aralık 1931– 24 Eylül 1996), Türk şarkıcı, besteci, söz yazarı, oyuncu ve şair. “Sanat Güneşi” ve “Paşa”olarak anılan sanatçıydı. Klasik Türk musikinin en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilir.

Sanata olan katkılarından dolayı 1991 yılında devlet sanatçısı unvanıyla ödüllendirilmiş, Türkiye'de verilmeye başlanan Altın Plak ödülünün de ilk sahibi olan sanatçı müzik hayatı boyunca altı yüzü aşkın plak ve kaset doldurmuş üç yüzü aşkın şarkı bestelemiştir.

Çocukluğu ve eğitimi

Bursa’nın Hisar semtinde, Ortapazar Caddesi'ndeki 30 numaralı ahşap evde Kaya ve Hayriye Müren çiftinin tek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.

Ailesi Üsküp’ten Bursa’ya taşınmıştı göç etmişti. Babası kereste tüccarıydı. Ufak tefek ve çelimsiz bir çocuktu. 11 yaşında Bursa’da sünnet oldu.

İlkokulu Bursa Osmangazi İlkokulunda (sonradan Tophane İlkokulu ve Alkıncı İlkokulu) okudu. Henüz ilkokuldayken yeteneği öğretmenleri tarafından keşfedildi ve müzikli okul müsamerelerinde başrolleri oynamaya başladı.

 

 

Hayatındaki ilk rolü, bu müsamerelerden birindeki çoban rolüdür.

Ortaokulu yine Bursa'da, Tahtakale’deki ikinci ortaokulda tamamladı. Ortaokulu bitirdikten sonra babasına İstanbul’a gitme arzusunda olduğunu açıkladı ve onun da onayıyla İstanbul Boğaziçi Lisesine yazıldı. Bu okulu birincilikle bitirdi.

Olgunluk imtihanlarını pekiyi dereceyle verip İstanbul Devlet Güzel Sanatlar (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi’ne) girdi.

Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen atölyesinden mezun oldu. Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından başlayarak pek çok kere sergiledi.

Müzik Kariyeri

 

19 Kasım 1953 tarihinde Zeki Müren’in ilk konserini verdiği Atatürk Bulvarı bitişiğindeki Büyük Sinema’da icra etti eserleri.

Zeki Müren, Bursa’da tamburi İzzet Gerçeker'den aldığı solfej ve usul dersleriyle musiki bilgileri öğrenmeye başladı. 1949'da, Boğaziçi Lisesi’nde okurken sinema ve yazar Arşanir Alyanak’ın babası Agopos Efendi ile ve bir başka hocası Udi Krikor’dan aldığı derslerle de musiki eğitimini sürdürdü.

Daha sonra fasıl musikisini iyi bilen ve geniş bir repertuarı olan Şerif İçli çeşitli eserler meşk etti; Refik Fersan’dan, Sadi Işılay’dan ve faydalandı.

1950 yılında henüz üniversite öğrencisiyken TRT açtığı ve 186 adayın katıldığı solist sınavını birincilikle kazandı.

1 Ocak 1951’de, İstanbul Radyosunda canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi. Bu konserde kendisine eşlik eden saz ekibi Hakkı Derman, Serif İçli, Şükrü Tunar, Refik Fersan ve Necdet Gezen’den oluşuyordu.

Konserden sonra Hamiyet Yüceses stüdyoyu arayarak kendisini tebrik etti. O yıllarda TRT Ankara Anadolu’da en çok dinlenen radyo idi ve İstanbul Radyosu Anadolu’dan net olarak dinlenemiyordu.

Aynı hafta klarnet sanatçısı Şükrü Müren'i Yeşilköy’deki kendisine ait plak fabrikasına götürerek yine kendi eseri olan “Muhabbet Kuşu” şarkısını plağa doldurttu. Bu plak sayesinde bütün Anadolu'da tanındı.

Zeki Müren, bu başarılı ilk konserden ve plak çalışmasından sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak eserler seslendirmeye başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi.

İlk sahne konserini 26 Mayıs 1955 tarihinde verdi. Genellikle kendi tasarladığı sahne kıyafetlerini giyiyordu.

Saz heyetine tek tip kıyafet giydirmek ve T podyum kullanmak gibi çeşitli yenilikler getirdi.

Maksim Gazinosu sahnelerinde aralıksız 11 sene Behiye Aksoy ile dönüşümlü olarak sahne aldı. 1976'da Londra’daki Royal Albert Hall’da konser vererek bu mekânda sahne alan ilk Türk sanatçı oldu.

600’ü aşkın plak ve kaset doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şüktü Tunar’ın “Bir Muhabbet Kuşu” güfteli şarkısıdır.

1955'te “Manolyam” adlı şarkısıyla Türkiye'de ilk defa verilen Altın Plak ödülünü kazandı. 1991 yılında Devlet Sanatçısı seçildi.

300 dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği “Zehretme hayatı bana cânânım” mısrasıyla başlayan acemkürdi  şarkı bestelediği ilk şarkıdır.

"Şimdi Uzaklardasın" (suzinâk), "Manolyam" (kürdilihicazkâr), "Bir Demet Yasemen", "Gözlerimin içine başka hayal girmesin (nihavend) güfteli, "Elbet bir gün buluşacağız” " gibi şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır.

Zeki Müren bu şarkıları plaklara da okumuştur.

Oyunculuk kariyeri

Zeki Müren 1954’te Beklenen Şarkı isimli filmde sinema oyunculuğuna başladı. Büyük bir ticarî başarı kazanan bu filmden sonra, şarkılarının çoğunu kendisinin bestelediği 18 filmde daha oynadı. 1965'te de Arena Tiyatrosunca sahneye koyulan Çay ve Sempati adlı oyunda başrolü oynadı.

Zeki Müren, başarılı yorumculuk ve oyunculuk kariyerlerinin yanı sıra yüksek eğitimini aldığı desen tasarımına da devam etti. Sahne kıyafetlerinin pek çoğunu kendisi tasarladı.

Resimle de iştigal eden Müren öğrencilik yıllarından itibaren gerek desenlerini, gerekse resimlerini pek çok ilde sergiledi. Apartman topuklu kıyafetlerini hep kendi tasarlamıştı.

1965 yılında 100’e yakın şiirinin yer aldığı Bıldırcın Yağmuru adlı şiir kitabını çıkardı.

Bu kitabında yer alan şiirlerinden bazıları Pembe YağmurlarBursa Sokağıİkinci Sadık DostÇim MakasıSon KavgaBu Bestecikler SanaAlınyazımKazancı Yokuşu ve Kendimi Arıyorum'dur.

Hayatı boyunca hiç evlenmedi. 1950'lerin Türkiye'sinde alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı. Mesleğe başladığı ilk yıllarda daha sıradan kıyafetler ve saç stilleri taşımasına rağmen ileriki yıllarda kadınsı kıyafetler, saç modelleri ve makyajı ile sahnelerde yer aldı.

Kendisi hiçbir zaman cinsel yönelimi ile ilgili bir açıklama ve zaman zaman adı kadınlarla anıldı ancak genel kanaat eşcinsel olduğu yönünde idi. Sadece bir kadınla beraber olabilmiştir.

Kurallı ve ağdalı bir Türkçe konuşmaya özen göstermesi ile bilinir. “Müziğin Paşası" olarak anılması, 1969’da Aspendos’taki konserinden sonra ilk defa Antalya halkının kendisi için kullanmasıyla başlamıştır.

Kendisi, bu şekilde anılmaktan memnun olmakla birlikte neden uygun görüldüğünü bilmediğini açıklamıştır.

Askerliğini 1957-1958 yıllarında yedek subay olarak Ankara Piyade Okulu (6 ay), İstanbul Harbiye Temsil Bürosu (6 ay) ve Çankırı’da (3 ay) yaptı. 

Zeki Müren’in Karagöz sanatçısı Hayali Saf Deri, Metin Özlen tarafından hazırlanan kuklası doğum yeri olan Bursa'da sahne aldı.

Doğum günü olan 6 Aralık tarihi ise, Onur Akay’ın TRT Müzik ekranlarından yaptığı teklifle 2012 yılından bu yana Türk Sanat Müziği Günü olarak kutlanmaktadır.

 

Rahatsızlığı ve vefatı

 

Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı nedeniyle hayatının özellikle son altı senesinde sahne hayatından ve medyadan uzaklaştı. 

Bodrum’daki evinde inzivaya çekildi. Bu dönemi "kendini dinlemek" olarak tarif eder. 24 Eylül 1996 günü, TRT İzmir Televizyonunda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.

Cenazesi büyük bir halk kalabalığının katıldığı büyük bir törenle kaldırıldı. Mezarı, doğum yeri olan Bursa’da Emirsultan Mezarlığı'ndadır. Vasiyetinde bütün mal varlığını Türk Eğitim Vakfı ve Mehmetçik vakfına bıraktı.

TEV ve Mehmetçik Vakfı, 2002 yılında Bursa’da da Zeki Müren Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi'ni yaptırdı. TEV Bursa Şube Başkanı Mehmet Çalışkan 24 Eylül 2016 tarihinde yaptığı bir açıklamada vakfın Zeki Müren Burs Fonu'ndan 20 yılda 2.631 öğrencinin faydalandığını belirtti.

Ölümünün ardından sanatçının Bodrum’da son yıllarını yaşadığı evi Kültür Bakanlığı’yla yapılan protokol ile Zeki Müren Sanat Müzesi’ne dönüştürüldü ve 8 Haziran 2000 tarihinde ziyarete açıldı.

Ben kendisini hep televizyondan seyrettim.

Bodrum’a yolunuz düşerse bu “paşa” unvanlı büyük sanatçının evini ziyaret edebilirsiniz.

Nevi şahsına münhasır bir erkekti. Sadece bir kadınla beraber olabilmişti, onu da tanıyanlar bilir.

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 19 Nisan 2017 Çarşamba

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

$
0
0

Sevgili Mekâncılar, 

Örnek olarak vereceğim vak’aların isimlerini tanınmamaları için değiştirdim ama hepsi gördüğüm hastalarımdır

Birçok insan zaman zaman çeşitli konularda evham, endişe ve takıntılara kapılabilir. Ancak çoğu kez günlük hayat içinde ortaya çıkan bu duygular ile baş edebilir ve sorunlarımızı hayatımızı etkileme noktasına varmadan çözüme ulaştırabiliriz.

okb beyin görüntüleme ile ilgili görsel sonucu

Takıntılı düşüncelerin günlük hayatımızı etkileyecek, günlük faaliyetimizi kısıtlayacak düzeye gelmesi durumunda Obsesif -Kompulsif Bozukluk (OKB) adı verilen bir psikiyatrik bir bozukluk akla gelmelidir.

OKB NEDİR?

OKB, obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon adı verilen tekrarlayıcı davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan bir ruhsal hastalıktır.

Obsesyon
 

Kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantık dışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani kaygıya neden olurlar. En çok kutsal değerlere sövme, kafasından geçen şeyleri belli sayılarda tekrarlama, evden çıkarken kapıyı üç kere kontrol etme gibi belirtiler vardır.

Garip ve acayip, büyüsel düşünceye kayan takıntı ve zorlayıcı olanlara, bir de Panik Bozukluğu eklenince, eskiden Psikasteni veya APOD (Anksiyete, Panik, Obsesyon; Depresyon) kompleksi denirdi. 

Kompulsiyon (Zorlantı)

Obsesyonların sebep olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak veya ortadan kaldırmak üzere yapılan tekrarlayıcı davranış ve zihinsel eylemlerdir. Bunlar gözlerini kapayınca hayalinde bir olayı canlandırma, takıntıyla yer değiştiren abartılı fikir veya imgeler şeklindedir

OKB NE KADAR SIKLIKTA GÖRÜLÜR?

OKB önceleri nadir olarak görülen bir hastalık olarak kabul edilmesine karşın son yıllarda yapılan araştırmalarda hiç de öyle olmadığı belirlenmiştir. Büyük toplum kesimlerinde yapılan araştırmalarda OKB’nin her 100 kişiden 2-3’ünde görüldüğü tespit edilmiştir.

OKB HANGİ YAŞLARDA BAŞLAR VE KİMLERDE DAHA SIK GÖRÜLÜR?

Genellikle ergenlik döneminde (16-19) ve 20-30’lu yaşlarda başlamasına karşın, okul öncesi çağdaki çocuklar dâhil herhangi bir yaşta görülebilir. Erkeklerde daha erken yaşlarda başlamasına karşın genel olarak kadınlarda daha sık görülmektedir. 

OKB BELİRTİLERİ NELERDİR?

Obsesyon ve kompulsiyonlar toplumdan topluma, kültürden kültüre değişiklik gösterebilir. Ülkemizde ve bütün dünyada toplumlarında en sık görülen obsesyon ve kompulsiyon türleri aşağıda örnekler verilerek sıralanmıştır.


Bulaşma Obsesyonu ve Temizlik Kompulsiyonu

Kişinin bedeninin ve giysilerinin kir, mikrop, toz gibi etkenler; kimyasal

maddeler, deterjanlar, zehirler ile idrar, gaita ve diğer beden salgıları ile

bulaşacağına ilişkin takıntıları ve bu takıntıların yarattığı sıkıntıyı gidermek

için yaptığı davranışlarıdır.

 

46 yaşında evli bir hasta (TA) etraf kokmasın diye oğlunun idrarını

biriktiriyordu. Kocası bir hiş hekimiydi (MA) ve karısı oğlunun idrarını ev

fena hâlde kokmasına rağmen dökemiyor ve etraftan temin ettiği bidonlara

dolduruyordu. Kendisine 150 mg klorimipramin (Anafranil) verip, Bilişsel

Davranışçı tedaviye başladıktan sonra 9 ayda %70, 24 ayda hedefe ulaşıp %90

düzeldi.

 

Bu bozuklukta bütün SSGİ (serotonin geri alıcı) ilaçlar verilebilir ama FDA

(Amerikan Psikiyatri Derneği) onayı olan tek ilaç hâlâ klorimipramin’dir.

OKB’de çıtayı tam düzelme değil, %80-90 iyileşme için koymak gerekir.

Böyle hastalarda, hele genç ve karaciğerleri hızlı metabolize edici

özellikteyse, mümkün olan yüksek dozlar verilmelidir. 80 mg/gün Paroksetin

verdiğim bir hastam bana “ilacım Seroxat, doktorum Doksat” dediğinde epey

gülmüştük.

 

Bu örneklerde kişilerin bedenlerine ve elbiselerine değişik maddelerin

bulaşacağı düşüncesi bulaşma obsesyonu, ortaya çıkan sıkıntıyı gidermek için

temizlik ve yıkanma davranışları yapmaları ise kompulsiyonu

oluşturmaktadır. 

Kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu

En sık görülen obsesyon ve kompulsiyonlardandır. Kişi gaz ocağı, kapı, kilit

gibi nesnelerin açık kalmış olabileceğinden, ütü vs. elektrikli aletlerin

fişlerinin prizde takılı kalmış olabileceğinden kuşku duyar (Kuşku obsesyonu)

ve emin olmak için tekrar tekrar kontrol etme ihtiyacı duyar (kontrol

kompulsiyonu). Bu kuşku ve kontroller hayatın birçok alanında kendini

gösterebilirler.

 

Başkalarına zarar vereceği, elinde olmadan saldırgan davranışlarda bulunacağı

şeklinde obsesyonlar da sıktır

Bazen hastalarda elinde olmadan başkalarına rahatsızlık veya zarar vereceği,

ağzından hoş karşılanmayacak nitelikte kelimeler kaçıracağı, yanındaki

insanlara elinde olmadan zarar vereceği şeklinde obsesyonlar olabilir.

Cinsel içerikli obsesyonlar

Zaman zaman OKB’li hastalarda kendine, yaşına, toplumdaki yerine hiç

yakıştıramadığı bir biçimde, cinsel içerikli obsesyonlar bulunur.

ZY isminde üniversite mezunu 32 yaşında bekâr bir kadın hanım hastam eve

girmeden önce hem her tararı beşer defa denetliyor, hem de yorgun argın işten

dönen annesini (60y) temizlik maddeleriyle çitileyerek eşikte temizliyordu.

Arada da "acting out" şeklinde annesine sinkaflı küfürler ediyordu. Bir gün

annesi “yeter yahu” diye bağırıp, kolundan tuttuğu gibi bana getirdi. İçgörüsü

de zayıf olduğu için sertralin (Selectra) 200 mg sabah gece 2 mg trifluoperazin

(Stilizan) kombinasyonu verdim. Tedaviye riayeti (compliance) ve bağlılığı

(adherence) iyiydi. Bu dozlarda arada bir seanslara BDT için gelmesini ve

ilaçlarını hiç kesmeden ömür boyu kullanması gerektiğini söyleyince biraz

üzüldüler ama tedavisi sürüyor.

 

Dinî içerikli obsesyonlar


Özellikle dinî inançları yoğun yaşayan toplum kesimlerinde sık görülen bir

obsesyon türüdür. Kişi kendini inanç ve görüşlerine tam karşıt bir biçimde ve

çok yoğun sıkıntı yaratacak şekilde dinî içerikli takıntılı düşünceleri

düşünmekten alıkoyamaz.

56 yaşında dul bir hanım hastamda simetromani vardı. Muayenehaneme

girdiğinde bütün yamuk duran tabloları ve masamın üzerindeki nesneleri

sıraya diziyordu. Allah’a ve benzeri şeylere sövmeden duramıyor, komşularına

saplayabileceği korkusuyla evdeki bıçakları ve şişleri raflarda gizliyordu. 

 

Simetri/düzen  obsesyon ve kompulsiyonları

Simetri ihtiyacı ve düzen takıntıları da sık görülen belirtilerdendir. Kişinin

bütün hayatında simetri ihtiyacı ve düzenlilik hâkimdir. Böyle kişilerin

çorapları, pantolonları hep aynı yöne doğru asılı durur.

42y dul erkek hasta (ZS) tek başına yaşadığı için ve çamaşır makinelerinin iyi

temizleyemediğini düşündüğü için her şeyini elleriyle yıkıyordu. Pephanthene

Plus elleri için, 450 mg Efexor (venlafaksin) de OKB’si için verdim.

Muayenehanede Yale Brown ölçeği kullanmadığım için klinik olarak %70

düzelme elde edince bu dozda kalmamızı ve kesmemelerini kendisine ve ailesine tembihledim. Tedavisi sürüyor.

 

Dokunma kompulsiyonları

Zaman zaman bazı OKB’li hastalar bazı davranışları yapmadan önce kendilerince önemsedikleri bir eşyaya dokunma ihtiyacı duyarlar.
 


Sayma kompulsiyonları

Bazı OKB’li hastalar herhangi bir günlük faaliyeti belirli bir sayıya kadar saymadan yaparsa işinin rast gitmeyeceğini düşünerek sayma davranışında bulunurlar.

 

46y evli kadın hasta (MA) mütedeyyindi ve günde 55 kere namaz kılıyor, sonra da abdestinin bozulduğunu düşünerek bir on beş kere daha kılıyordu. Bir süre sonra tamamen evine kapandı ve kendisinin Hz. Meryem olduğunu söyleyen sesler işitmeye başlardı. Klinik tablo şizo-obsesif sınırlara dayanınca Clopixol Decaonat 2 haftada bir kalçadan, biperiden (Akineton) Tablet 3x1 ağızdan başladım. Metabolik Sendromu (boy m2/kilo: 36) için bir dâhiliyeci arkadaşımla konsülte ettim. 300 mg Anafranil’e Topamax (topiramat) 25 mg 2x1 ekledim. Hem migren ağrıları tamamen geçti, hem de OKB’si 2 senede %90 düzeldi. Şimdilik iyi gidiyor. Ciddi kilo azalması başladı.

 

Biriktirme ve saklama  kompulsiyonları

 

Sık görülen kompulsiyon türüdür. Kişi “ileride gerekli olabilir” şeklinde bir

düşünce ile gerekli olmayacak eşyaları bile biriktirebilir / saklayabilir. 

26y bekâr erkek hasta, tek yaşıyor ve hiçbir şeyi atamıyordu. Sosyoekonomik

durumu çok iyi olmasına rağmen, evdeki eski taraklar, fanilalar, eşarplar

yüzünden eve hiç hanım da getiremiyordu. Kaygısı da yüksekti. 40 mg/gün

fluoksetin (Prozac) ve hidroksizin (Atarax) kombinasyonuyla 1.5 senede %80

düzeldi ve nişanlandı. Beni nikâh şahidi yapmak istedi. 
 

Batıl itikatlar, uğurlu, uğursuz sayılar ve renkler

Çoğu kişinin kültürel özelliklerinin bir parçası olarak bazı inanışları,

davranışları, uğurlu veya uğursuz saydığı sayı ve renkleri olabilir.  

Merdiven altından geçmemek, çocukların üstünden atlayıp geçmemek, evden sağ ayakla çıkmak, yatağın sol tarafından kalkmamak gibi.

Bu tür inanışlar günlük hayat faaliyetlerini engelleyecek veya günlük işlevlerimizi kısıtlayacak kadar sık ve yoğun ise o zaman hastalık düzeyinde değerlendirilebilir.

HER TAKINTILI DÜŞÜNCE VEYA DAVRANIŞ OKB MİDİR?

Yukarıdaki örnekleri okuduğunuzda aklınızdan “temiz, tertipli ve düzenli olmanın; güvenlik amacı ile kapıları, pencereleri kontrol etmenin ne zararı var, bunlar hastalık mı sayılmalı?” şeklinde düşünceler geçebilir. Elbette bu davranışları günlük hayatımızda yapıyoruz ve hastalık olarak sayılmamalıdır.

Ancak tıbbî açıdan bu şekildeki düşünce ve davranışların hastalık sayılabilmesi için günlük işlevlerimizi etkileyecek, kısıtlayacak, bozacak kadar şiddetli ve yoğun olmalıdır.

Mesela, bir ev kadınının temiz ve düzenli olması doğal olarak hastalık sayılmaz ama hemen her gün, günün her saatinde temizlik yapıyor, her gün çamaşır yıkıyor ve bu davranışları sebebi ile de çocuklarına onları sağlıklı bir biçimde yetiştirebilmek için yeterli zamanı ayıramıyorsa, hastalık olarak değerlendirilmelidir.

Bir kişinin otomobilinin camlarının kapalı, kapılarının kilitli olduğundan emin olması güvenlik nedeni ile garip karşılanmayabilir ama evinden tekrar tekrar çıkarak veya yolda geriye dönerek cam ve kapıları kontrol etmesi dikkat edilmesi gereken bir durumdur.

OKB’NİN SEBEPLERİ NELERDİR?

Herhangi bir kesinlik kazanmamasına karşın OKB’nin sebebi olarak birkaç varsayım üzerinde durulmaktadır.

Genetik nedenler

OKB’li hastaların anne-babalarında ve diğer birinci derece akrabalarında OKB’nin sık olarak görülmesi hastalığın genetik olabileceğini düşündürmektedir.

Beyin işlevlerinde bozulma ve serotonin

Beyin üzerinde yapılan araştırmalarda beynin bazı bölgelerinde ve özellikle de beyin içindeki sinirsel iletimde önemli rolü olan serotonin maddesinin işlevlerinde bozukluk saptanması bunların OKB’nin sebebi olarak araştırılmasına yol açmıştır.

Zaten beyne ıslak sünger anlamında wetware deniyor artık ve ne kadar plastik olduğu da daha iyi anlaşılıyor. Yeni sinir hücresi yapılabiliyor.

Çocukluk çağı travmaları

Çocukluk çağı travmalarına  (örneğin, cinsel istismar) maruz kalanlarda ileri hayatlarında önemli bir stres yaşantısı ardından OKB’nin ortaya çıkabilmesi erken çocukluk dönemlerinin OKB gelişiminde önemli rol oynadığını göstermektedir. Erkek olanlara mağdur, kadınlara mağdure denir. Bu konuyu başka bir yazımda paylaşacağım.

Kişilik özellikleri

Kişilik yapısı olarak titiz, kuralcı, ayrıntıcı, mükemmeliyetçi özelliklere sahip olan kişiler OKB’ye yatkın kişiler olarak değerlendirilmektedir.

OKB NASIL TEDAVİ EDİLİR?

OKB günlük hayat faaliyetlerini ciddi olarak kısıtlayabilen, aile, meslek ve sosyal hayatta önemli işlev kayıplarına yol açan, hayat kalitesini düşüren bir hastalıktır.

Kronikleşme yani müzmin hâle gelme ihtimalinin yüksek olması tedavinin önemini arttırmaktadır. Tedavide kullanılan birkaç yöntem bulunmaktadır.
İlaç  tedavisi

Özellikle serotonin sistemi üzerinde etkili olan ilaçlar OKB tedavisinde oldukça yaralı olmaktadır. Serotonin Geri Alım Engelleyiciler adı verilen bu grup ilaçlar OKB tedavisinde yaygın ve başarılı şekilde kullanılmaktadır.

Tedavinin ilk günlerinde hafif bulantı, baş ağrısı, uyku bozukluğu, midede huzursuzluk gibi geçici yan etkiler ile hastaların çoğunun dile getirmeye çekindikleri cinsel yan etkiler görülebilir. Ancak bu grup ilaçlar genellikle hastalar tarafından kolaylıkla kullanılan ve kullanımları sırasında bir sorun yaşanmayan ilaçlardır.

Etkilerinin görülmesi için iki hafta kadar beklemek gerekir. İlacın etkili olup olmadığına karar vermek için en az 10 hafta süre geçmesi beklenmelidir. Etkili olduğuna karar verilirse tedavinin gerekirse günlük doz arttırılarak en az iki yıl sürdürülmesi gerekir.

Ağır durumlarda, eğer hastanın soygeçmişinde intihar veya intihar girişimi varsa ömür boyu tedavi gerekir.

Bilişsel-davranışçı tedavi

Obsesif hastalar kaygı verici düşünceler ile bu düşüncelerden kaçarak ve kaçınarak başa çıkmaya çalışırlar. Ne var ki düşüncelerden kaçmaya çalıştıkça bu düşünceler daha da artmakta ve böylelikle kısır bir döngü oluşmaktadır. Davranış tedavilerinde amaç hastayı kaygı veren ve kaygı oluşturduğu için kaçma ve kaçınma davranışlarına neden olan düşüncelerle (obsesyonlar) karşı karşıya getirmek (flooding) ve bu karşılaştırmanın oluşturduğu kaygıyı azaltmak için devreye giren tekrarlayıcı davranışları (kompulsiyonlar) engellemektir (implosion).

Hedef rahatsızlık veren düşüncenin oluşturduğu kaygıyı söndürmek ve alışma durumunun oluşmasını sağlamaktır. Bu şekilde yapılan tedaviye alıştırma tedavileri adı verilir.

Bilişsel tedavilerde ise amaç rahatsız edici düşüncelerin oluşturduğu sorumluluk idrakini azaltmaktır. Sorumluluk biçiminde bir idrak olmadığında hastalar akla gelen rahatsızlık verici düşünceleri yansızlaştırmak ve etkisiz kılmak için tekrarlayıcı davranışlar gösterme ihtiyacı hissetmeyeceklerdir.

Amaç düşünceleri gerçek gibi idrak etmeyi azaltmaktır. Bu nedenle tedavide tehdit tehlike ve aşırı sorumluluk idraklerinin ne oranda gerçekçi olduğu ve hangi düşünce  hataları sonucu abartılı tehdit ve tehlike idraklerinin ortaya çıktığı hasta ile birlikte araştırılır.

Bilişsel hataların belirlenmesinden sonra yeterince işlevsel olmayan bu düşüncelerin daha gerçekçi ve işlevsel olanları ile yer değiştirmesi sağlanır. Düşüncelerinin  bir felaketle sonuçlanacağını düşünen hastalardan bu düşünceleri durdurmak yerine özellikle akla getirmeleri istenmekte ve ardından korkulan sonuçların oluşmadığını görmeleri tedaviye uyum sağlamakta önemli yararlar oluşturmaktadır. Çok dirençli vak'alarda prefrontal lökotomi yapılabiliyor.

Bilişsel ve davranışçı terapiler hem hastalığın tedavisinde hem de özelikle nükslerin önlenmesinde çok önemli bir yer tutmakta, tedavide bazen tek başlarına bazen de ilaç tedavileri ile birlikte kullanılabilmektedirler.

Bilişsel davranışçı tedaviler tedavi seçenekleri arasında en önemli yeri tutmaktadır.

AİLE VE ARKADAŞLARA DÜŞEN GÖREVLER

OKB’li hastalar sıklıkla takıntılı düşünce ve davranışları çevredekiler tarafından fark edildiğinde, öğrenildiğinde nasıl karşılanacakları ile ilgili endişe yaşarlar. Çoğu hasta ayıplanacağı, dalga geçileceği, küçük düşürülebileceği düşüncesi ile hissettiklerini paylaşmaktan veya açığa vurmaktan kaçınır.

Hastalar, damgalanma kaygısı ile tedaviye hastalığın başlamasından çok uzun süre sonra gelebilmektedir.

Aile üyeleri ve arkadaşları hastanın zaman zaman çevreye de huzursuzluk verecek düzeye varan takıntılı davranışlarının hastalar tarafından engellenemeyen, karşı koyamadıkları düşüncelerden kaynaklandığını bilmelidir, tedaviye uyum sağlanması konusunda yardımcı olmalıdırlar.

Mukadder İstanbul depremi oldu olacak.

Sevgili Dostum Prof. Dr. Celâl Şengör’ün bu konudaki açıklamalarını bekliyoruz. Nedense hiç bu konuda demeç vermiyor.

deprem istanbul ile ilgili görsel sonucu

Sevgili Dostum Profesör Dr. Bingür Sönmez’in kaval çaldığını bilirdim ama ney de üflemeye başlamış. Görüşebilirsem, girift konusunda bilgi vereceğim ve dinlemeyi de çok arzu ediyorum.

bingür sönmez ile ilgili görsel sonucu

Herkese sevgi sağlık ve dayanışma dolu günlere…

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 22 Nisan 2017 Cumartesi

ŞİZOAFFEKTİF BOZUKLUK

$
0
0

 Sevgili Mekâncılar,

Şizoaffektif Bozukluk, teşhiş olarak bir kişiye veya da aileye söylendiğinde, oldukça kafa karıştırıcı bir kavram hâline gelir. Endişeli bir bakıştan sonra genellikle duyduğumuz söz, “yani Şizofreni mi?” oluyor.

 Bu yüzden şizofreni ve Şizoaffektif Bozukluğun farklarını açıklamakta fayda görüyorum.

 Dünyada yapılan çalışmalar, şizoaffektif bozukluğun, gerek belirtilerin şiddeti gerekse hastalığın sonuçları açısından hem Şizofreniden hem de duygudurum bozukluklarından farklı bir seyir gösterdiğini vurgular. Psikiyatride kullanılan ve herkesin aynı hastalığa aynı ismi verebilmesi için gerekli, standardizasyon amaçlı geliştirilmiş teşhis kılavuzlarında, (DSMI-TR, DSM V veya ICD 10 Şizoaffektif bozukluk, Psikotik bozukluklar grubu içinde, ayrı bir hastalık olarak tanımlanmıştır.

Teşhis koymak için kişinin şizofreninin bazı belirtileriyle birlikte Majör Depresyon veya Manik Epizod gibi bir duygudurum bozukluğunun bazı belirtilerini bir arada göstermesi gerekir.

Mesela kişi hayaller görebilir, hayali sesler duyabilir, takip edildiğine dair paranoid düşünceleri olabilir, bir yandan da dönem dönem çökkünlük, hayattan zevk alamama, uyku bozuklukları gibi depresyon veya özgüven artışı, ruhsal ve bedensel hızlanma, uykusuz olmaya rağmen kendisini yorgun hissetmeme, yüksek sesle hızlı konuşma gibi Manik belirtiler sergiler.

 Bu durumlarda üç teşhis konabilir. Bu çok teknik sayılabilecek bir konudur ancak internet çağı ile birlikte ailelerin ve hastalarımızın araştırıcılığı, bilgi düzeyi belirgin artmış durumda. Sağlıklı ve anlaşılır bilgiye ulaşmak bazen zor olmaktadır, bu nedenle kısaca değinmek uygun olacaktır.

Bir kişide bahsettiğim üzere psikotik belirtiler ve depresyon belirtileri bir arada görülüyorsa üç teşhis akla gelir, her üçünün de seyri ve tedavi süreçleri birbirinden farklıdır.

Birincisi Şizofreni ve ikinci teşhis olarak Psikotik Özellikli Majör depresyon yaşanıyor olabilir. Bu en kötü seyirli olandır. Ortada iki ayrı teşhis vardır.

Depresyon belirtileri ortadan kalktığında da psikotik belirtiler iniş çıkışlarla devam edecektir

İkinci ihtimal, Psikotik Özellikli Majör Depresyondur. Tek teşhis vardır, depresyon. Ancak bu depresyon içinde şüpheler, hayali sesler gibi psikotik belirtiler barındıran bir depresyondur.

En iyi seyir gösteren gruptur. Depresyonun tedavisi ile psikotik belirtiler de ortadan kaybolacaktır. Belirtiler birbiri üstüne eklenmiş olarak ortaya çıkmıştır. Yani kişinin psikotik belirtisi hep depresif atak esnasında belirir.

Üçüncü grup ise şizoaffektif bozukluktur. Yine tek teşhis vardır ortada. Klinik seyir şizofreniye göre daha iyi, depresyona göre daha ağırdır. Kişinin depresyon (veya manik) belirtileri hastalığın sürecinde, zaman olarak önemli yer kaplar, tekrarlar olur.

Ancak önemli olan depresyon veya mani gibi duygudurum belirtileri olmadan da en az iki hafta süre ile kişinin psikotik belirti gösteriyor olmasıdır. Bu da, söz konusu teşhisin konulmasındaki en büyük sorundur. Bir hastanın hiç psikotik belirti göstermeksizin iki hafta süreyle sırf duygudurum belirtisi olduğunu teşhis etmek güçtür.

Mesela bir kişi 3 yıldır sürekli psikotik belirti gösteriyor, bu üç yıl içinde de bir defa altı ay depresyon sergilemişse, teşhis büyük ihtimalle Şizofreni ve Depresyon olurken, kişi üç yıl içinde üç defa depresyon epizodu, bir defa da mani epizodu geçirmiş, bu epizotların dışındaki zamanların önemli kısmında da psikotik belirti sergilemişse, teşhis şizoaffektif bozukluk olur.

Şizoaffektif bozukluğu tamamen ortadan kaldıran bir tedavi biçimi yoktur ama belirtiler başarılı biçimde kontrol altına alınabilir. Şizoaffektif bozukluk belirtileri kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir ve hafif veya şiddetli olabilir. En sık izlenen şizoaffektif bozukluk belirtileri şunlardır:

Depresyon dönemi:

İştahsızlık
Kilo kaybı veya kilo alma
Uyku alışkanlıkları değişiklikleri (çok az veya çok fazla uyuma)
Ajitasyon
(aşırı huzursuzluk)
Enerji eksikliği (anerji)
Olağan faaliyetlere karşı ilgi kaybı
Değersizlik veya umutsuzluk duyguları
Suçluluk düşünceleri
Düşünememe veya kendini bir konuya verememe
Ölüm veya intihar düşünceleri (parasüisid

Mani dönemi:

İş, sosyal ve cinsel faaliyet de dâhil olmak üzere artmış aktivite,
Artan ve / veya hızlı konuşma (arttığında 200 dakikada kelime veya daha fazlası)
Hızlı, birbiri ile yarışan düşünceler
Uyku ihtiyacında azalma
Benlik saygısında şişme
Dikkat dağınıklığı
Zarar verici ve riskli davranış (mesela aşırı harcama, hızlı araba kullanma, güvensiz seks yapma)

Psikotik belirtiler:
 

Hezeyanlar (gerçeğe dayanmayan ve aksi ispat edilse bile ısrar edilen garip inançlar)
Hallüsinasyonlar (mesela sesler işitme gibi gerçek olmayan idrakler)
Düşüncelerin sıralı olmaması
Alışılmadık davranışlar (fevrilik, saldırganlık)
Yavaş hareketler (katatoniye kadar varabilir ve balmumu esnekliği)
Yüz ifadesi ve konuşmada duygu eksikliği (duygu küntlüğü)
Kötü güdülenme
Konuşma ve iletişim sorunları
 

50 seneyi aşan hekimlik hayatımda kadar bu teşhisi hep ihtiyatla koydum.

Çünkü çoğu Şizoaffektif Bozuklukta dediğim vak’anın zamanla (%13-15) tablonun yerine Psikotik Özellikli Duygudurum Bozukluğu geldiğini gördüm. Başta Şizoffektif Bozukluk teşhisi konanların çoğu sonradan Psikotik Özellikli Bipolar Bozukluk hâlini alıyorlar.

Bazı Dissosiyatif Bozuklukların da yanlışlıkla şizofreni teşhisi konduğunu gördüm. 

Tedavide Duygudurum Dengeleyicileri (Lityum, Karbamazepin ve Depakin, güçlendirme icap ediyorsa 5-10mg’ı aşmayan dozlarda aripiprazol (Abilify veya Abizol) veriyorum. Böyle hastalara düzenli olarak laboratuvar tetkikleri yaptırmak gerekir.

Nedense bu aralar pek çok ilaç (mesela trifluperazin) (Stilizan) piyasada bulunmuyor. 

Nedendir bilmiyorum. Muadilleri (jenerikleri) de bir ortadan kalkıyor, bir kayboluyor.

Neyse ki klozapin (Leponex) tekrar piyasada ve tedaviye dirençli her tür hastada ve özellikle de bağımlılık tedavisinde rahatlıkla veriyoruz. Tabii, hastaların 16 hafta haftada bir, sonra da 16 ay boyunca her ak lökosit sayımı yaptırmaları şart!

Gazetede okuduğum kadarıyla koskoca Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi de kapatılacakmış.

Acaba onun yerine bir AVM daha mı kondurulacak?

Ben bu aralar hem daha önce sözünü ettiğim kitabı yazıyor ve hem de gitarlarıma tellerini takıp, yeniden çalışmayı kafaya koydum.

Sağlıkla, barışla kalın. Bir de, eski dostlar düşman olmaz, bunu görüyorum

Yiva Sumak aklıma takıldı bu aralar. Ondan bir parça paylaşayım. Merhume nota bile bilmezdi ama gelmiş geçmiş en büyük sopranoydu, dört küsur oktav sesi vardı…

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 26 Nisan 2017 Çarşamba

DAVRANIM BOZUKLUĞU

$
0
0

Sevgili Mekâncılar

Pek de sevimli olmayan bir psikiyatrik sorundan söz etmek istiyorum.

Davranım Bozukluğu

Davranım bozukluğunda temel özellikler, başkalarının temel haklarına saldırı, toplumsal değerlere ve kurallara uymamamdır. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukların yaklaşık %20-30’unda Davranım Bozukluğu belirtileri görülür.

Şunlar varsa kuşkulanmak gerekir:

En azından bir teşhis ölçütünün son 6 aydır bulunması şartıyla aşağıdaki teşhis ölçütlerinden üçünün ( veya daha fazlasının) son 12 aydır bulunuyor olması ile kendini gösteren, başkalarının temel haklarına saldırıldığı yahut yaşa uygun başlıca toplumsal değerlerin, kuralların hiçe sayıldığı, tekrarlayıcı bir biçimde veya sürekli olarak görülen bir davranış örüntüsü:

İnsanlara ve hayvanlara karşı gösterilen saldırganlık

(1) Çoğu zaman başkalarına kabadayılık eder, gözdağı verir veya onların gözünü korkutur.

(2) Çoğu zaman kavga-dövüş başlatır.

(3) Başkalarının ciddi bir biçimde fiziksel olarak yaralanmasına neden olacak bir silah kullanmıştır (mesela bir değnek, taş, kırık şişe, bıçak, tabanca).

(4) İnsanlara karşı fiziksel olarak acımasız davranmıştır.

(5) Hayvanlara karşı fiziksel olarak acımasız davranmıştır.

(6) Başkasının göz önünde çalmıştır (mesela saldırıp soyma, çanta kapıp kaçma, göz korkutularak alma, silahlı soygun yapma).

davranım bozukluğu ile ilgili görsel sonucu

(7) Birisini veya daha fazla kişiyi cinsel faaliyette bulunması için zorlamıştır.

Eşyalara zarar verme

(8) Ciddi hasar vermek amacıyla isteyerek yangın çıkarmıştır (piromani).

(9) İsteyerek başkalarının malına mülküne zarar vermiştir (yangın çıkarma dışında).

Dolandırıcılık veya hırsızlık

(10) Bir başkasının evine, binasına veya arabasına zorla girmiştir

(11) Bir şey elde etmek, bir çıkar sağlamak veya sorumluluklarından kaçınmak için çoğu zaman yalan söyler (yani başkalarını “atlatır”)

(12) Hiç kimse görmeden değerli şeyler çalmıştır (mesela kırmadan ve içeri girmeden mağazalardan mal çalma, sahtekârlık).

Kuralları ciddi bir biçimde bozma (ihlâl etme)

(13) 13 yaşından önce başlayarak, ailenin yasaklarına karşın çoğu zaman geceyi dışarıda geçirmektir.

(14) Ebeveyninin veya onların yerini tutan kişilerin evinde yaşarken en az iki kez geceleyin evden kaçmıştır (veya uzun bir süre geri dönmemişse bir kez yeterlidir).

(15) 13 yaşından önce başlayarak çoğu zaman okuldan kaçmıştır.

B. Bu davranış bozukluğu toplumsal, okuldaki veya meslekî işlevsellikte klinik açıdan önemli derecede bozulmaya sebep olur.

C. Kişi, 18 yaşında veya daha ileri bir yaşta ise Antisosyal Kişilik Bozukluğunun teşhis ölçütlerini karşılamamaktadır.

Başlama yaşına göre 2 tipi vardır:

1. Çocuklukta Başlayan Tip

2. Ergenlikte Başlayan Tip


Davranım Bozukluğu 5-6 yaşlarında başlayabilir. Daha çok geç çocukluk veya erken ergenlik döneminde başlar.

16 yaşından sonra nadir olarak başladığı görülmüştür. Erkek çocuklarda görülme sıklığı biraz daha fazladır. 18 yaşın altındaki erkeklerde %6-16, kızlarda ise %2-9 arasında değişir.

Erken başlangıç Antisosyal Kişilik Bozukluğu, Duygudurum ve Kaygı bozuklukları riskini artırır. Neredeyse bütün ergenler zaman zaman kurallara uymama, otorite ile çatışma, yalan söyleme gibi davranım sorunları gösterebilirler. Ancak bazı ergenlerde görülen davranım sorunları süreklidir ve günlük hayatını etkileyen, diğer insanlar arasında ‘adının kötüye çıkmasına’ yol açan boyuta ulaşır.

Sinirlilik, gerginliği, korkuyu, şüpheciliği, dürtüselliği arttıran durumlar ve yargılama, gerçeği değerlendirme yetisi, özgüven ve empati becerilerini düşüren hemen her şey, bireyi şiddete yatkın hâle getirir.

Ayrıca ergenin sorun ve çatışma çözme, öfkeyi kontrol etme ve iletişim kurma gibi sosyal becerilerinin yetersiz olması, eğitim hayatının önemsenmemesi, ailede uygunsuz, tutarsız ve sert disiplin yöntemlerinin uygulanması, aile içinde çatışma ve şiddetin yaşanıyor olması, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının iyi olmaması, madde kullanımının olması veya depresyon geçirmesi davranım sorunları için önemli risk faktörleridir.

Suç kapsamına giren davranışlarda bulunma riskini arttıran etkenler arasında şunlar sayılabilir:

Toplumsal kuralları benimsememesi

Suç işleyen bir çevrede büyümesi ve bu tür davranışları yadırgamayan hatta onaylayan bir tutumun mevcut olması

Suç kapsamına giren davranışlara dair yanlış inançların olması

İsteklerinin gerçekleşmemesi durumunda tahammül düzeyinin düşük olması (acting out veya acting in) ve kendine zarar verme (otomutilasyon).

Fevri, aklına estiği gibi davranma eğiliminin hâkim olması (birincil süreç düşünce)

Madde kullanımı altında bu tür davranışların daha yapılabilir gözükmesi veya madde temin etmek için suç kapsamına giren davranışlarda bulunması.

Sapkın davranışlarda bulunan gruplarla ve çetelerle takılmak, sarkıntılık yapmak hatta ırza geçmek.

Davranım Bozukluğunda temel özellikler, başkalarının temel haklarına saldırı, toplumsal değerlere ve kurallara uymamaktır.

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukların yaklaşık %20-30’unda davranım bozukluğu belirtileri görülür.

Davranım bozukluğu teşhis ölçütleri (DSM-IV-TR)

A. En azından bir teşhis ölçütünün son 6 aydır bulunması şartıyla aşağıdaki teşhis ölçütlerinden üçünün ( veya daha fazlasının) son 12 aydır bulunuyor olması ile kendini gösteren, başkalarının temel haklarına saldırıldığı veya yaşa uygun başlıca toplumsal değerlerin yahut kuralların hiçe sayıldığı, tekrarlatıyıcı bir biçimde veya sürekli olarak görülen bir davranış örüntüsü:

İnsanlara ve hayvanlara karşı gösterilen saldırganlık

(1) Çoğu zaman başkalarına kabadayılık eder, gözdağı verir veya gözünü korkutur. 10 yaşında bekâr bir erkek hastam boksör gibi annesini ve babasını dövüyordu; aynı zamanda Duygudurum Disregülasyonu Bozukluğu da vardı. Kan düzeyi azamide (13) tutularak karbamazepin, 5 mg aripiprazol ile düzeldi.

(2) Boğu zaman kavga-dövüş başlatır.

(3) Başkalarının ciddi bir biçimde fiziksel olarak yaralanmasına sebep olacak bir silah kullanmıştır (mesela bir değnek, taş, kırık şişe, bıçak, tabanca)

(4) İnsanlara karşı fiziksel olarak acımasız davranmıştır.

(5) Hayvanlara karşı fiziksel olarak acımasız davranmıştır (çoğunda da çocukken küfretme, sinkaflı konuşma, sineklerin kanatlarını yolma gibi sadistçe davranışlar görülür.

(6) başkasının göz önünde bir şeyler çalmıştır (mesela saldırıp soyma, çanta kapıp kaçma, göz korkutularak alma, silahlı soygun).

(7) Birisini veya daha fazlasını cinsel faaliyette bulunması için zorlamıştır

Eşyalara zarar verme

(8) Ciddi hasar vermek amacıyla isteyerek yangın çıkarmıştır.

(9) İsteyerek başkalarının malına mülküne zarar vermiştir (yangın çıkarma dışında).

Dolandırıcılık veya hırsızlık

(10) Bir başkasının evine, binasına veya arabasına zorla girmiştir

(11) Bir şey elde etmek, bir çıkar sağlamak yahut yükümlülüklerinden kaçınmak için çoğu zaman yalan söyler (yani başkalarını “atlatır”)

(12) Hiç kimse görmeden değerli şeyler çalmıştır (mesela kırmadan ve içeri girmeden mağazalardan mal çalma, sahtekârlık)

Kuralları ciddi bir biçimde bozma (ihlâl etme)

(13) 13 yaşından önce başlayarak, ailenin yasaklarına karşın çoğu zaman geceyi dışarıda geçirmektir.

(14) Ebeveyninin veya onların yerini tutan kişilerin evinde yaşarken en az iki kez geceleyin evden kaçmıştır (veya uzun bir süre geri dönmemişse bir kez)

(15) 13 yaşından önce başlayarak çoğu zaman okuldan kaçmıştır.

B. Bu davranış bozukluğu toplumsal, okuldaki veya meslekî işlevsellikte klinik açıdan önemli derecede bozulmaya neden olur.

C. Kişi, 18 yaşında veya daha ileri bir yaşta ise Antisosyal Kişilik Bozukluğunun teşhis ölçütlerini karşılamamaktadır.

Başlama yaşına göre 2 tipi vardır:

1. Çocuklukta Başlayan Tip

2. Ergenlikte Başlayan Tip


Davranım Bozukluğu 5-6 yaşlarında başlayabilir. Daha çok geç çocukluk veya erken ergenlik döneminde başlar. 16 yaşından sonra nadir olarak başladığı görülmüştür. Erkek çocuklarda görülme sıklığı biraz daha fazladır. 18 yaşın altındaki erkeklerde % 6-16, kızlarda ise % 2-9 arasında değişir. Erken başlangıç antisosyal kişilik bozukluğu, duygudurum ve kaygı bozuklukları riskini artırır.

Neredeyse bütün ergenler zaman zaman kurallara uymama, otorite ile çatışma, yalan söyleme gibi davranım sorunları gösterebilirler. Ancak bazı ergenlerde görülen davranım sorunları süreklidir ve günlük hayatını etkileyen, diğer insanlar arasında ‘adının kötüye çıkmasına’ yol açan boyuta ulaşır.

Sinirlilik, gerginliği, korkuyu, şüpheciliği, dürtüselliği artıran durumlar ve yargılama, gerçeği değerlendirme yetisi, özgüven ve empati becerilerini düşüren hemen her şey, bireyi şiddete yatkın hâle getirir.

Ayrıca ergenin sorun ve çatışma çözme, öfkeyi kontrol etme ve iletişim kurma gibi sosyal becerilerinin yetersiz olması, eğitim hayatının önemsenmemesi, ailede uygunsuz, tutarsız ve sert disiplin yöntemlerinin uygulanması, aile içinde çatışma ve şiddetin yaşanıyor olması, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının iyi olmaması, madde kullanımının olması veya depresyon geçirmesi davranım sorunları için önemli risk faktörleridir.

Suç kapsamına giren davranışlarda bulunma riskini arttıran etkenler arasında şunlar sayılabilir:

Toplumsal kuralları benimsememesi,

Suç işleyen bir çevrede büyümesi ve bu tür davranışları yadırgamayan hatta onaylayan bir tutumun var olması.

Suç kapsamına giren davranışlara dair yanlış inançların olması.

İsteklerinin gerçekleşmemesi durumunda tahammül düzeyinin düşük olması.

Fevrice, aklına estiği gibi davranma eğiliminin hâkim olması

Madde kullanımı altında bu tür davranışların daha yapılabilir gözükmesi veya madde temin etmek için suç kapsamına giren davranışlarda bulunması (alkol kullananlarda Selincro Tablet, mikropellet takılarak naltrexon pompası temini) ve düşük doz klozapin (100-300 mg arası) işe yarıyor. Epey hastam şifa buldu. Tabii ki düzenli lökosit sayımı yaparak…

Sapkın davranışlarda bulunan gruplarla ve çetelerle takılmak.

Bu tip hastaların bir kısmı varoşlarda hemşerim gettolarında ikamet edip, eylemlere karışıp kaçıyorlar.

Psikiyatra gelmeyi kabul edenlere mutlaka Karbamazapepin, Lityum veya Depakin gibi duygudurum dengeleyicileri ve düşük doz nöroleptik veriyoruz. Bunların hepsi düzenli laboratuar takibi gerektiren ilaçlardır.

Tedaviye riayeti ve uyumu çok bozuk olanlar firar edebiliyor, olmayanlarda ise hapse düşenler de oluyor.

Ülkemizde her gün şehit haberleri geliyor ve alınan tedbirler de ne kadar işe yarayacak bilmiyorum.

Tek endişem var, geçenlerde televizyonda anlattılar.

İncirlik’te iki adet ABD kontrollü Hidrojen bombası varmış!

“Aman itidalli olun” diyor ve bu kadarda kesiyorum.

 %C4%B0%C5%9Fte+d%C3%BCnyay%C4%B1+aya%C4%9Fa+kald%C4%B1ran+hidrojen+bombas%C4%B1

Kuzey Kore de attı bir tane!

Dünya nereye gidiyor?

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 27 Nisan 2017 Perşembe

TİK BOZUKLUKLARI

$
0
0

Sevgili Mekâncılar

Latah gelen Güneydoğu Asya’da, bir olan anormal bir  anormal davranışlar ani eden bir kişi kaynaklanan hangi bir şok için kullanılan bir grup hastalığın ismidir.

Şaşırdıklarında, etkilenen kişi tipik olarak çığlık atma, küfretme, dans hareketleri ve denetlenemeyen kahkaha atma gibi davranışlara girer ve genellikle çevrelerindeki kişilerin sözlerini veya hareketlerini taklit eder.

Bunlar frontal lob kökenlidir ve tedavileri mümkündür.

tik bozukluğu ile ilgili görsel sonucu

Fiziksel belirtiler: Nabızda artma ve aşırı terlemeyi içerir, ancak açık fizyolojik kaynak belirlenmemiştir.

Latah, tarihî olarak bir hastalıktan ziyade kişisel fark olarak görülen kültüre özgü bir sendromdur. 

Benzer şartlar diğer kültürler ve bölgelerde kaydedilmiştir. Mesela, sözde Maine “atla” tarzındadır, kadınlarda Ainu halkının Japonya Sibirya’daki kolunda görülür.

Miryachit ve Filipinliler ve Tay halklarında görüldüğü sıktır.

Latah’ın en erken atıf yaptığı şey, JR Logan’ın, Melaka’dan Naning’e yolculuk yaptığı 1849’dan günümüze ait dergileridir. 

Bu sadece muhtemel bir referans olsa da, 1860’larda Latah, Malay ve Java'da açıkça tanımlanmıştır. 

İlk başta sadece "beyin sevgisi" olarak görülen bu dönemde Latah hakkında çok az şey anlaşıldı. 

O’Brien'in 1880'lerin ortalarından notları, kaydettiğimiz Latah hakkında ilk bilgileri toplamıştır. 

Latah'ın kadınlarda erkeklerden daha sık görüldüğünü ve gençlerin daha genç, kadınlardan daha olgunlaştığını gözlemledi. 

Avrupalı yolcuların orijinal hesaplarından birçoğundan, Latah'ın etkilenen demografik nüfusta veya semptomlarda fazla değişmediği görülüyor. 

İngiliz sömürgeci yönetici Frank Swettenham, Latah hakkında Malay (1895) eskizleri adlı makalesinde bahsetti.

Swettenham iki polis açıklamaktadır Ambron Adası şartı ile etkilenen 1874 yılında Selangor’de mevzilenmiş kendi meslekdaşları tarafından şakalar kurbanı yapılmıştır.

Latah kültüre bağlı sendrom olarak “Dissosiyatif Bozukluk” bölümünde dâhil edildi. 

Latah’ı sıklıkla ekopraksi, ekolali, emir itaat ve dissosiyatif veya trans hâli gibi davranan âni korkuya karşı aşırı duyarlılık olarak tanımlamıştır.

Latah’ın bulunduğu başka kültürlerden bahsediyor ancak Malezya'da orta yaşlı kadınlarda daha sık görülüyor. 

Daha önce tanınmış kültür bağlı sendromların kısaltılmış listesinin Dissosiyatif Bozukluklar olarak adlandırıldığı bir hastalıktır. 

Kültürel kimlik, açıklama ve değerlendirme biçimini içeren daha genel bir tartışma eklenmiştir.

Latah’tan birkaç kez bahseden Naked Lunch “reklam ve halkla uyarılan ahlak modern iklimlendirme programları kapsamında modern kitle insanın bir parodi” diye bahseder.

Eric Mottram göre. Burroughs, Latah'lıyı kendiliğinden oluşturmaktan  ziyade zorla uyarılmış olmanın yanı sıra ekopraksi ile ilişkili  olarak nitelendirdi. 

Latah, Burroughs’un 1963 tarihli "the Yage Letters” isimli romanından da bahsetmektedir.

Latah insanları farklı biçimde etkileyebilir: Birisi latah döneminde çok güçlü veya hafif bir tepki gösterebilir. 

Latah'ın her örneği zamanla kazanılmıştı. Ezici bir miktarda etkilenen, orta-yaşlı-yaşlı kadınlar latahlı doğmamıştır. 

Genellikle menopoz zamanında görülür. 

Malay ve Java’nın üst sosyal statülerinde, daha düşük sosyal sınıflara ait olanlardan daha cevaplarını bastırma eğiliminde olduklarını ileri süren bir Latah eksikliği vardır. 

Bir latah atağı, bir çeşit ürkütmeden sonra ortaya çıkar (bastırma, bağırma, düşen bir şey). 

Bir bölüm boyunca, bir latah kişi bunları müstehcenliğine bağlamaya başlayacak, çevrelerindekilerin veya hatta TV’lerdeki kişilerin sözlerini veya hareketlerini taklit edecek ve kendilerine verilen komutlara ne kadar çirkin veya kültürel normlara karşı geleceğine itaat edecektir. 

Latah’lı kişiler belirli çocukluk gelişim evrelerine özgü davranışları andıran hareketler yapar.

Kişi, bölüm boyunca herhangi bir şey hatırlamıyor olabilir (amnezi).

 

Muhtemel Sebepler

Latah’ın başlangıcı sıklıkla stresle ilişkilidir. 2001'de Tanner ve Chamberland tarafından yapılan bir araştırmada önemli sayıda araştırmacı katılımcı, latah hâline gelmeden hemen önce bir hayat stres faktörü (bir çocuk veya kocanın ölen gibi) yaşadı. 

Buna ek olarak, birçok araştırma çalışmasından çok sayıda katılımcı, rüyaların latah başlamasından hemen önce olduğunu bildirmiştir. Bu rüyaların genellikle onlara cinsel bir unsuru vardı, çoğunlukla penisler veya büyümüş penisler vardır. 

Tanner ve Chamberland'a göre bu rüyalar, varyasyona rağmen belirli bir anatomik alanda bir çeşit işlev bozukluğuna işaret ediyor. Bunu daha fazla araştırmak, latahın nedeni ve / veya tedavisi konusunda daha fazla bilgi sağlayabilir.

Osborne (2001) Latah’ın boğucu bir kültürde muhtemel bir duygusal çıkış olduğunu belirtmektedir.

Winzeler, Latah'ın kadınlar için erkeklerinkinden daha az düşmanca olduğuna ve kadınların aslında toplumda daha fazla özgürlüğe sahip olduğuna inanmaktadır; çünkü erkekler olduğu kadar sıkı standartlara sahip değildirler. 

Erkeklerde yaşlandıkça kadınlar daha az olurken kişisel hassasiyet ve zekâya daha fazla maruz kaldıklarını savunuyor. Bu nedenle, kadınlar latah davranışına girmek için daha fazla özgürlük isterlerken, erkekler bunu yapmaz. 

Kadınlar daha az olurken kişisel haysiyet ve zekâlılıkla daha fazla ilgilidirler. Bu nedenle, kadınlar latah davranışına girmek için daha fazla özgürlük isterlerken, erkekler bunu yapmaz.

Malezya Cevabı

Malezya'ya neden kadınların latah’tan daha çok acı çektiğini düşündükleri sorulduğunda, kadınların daha az “semangat” veya ruhsal madde bulunduğuna dair kültürel bir açıklama ile cevap verdiler. 

Bu ayrıca, daha düşük statüye sahip kişilerde daha yüksek latah görülmesi görülme sıklığını açıklar, zira bunlar, istismara karşı diğerlerine göre daha savunmasızdır. Malay ayrıca, kadınların âdet görme yoluyla erkeklerinkinden daha fazla kan kaybederek daha duyarlı olduğuna inanıyorlar. Bazı Malaykılar, bir çocuğun aşırı gıdıklanması durumunda onları hayatta latah’a yatkın hâle getireceğine inanıyorlar.

Böyle hastaların bir kısmı temaruz (simülasyon) yapar.

Böyle yüzlerce hasta gördüm. Bazıları komadayım diye gelirlerdi ama yaptıkları beni ve mesai arkadaşlarımı kandırmaya yönelikti.

Tedavide duygudurum dengeleyicileri, klonazepam (Rivotril) gibi benzodiyazepinler kullanılır.

Ativan’dan (lorazepam) kaçınmak gerekir çünkü bağımlılık riski yüksektir.

Diyarbakır’da askerken dört erde ve hastanenin terzisinde bunları görmüş ve Nöro-Psikiyaytri Arşivi’nde yayımlamıştık.

Sevgi, dayanışma sağduyu hepimiz için gerekli.

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 29 Nisan 2017


HEZEYANLI BOZUKLUKLAR

$
0
0

Sevgili Mekâncılar

 

Hezeyanlı Bozukluklar

 

Hezeyanlar, yanlış fakat sağlam ve kolay değiştirilemez düşünce ve

inanışlardır. Hezeyanlar, şizofreni, depresyon, tek uçlu duygudurum

bozukluğu ve bunama gibi psikolojik ve psikiyatrik rahatsızlıkların belirgin

semptomlarındandır.

 

Yaşlılıkta ve bunamada (demans) görülen hezeyanlar için

günümüzde nöropsikolojik, nöropatolojik ve genetik sebepler için araştırmalar

başlatılmıştır.  

***

Bu alandaki araştırmaların artmasının birçok sebebi vardır. İlk olarak,

yaşlılıkta görülen hastalıklar ve bunama, başlı başına bir araştırma konusu

hâline gelmiş ve bu alanlara olan ilgi artmıştır. İkinci olarak, günümüzde artık

demanslı hastalar klasik hastanede tedavi görme şeklini terk etmiş ve evde aile

tarafından özel bakım aynı zamanda toplum temelli çalışma sistemlerine geçiş

yapmışlardır. 

***

Son olarak da, bu alanda ilginin artmış olması hastalık hakkında daha çok bilgi

sahibi olunmasına, daha doğru teşhisler konmasına ve buna bağlı olarak daha

etkili tedavi planlarının geliştirilmesine yardımcı olmuştur. 

*** 

Görülme Sıklığı 

Demans ve yaşlılıkta hezeyanların görülme sıklığı şu şekildedir:

%10-%70. Verilen yüzdeler yapılan çalışmaların metotlarına göre değişiklik

göstermektedir.

Hezeyan Türleri             Örnekler                             Görülme sıklığı

Hırsızlık                         Evlerine sürekli                  Hayali yerleşim                  

Evlerine sık sık hırsızlar                                          girdiğinden ve eşyalarının çalındığından şikâyetçi olma        

Hırsızlık                                   Başka insanların da evde yaşadıklarını

                                                 düşünme

Hayali Yerleşim                       Alâkasız kişilerin evde yaşadıkları düşüncesi

Tehlikede olma                        Başka insanların da aynı evde yaşadığı

düşüncesi

Tehlikede olma                        Başkalarının yediklerine zehir konulduğu

hezeyanı

Sadakatsizlik                             Eşlerinin aldattığı hezeyanı

Kendini evinde hissetmeme      Kişi evinin veya bedeninin küçük

organizmalarla veya böceklerle sarıldığını zanneder

Resimler                                      Kişi gerçeklikten kopmalar yaşar. Kendi

görüntüsünü bir başkası sanır. Televizyonda gördüğü kişileri ve olayları gerçek

hayata bağlar.

İstila                                          Kişi gerçeklikten kopmalar yaşar. Kendi

görüntüsünü bir başkası sanır. Televizyonda gördüğü kişileri ve olayları gerçek

hayata bağlar.

Resimsel belirti                         Kişi görüntüsünün bir başkasına ait olduğunu

zanneder, bunları gerçek olaylara bağlar

İstila                                           Evine devamlı hırsızların girdiğini düşünür

Zarar Görme                              Evdeki insanları (eş veya yabancı)

yediklerine zehir koydukları inancı

Sadakatsizlik                                 Karılarının veya kocalarının aldattığına

inanmak                                        (de Clarembault Sendromu)

İstilâ edilme hezeyanları              Kişinin oturduğu yerin mikroplarla

sarıldığını zannetmesi

Karışık Kişilik (Fregoli Sendromu) Etrafındakilerin asıllarına çok benzeyen

kişiler olması.

***

Terk edilme                            Kişinin yakınlarının kendisini terk edeceği

hezeyanı

Capgras Sendromu                 Kişinin çevresindekilerin aslına çok benzeyen

ama öyle olmayan insanlar hâline dönüştüğü hezeyanı

Aşk                                           Kişinin statü ve konumundan çok üstün birisine

âşık olduğu fikri

***

Tedavi

Demans ve yaşlılıkta görülen hezeyanlı bozuklukların kesin bir tedavi yöntemi

bulunmamaktadır. 

Bu hastalıkların tedavilerinde öncelikli olarak ilaç terapileri göz önünde

bulundurulmalıdır. Bunun yanı sıra bu hastalığa sahip kişilerin yakınları bu

hastalık hakkında eğitilmeli ve sakin davranmaları tembihlenmelidir.

***

Yakınlarının da sakin davranmaları, bu tip hastalıklarda duygusal semptomları

asgariye indirgemektedir. 

Risperidone (Risperdal) son zamanlarda bu tip hastalarda etkili bir ilaç

olarak görülmüş bu konularda daha çok araştırma yapılmaya başlanmıştır.

***

Bazı beyin güçlendirici ilaçlar da veriyoruz: (Memantin) (Alzant).

Piracetam (Nootropil 3x1 800 mg) veriyoruz. Gerekirse yanına vitaminler de

ekliyoruz.

***

Çok daha ağır durumda klozapin de kullanılabilir (bu ilacı alırken hastaların

16 hafta her hafta, sonra 16 ay her ay lökosit (beyaz küre) baktırmaları

gerekir). 

***

Sağlık, barış, anlayış ve sevgi dolu günlere…

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – İstanbul

Ohtahara Sendromu

$
0
0

Sevgili Mekâncılar

Ohtahara Sendromu 

Yeni doğanlardaki ciddi epileptik ansefalopati (beyin iltihabı) tablolarından

biri olan bu hastalık ilk kez 1976 yılında Ohtahara tarafından tanımlanmıştır.

 

Erken infantil epileptik ensefalopati olarak da bilinir. Bebekliğin ilk 3 ayında

ortaya çıkar. Ancak genellikle yeni doğan dönemi olan 0-1 ayda başladığı için

o dönemin epilepsi sendromları içinde ele alınır.

 

Ohtahara sendromu nasıl tespit edilebilir?

 

Hastalık bebeğin ilk üç ayında ardışık tonik kasılmalarla başlar (epilepsi

nöbetleri). Bu tonik kasılmalar 1-10 saniye süren fleksör (kasıcı) veya

ekstansör (açıcı) hareketler olarak gözlenir. Bu kasılmaların günlük nöbet

sayısı 100’ü geçebilir. Hastaların üçte birinde fokal klonik nöbetler şeklinde

seyredebilir.

***

 

Elekroansefalografide (EEG) 2-6 saniye süren yoğun yüksek voltajlı

mültifokal diken-dalgaları, takip eden 3-5 saniye süreli voltaj baskılanması ile

(Börst-Süpresyon) tespit edilir.

 

Etiyolojiden çoğu kez yapısal beyin anormallikleri sorumludur. Spazmlar hem

uykuda hem de uyanıkken olabilir.

 

Parsiyel nöbetler spazmlardan hemen önce veya sonra veya beraber ortaya

çıkabilir.

 

Ohtahara sendromu neden olur?

 

Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte muhtemelen şekil, metabolik

bozukluklar ve bazı gen mutasyonları sebebiyle ortaya çıktığı

düşünülmektedir.

 

Hastaların büyük bir kısmında beynin bütün loblarında veya bazı

loblarında Ohtahara Sendromunun etkileri gözlenebilir.

 

Gen mutasyonları, genin beyin gelişimini veya işlevini nasıl etkilediğine bağlı

olarak beyin işlevlerindeki etkiler değişkenlik göstermektedir.

***

 

Hangi Hastalıklarla İlişkilendirilebilir?

 

Aicardi sendromu, OliverDentat displazisi, Hemimegansefali, beyinde

boşluklar, mamilar cismin bulunmaması, beyin kabuğunun gelişmemiş olması

ve burasının şekil bozuklukları gibi bir dizi hastalık sayılır.

 

Ohtahara Sendromu sonrası bebeklerde baş gösteren hastalıklar olarak

ilişkilendirilmiştir.

 

Tedavisi Var mı?

 

Ohtahara sendromunda nöbetler tedaviye direnç gösterir. Hastalığın tedavi

sırasında tedavide kullanılan Adrenokortikotropik hormon (böbreküstü

hormonu), Tiroid Hormonu (mutlaka aç karına, süt ve süt mamullerinden bir

saat önce,  valproik asid, kortikostroidler, benzodiyazepinler ve yüksek doz

pridoksal fosfata cevap çok sınırlıdır.

*** 

Ketojenik diyetin etkisi ise tartışmalıdır. Özellikle kortikal /beynin üst kabuğu)

dizplazili durumlarda epilepsi tedavisi nöbet sayısını düşürebilmekte ve

bebeğin zihinsel beyinsel gelişimini olumlu yönde desteklemektedir.

*** 

Yaş artışı ile birlikte nöbetler tipik infantil spazmlara; EEG bulguları ise

hipsaritmiye dönüşür. Okul çağına gelebilen çocuk hastaların yarısında nöbet

kontrolü sağlanabilmesine karşın, çoğunda akranlarına nazaran bedensel

zihinsel gerilik gözlenir.

 

Ohtahara sendromu olan çocuklar nasıl görünür?

 

Ohtahara sendromu olan çocuklarda genellikle diğer spazmlar da baş

gösterir. Bu sebeple çocukların büyük bir kısmı iki yaşına gelmeden ölür. Bu

çocuklar fiziksel ve zihinsel engelli olurlar. 

***

Psikiyatride bu hastada duygudurum dengeleyicileri, depresyonu alanlara

Serotonin Geri Alım İnhibitörleri veya antidepresan olarak Bliterix 10 mg

Tablet verilebilir.

Bu arada hatırlatmak isterim, her türlü dirençli depresyonda ve psikotik

özellikli psikiyatrik tedavi en iyi tedavi halk arasında elektroşok diye tanınan,

bizim Elelektro-Konvulsif Terapi dediğimiz yöntemdir.

***

Eskiden şehir cereyanıyla kendimiz yapardık, şimdi süksinil kolin bakılarak hastanede uygulanıyor.

Bu tedavinin eskiden 6 cm’den büyük aort anevrizması, kafa içinde yer kaplayan kitle (KİBAS) ve yeni geçirilmiş miyokard enfarktüsü söz konusuysa yapılmaması söylenirdi. Şimdi anlaşmalı hastanelerde uygulatıyoruz.

Forse normalizasyon yoluyla hastaların %90’ına yanı sıra çoğu şifa bulur.

Hastalık yoktur hasta vardır ilkesini unutmamak gerekir.

***

Bir de tavsiyem olacak: Eski dostlarınızı ve akrabalarınızı mutlaka arayın. Mutlaka özgeci (altruistik) bir cevap alırsınız.

Herkese sevgim ve saygımla…

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 04 Mayıs 2017 Perşembe

KUŞ GİBİ ÖTEN KADIN: YMA SUMAK

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

Bir onlardan, bir bizden örnekler…

Yma Sumac (13 Eylül 1922 - 1 Kasım 2008), 

Peru asıllı soprano…

***

1950'li yıllarda Exotica şarkıcılarının en tanınmışlarından biriydi. Hayret verici bir şekilde beş oktav  aralığında kullanabildiği sesi ile uluslararası bir şöhrete erişen sanatçı 1955’te ABD  vatandaşı olmuştur.


Seyrek de olsa Ima veya Imma Sumack adlarını da kullanmıştır. Egzotik müzik de denen İnka Kızılderililerine özgü yüzyıllar öncesine dayanan eski bir Peru müziği tarzını icra ediyordu.

***

Dünyada çok az sayıda şarkıcının erişebildiği bu beş oktavlık ses aralığından daha da şaşırtıcı olanı Yma Sumac'ın hiçbir müzik eğitimi almamış olmasıdır. Hatta bazı söylentilere göre Yma Sumac nota okumayı bile bilmiyordu.

***

Sadece 5 albümle efsane hâline gelen ender şarkıcılardan biridir. Albümleri 50 yıldan beri defalarca yeni baskılar yapmaya devam etmiştir. 2008 yılında 86. yaşını kutlayan şarkıcı, aynı yılın 1 Kasım’ında Los Angeles, California'da hayata veda etmiştir. Sanatçı kalın bağırsak kanseri görüyordu  tedavisi görüyordu.

***

13 Eylül 1922 tarihinde Peru’nun Kuzeyinde yer alan yüksek dağlarla çevrili bölgesi Cajamarca'nın Ichocán kentinde dünyaya gelmişti. Doğduğunda verilen ismi “Zoila Augusta Emperatriz Chavarri del Castillo” idi. Doğduğu tarih ve kökeni hakkında da çok çeşitli söylentiler ortaya atılmıştı.

Daha önce doğduğu yıl ile ilgili olarak 1921’den 1929’a kadar değişik tarihler verilmişti. Şöhretinin doruğunda olduğu 1950’li yıllarda ise son  İnka imparatoru Atahualpa’nın sülâlesinden gelen bir prenses olduğu iddia edilmişti.

***

Hatta bir ara aslında Brooklyn veya Kanada'da doğduğu ve New York'ta şarkı söylerken Peru ile ilgili bu hikâyelerin reklam için uydurulmuş olduğu bile ileri sürülmüştü.

13 yaşına geldiği zaman olgunlaşan sesi ile dikkati çekmeye başladı. Arjantin’e radyo programı yapmak üzere davet edildi. 1943’e gelindiğinde Arjantin’de 16 kadar şarkıyı plak yapmıştı bile.

***

1942’de Orkestra şefi Moises Vivanco ile tanıştı ve evlendiler. Cholita Rivero adlı bir dansçıyı da aralarına alarak kurdukları “The Inka Taky Üçlüsü" adlı grupla İnka Kızılderililerine özgü yüzyıllar öncesine dayanan eski bir Peru müziği tarzını uyguladı.

***

Bu grupla birlikte bütün Güney Amerika’yı turlayarak konserler verdi.

Yma Sumac'ın annesinin kızlık soyadının Atahualpa olması onun son İnka İmparatoru Atahualpa’nın sülâlesinden gelen bir prenses olduğu söylentisinin çıkmasına yol açmıştı. 

1946 senesinde yılında grup New York’a gitti.

Başlarda Amerikalıların onun müziğine pek hazır olmadıkları anlaşıldı, bu tarz müziği tuhaf bulmuşlardı ve fazla ilgilenmemişlerdi. Küçük gece kulüplerinden birinde şarkı söylerken orada bulunan Capitol Records plak şirketinden bir yetenek avcısının dikkatini çekince 1950 senesinde bu şirketle bir kontrat imzaladı.

***

Artık adını da resmen Yma Sumac yaptı. Bu daha büyüleyici ve egzotik bir isimdi.

Artık 20’li yaşlarının ortalarında olan Sumac’ın sesi de gücünün zirvesine erişmişti.

Çok az sayıda şarkıcıda görülebilecek bir şekilde 5 oktava kadar bir ses aralığında şarkı söyleyebiliyordu.

Bu olağanüstü yeteneğinin yanı sıra kendisine eşlik eden büyük orkestralarla beraber tarzını daha da geliştirdi ve 1950’de doldurduğu Voice of the Xtabay albümü hiç reklamı yapılmamasına rağmen 100.000'in üzerinde sattı.

Aynı yıl “Hollywood Bowl’da” verdiği başarılı konserlerle de şöhreti bütün dünyaya dünyaya yayıldı ve yurt dışı konserlerine başladı.

Kendisine “İnka Prensesi”, “Peru’lu diva”, “egzotik müziğin kraliçesi”, “Dünyanın en egzotik sesi” gibi lâkaplar takılan Sumac bütün 1950’ler boyunca dünya turneleri, plak kayıtları yaptı; birçok filmde oynadı ve sonunda kendisine “Dünya’nın 8. harikası" da dendi.

***

Şarkılarını eski Peru dilinde ve İspanyolca söyleyen Sumac İtalya turnesi sırasında aslında vokal yorumlamaya fazla açık olmayan İtalyanca arya ve şarkıları da büyük bir cesaretle yorumladı.

Bunlardan “Sihirli Flüt” ve “Ay Işığı Sonatı’nı” yorumladığı zaman 20 dakika ayakta alkışlanmıştı. Kendiyle yapılan röportajda soyunma odasına gelen ünlü bir İtalyan sopranonun kendisinden kendi müzik türüne geri dönmesini rica ettiğini, opera müziğini yapmaya devam ederse kendisi ile rekabet edecek hiçbir İtalyan sopranonun kalmayacağından yakındığını söylemiştir.

***

1981’de 2 haftalık bir turne için gittiği SSCB’de aşırı yoğun talep üzerine tam 6 ay kaldı. Dönüşte kocasından ikinci ve son defa boşandı. 

1970’lerin başında birkaç hayranının ısrarı ile “Miracles” (mucizeler) adlı bir psikedelik müzik albümü yaptı ancak beğenmeyip derhâl piyasadan toplattı.

***

Bu sebeple piyasada çok az olan 1971 tarihli bu albüm hayranları ve kolleksiyonerler arasında değerli bir meta haline gelmiştir.

Plakları

Yma Sumac’ın 5 oktava kadar çıkan ses aralığının diğer sopranolarla mukayesesi:

Voice of the Xtabay (1950)

Flahooley (1951)

Legend of the Sun Virgin (1952)

Inca Taqui (1953)

Voice of the Xtabay & Inca Taqui

Mambo! (1954)

Legend of the Jivaro

Amor Indio (1957)

Fuego Del Ande (1959)

Recital (1961)

Miracles (1971) Yma Rocks! (1998) adıyla CD olarak tekrar basıldı.

Rol aldığı filmler

Secret of the Incas (1954) .... Kori-Tica

Omar Khayyam (1957) .... Karina

Música de siempre (1958)

Las Canciones unidas (1960)

Müziğinin kullanıldığı filmler

Yma Sumac kendi albümlerinin birinin kapağında.

Yma Sumac’ın birçok şarkısı filmlerin soundtrack'lerinde yer almıştı.

Bunlardan bazıları:

Omar Khayyam (1957) "Lament" adlı şarkısı

Men with Guns (1997) "Xtabay" adlı şarkısı

The Big Lebowski (1998) "Ataypura" adlı şarkısı

Aprile (1998) "Bo Mambo" ve "Gopher" adlı şarkıları

Dead Husbands (1998) (TV) "Gopher Mambo"

Happy, Texas (1999) "Gopher Mambo"

Ordinary Decent Criminal (2000) "Gopher Mambo"

Confessions of a Dangerous Mind (2002) "Gopher Mambo"

The In-Laws (2003) "Gopher Mambo"

Rebound (2005) "Hands Up"

Die Österreichische Methode (2006) "Xtabay"

King of California (2007) "Malambo No. 1"

TRT televizyonunda 1980’lerin başında Öztürk Serengil  tarafından sunulan ve Türk komedi dünyasına Fatih Mühürdar gibi pek çok ünlüyü kazandıran Gülünüz Güldürünüz adlı yetenek yarışmasının jenerik müziği Yma Sumac'ın "Gopher" adlı mambo'suydu (Mambo! albümünde yer alır) ve Öztürk Serengil şarkıyı söyler gibi yapıyor ve müzik eşliğinde garip dansını yapıyordu. İyi de, yumurta bir türlü kafasına denk düşmüyordu!

Öztürk Serengil

Öğretmen Turgut Beyin oğlu olarak Artvin’de doğdu. Lise ikinci sınıftan sonra öğrenimini bırakarak geleceğin ünlü bankeri Banker Kastelli Cevher Özden ve geleceğin ünlü ressamı Cemal Akyıldız ile birlikte 1949'da İstanbul'a geldi.

öztürk serengil ile ilgili görsel sonucu

 

1958’te Oğlum Edvard adlı oyunla sanat hayatına başladı. 1958’de Oda Tiyatrosu, 1959’da İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahneye çıktı. 1950’li yılların başlarında Bâbıali’de ressamlık yaptı. 3. Kat Cinayeti filmiyle sinema oyunculuğuna başladı. İlk dönemlerde 142 filmde ‘kötü adam’ tiplemesi yapan ve daha sonra da argolu komedilerin değişmez oyuncusu haline geldi ve 300’e yakın filmde rol aldı.

"Adanalı Tayfur" tiplemesi ile ün yaptı. 1966’da sinema oyunculuğunun yanı sıra sahneye de çıkarak şovmenlik yapmaya başladı.

Televizyonda Gülünüz Güldürünüz adlı yarışma programını hazırladı ve sundu. Bu yarışma sayesinde birçok kişi sahne ve sinema dünyasına adım attı. Çeşitli TV dizilerinde rol aldı. Politik güldürü tarzında çeşitli 45’lik plaklar yaptı. Güldürü plaklarından birisi de Timur Selçuk’un "İspanyol Meyhanesi" adlı şarkısının parodi versiyonu olan İsmail'in Meyhanesi idi. Ancak bu plak çıkınca araları bozuldu.

***

Timur Selçuk, daha sonra mahkeme kararıyla bu plakları toplattı.Bir de kendi hayatının özeleştirisini yaptığı Yeşilçam’ı Benden Sorun adlı kitabı yayınlandı.

Dört kere evlendi.Şarkıcı Seren Serengil’in (d. 1971) babasıdır.

Beyin ödemi sebebiyle iki kere ameliyat oldu. Geçirdiği felç sebebiyle ömrünün son bir yılında yürüyemez, konuşma merkezi hasar gördüğü için de son günlerinde konuşma yeteneğini kaybetmişti.

Solunum sisteminin durması sonucu 11 Ocak 1999 tarihinde İstanbul-Kozyatağı’ndaki evinde vefat etti.

Öldüğünde 68 yaşındaydı. Çengelköy mezarlığına defnedilmiştir.

Serengil, hayatın çeşitli konularına özgün bakış açısı ve Türkçe’ye kazandırdığı ifade ve kelimelerle büyük tartışmalara yol açtı. Bazıları tarafından eleştirilen bu kelimeleri halk benimsemişti.

Değişik, kendine has vurgulamalarıyla söylediği "yeşşe", "kelaj" gibi yeni deyişleri Türk argosuna soktu. Şen şakrak sesiyle "yeşşe" diyerek halkın gönlünde taht kurmuştu.

Bunda, filmlerinde onu seslendiren eski patronu Mücap Ofluoğlu’nun da büyük katkısı vardır.

Hatta bu “yeşşe” kelimesi o kadar meşhur olmuştu ki, İsmet İnönü bile bir olay karşısında kendini tutamayıp “yeşşe” deyivermişti. Bu durum onun her kesimden insana hitap eden bir sanatçı olduğunu gösteriyordu.

Sevgi, sanat ve dayanışma ila kalın…

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 06 Mayıs 2017 Cumartesi

DOĞUM SONRASI DEPRESYONU

$
0
0

 Sevgili Mekâncılar,

Gebelik sonrası dönemine dair bir psikiyatrik bozukluğu paylaşmak isterim.

Doğum Sonrası Depresyonu

DOĞUM SONRASI DEPRESYONLU KADIN ile ilgili görsel sonucu

“Zamanımın çoğunu ağlayarak geçiriyorum. Bir türlü organize olamıyorum, yapmam gereken işler listesi çok uzun. Anne olarak kendimi tamamen yetersiz hissediyorum.”

”Bir türlü karar veremiyorum. Aklım karmakarışık, herkesi sanki her zaman tersliyormuşum gibi hissediyorum. Mutlu olmam gerekirken, kendimi çaresiz hissediyorum.”

”Bebek durmadan ağlıyor ve ben bebeği susturamıyorum. Kendimi yetersiz hissediyorum ama aynı zamanda sinirleniyorum da. Sonra da, dayanılmaz şekilde vicdan azabı çekiyorum. Bu, bebeğin değil, benim suçum.”

”Kendime güvenimi tamamen kaybetmişim gibi hissediyorum. Kötü görünüyorum ve aynı zamanda kendimi kötü de hissediyorum.”

 

Doğum Sonrası Depresyonu Nedir?

 

Doğum sonrası depresyonu, doğumdan sonra her on kadından biri tarafından tecrübe edilen stresli bir durumdur. Yukarıdaki cümleler, doğum sonrası depresyonu yaşayan kadınların düşünce ve duygularına tipik örneklerdir.

Bu yazı doğum sonrası depresyonu yaşayan kadınlar, onların arkadaşları ve aileleri içindir.

Sizin doğum sonrası depresyonu yaşayıp yaşamadığınızı tanımlamak,

Doğum sonrası depresyonuna nelerin sebep olabileceğini anlatmak,

Size kendinize en iyi şekilde nasıl yardımcı olabileceğiniz konusunda yardımcı olmak, yardım için daha başka nerelere gidebileceğiniz konusunda fikir vermektir.

Kendimi okuduğumu anlayamayacak kadar kötü hissedersem ne olur?

Eğer depresyondaysanız büyük bir ihtimalle, bu yazıyı okurken bile, yoğunlaşmakta zorluk çekeceksinizdir.

Belki de size çok uzun ve karışık görünüyordur?

Lütfen endişelenmeyin. Burada çok fazla bilgi var, yavaş yavaş okuyun.

Bu bilgilerden bazılarını anlamakta zorluk çekiyorsanız, bunları aile doktorunuz veya sağlık ziyaretçinizle tartışabilir veya kendinizi daha iyi hissettiğiniz zaman tekrar okuyabilirsiniz.

Eğer, bilgileri size terapistiniz veya rehberiniz verdiyse, bilgileri onların yardımıyla gözden geçirebilirsiniz.

Doğum sonrası depresyonu nedir?

Doğum sonrası depresyonu (kısaca DSD) doğum yaptıktan sonra oluşan bir depresyondur. Depresyon bazen gebelik sırasında başlar, ancak doğum sonrası depresyonu olarak adlandırılabilmesi için, doğumdan sonra da devam etmesi gerekir.

Doğum sonrası depresyonu çok yaygındır ve doğum yapan her yüz kadından 10-15’inin buna maruz kaldığı bilinen bir gerçektir.

 

Birçok kadın bu konudaki duygu ve düşüncelerini başkaları ile paylaşmadığından dolayı, gerçek rakam aslında bundan daha fazla da olabilir.

Doğum sonrası depresyonu ”normal” depresyondan ne açıdan farklıdır?

DSD’nun belirtileri her depresyonla aynıdır. Bunlar, kendini kötü hissetme ve genelde günlük hayatta olan şeylere karşı isteksizliktir.

Tek farklılık, bu belirtilerin doğumdan sonraki ilk üç ay içinde ortaya çıkmasıdır.

Bazen, daha sonra başlayan bir doğum sonrası depresyonu yaşamak mümkündür, ancak belirtiler doğumdan bir yıl kadar sonra görülürse, buna büyük bir ihtimalle doğum sonrası depresyonu diyemeyiz.

DSD ”normal” depresyona çok benzediği için yayınladığımız,

Bu konudaki iyi haber, her türlü depresyon gibi doğum sonrası depresyonu da tedaviye olumlu tepki gösterir ve kadınların birçoğu tamamen düzelir.

Kadınların karşılaşabileceği başka doğum sonrası sorunları nelerdir?

Doğum sonrasında kadınların karşılaşabileceği, gerginlik yaratacak, iki duygusal durum vardır.

Bebek stresi

Bu çok sık rastlanan bir durumdur ve buna ”bebek stresi” adı verilir. Bu hafif bir depresyondur ve doğumdan sonra her on kadından sekizinde görülür. Anneler ”bebek stresi” yaşarken, çok duygusal olurlar ve sebepsiz yere ağlarlar. Yeni anneler aynı zamanda çok endişeli, gergin ve yorgun olurlar ve uyumakta zorluk çekerler.

Doktorlar, doğum sırasında hormon seviyesindeki ani değişikliklerin ”bebek stresine” sebep olduğunu düşünmekteler, ancak, buna sebep, doğum travması ve yeni bir bebeğin getirdiği zorluklar gibi, daha farklı sebepler de olabilir.

Doğum sonrası, toparlanmak için dinlenmeye en çok ihtiyaç duyduğunuz ancak, bir türlü dinlenmeye vaktinizin olmadığı bir zamandır!

Bu stres bir iki gün sürer ve geldiği kadar da çabuk yok olur. Bu stres, uzun süre devam etmezse veya daha da kötüleşmezse, (bu durumda doğum sonrası depresyonu olarak adlandırılır) endişelenecek bir durum değildir. Buna gebelik hüznü de denir.

Doğum Psikozu

Doğum sonrasında kadınların karşılaştıkları sorunlardan ikincisi çok daha az yaygındır. Buna doğum veya doğum sonrası psikozu denir. Bu her bin yeni anneden birinde görülen, doğum sonrası depresyonundan daha ciddi bir durumdur.

Sorunlar genelde doğumdan sonraki iki hafta içinde, ciddi ruh hâli ve davranış bozuklukları şeklinde, aniden ortaya çıkar. Doğum sonrası psikozu geçiren kadınlar, çok fazla gergin olurlar, kafaları çok karışıktır ve genelde kendileri ve/veya bebekleri ile ilgili çok rahatsızlık veren inanışları vardır.

Genel tedavi ilaçla tedavi şeklindedir ve bir anne ve bebek unitesinde kısa süre kalmayı gerektirir.

Unutmayın doğum sonrası psikozu, yeni bir anne ve ailesi için korkutucu bir durum olmasına rağmen, bu tedavi çok etkilidir ve çoğu hasta tamamen iyileşir.

Doğum sonrası depresyonunun belirtileri nelerdir?

Kadınlar, çoğu aşağıda belirtilmiş olan, birçok belirti tanımlamışlardır.

Bu belirtiler, yeni bir bebeğin çokça bakıma ve özene ihtşyaç duyduğu bir sırada, size çok fazla gelebilir.

Aşağıdakiler, doğum sonrası depresyonu geçirdiğiniz zaman ortaya çıkabilecek belirtilerden bazılarıdır.

Duygu ve düşünceler

Üzgün hissetme, mutsuzluk, çaresizlik

 

Fazlaca ağlamak veya ağlayamamak

 

Kendini değersiz hissetme

 

Ruh halinin sıkça değişmesi

 

Suçluluk hissetmek

 

İlginin azalması

 

Mutluluk/eğlencenin azalması

 

Gergin veya panik olmak ve endişelenmek

 

Ters ve kızgın hissetmek

 

Bebeğinize duymak istediğiniz duyguları hissedememek

 

Vücutta oluşan ve fiziksel olan belirtiler

 

Enerjinin azalması ve aşırı yoğunluk

 

Uyku bozukluğu

 

Genel yavaşlama veya yerinde duramama, gergin ve rahatlayamama

 

Cinsel ilişkiden soğuma

 

İştahta değişiklikler - çok fazla veya çok az yemek yemek

 

Düşünceler - insanlar depresyona girdikleri zaman, olumsuz düşünme ve hüzünlü olma konusunda uzmanlaşırlar.

 

Kendi kendini eleştirmek - ”Anne olarak hiç bir işe yaramıyorum.”, ”Çok kötü görünüyorum.”, ” Bu kitapcığı anlayamıyorum, aptal olmalıyım.”

 

Endişelenmek - ”Bebek yeterince beslenemiyor.”

 

Ani sonuçlara varmak - ”Her şey benim suçum.”

 

Her şeyin en kötüsünü beklemek - ”Her şey yanlış gidecek – hiçbir şey düzelmeyecek, hep yanlış gidecek.”

 

Umutsuzluğa kapılmak - ”Bu işin sonu yok. Bazen bensiz her şey daha iyi olurdu diye düşünüyorum.”

 

Başkaları hakkında düşünceler - ”Herkes başarıyor. Ben kimsenin umurunda değilim.”

 

Bütün dünya – “Bir çocuk yetiştirmek için ne korkunç bir yer......”

 

Düşünme - depresyon düşünmeyi daha farklı şekillerde de etkiler.

 

Konsantrasyon bozukluğu

 

Karar verememek

 

Karışık, net olmayan düşünceler

 

Davranışlar

 

İnsanlardan uzaklaşma ve evden dışarı çıkmama

 

Önceden yapmaktan zevk aldığınız şeyleri yapmama

 

Günlük hayatın gerektirdiği görevleri yapmama - veya gereğinden fazla yapma

 

Karar vermeyi erteleme

 

Tartışma, bağırma, kontrolü kaybetme

 

Eğer, yukarıdaki kutulardan birkaçını işaretlediyseniz ve son iki haftadır veya daha uzun zamandır böyle hissettiyseniz, bir çeşit depresyon yaşıyorsunuz demektir.

 

Eğer, bu durum doğum yaptıktan sonra birkaç hafta veya ay içinde ortaya çıktıysa, doğum sonrası depresyonu yaşıyor olmanız büyük ihtimaldir.

 

Yardım istemeli miyim?

 

Eğer, doğum sonrası depresyonu yaşıyorsanız, bunu anlamanız ve yardım istemeniz önemlidir.

 

İnsanlar genelde doğum sonrası depresyonunu anlamakta zorluk çekerler.

 

Bu çok büyük değişikliklerin olduğu bir zamanda ortaya çıkar, ve yeni anne olanlar neyin normal olduğunu veya ne beklemeleri gerektiğini bilemezler. Sorun yavaş yavaş büyüyebilir ve genelde anneler doğum sonrası depresyonunu yaşadıklarını anlamakta zorluk çekip, sorunun kendi eksikliklerinden kaynaklandığını düşünebilirler.

 

Aynı zamanda, doğum sonrası depresyonu yaşayan kadınların çoğu, bu durumdan utanırlar ve belirtileri başkalarından saklamaya çalışırlar.

 

Doğum sonrası depresyonu yaşadığınızı ne kadar erken anlarsanız o kadar iyi olur, çünkü tedavi yöntemleri etkilidir ve kendinize yardım etme çareleri vardır.

 

Doğum sonrası depresyonunun çok yaygın olduğunu ve her beş kadından birini etkilediğini unutmayın.

 

O yüzden lütfen, aile doktorunuzdan, doktorunuzdan veya sağlık ziyaretçinizden yardım isteyin.

 

Doğum sonrası depresyonu konusunda en fazla riske kimler maruz kalır?

 

Doğum yapan herkes doğum sonrası depresyonu yaşayabilir. Ancak, bazı durumlarda daha fazla riske maruz kalabilirsiniz. Bunlara aşağıdaki durumlar dâhildir:

 

Eğer daha önce depresyon yaşadıysanız

 

Eğer doğum yapmak size çok zor geldi ise veya sizin için çok travmatik geçtiyse

 

Eğer ilişkinizde sorun yaşıyorsanız

 

Eğer hayatınızda daha başka zorluklar varsa

 

Eğer size yardımcı olabilecek aile ve arkadaşlardan ayrı kalmışsanız veya çevrenizden izole edilmişseniz

 

Eğer kendi anneniz size yardımcı olmak üzere yanınızda değilse

 

Ancak, bu sorunlarla karşılaşan herkes doğum sonrası depresyonu yaşayacaktır demek değildir.

 

 

 

Doğum sonrası depresyonuna neler sebep olur?

Bir bebek sahibi olmak büyük bir değişikliktir. Yeni anneler, biyolojik, fiziksel, duygusal ve toplumsal değişiklikler yaşarlar. Doğum sonrası depresyonunun bütün bunların karışımından ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Bundan daha farklı gerginlikler yaşanıyorsa, bunlar da doğum sonrası depresyonuna katkıda bulunur.

 

Biyolojik değişiklikler

Doğum beraberinde hormonal değişiklikler de getirir. Doğum sonrası depresyonu buna bağlı olabilir.

 

Bu olayın bir parçası olabilir ancak, deliller sadece hormonal değişikliklerin doğum sonrası depresyonuna sebep olmadığını göstermiştir. Kişiye özel ve toplumsal olaylar da önemlidir.

 

Ancak, bu durumda sakinleştiriciler veya daha başka ilaçlar etkili olabilir. Bu durumda doktorunuza danışın.

 

Fiziksel değişiklikler

 

Sadece doğum çok yorucu olabilir ve bazen fiziksel sorunlara sebep olabilir; mesela sezaryen sonrası ameliyat ağrıları gibi.

 

Bunu atlatmak her zaman kolay değildir. Birçok ihtiyacı olan bir bebeğe bakmak, dinlenmenize engel olabilir, yeterince uyku uyuyamadığınızı fark edebilirsiniz.

 

 

 

Eğer, daha büyük çocuklarınız varsa, onlar da bebeğe tepki gösterip daha fazla dikkatinizi çekmeye çalışabilirler. Bu da sizi daha da yorabilir.

 

Belki de, iştahınız yerinde değildir ve yeterince beslenemiyorsunuzdur. Bütün bunlarla, fiziksel olarak zayıf düşmek çok doğaldır.

 

Birçok kadın doğumdan sonra kendilerine güvenlerini kaybedebilirler ve vücutları değiştiği ve kendilerine bakmaya vakitleri olamadığı için, daha az çekici olduklarını düşünebilirler.

 

 

 

Aynı zamanda, doğum sonrası depresyonu geçiren kadınların çoğu, depresyonlarından dolayı hissettikleri zayıflık hissini kapatmak için, kendilerinin ve bebeklerinin görünüşlerine çok önem de verebilirler.

 

Kendinizi iyi hissetmediğiniz zaman, iyi görünmek ve gülümsemek de fiziksel olarak çok yorucu olabilir!

 

 

 

Duygusal değişiklikler

 

 

 

Kadınlar, bebekleri doğduğu zaman, genelde hissetmeyi umdukları şeyleri hissetmezler. Bebeklerini ilk kucaklarına aldıkları zaman, kadınların büyük bir kısmı, büyük bir ”annelik sevgisi” hissetmezler.

 

Bazı anneler bebeklerini ilk görüşte severler, ancak bazıları da daha sonradan bebeklerini sevmeyi öğrenirler.

 

Burada en önemli nokta, eğer doğum beklentilerinizi karşılamıyorsa çok hayal kırıklığına uğramamaktır. Doğrudur, birçok kadın doğumdan sonra daha da duygusallaşır, bu yüzden de olaylar ters gittiğinde normalde gösterecekleri duygusallık da fazla olacaktır.

 

 

 

Toplumsal değişiklikler

 

 

 

Bebek sahibi olmak birçok şeyi değiştirebilir. Yeni bir canlının talepleri, sosyal faaliyetlerinizi zor duruma sokabilir. Yeni bir bebek sahibi olmak aynı zamanda anne-babaların ilişkilerine, bir çift olarak beraber vakit geçirmelerine mani olabilir.

 

Artık aileler anne-babalarına yakın oturmadığından dolayı, yeni anneler, çevrelerinde onlara yardımcı olabilecek çok fazla kişi bulamayabilir ve kendilerini yalnız hissedebilirler. Özellikle kendi annelerinin desteğini göremeyenler bu durumu zor bulabilirler. Hatta çevresinde aile ve arkadaşları olanlar bile bazen belli yardımları istemekte zorlanabilirler.

 

Gazeteler, magazinler ve televizyon, bize anne olmayı harika bir şeymiş gibi gösterirler, ancak zorluklarından pek bahsetmezler. Medyadan ve başkalarından annelikle ilgili duydukları şeyler sonucunda, kadınlar anneliğin ”harika” bir zaman olduğunu düşünürler.

 

Herkesin doğal yollardan doğum yaptığını ve hemencecik kolaylıkla anne olduğunu düşünürler. Bu da yardım istemeyi zorlaştırabilir.

 

Ancak, bu annelikle ilgili mitler, çoğu insan için gerçeklerden çok uzaktır. Doğum yapmak çok stresli olabilir ve anne olmak da, hayatta öğrendiğimiz her yeni rol gibi, öğrenmemiz gereken bir roldür.

 

Şimdiki zamanda, kadınlardan, geçmişteki annelerden, beklendiğinden daha şey beklenir. Kadınlar işe gitmeye alışık olduğundan evde yalnız kaldığında yalnızlık hissedebilir ve meslektaşları ile olmayı özleyebilirler.

 

Ancak, işe dönmeye karar verirlerse, iş ve anneliği yürütmenin çok zor olduğunu düşünebilirler.

 

Hayatta başka zorluklar

 

Hayatta, daha önce veya o anda, zorluklar yaşayan kişilerin, doğumdan sonra doğum sonrası depresyonu geçirmeye daha yatkın olduklarını biliyoruz. Mesela daha önce düşük yapmak, kendi annenizi kaybetmek, maddi sorunlar, ev sorunları gibi. Sonuç olarak, strese sebep olan en büyük etken değişikliktir ve hayatınızı bir bebek kadar değiştiren başka bir şey daha olamaz.

 

Neler yardımcı olabilir?

 

Unutmayın, her zaman yardım istemek mümkündür - ve aynı zamanda kendinize yardımcı olmak için atabileceğiniz adımlar vardır.

 

İlk adımlar

 

Bir şeylerin yanlış gittiğini kabul edin

 

Eşinizle ve/veya arkadaşınızla veya akrabanızla ne hissetiğiniz hakkında konuşun

 

Unutmayın iyileşeceksiniz

 

Doktorunuzla veya sağlık ziyaretçinizle konuşun

 

Gördüğümüz gibi, doğum sonrası depresyonunun birçok sebebi olabilir ve aynı zamanda birçok farklı tedavileri de olabilir.

 

 

 

İlaçlar yardımcı olabilir mi?

 

 

 

Depresyon ilaçları gerçekten de yardımcı olabilir, ancak bebeğinizi emzirirken ilaç alamayabilirsiniz. Bu konuda doktorunuza danışın. Bu ilaçlar, özellikle depresyondan kaynaklanan, iştah kesilmesi, uykusuzluk, hâlsizlik gibi fiziksel belirtileri gidermede faydalı olabilirler.

 

 

 

Eğer, doktorunuz size depresyon ilaçları yazarsa, ilaçların etkisini göstermesinin iki hafta kadar zaman aldığını unutmayın. Bu ilaçların normalde bağımlılık yapmadığına inanılmakla birlikte, her ilaçda olduğu gibi aniden kesmemek gerekir.

 

 

 

Reçetede belirtilmiş miktarın tamamını almak önemlidir, bu da genelde altı ay kadardır. Eğer, doktorunuz ilaçların size yararı olacağını düşünüyorsa, sizinle görüşürken, bu konuların hepsini sizinle konuşacaktır.

 

 

 

İlaçların yan etkisi olacak mı?

 

Bazı kişiler, ağız kuruluğu veya yorgunluk gibi yan etkiler yaşayabilirler, ancak, bu belirtiler birkaç hafta içinde kaybolur.

 

Belirtiler kaybolana kadar, bolca su içmek ve şekersiz sakız emmek faydalı olabilir.

 

Bu yan etkiler çok hoş olmamasına rağmen, sonuçta göreceğiniz faydaya değer olacaktır.

 

 

 

Özellikle depresyon ilacı almak, konuşma tedavisi gibi diğer tedavilere olumlu şekilde yardımcı olabilir. Doktorunuz bunu sizinle tartışacaktır.

 

 

 

Terapi hakkında ne söylenebilir?

 

 

 

Araştırmalar, doğum sonrası depresyonunda, konuşarak tedavinin çok etkili olduğunu göstermiştir.

 

 

 

Sağlık ziyaretçiniz, belki de bu konuda eğitilmiş olan, bu konuda konuşmanızın en faydalı olacağı kimsedir. Hekiminiz, sizi mahalle doktorunuza yakın bir yerde bir konuşarak tedavi uzmanına veya psikoterapi uzmanına veya toplumsal psikolojik hemşiresine sevk edebilir.

 

Konuşarak tedavi uzmanınız, sizinle geçmişinizde, sizi rahatsız eden ve şimdiki durumla ilişkisi olan olaylar hakkında konuşabileceği gibi, nasıl hissettiğiniz ve neler düşündüğünüzle ilgili de konuşabilir.

 

Kendi kendime nasıl yardımcı olabilirim?

 

Size kendinizi daha iyi hissettirebilecek bazı pratik adımlar vardır.

 

Duygularınızla ilgili konuşmak önemlidir. Eşinizle konuşmak zor gelebilir, ancak duygularınızı sürekli kendinize saklarsanız, eşiniz de kendini soyutlanmış hissedebilir. Bu, özellikle cinsel ilişkiden soğuduysanız doğru olur, bu da depresyon geçiren kişilerin çoğunda görülür.

 

Her gün veya bütün gün boyunca yalnız kalmamaya çalışın. Arkadaşlarınızı ve başka anneleri görmeye özen gösterin. Sağlık ziyaretçiniz size çevrenizdeki yerel guruplar ve başka kadınlarla nerelerde karşılaşabileceğiniz hakkında bilgi verebilir.

 

Bazen çok faydalı olabilecek destek guruplarıyla karşılaşabilirsiniz. Aynı zamanda pratik ve duygusal konularda destek sağlayabilecek gönüllü kurumlar da vardır Size teklif edilen her türlü pratik yardımı kabul edin. Yardım isterken utanmayın veya kabul ederken suçluluk hissetmeyin.

 

Ağır depresyon geçiren kadınların, bazı ev işleri veya çocuk bakımı konusunda yardım almaya hakları olabilir.

 

Mükemmel ev kadını olmaya çalışmayın. Evin mükemmel şekilde derli toplu olup olmadığı önemli değildir. Yapmanız gereken işleri en aza indirmeye çalışın.

 

Mümkün olduğunca çok dinlenin, çünkü yorgunluğun depresyonu arttırdığı düşünülmektedir.

 

İyi beslenin.

 

Kendinize zaman ayırın. Bu tamamen hayalci gelebilir, ama uzun bir banyo, bir yürüyüş, veya yarım saatliğine bir magazin okumak bile dinlenmenizi sağlayabilir.

 

Egzersiz özellikle faydalı olabilir.

 

Daha başka ne yapabilirim?

 

 

 

Depresyon, düşüncelerimizi ve duygularımızı ve sonuç olarak davranışlarımızı etkiler, bu yüzden de, bu değişiklikleri yapmak zordur. Aşağıdaki teknikler, aynı zamanda depressif düşünce, duygu ve davranışlarımızı yenmemizi sağlayabilir.

 

 

 

Günlük bir plan yapmak

 

 

 

İnsanlar depresyonda oldukları zaman genelde hiç bir şey yapmak istemezler. Her gün yapacakları şeylere karar vermeyi zor bulabilirler ve sonuç olarak çok az şey yapmayı başarırlar.

 

Eğer böyle bir sorununuz varsa, bunun üstesinden, yapmak istediğiniz şeylerin listesini ve sonra da, bunları nasıl yapacağınız konusunda bir plan yaparak bunların üstesinden gelebilirsiniz.

 

İşe, listedeki en basit şeylerle başlayın ve kendinizden çok fazla şey beklemeyin.

 

Listenizdeki şeyleri sıradan geçirin ve yaptığınız şeyleri işaretleyin. Günün sonunda, listenize bakıp başardığınızı şeyleri görebileceksiniz. Fiziksel egzersiz ve aktiviteler, ruh hâlinizi düzeltebilir.

 

Biraz bunları günlük planınıza koyun. Komşular, arkadaşlar ve akrabalarla görüşmek de faydalı olabilir.

 

Family Link (Aile Bağları) gibi kurumlar size destek sağlayabilir ve tekrar insanlarla görüşmenizi konusunda yardımcı olabilirler.

 

 

 

Kendinizden çok fazla şey beklememeyi unutmayın. Size daha önce kolay gelen şeyler şimdi çok zor gelebilir. Olduğunuz yerden başlayın ve iyi olduğunuz zamanki halinize gelene kadar yavaş yavaş kendinizi geliştirin.

 

 

 

Başarılar ve yapmaktan hoşlandığınız şeyler

 

 

 

Depresyonda olan kişiler genelde neler başardıklarını ve neleri yapmaktan hoşlandıklarını unuturlar. Pek çok kişi, genelde farkında olduklarından çok fazla şeylerle uğraşırlar.

 

Planınıza, günlük bütün yapacaklarınızı yazdığınız zaman, yapmaktan hoşlandığınız şeylerin karşısına H, başardığınızı düşündüğünüz şeylerin karşısına da B harf koyun.

 

 

 

Fazla alçak gönüllü olmamaya çalışın. Depresyon geçirenlerin kendi başarılarını görememe gibi bir sorunları vardır.

 

Kendinizi sürekli eski halinizle kıyaslamayın, yapmayı başardığınız şeyler için kendinizi övün. Depresyonda olduğunuz zaman her şey zor gelebilir, her şeyin dikkate alınması ve ödüllendirilmesi gerekir, o yüzden günlük hayatınıza hoş olaylar koymaya çalışın. Kendinizi ödüllendirin-faydasını göreceksiniz.

 

3.Hisleri değiştirmenin ABC’si

 

Doğum sonrası depresyonu geçiren birisinin moral bozukluğuna sebep olabilecek, bulanık düşünceleri vardır. Bu depresyon geçiren herkes için geçerlidir.

 

Son zamanlarda sizi üzüp depresyona sebep olan bir olayı düşünün. Bu olayda üç ayrı bölümü görebilirsiniz.

 

Olay

 

Olay hakkında sizin düşünceleriniz

 

Olay hakkındaki duygularınız

 

Birçok kişi sadece A ve C’nin farkındadırlar. Bir örneğe bakalım.

 

Düşünün, yapabileceğiniz herşeyi yapmanıza rağmen bebeğiniz ağlıyor ve bir türlü susmuyor.

 

Olay - bebek ağlıyor, susmuyor

 

Düşünceleriniz - Buna dayanamıyorum. Onu sarsmak istiyorum. Kötü bir anneyim. Bebeğimi hak etmiyorum.

 

Duygularınız - depresyonda, suçluluk.

 

Çok depresifim! Kendinizi kötü hissetmeniz, şaşılacak bir şey değil! A. B ve C adımlarının farkında olmak çok önemlidir. Çünkü bir olay hakkında düşüncemizi değiştirebiliriz ve bunun sonucunda da, olay hakkında nasıl hissettiğimizi değiştirebiliriz.

 

4.Dengeleme

 

“Dengeleme” denemek için çok kullanışlı bir tekniktir. Olumsuz, eleştiren bir düşünceye sahip olduğunuz zaman, bunu kendiniz hakkında olumlu bir gerçekle dengeleyin. Örneğin:

 

Düşünce: ”Kötü bir anneyim.”, ”sağlık ziyaretçim, gerçekten iyi olduğumu söylüyor ve bebek iyi gelişiyor.” gerçeği ile dengelenebilir.

 

Elbette, bunu söylemek yapmaktan daha kolaydır. Olumsuz düşündüğünüz zaman, bu düşünceleri bir tarafa atmak kolay değildir, ancak olumsuz düşünceyi olumluyla değiştirmek zamanla kolaylaşacaktır.

 

 

 

5.Çift sütun tekniği

 

 

 

Size daha başka yardımcı olacak bir teknik de, otomatik olarak gelen olumsuz düşüncelerinizi bir sütuna yazmak - ve her birinin karşısına, daha dengeleyici olumlu bir düşünce yazmaktır.

 

Mesela,

 

Otomatik olumsuz düşünce

Dengeleyici düşünce

Her şeyle başa çıkamıyorum - evim karmakarışık,

İyiyim. Evin her zamankinden biraz daha az toplu olması sorun değil.

 

Bunu daha da ileri götürüp olaylarla ilgili bir günlük tutabilirsiniz, duygu ve düşünceler. Biraz aşağıdaki tabelaya benzeyebilir. Daha dengeli düşünceler bulmak için, tanımlanan yaklaşımları kullanın.

 

Bahsedilenlere yakın düşünmenin getireceği hatalar konusunda dikkatli olun.

 

Olay

Duygu veya düşünce

Kafanızdaki düşünce

Daha başka dengeli düşünceler

Örnek: Hastanedeki annelerden birisi beni görmezliğe geldi

Kötü ve çökkün

Benden hoşlanmıyor, zaten benden kimse hoşlanmıyor

Belki de dalgındır - ben de benden hoşlanmadığı konusunda çok çabuk yargıya vardım.

 

 

 

Detayları hatırlamaya çalışın

 

Araştırmalar bize depresyon geçiren bir kimsenin detayları hatırlayamadığını ancak, ”Zaten hiçbir şey beceremedim bugüne kadar.” gibi, genel ifadeler kullandığını belirtir.

 

İyi zamanları ve güzel deneyimleri hatırlamak için, detayları hatırlamak üzere, kendinizi eğitmeye çalışın.

 

Bir günlük tutmak bu konuda yardımcı olabilir. ”Salı günü arkadaşıma yardım ettim.”, ”Eşim geçen hafta yaptığım işlerden dolayı bana iltifat etti.”, gibi, olumlu olayların bir listesini yapmaya çalışın.

 

 

 

Özetle

 

 

 

Günlük bir plan yapmak, hoşlandığınızı ve başardığınız şeyleri yazmak ve otomatik düşüncelerinizin ve dengeli düşüncelerinizin bir günlüğünü tutmak size depresyonla, ve depresyonun getirdiği, iç karartıcı düşüncelerle başa çıkmada yardımcı olabilir.

 

 

 

7. Zor sorunları çözmek

 

 

 

Bazen yapmamız gereken zor ve karışık işler bize fazla gelebilir. Bu olayları çözerken kullanabileceğimiz bir yaklaşım, olayı tamamlamak için yapmamız gerekenleri basamak basamak tanımlamak ve sonrada her basamağı tek ele almaktır.

 

Depresyonda olduğunuz zaman küçük sorunlar bile, çözülmesi zor görünebilir. Eğer, özellikle zor bir sorunla karşı karşıyaysanız, geçmişte buna benzer bir sorunu başarıyla çözdüğünüz bir zamanı hatırlayın ve aynı yöntemi kullanın veya bir arkadaşınıza bu durumda ne yapacağını sorun. Bütün çözümleri, size saçma gelenler de dâhil, bir kâğıda yazın. Mümkün olduğunca yaratıcı olamaya çalışın. Ne kadar fazla çözüm bulursanız, o kadar size uygun olanı bulma şansınız olur. Bütün çözümlerle ilgili eksi ve artıları hesapladıktan sonra, size en uygun olduğunu düşündüğünüz çözümü seçin.

 

 

 

8.Uzun süre inandığınız şeyler

 

 

 

Bazen kişilerin, mesela, ”ben çok zeki birisi değilim”, veya ”ben çok sevilen birisi değilim” gibi çok eleştirel olan kendilerine ait uzun zamandır inandıkları görüşler vardır. Bu düşünceler genelde geçmiş yaşantımıza ait, aslında pek de gerçek olmayan düşüncelerdir. Kendinizi olumsuz eleştirmeyi bırakmaya gerek yok.

 

 

 

9. Eğer aklınıza çocuğunuzu öldürmek gelirse derhal bildiğiniz en iyi psikiyatrı arayın.

 

 

 

Kandiller Türk icadıdır, kutlu olsun…

 

Sevgim ve saygımla…

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 10 Mayıs 2017 Çarşamba

 

Doğum sonrası depresyonu, doğumdan sonra her on kadından biri tarafından tecrübe edilen stresli bir durumdur. Yukarıdaki cümleler, doğum sonrası depresyonu yaşayan kadınların düşünce ve duygularına tipik örneklerdir.

 

Bu yazı doğum sonrası depresyonu yaşayan kadınlar, onların arkadaşları ve aileleri içindir.

 

Sizin doğum sonrası depresyonu yaşayıp yaşamadığınızı tanımlamak,

 

Doğum sonrası depresyonuna nelerin sebep olabileceğini anlatmak,

 

Size kendinize en iyi şekilde nasıl yardımcı olabileceğiniz konusunda yardımcı olmak,

 

Yardım için daha başka nerelere gidebileceğiniz konusunda fikir vermektir.

 

Kendimi okuduğumu anlayamayacak kadar kötü hissedersem ne olur?

 

Eğer depresyondaysanız büyük bir ihtimalle, bu yazıyı okurken bile, yoğunlaşmakta zorluk çekeceksinizdir.

 

Belki de size çok uzun ve karışık görünüyordur?

 

Lütfen endişelenmeyin. Burada çok fazla bilgi var, yavaş yavaş okuyun.

 

Bu bilgilerden bazılarını anlamakta zorluk çekiyorsanız, bunları aile doktorunuz veya sağlık ziyaretçinizle tartışabilir veya kendinizi daha iyi hissettiğiniz zaman tekrar okuyabilirsiniz.

 

Eğer, bilgileri size terapistiniz veya rehberiniz verdiyse, bilgileri onların yardımıyla gözden geçirebilirsiniz.

 

Doğum sonrası depresyonu nedir?

 

Doğum sonrası depresyonu (kısaca DSD) doğum yaptıktan sonra oluşan bir depresyondur. Depresyon bazen gebelik sırasında başlar, ancak doğum sonrası depresyonu olarak adlandırılabilmesi için, doğumdan sonra da devam etmesi gerekir.

 

Doğum sonrası depresyonu çok yaygındır ve doğum yapan her yüz kadından 10-15’inin buna maruz kaldığı bilinen bir gerçektir.

 

 

 

Birçok kadın bu konudaki duygu ve düşüncelerini başkaları ile paylaşmadığından dolayı, gerçek rakam aslında bundan daha fazla da olabilir.

 

Doğum sonrası depresyonu ”normal” depresyondan ne açıdan farklıdır?

 

DSD’nun belirtileri her depresyonla aynıdır. Bunlar, kendini kötü hissetme ve genelde günlük hayatta olan şeylere karşı isteksizliktir.

 

Tek farklılık, bu belirtilerin doğumdan sonraki ilk üç ay içinde ortaya çıkmasıdır.

 

 

 

Bazen, daha sonra başlayan bir doğum sonrası depresyonu yaşamak mümkündür, ancak belirtiler doğumdan bir yıl kadar sonra görülürse, buna büyük bir ihtimalle doğum sonrası depresyonu diyemeyiz.

 

DSD ”normal” depresyona çok benzediği için yayınladığımız,

 

Bu konudaki iyi haber, her türlü depresyon gibi doğum sonrası depresyonu da tedaviye olumlu tepki gösterir ve kadınların birçoğu tamamen düzelir.

 

Kadınların karşılaşabileceği başka doğum sonrası sorunları nelerdir?

 

Doğum sonrasında kadınların karşılaşabileceği, gerginlik yaratacak, iki duygusal durum vardır.

 

Bebek stresi

 

Bu çok sık rastlanan bir durumdur ve buna ”bebek stresi” adı verilir. Bu hafif bir depresyondur ve doğumdan sonra her on kadından sekizinde görülür. Anneler ”bebek stresi” yaşarken, çok duygusal olurlar ve sebepsiz yere ağlarlar. Yeni anneler aynı zamanda çok endişeli, gergin ve yorgun olurlar ve uyumakta zorluk çekerler.

 

Doktorlar, doğum sırasında hormon seviyesindeki ani değişikliklerin ”bebek stresine” sebep olduğunu düşünmekteler, ancak, buna sebep, doğum travması ve yeni bir bebeğin getirdiği zorluklar gibi, daha farklı sebepler de olabilir.

 

Doğum sonrası, toparlanmak için dinlenmeye en çok ihtiyaç duyduğunuz ancak, bir türlü dinlenmeye vaktinizin olmadığı bir zamandır!

 

Bu stres bir iki gün sürer ve geldiği kadar da çabuk yok olur. Bu stres, uzun süre devam etmezse veya daha da kötüleşmezse, (bu durumda doğum sonrası depresyonu olarak adlandırılır) endişelenecek bir durum değildir. Buna gebelik hüznü de denir.

 

Doğum Psikozu

 

Doğum sonrasında kadınların karşılaştıkları sorunlardan ikincisi çok daha az yaygındır. Buna doğum veya doğum sonrası psikozu denir. Bu her bin yeni anneden birinde görülen, doğum sonrası depresyonundan daha ciddi bir durumdur.

 

Sorunlar genelde doğumdan sonraki iki hafta içinde, ciddi ruh hâli ve davranış bozuklukları şeklinde, aniden ortaya çıkar. Doğum sonrası psikozu geçiren kadınlar, çok fazla gergin olurlar, kafaları çok karışıktır ve genelde kendileri ve/veya bebekleri ile ilgili çok rahatsızlık veren inanışları vardır.

 

Genel tedavi ilaçla tedavi şeklindedir ve bir anne ve bebek unitesinde kısa süre kalmayı gerektirir.

 

Unutmayın doğum sonrası psikozu, yeni bir anne ve ailesi için korkutucu bir durum olmasına rağmen, bu tedavi çok etkilidir ve çoğu hasta tamamen iyileşir.

 

Doğum sonrası depresyonunun belirtileri nelerdir?

 

Kadınlar, çoğu aşağıda belirtilmiş olan, birçok belirti tanımlamışlardır.

 

Bu belirtiler, yeni bir bebeğin çokça bakıma ve özene ihtşyaç duyduğu bir sırada, size çok fazla gelebilir.

 

Aşağıdakiler, doğum sonrası depresyonu geçirdiğiniz zaman ortaya çıkabilecek belirtilerden bazılarıdır.

 

Duygu ve düşünceler

 

Üzgün hissetme, mutsuzluk, çaresizlik

 

Fazlaca ağlamak veya ağlayamamak

 

Kendini değersiz hissetme

 

Ruh halinin sıkça değişmesi

 

Suçluluk hissetmek

 

İlginin azalması

 

Mutluluk/eğlencenin azalması

 

Gergin veya panik olmak ve endişelenmek

 

Ters ve kızgın hissetmek

 

Bebeğinize duymak istediğiniz duyguları hissedememek

 

Vücutta oluşan ve fiziksel olan belirtiler

 

Enerjinin azalması ve aşırı yoğunluk

 

Uyku bozukluğu

 

Genel yavaşlama veya yerinde duramama, gergin ve rahatlayamama

 

Cinsel ilişkiden soğuma

 

İştahta değişiklikler - çok fazla veya çok az yemek yemek

 

Düşünceler - insanlar depresyona girdikleri zaman, olumsuz düşünme ve hüzünlü olma konusunda uzmanlaşırlar.

 

Kendi kendini eleştirmek - ”Anne olarak hiç bir işe yaramıyorum.”, ”Çok kötü görünüyorum.”, ” Bu kitapcığı anlayamıyorum, aptal olmalıyım.”

 

Endişelenmek - ”Bebek yeterince beslenemiyor.”

 

Ani sonuçlara varmak - ”Her şey benim suçum.”

 

Her şeyin en kötüsünü beklemek - ”Her şey yanlış gidecek – hiçbir şey düzelmeyecek, hep yanlış gidecek.”

 

Umutsuzluğa kapılmak - ”Bu işin sonu yok. Bazen bensiz her şey daha iyi olurdu diye düşünüyorum.”

 

Başkaları hakkında düşünceler - ”Herkes başarıyor. Ben kimsenin umurunda değilim.”

 

Bütün dünya – “Bir çocuk yetiştirmek için ne korkunç bir yer......”

 

Düşünme - depresyon düşünmeyi daha farklı şekillerde de etkiler.

 

Konsantrasyon bozukluğu

 

Karar verememek

 

Karışık, net olmayan düşünceler

 

Davranışlar

 

İnsanlardan uzaklaşma ve evden dışarı çıkmama

 

Önceden yapmaktan zevk aldığınız şeyleri yapmama

 

Günlük hayatın gerektirdiği görevleri yapmama - veya gereğinden fazla yapma

 

Karar vermeyi erteleme

 

Tartışma, bağırma, kontrolü kaybetme

 

Eğer, yukarıdaki kutulardan birkaçını işaretlediyseniz ve son iki haftadır veya daha uzun zamandır böyle hissettiyseniz, bir çeşit depresyon yaşıyorsunuz demektir.

 

Eğer, bu durum doğum yaptıktan sonra birkaç hafta veya ay içinde ortaya çıktıysa, doğum sonrası depresyonu yaşıyor olmanız büyük ihtimaldir.

 

Yardım istemeli miyim?

 

Eğer, doğum sonrası depresyonu yaşıyorsanız, bunu anlamanız ve yardım istemeniz önemlidir.

 

İnsanlar genelde doğum sonrası depresyonunu anlamakta zorluk çekerler.

 

Bu çok büyük değişikliklerin olduğu bir zamanda ortaya çıkar, ve yeni anne olanlar neyin normal olduğunu veya ne beklemeleri gerektiğini bilemezler. Sorun yavaş yavaş büyüyebilir ve genelde anneler doğum sonrası depresyonunu yaşadıklarını anlamakta zorluk çekip, sorunun kendi eksikliklerinden kaynaklandığını düşünebilirler.

 

Aynı zamanda, doğum sonrası depresyonu yaşayan kadınların çoğu, bu durumdan utanırlar ve belirtileri başkalarından saklamaya çalışırlar.

 

Doğum sonrası depresyonu yaşadığınızı ne kadar erken anlarsanız o kadar iyi olur, çünkü tedavi yöntemleri etkilidir ve kendinize yardım etme çareleri vardır.

 

Doğum sonrası depresyonunun çok yaygın olduğunu ve her beş kadından birini etkilediğini unutmayın.

 

O yüzden lütfen, aile doktorunuzdan, doktorunuzdan veya sağlık ziyaretçinizden yardım isteyin.

 

Doğum sonrası depresyonu konusunda en fazla riske kimler maruz kalır?

 

Doğum yapan herkes doğum sonrası depresyonu yaşayabilir. Ancak, bazı durumlarda daha fazla riske maruz kalabilirsiniz. Bunlara aşağıdaki durumlar dâhildir:

 

Eğer daha önce depresyon yaşadıysanız

 

Eğer doğum yapmak size çok zor geldi ise veya sizin için çok travmatik geçtiyse

 

Eğer ilişkinizde sorun yaşıyorsanız

 

Eğer hayatınızda daha başka zorluklar varsa

 

Eğer size yardımcı olabilecek aile ve arkadaşlardan ayrı kalmışsanız veya çevrenizden izole edilmişseniz

 

Eğer kendi anneniz size yardımcı olmak üzere yanınızda değilse

 

Ancak, bu sorunlarla karşılaşan herkes doğum sonrası depresyonu yaşayacaktır demek değildir.

 

 

 

Doğum sonrası depresyonuna neler sebep olur?

 

 

 

Bir bebek sahibi olmak büyük bir değişikliktir. Yeni anneler, biyolojik, fiziksel, duygusal ve toplumsal değişiklikler yaşarlar. Doğum sonrası depresyonunun bütün bunların karışımından ortaya çıktığı düşünülmektedir.

 

 

 

Bundan daha farklı gerginlikler yaşanıyorsa, bunlar da doğum sonrası depresyonuna katkıda bulunur.

 

 

 

Biyolojik değişiklikler

 

 

 

Doğum beraberinde hormonal değişiklikler de getirir. Doğum sonrası depresyonu buna bağlı olabilir.

 

 

 

Bu olayın bir parçası olabilir ancak, deliller sadece hormonal değişikliklerin doğum sonrası depresyonuna sebep olmadığını göstermiştir. Kişiye özel ve toplumsal olaylar da önemlidir.

 

Ancak, bu durumda sakinleştiriciler veya daha başka ilaçlar etkili olabilir. Bu durumda doktorunuza danışın.

 

Fiziksel değişiklikler

 

Sadece doğum çok yorucu olabilir ve bazen fiziksel sorunlara sebep olabilir; mesela sezaryen sonrası ameliyat ağrıları gibi.

 

Bunu atlatmak her zaman kolay değildir. Birçok ihtiyacı olan bir bebeğe bakmak, dinlenmenize engel olabilir, yeterince uyku uyuyamadığınızı fark edebilirsiniz.

 

 

 

Eğer, daha büyük çocuklarınız varsa, onlar da bebeğe tepki gösterip daha fazla dikkatinizi çekmeye çalışabilirler. Bu da sizi daha da yorabilir.

 

Belki de, iştahınız yerinde değildir ve yeterince beslenemiyorsunuzdur. Bütün bunlarla, fiziksel olarak zayıf düşmek çok doğaldır.

 

Birçok kadın doğumdan sonra kendilerine güvenlerini kaybedebilirler ve vücutları değiştiği ve kendilerine bakmaya vakitleri olamadığı için, daha az çekici olduklarını düşünebilirler.

 

 

 

Aynı zamanda, doğum sonrası depresyonu geçiren kadınların çoğu, depresyonlarından dolayı hissettikleri zayıflık hissini kapatmak için, kendilerinin ve bebeklerinin görünüşlerine çok önem de verebilirler.

 

Kendinizi iyi hissetmediğiniz zaman, iyi görünmek ve gülümsemek de fiziksel olarak çok yorucu olabilir!

 

 

 

Duygusal değişiklikler

 

 

 

Kadınlar, bebekleri doğduğu zaman, genelde hissetmeyi umdukları şeyleri hissetmezler. Bebeklerini ilk kucaklarına aldıkları zaman, kadınların büyük bir kısmı, büyük bir ”annelik sevgisi” hissetmezler.

 

Bazı anneler bebeklerini ilk görüşte severler, ancak bazıları da daha sonradan bebeklerini sevmeyi öğrenirler.

 

Burada en önemli nokta, eğer doğum beklentilerinizi karşılamıyorsa çok hayal kırıklığına uğramamaktır. Doğrudur, birçok kadın doğumdan sonra daha da duygusallaşır, bu yüzden de olaylar ters gittiğinde normalde gösterecekleri duygusallık da fazla olacaktır.

 

 

 

Toplumsal değişiklikler

 

 

 

Bebek sahibi olmak birçok şeyi değiştirebilir. Yeni bir canlının talepleri, sosyal faaliyetlerinizi zor duruma sokabilir. Yeni bir bebek sahibi olmak aynı zamanda anne-babaların ilişkilerine, bir çift olarak beraber vakit geçirmelerine mani olabilir.

 

Artık aileler anne-babalarına yakın oturmadığından dolayı, yeni anneler, çevrelerinde onlara yardımcı olabilecek çok fazla kişi bulamayabilir ve kendilerini yalnız hissedebilirler. Özellikle kendi annelerinin desteğini göremeyenler bu durumu zor bulabilirler. Hatta çevresinde aile ve arkadaşları olanlar bile bazen belli yardımları istemekte zorlanabilirler.

 

Gazeteler, magazinler ve televizyon, bize anne olmayı harika bir şeymiş gibi gösterirler, ancak zorluklarından pek bahsetmezler. Medyadan ve başkalarından annelikle ilgili duydukları şeyler sonucunda, kadınlar anneliğin ”harika” bir zaman olduğunu düşünürler.

 

Herkesin doğal yollardan doğum yaptığını ve hemencecik kolaylıkla anne olduğunu düşünürler. Bu da yardım istemeyi zorlaştırabilir.

 

Ancak, bu annelikle ilgili mitler, çoğu insan için gerçeklerden çok uzaktır. Doğum yapmak çok stresli olabilir ve anne olmak da, hayatta öğrendiğimiz her yeni rol gibi, öğrenmemiz gereken bir roldür.

 

Şimdiki zamanda, kadınlardan, geçmişteki annelerden, beklendiğinden daha şey beklenir. Kadınlar işe gitmeye alışık olduğundan evde yalnız kaldığında yalnızlık hissedebilir ve meslektaşları ile olmayı özleyebilirler.

 

Ancak, işe dönmeye karar verirlerse, iş ve anneliği yürütmenin çok zor olduğunu düşünebilirler.

 

Hayatta başka zorluklar

 

Hayatta, daha önce veya o anda, zorluklar yaşayan kişilerin, doğumdan sonra doğum sonrası depresyonu geçirmeye daha yatkın olduklarını biliyoruz. Mesela daha önce düşük yapmak, kendi annenizi kaybetmek, maddi sorunlar, ev sorunları gibi. Sonuç olarak, strese sebep olan en büyük etken değişikliktir ve hayatınızı bir bebek kadar değiştiren başka bir şey daha olamaz.

 

Neler yardımcı olabilir?

 

Unutmayın, her zaman yardım istemek mümkündür - ve aynı zamanda kendinize yardımcı olmak için atabileceğiniz adımlar vardır.

 

İlk adımlar

 

Bir şeylerin yanlış gittiğini kabul edin

 

Eşinizle ve/veya arkadaşınızla veya akrabanızla ne hissetiğiniz hakkında konuşun

 

Unutmayın iyileşeceksiniz

 

Doktorunuzla veya sağlık ziyaretçinizle konuşun

 

Gördüğümüz gibi, doğum sonrası depresyonunun birçok sebebi olabilir ve aynı zamanda birçok farklı tedavileri de olabilir.

 

 

 

İlaçlar yardımcı olabilir mi?

 

 

 

Depresyon ilaçları gerçekten de yardımcı olabilir, ancak bebeğinizi emzirirken ilaç alamayabilirsiniz. Bu konuda doktorunuza danışın. Bu ilaçlar, özellikle depresyondan kaynaklanan, iştah kesilmesi, uykusuzluk, hâlsizlik gibi fiziksel belirtileri gidermede faydalı olabilirler.

 

 

 

Eğer, doktorunuz size depresyon ilaçları yazarsa, ilaçların etkisini göstermesinin iki hafta kadar zaman aldığını unutmayın. Bu ilaçların normalde bağımlılık yapmadığına inanılmakla birlikte, her ilaçda olduğu gibi aniden kesmemek gerekir.

 

 

 

Reçetede belirtilmiş miktarın tamamını almak önemlidir, bu da genelde altı ay kadardır. Eğer, doktorunuz ilaçların size yararı olacağını düşünüyorsa, sizinle görüşürken, bu konuların hepsini sizinle konuşacaktır.

 

 

 

İlaçların yan etkisi olacak mı?

 

Bazı kişiler, ağız kuruluğu veya yorgunluk gibi yan etkiler yaşayabilirler, ancak, bu belirtiler birkaç hafta içinde kaybolur.

 

Belirtiler kaybolana kadar, bolca su içmek ve şekersiz sakız emmek faydalı olabilir.

 

Bu yan etkiler çok hoş olmamasına rağmen, sonuçta göreceğiniz faydaya değer olacaktır.

 

 

 

Özellikle depresyon ilacı almak, konuşma tedavisi gibi diğer tedavilere olumlu şekilde yardımcı olabilir. Doktorunuz bunu sizinle tartışacaktır.

 

 

 

Terapi hakkında ne söylenebilir?

 

 

 

Araştırmalar, doğum sonrası depresyonunda, konuşarak tedavinin çok etkili olduğunu göstermiştir.

 

 

 

Sağlık ziyaretçiniz, belki de bu konuda eğitilmiş olan, bu konuda konuşmanızın en faydalı olacağı kimsedir. Hekiminiz, sizi mahalle doktorunuza yakın bir yerde bir konuşarak tedavi uzmanına veya psikoterapi uzmanına veya toplumsal psikolojik hemşiresine sevk edebilir.

 

Konuşarak tedavi uzmanınız, sizinle geçmişinizde, sizi rahatsız eden ve şimdiki durumla ilişkisi olan olaylar hakkında konuşabileceği gibi, nasıl hissettiğiniz ve neler düşündüğünüzle ilgili de konuşabilir.

 

Kendi kendime nasıl yardımcı olabilirim?

 

Size kendinizi daha iyi hissettirebilecek bazı pratik adımlar vardır.

 

Duygularınızla ilgili konuşmak önemlidir. Eşinizle konuşmak zor gelebilir, ancak duygularınızı sürekli kendinize saklarsanız, eşiniz de kendini soyutlanmış hissedebilir. Bu, özellikle cinsel ilişkiden soğuduysanız doğru olur, bu da depresyon geçiren kişilerin çoğunda görülür.

 

Her gün veya bütün gün boyunca yalnız kalmamaya çalışın. Arkadaşlarınızı ve başka anneleri görmeye özen gösterin. Sağlık ziyaretçiniz size çevrenizdeki yerel guruplar ve başka kadınlarla nerelerde karşılaşabileceğiniz hakkında bilgi verebilir.

 

Bazen çok faydalı olabilecek destek guruplarıyla karşılaşabilirsiniz. Aynı zamanda pratik ve duygusal konularda destek sağlayabilecek gönüllü kurumlar da vardır Size teklif edilen her türlü pratik yardımı kabul edin. Yardım isterken utanmayın veya kabul ederken suçluluk hissetmeyin.

 

Ağır depresyon geçiren kadınların, bazı ev işleri veya çocuk bakımı konusunda yardım almaya hakları olabilir.

 

Mükemmel ev kadını olmaya çalışmayın. Evin mükemmel şekilde derli toplu olup olmadığı önemli değildir. Yapmanız gereken işleri en aza indirmeye çalışın.

 

Mümkün olduğunca çok dinlenin, çünkü yorgunluğun depresyonu arttırdığı düşünülmektedir.

 

İyi beslenin.

 

Kendinize zaman ayırın. Bu tamamen hayalci gelebilir, ama uzun bir banyo, bir yürüyüş, veya yarım saatliğine bir magazin okumak bile dinlenmenizi sağlayabilir.

 

Egzersiz özellikle faydalı olabilir.

 

Daha başka ne yapabilirim?

 

 

 

Depresyon, düşüncelerimizi ve duygularımızı ve sonuç olarak davranışlarımızı etkiler, bu yüzden de, bu değişiklikleri yapmak zordur. Aşağıdaki teknikler, aynı zamanda depressif düşünce, duygu ve davranışlarımızı yenmemizi sağlayabilir.

 

 

 

Günlük bir plan yapmak

 

 

 

İnsanlar depresyonda oldukları zaman genelde hiç bir şey yapmak istemezler. Her gün yapacakları şeylere karar vermeyi zor bulabilirler ve sonuç olarak çok az şey yapmayı başarırlar.

 

Eğer böyle bir sorununuz varsa, bunun üstesinden, yapmak istediğiniz şeylerin listesini ve sonra da, bunları nasıl yapacağınız konusunda bir plan yaparak bunların üstesinden gelebilirsiniz.

 

İşe, listedeki en basit şeylerle başlayın ve kendinizden çok fazla şey beklemeyin.

 

Listenizdeki şeyleri sıradan geçirin ve yaptığınız şeyleri işaretleyin. Günün sonunda, listenize bakıp başardığınızı şeyleri görebileceksiniz. Fiziksel egzersiz ve aktiviteler, ruh hâlinizi düzeltebilir.

 

Biraz bunları günlük planınıza koyun. Komşular, arkadaşlar ve akrabalarla görüşmek de faydalı olabilir.

 

Family Link (Aile Bağları) gibi kurumlar size destek sağlayabilir ve tekrar insanlarla görüşmenizi konusunda yardımcı olabilirler.

 

 

 

Kendinizden çok fazla şey beklememeyi unutmayın. Size daha önce kolay gelen şeyler şimdi çok zor gelebilir. Olduğunuz yerden başlayın ve iyi olduğunuz zamanki halinize gelene kadar yavaş yavaş kendinizi geliştirin.

 

 

 

Başarılar ve yapmaktan hoşlandığınız şeyler

 

 

 

Depresyonda olan kişiler genelde neler başardıklarını ve neleri yapmaktan hoşlandıklarını unuturlar. Pek çok kişi, genelde farkında olduklarından çok fazla şeylerle uğraşırlar.

 

Planınıza, günlük bütün yapacaklarınızı yazdığınız zaman, yapmaktan hoşlandığınız şeylerin karşısına H, başardığınızı düşündüğünüz şeylerin karşısına da B harf koyun.

 

 

 

Fazla alçak gönüllü olmamaya çalışın. Depresyon geçirenlerin kendi başarılarını görememe gibi bir sorunları vardır.

 

Kendinizi sürekli eski halinizle kıyaslamayın, yapmayı başardığınız şeyler için kendinizi övün. Depresyonda olduğunuz zaman her şey zor gelebilir, her şeyin dikkate alınması ve ödüllendirilmesi gerekir, o yüzden günlük hayatınıza hoş olaylar koymaya çalışın. Kendinizi ödüllendirin-faydasını göreceksiniz.

 

3.Hisleri değiştirmenin ABC’si

 

Doğum sonrası depresyonu geçiren birisinin moral bozukluğuna sebep olabilecek, bulanık düşünceleri vardır. Bu depresyon geçiren herkes için geçerlidir.

 

Son zamanlarda sizi üzüp depresyona sebep olan bir olayı düşünün. Bu olayda üç ayrı bölümü görebilirsiniz.

 

Olay

 

Olay hakkında sizin düşünceleriniz

 

Olay hakkındaki duygularınız

 

Birçok kişi sadece A ve C’nin farkındadırlar. Bir örneğe bakalım.

 

Düşünün, yapabileceğiniz herşeyi yapmanıza rağmen bebeğiniz ağlıyor ve bir türlü susmuyor.

 

Olay - bebek ağlıyor, susmuyor

 

Düşünceleriniz - Buna dayanamıyorum. Onu sarsmak istiyorum. Kötü bir anneyim. Bebeğimi hak etmiyorum.

 

Duygularınız - depresyonda, suçluluk.

 

Çok depresifim! Kendinizi kötü hissetmeniz, şaşılacak bir şey değil! A. B ve C adımlarının farkında olmak çok önemlidir. Çünkü bir olay hakkında düşüncemizi değiştirebiliriz ve bunun sonucunda da, olay hakkında nasıl hissettiğimizi değiştirebiliriz.

 

4.Dengeleme

 

“Dengeleme” denemek için çok kullanışlı bir tekniktir. Olumsuz, eleştiren bir düşünceye sahip olduğunuz zaman, bunu kendiniz hakkında olumlu bir gerçekle dengeleyin. Örneğin:

 

Düşünce: ”Kötü bir anneyim.”, ”sağlık ziyaretçim, gerçekten iyi olduğumu söylüyor ve bebek iyi gelişiyor.” gerçeği ile dengelenebilir.

 

Elbette, bunu söylemek yapmaktan daha kolaydır. Olumsuz düşündüğünüz zaman, bu düşünceleri bir tarafa atmak kolay değildir, ancak olumsuz düşünceyi olumluyla değiştirmek zamanla kolaylaşacaktır.

 

 

 

5.Çift sütun tekniği

 

 

 

Size daha başka yardımcı olacak bir teknik de, otomatik olarak gelen olumsuz düşüncelerinizi bir sütuna yazmak - ve her birinin karşısına, daha dengeleyici olumlu bir düşünce yazmaktır.

 

Mesela,

 

Otomatik olumsuz düşünce

Dengeleyici düşünce

Her şeyle başa çıkamıyorum - evim karmakarışık,

İyiyim. Evin her zamankinden biraz daha az toplu olması sorun değil.

 

Bunu daha da ileri götürüp olaylarla ilgili bir günlük tutabilirsiniz, duygu ve düşünceler. Biraz aşağıdaki tabelaya benzeyebilir. Daha dengeli düşünceler bulmak için, tanımlanan yaklaşımları kullanın.

 

Bahsedilenlere yakın düşünmenin getireceği hatalar konusunda dikkatli olun.

 

Olay

Duygu veya düşünce

Kafanızdaki düşünce

Daha başka dengeli düşünceler

Örnek: Hastanedeki annelerden birisi beni görmezliğe geldi

Kötü ve çökkün

Benden hoşlanmıyor, zaten benden kimse hoşlanmıyor

Belki de dalgındır - ben de benden hoşlanmadığı konusunda çok çabuk yargıya vardım.

 

 

 

Detayları hatırlamaya çalışın

 

Araştırmalar bize depresyon geçiren bir kimsenin detayları hatırlayamadığını ancak, ”Zaten hiçbir şey beceremedim bugüne kadar.” gibi, genel ifadeler kullandığını belirtir.

 

İyi zamanları ve güzel deneyimleri hatırlamak için, detayları hatırlamak üzere, kendinizi eğitmeye çalışın.

 

Bir günlük tutmak bu konuda yardımcı olabilir. ”Salı günü arkadaşıma yardım ettim.”, ”Eşim geçen hafta yaptığım işlerden dolayı bana iltifat etti.”, gibi, olumlu olayların bir listesini yapmaya çalışın.

 

 

 

Özetle

 

 

 

Günlük bir plan yapmak, hoşlandığınızı ve başardığınız şeyleri yazmak ve otomatik düşüncelerinizin ve dengeli düşüncelerinizin bir günlüğünü tutmak size depresyonla, ve depresyonun getirdiği, iç karartıcı düşüncelerle başa çıkmada yardımcı olabilir.

 

 

 

7. Zor sorunları çözmek

 

 

 

Bazen yapmamız gereken zor ve karışık işler bize fazla gelebilir. Bu olayları çözerken kullanabileceğimiz bir yaklaşım, olayı tamamlamak için yapmamız gerekenleri basamak basamak tanımlamak ve sonrada her basamağı tek ele almaktır.

 

Depresyonda olduğunuz zaman küçük sorunlar bile, çözülmesi zor görünebilir. Eğer, özellikle zor bir sorunla karşı karşıyaysanız, geçmişte buna benzer bir sorunu başarıyla çözdüğünüz bir zamanı hatırlayın ve aynı yöntemi kullanın veya bir arkadaşınıza bu durumda ne yapacağını sorun. Bütün çözümleri, size saçma gelenler de dâhil, bir kâğıda yazın. Mümkün olduğunca yaratıcı olamaya çalışın. Ne kadar fazla çözüm bulursanız, o kadar size uygun olanı bulma şansınız olur. Bütün çözümlerle ilgili eksi ve artıları hesapladıktan sonra, size en uygun olduğunu düşündüğünüz çözümü seçin.

 

 

 

8.Uzun süre inandığınız şeyler

 

 

 

Bazen kişilerin, mesela, ”ben çok zeki birisi değilim”, veya ”ben çok sevilen birisi değilim” gibi çok eleştirel olan kendilerine ait uzun zamandır inandıkları görüşler vardır. Bu düşünceler genelde geçmiş yaşantımıza ait, aslında pek de gerçek olmayan düşüncelerdir. Kendinizi olumsuz eleştirmeyi bırakmaya gerek yok.

 

 

 

9. Eğer aklınıza çocuğunuzu öldürmek gelirse derhal bildiğiniz en iyi psikiyatrı arayın.

 

 

 

Kandiller Türk icadıdır, kutlu olsun…

 

Sevgim ve saygımla…

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 10 Mayıs 2017 Çarşamba

KİŞİLİK BOZUKLUKLUKLARI

$
0
0

Sevgili Mekâncılar,

Uzun süre mevcudiyetini kabul etmekte direndiğim bir Psikiyatrik Bozukluk Grubundan bahsetmek istiyorum: Kişilik Bozuklukları.

Pratik amaçlarla bu tip durumları üç kümeye ayırıyoruz

Kişilik bozukluklarının çoğunda nedensel etkenler hakkında net bilgi mevcut değildir. Bu bozuklukların derinlemesine incelemeye açık olmaması ve birden fazla eş zamanlı kişilik bozukluğu görülme oranının yüksekliği bunda en büyük etkendir.

***

Psikiyatri hastalarının hemen hemen yarısında en az bir kişilik bozukluğu bulunmakta, bunların da yarısından fazlasında birden fazla kişilik bozukluğu görülmektedir. Bundan dolayı da kişilik bozukluklarının nedenlerinin tespit edilmesi iyice güçleşmektedir.

A Kümesi

-Paranoid Kişilik Bozukluğu:

A kümesi kişilik bozuklukları içinde ele alınan paranoid kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler başkalarına karşı yaygın bir şüphecilik ve güvensizlik sergilerler. Bu da doğal olarak kişiler arası ilişkileri bozar.Bu kişiler başkalarının kötü emeller taşıdıklarına inandıklarından, sürekli gerginlik ve savunma durumundadırlar. Kendileri üzerinde oyunlar oynandığını düşünen paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, bu beklentilerini doğrulayacak deliller ararken, aksi yöndeki gerçekçi bütün delilleri göz ardı ederler.Kendi hatalarının, başarısızlıklarının ve yanlış giden her şeyin sorumlusu başkalarıdır. Bu bakış açısıyla hep başkalarını suçlarlar (yansıtma). İyi niyetli söz ve davranışlarda kötü niyet veya tehditkâr anlamlar ararlar.

Arkadaşlarının, eşlerinin veya cinsel eşlerinin sadakati konusunda kuşkucu ve endişelidirler. İnsanlara güvenmediklerinden, başkalarına kolay kolay açılamaz, yakınlık kuramazlar.

Kuşku ve güvensizlik pençesindeki paranoid kişilik bozukluğuna sahip olan bireyler, bunun gerginliğiyle öfkeli tepkilere, hatta şiddet içerikli davranışlar sergilemeye açıktırlar.

Çoğu kez kinci olan bu kişiler, ufak kusurları bile kolay kolay bağışlayamazlar. En ufak bir eleştiri, kişiliğine veya saygınlığına yönelik bir saldırıdır.

Paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, paranoid şizofreni hastalarından ayrılmalıdır. Bu kişiler ağır stres altında psikotik belirtiler sergileseler de çoğu zaman gerçeklikle bağlarını kaybetmezler.

Nedensel olarak bu bireylerde zayıf bir genetik aktarımın rolünün olduğu kanaati vardır. Yüksek düzeyde antagonizma (düşük geçinilebilirlik) ve nörotisizmin ( öfke-düşmanlık) genetik aktarımı söz konusu olabilmektedir.

Ebeveyn ihmali veya aile içi şiddete maruz kalma gibi psikososyal etkenler de paranoid kişilik bozukluğu sebepleri arasında gösterilmektedir.

Şizoid Kişilik Bozukluğu:

Duygularını ifade edemeyen, sosyal ilişkiler kuramayan, aynı zamanda buna ihtiyaç da duymayan, soğuk ve mesafeli kişilerdir. Yakın ve iyi arkadaşları yoktur. Bazen yakın bir akraba tek dost, sırdaş olabilir.Şizoid kişilik bozukluğu olan bireyler cinsellik de dâhil pek çok faaliyetten hoşlanmaz ve uzak dururlar. Bu kişiler nadiren evlenir, evlenseler bile çocuk yapmaktan, hayata kök salmaktan kaçınırlar.Sosyal becerilerinden yoksun, yalnız olmayı seven ve başkaları tarafından içine kapalı olarak tanımlanan bu bireylerin kendine özgü münzevi ilgi alanları ve işleri olur. Nadiren eşya kolleksiyonu, antika eşya toplamak gibi tek başına sürdürülebilen hobilere sıklıkla rastlanır.

Duygusal açıdan çok tepkisel olmayan şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler, genellikle kayıtsız bir ruh hâli içinde olup, güçlü negatif veya pozitif duyguları nadiren yaşarlar. Duygusal soğukluk, kopukluk ve tekdüze duygular yaşama hâkimdir.

Bu kişiler başkalarının övgülerine de kayıtsızdırlar. “Dünya yansa umurunda değil” deyişi bu kişileri çok güzel tanımlar.

Beş faktörlü kişilik özellikleri modeline göre “sıcaklık, girginlik ve pozitif duygulardan” oluşan içe dönüklük düzeyleri yüksek, ayrıca deneyime açıklık kriterlerinden olan duygulara açıklık düzeyleri düşüktür.

Yalnız olmayı seven, içe dönük yaşayan herkes şizoid kişilik bozukluğu olarak tanımlanmamalıdır.

Şizoid kişilik bozukluğu nedenleri daha çok bilişsel şemalarla açıklanmıştır. “Aslında yalnızım”, “ilişkiler karmaşık ve nahoş”, “tek başına yetebilirim” gibi uyumsuz şema ve inanışların şizoid kişilik bozukluğuna neden olduğu ileri sürülmektedir.

Şizofreninin öncüsü olduğuna ve genetik bağlara dikkat çeken teoriler günümüzde tercih edilmemektedir.

Şizotipal Kişilik Bozukluğu:

Bu bozukluk şizotipal kişilik bozukluğu olarak da isimlendirilir. Şizoid özelliklerin yanında bilişsel ve idrak bozuklukları, iletişim ve davranışlarda tuhaflıklar, ekzantriklikler (alışılagelmişin dışında, aykırı, ilginç, acayip, farklı davranışlar) bulunur. Göz bebeklerinde sıçrayıcı hareketler (sakkadik göz hareketleri) dikkati çeker.

Gerçeklikten kopma olmasa da sihirli güçleri olduğuna dair inanışlar, büyüsel düşünceler, referans (itisafi) düşünceleri denen başkalarının söylediklerinin veya beden dillerinin özel anlamları veya kişisel önemleri olduğu inancı ve tuhaf konuşmalar birçok hastada görülür.

Birçok psikiyatr tarafından şizofreninin hafif bir biçimi olarak kabul edilen şizotipal kişilik bozukluğunda, düşünme, konuşma ve davranışlardaki tuhaflıklar tipik özelliklerdir.

Şizotipal kişilik bozukluğu sebepleri arasında, genetik bağlantı ve şizofreni ile biyolojik bağlantı olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır.

Uygunsuz veya kısıtlı duygulanım, yakın arkadaş ve sırdaşların olmaması, yakınlaşmayla azalmayan aşırı sosyal kaygı şizotip kişilik bozukluğunun diğer belirtileridir.

İstismara uğrama ve erken dönem travma geçmişi etiyolojik nedenler arasındadır.

Şizotipal kişilik bozukluğu da, şizoid kişilik bozukluğunda olduğu gibi A kümesi kişilik bozuklukları içindedir.

Histriyonik Kişilik Bozukluğu:

B kümesi kişilik bozuklukları içinde yer alan histriyonik kişilik bozukluğu, dikkat çekmeye yönelik aşırı davranışlar ve duygusal tepkilerle karakterizedir.İlgi merkezi olmak bu kişiler için vazgeçilmezdir. Canlı, dramatik ve aşırı dışa dönük tarzlarının sebebi budur. Samimi ilişkiler içinde görülse de kalıcı ve doyurucu ilişkiler kuramaz. Çünkü diğer insanlar bunlara karşı sürekli yüksek düzeyde ilgi göstermek durumunda kalmakta, bir süre sonra da yorularak kendilerini geri çekmektedir. Seksten başka her şeyi seksüalize ederler.Dış görünüş ve davranışlarında abartılı tavırlar sergileyen histriyonikler cinsel açıdan kışkırtıcı ve baştan çıkartıcı olabilirler. Tarzlarıyla insanları manipüle ederek kontrol etmeye çalışan histriyonik kişiler, aynı zamanda çabuk etkilenen, bağımlılık düzeyleri yüksek bireylerdir.Histriyonik kişilik bozukluğu olan kişiler diğer insanlar tarafından bencil, kibirli, içtenliksiz, aşırı tepkisel olarak algılanırlar.Daha çok kadınlarda görülen histriyonik özellikler aslında her iki cinste de görülebilmektedir. 

Aşırı heyecan arayışı ve düşük benlik bilinci olan erkeklerde sıklıkla rastlanabilir.

Histriyonik kişilik bozukluğu nedenleri arasında genetik yatkınlığın rolü büyüktür. Bilişsel olarak, “insanları etkileyip büyülemediğim sürece ben bir hiçim”, “insanları eğlendirip, hoş tutmazsam beni terk ederler” gibi benlik değerini doğrulamaya yönelik uyumsuz şemalar söz konusudur.

Kişilik testlerinde aşırı düzeyde gerginlik, heyecan arama ve olumlu duygular dışa dönüklük puanı olarak yüksek çıkarken, yüksek düzeyde nörotisizm özelliklerinden depresyon ve benlik bilinci ön plandadır.

Dikkati üzerine çekmek için sürekli fiziksel görünüşünü kullanan histriyonik kadınlar, sıklıkla cinsel arayış içindeymiş gibi algılanırlar.

Narsisistik Kişilik Bozukluğu

Muhteşemlik duygusu narisistik hastaların temel özelliğidir. Burada başkalarının yetenek ve başarılarını küçümseme, kendi yetenek ve başarılarına aşırı değer verme söz konusudur. Kişi her türlü aşırı beklentisini hak ettiği inancındadır.

Psikiyatride abartılı benlik önemi duygusu, takdir edilme endişesi ve başkalarının duyguları ile empati kuramama üçlemesi ile tanımlanan narsisizmde, abartılı muhteşemlik duygusunun altında çok kırılgan ve tutarsız bir benlik duygusunun yattığı bilinir.Zihnin sınırsız başarı, güç, deha, güzellik fantezileri ile dolu olmasının, her şeyin en iyisine, en güzeline layık olduğuna dair inancın, özel ve eşsiz olduğu inancının temelinde kırılgan, zayıf benlik değeri duygusunun önemi büyüktür.

Bütün bu muhteşemlik duygularının benlik değerini koruması, diğer kişilik bozukluklarına göre narsisizmi psikiyatrik ve psikolojik olarak daha az rahatsızlık veren bir hastalık durumuna sokmaktadır.

Narsisistik kişiler olan biteni kendi bakış açıları dışında değerlendiremezler. Tek doğru, kendi doğrularıdır.

***

Narsisistik kişilik bozukluğu ölçütleri arasında başkalarını kıskanma veya başkalarının onu kıskandığını düşünme, kendini beğenmişlik, kibirli davranma ve iddialı olma da bulunur. Bazen küfürlü konuşur ve her şeyi denetim almayı severler (acting out).

***

Beş faktörlü kişilik özellikleri modelinde, narsisistik kişilik bozukluğu olan bireyler düşük geçinilebilirlik/yüksek antagonizm (düşük alçak gönüllülük, yüksek kibir, kendini beğenmişlik, üstünlük hissi), düşük diğerkâmlık (kayırılma beklentisi ve başkalarını istismar etme), yüksek düzeyde nörotisizm (öfkeli düşmanlık ve benlik bilinci), yüksek düzeyde fantezi eğilimi (deneyime açıklık) puanlarına sahiptir.

*** 

Kışkırtıcı davranışlar ve teşhirci tavırlar histriyonik ve narsisistik kişilerde ortak gibi görünse de histriyoniklerin amacı dikkat çekmek, narsisisitlerin ise hayranlık uyandırmaktır.

 ***

Narsisistik hastalar psikiyatri ve psikoterapide bizi en fazla zorlayan, tedavide uyumsuzluk yaratan gruptur.

 ***

Erkeklerde daha sık rastlanan narsisistik kişilik bozukluğu, toplumda %1 civarındadır. Narsisistik kişilik bozukluğu sebeplerine psikodinamik modeller daha fazla ağırlık vermektedir.

 ***

Bütün çocuklar bir dönem bütün dünyanın kendilerine bağlı olduğunu düşündükleri ilkel bir muhteşemlik duygusu döneminden geçerler. Sağlıklı bir gelişim için anne babalar çocuğun muhteşemlik davranışlarını yansıtmalıdır. Bu durum çocukların muhteşemlik duygularını törpüleyecek, hayat gerçekliğini görmelerini kolaylaştıracak, normal düzeyde benlik güveni ve benlik değeri geliştirmelerini sağlayacaktır.

 ***

Ebeveynlerin çocuğa empatiden yoksun, ihmalkâr ve aşağılayıcı yaklaşımlarının da narsisistik kişilik bozukluğu eğilimini arttırdığı bilinmektedir.

 ***

Bandura’nın sosyal öğrenme teorisinde narsisistik kişilik bozukluğu nedeni olarak, anne babanın gerçekçi olmayan aşırı değer biçmesinin rolü gösterilmiştir. Çocuğun her isteğinin bir emir olarak kabul edildiği bir aile yapısı narsisistik kişilik bozukluğuna sebep olmaktadır.

bandura sosyal öğrenme kuramı ile ilgili görsel sonucu

 

 ***

Psikodinamik model ve sosyal öğrenme terorisi narsisistik kişilik bozukluğunda birbirine zıt iki görüşü savunurlar. Günümüzde sosyal öğrenme teorisinin geçerli olduğuna inanılmaktadır.

 ***

Antisosyal Kişilik Bozukluğu:

 ***

Bu kişiler itkisel, asabi ve saldırgan olma eğilimi gösterip, vicdan azabı veya birisine bir minnet duymadan, başkalarının haklarını ihlâl veya göz ardı ederler. Yasaların suç, dinlerin günah, genel ahlâkın ayıp olarak gördükleri şeyleri tekrar tekrar yaparlar. Sorumsuzca davranırlar. İnsan ve hayvanlara saldırganlık, mülkiyete zarar verme, aldatma, hırsızlık, kuralları ihlâl ile giden ağır bir kişilik bozukluğudur.

 ***

Sınırda (Borderline) Kişilik Bozukluğu:

Bu kişiler ilişkilerinde, benlik/kendilik imgesinde ve duygu durumlarında tepkisel ve dengesiz davranışlar sergilerler. Çevresel tetikleyicilere olağandışı yoğunlukta duygusal tepkiler veren sınırda kişilik bozukluğu olan bireyler, bir duygudan diğerine şiddetli ve hızlı geçiş gösterirler. Bipolar Bozukluk’la sıklıkla iç içe girerler.

 ***

Kişiler arası ilişkilerde yüksek düzeyde tutarsızlık gösteren borderline hastalar, yoğun ve fırtınalı ilişkiler yaşar, arkadaş veya sevgililerini yüceleştirip, idealleştirirken, daha sonra derin hayal kırıklıkları ve öfkeye kapılabilirler (aşırı değer verme, devalüasyon ve splitting: ayırma).

 ****

Yoğun bir terk edilme duygusu içinde olan borderline hastalar, gerçek veya hayali terk edilmeyi önlemek için aşırı çaba gösterirler.

Aşırı duygulanımsal dengesizlik ile birleşen yüksek tepkisellik sebebiyle sınırda kişilik bozukluğu olan kişilerde cinselliğe düşkünlük, kumar, madde bağımlılığı, kuralsız ve dikkatsiz araba kullanma, kendini yaralama davranışları ve tekrarlayan intihar girişimleri sıktır. İntihar girişimlerinin %8-10’u ölümle sonuçlanır.

Bitip tükenmeyen boşluk duyguları ve yoğun öfke de sınırda kişilik bozukluğu ölçütlerindendir.

 ***

Borderline hastaların geriye dönük incelemelerinde duygusal, fiziksel ve cinsel tacize uğrama oranları çok yüksektir. Bazıları terapistlerinin ikaz etmesine rağmen bunu uluorta itiraf ederler.

 ***

Aile içi geçimsizlik ve şiddet de sınır kişilik bozukluğu nedenleri arasında gösterilir.

 ***

Kaçıngan Kişilik Bozukluğu:

 ***

Sosyal ket vurulma, yetersizlik duyguları ve olumsuz benlik imajı nedeniyle içe dönüklük ve hayat boyu sınırlı sosyal ilişki, sosyal etkileşime girme isteksizliği söz konusudur.

 ***

Eleştiriye ve reddedilmeye aşırı duyarlı olduklarından, kendisinden hoşlanılacağından emin olmadığı sürece insanlarla ilişkiye girmek istemezler. Utanma veya alaya alınma korkuları büyüktür. Kendilerini sosyal açıdan beceriksiz ve başkalarından aşağı görürler.

 ***

Bütün bunlardan dolayı kişisel riskler almaktan veya yeni faaliyetlerde bulunmaktan kaçınırlar.

 ***

Böyle bireyler şizoid kişiliklerin aksine yalnızlıktan zevk almaz, bundan dolayı kaygıya kapılırlar. Bu sebeple kolaylıkla depresyona girerler.

 ***

Psikiyatride C kümesi kişilik bozuklukları içinde yer alan Kaçıngan Kişilik Bozukluğu, bazı psikiyatrlar tarafından, sadece Genelleştirilmiş Sosyal Fobi’nin şiddetli bir görünümü olarak kabul edilirler.

 ***

Kaçıngan Kişilik Bozukluğu sebepleri arasında ilk sırayı doğuştan gelen engellenmiş bir mizaç yapısı almaktadır. Taciz ve reddedilmelerin de kaygılı ve korkulu bağlanma örüntüleri yaratarak etiyolojide yer alması mümkündür.

 ***

Bağımlı Kişilik Bozukluğu:

 ***

Psikiyatride C kümesi kişilik bozuklukları içinde yer alan bağımlı kişilik bozukluğu aşırı ilgilenme ihtiyacı ile seyreder. Hayatlarını başkalarına göre ayarlayan bu bireyler kendi ihtiyaç ve görüşlerinden feragat ederler. Başkalarının tavsiye ve güvenceleri olmadan gündelik karar vermede zorlanırlar, sorumluluğu başkalarının alması ihtiyacı duyarlar. Destek ve onaylanmayı kaybetme korkusuyla uyuşmazlıkları dile getirmekte güçlük çekerler, kolay kolay hayır diyemezler.

 ***

Kendi başının çaresine bakamayacakları endişesi sebebiyle bir yakın ilişki bittiğinde ilgi ve destek için acilen yeni bir ilişki arayışına girerler. Bağımlı Kişilik Bozukluğu nedenleri arasında, psikiyatri ve psikoloji dünyasında genetik temelli olarak bağımlı ve kaygılı olma eğilimindeki kişilerin, özerklik ve bireyleşmeyi desteklemeyen otoriter ve aşırı korumacı anne baba yaklaşımıyla patolojik boyut aldığına inanılmaktadır. Bunlara tavuk anneler de denir.

 ***

“Tamamen çaresizim”, “yanımda yeterli biri olmadıkça elimden bir şey gelmez” gibi bilişsel temel uyumsuz şemalarda etiyolojide yer alır.

 ***

Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu (Anankastik Kişilik Bozukluğu):

 ***

Psikiyatrik ve psikolojik yönden tipik özellik mükemmeliyetçilik, düzeni ve denetimi sağlama konusunda aşırı endişelenmektir.

Ayrıntılara, kurallara, düzene takılarak faaliyetin önemli noktasını, ana temasını gözden kaçırırlar. Ahlaki, etik ve sosyal değerler konusunda aşırı katıdırlar. Kendilerine ve başkalarına karşı cömert olamaz, pintilik gösterirler.

 ***

Başkalarına tam olarak yapacaklarına dair güven duymadıklarından görev paylaşımına gidemez, her işi kendileri tamamlamak isterler. İşe kendilerini fazlaca adamaları sebebiyle eğlence, dinlenme ve arkadaşlıkları dışlayabilirler. İşleri delege edemezler.

 ***

Eskimiş veya değersiz nesneleri kolay kolay atamazlar, bir süre sonra ev ve iş yerleri lüzumsuz eşya ile dolabilir: Taraklar, tuzluklar, eski eşyalar gibi…

 ***

Obsesif-kompülsif kişilik bozukluğu, psikiyatri uygulamalarında narsisistik, antisosyal ve şizoid kişilik bozuklukları ile bazı noktalarda örtüşür.

 ***

Pasif Agresif Kişilik Bozukluğu

 ***

Her anlamda “vermeyen” tiplerdir. Kadınlarda daha çok görülür. Çok sık bedenselliştirme yaparlar ve oraları buraları ağrır. Arada bunu unutunca eşleri hemen fırsatı değerlendir.

 ***

Sadomazokistik Kişilik Bozukluğu

 ***

Sıfırcı hocalar, öğrencilerine sınavlarda eziyet çektiren tipler bu gruptan çıkar ve kolay kolay iflah olmazlar. Bazılarında cinsellik de tabloya eklenebilir.

 ***

Bilimle, sanatla ve sevgiyle kalın..

 ***

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 11 Mayıs 2017 Perşembe

Viewing all 703 articles
Browse latest View live