Ruh hastalıklarının tedavisinde çok eski zamanlardan beri kullanılagelen hipnotizma ve hipnoterapi, bugün, her ne kadar psikofarmakolojinin inkişafından sonra ikinci planda yer almış gibi gözüküyorsa da, iyi seçilmiş vak’alarda en müsmir bir tedavi olarak kabul ediliyor.
Hipnotizmanın nerede başlayıp nerede bittiğini tayin etmek oldukça, zordur. Müspet ilimler dümeninde lâyık olduğu mevkii almakta bazılarınca eğer gecikmiş gibi görünebiliyorsa, bunun sebebini iyi kullanılamamış olmasında aramak lazım gelir.
Öteden beri hipnotizma ile hipnotize olmuş bulunan çalışma arkadaşım Dr. Recep Doksat, bu mevzûu eserinde her cephesiyle bizlere anlatmaktadır. Sadece bir tedavi metodu olarak değil, en az onun kadar ve belki de ondan daha mühim olarak, gerek psikoloji ve psikopatoloji, gerekse psikofizyoloji için hipnozun nasıl geniş bir araştırma sahası olduğunu göstermesi itibariyle de eser şayanı dikkattir. Hele psikosomatik mekanizmaların karanlığına ışık tutması ve psikosomatik hastalıkların tedavisi bakımından hipnotizmanın vaat ettiği imkânların zenginliği, mevzuu, tıpla ilgili herkes için pek önemli kılıyor. Büyük bir alâka göreceğini tahmin ve ümit ettiğim bu eserinden dolayı kendisini tebrik ederim.
Prof. Dr. Kâzım DAĞYOLU
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Direktörü
Birçok ruh hastalığının ve bilhassa psikonevrozların köksel teşhis ve tedavilerinde büyük önem taşıyan dinamik psikopatoloji, ilk kaynaklarını hypnotisma’dan almıştır ve Freud da Breuer ile ilk psikanalitik tedavilerinde bunu kullanmıştır. Zamanımızda hipnotizma, tedavi sahasında yine eski önemini almaktadır. Dr. Recep Doksat, bu çok güzel kitapta bize hipnotizmanın bütün inceliklerini ve faydalarını tam yetkiyle sunmuş bulunuyor.
Prof. Dr. Rasim ADASAL
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Direktörü
“Hypnose” çok eskiden beri tatbik edilen bir ruhi tedavi metodu olmakla beraber, tatbikinde ekseriya ilmi esaslara ve bilgilere dayanılmadığı için bir zamanlar gözden düşmüştü. Fakat bu kitabın açıkça gösterdiği gibi, çeşitli psikoloji ekollerinin ışığı altında ele alınıp tatbik edilmeye başlanmasıyla artık yeniden kıymet kazanmış bulunuyor.
Dilimizde ilk defa olarak hipnoz ve hipnotizmanın her özelliğini içine alan bu kitabı, bütün aydınlara hararetle tavsiye ederim.
Prof. Dr. Gıyas ÜNSAL
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Profesörü
Parapsikoloji, hakkında müspet veya menfi çok şeyler söylenen merak edeni de bileni kadar ve biraz olsun araştırmayı çok görüp ceffelkalem reddedeni de çok olan bir mevzu. Dr. Recep Doksat arkadaşımız, bu mevzuun memleketimizde, ciddi ilim ölçüleri içinde kalmak suretiyle, araştırıcısı, takdimcisi ve müdafii olarak müstesna bir yer işgal eder. Kendisinin, ilmi tecessüsü kadar, böyle bir konuya el atması bakımından cesareti de tebrike değer. Burada “cesaret” tabirini üzüntü ile kullanıyorum. Nedense anlamadığımızı, bilmediğimizi çok kolay reddeder, hatta aksini de ispata yelteniriz. Hâlbuki asıl bu kabil davranışlar, bugünkü ilim zihniyeti içinde bir cesaret sayılmalı idi.
1960 senesinde bir Nöro-fizyoloji kitabı hazırlamaya karar verdiğim zaman, bu kitabın sonuna, klasik filolojiden ayrılan çeşitli doktrinleri, en materyalist görüş olan refleksoloji’den, spiritüalizmin eşiklerine varan parapsikoloji’ye kadar eklemeyi ve hükmü okuyucuya bırakmayı düşünmüştüm. Dr. Doksat, bu kitabın sonuna bir ek olarak hazırladığı bölümle, hakiki bir ilmi eser meydana getirdi. Okuyucunun hükmüne gelince... Herkesin fikrine hürmet etmek lâzım. Bu sayfaları okuyup merak edecek ve araştırmaya çalışacak birkaç kişi çıktı ise, zannederim kendisi de bunu emeklerinin tek mükâfatı olarak kabûl edecektir.
Bu, ikinci kitabı oluyor... Candan tebrik etmek ve başarısının devamını dilemekten gayrı bu kitaba ilave edecek bir tek sözüm yok.
Doç. Dr. Ayhan SONGAR
İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi
Psikiyatri Kliniği Doçenti
Ruh hastalıklarının tedavisinde çok eski zamanlardan beri kullanılagelen hipnotizma ve hipnoterapi, bugün, her ne kadar psikofarmakolojinin inkişafından sonra ikinci planda yer almış gibi gözüküyorsa da, iyi seçilmiş vak’alarda en müsmir bir tedavi olarak kabul ediliyor.
Hipnotizmanın nerede başlayıp nerede bittiğini tayin etmek oldukça, zordur. Müspet ilimler dümeninde lâyık olduğu mevkii almakta bazılarınca eğer gecikmiş gibi görünebiliyorsa, bunun sebebini iyi kullanılamamış olmasında aramak lazım gelir.
Öteden beri hipnotizma ile hipnotize olmuş bulunan çalışma arkadaşım Dr. Recep Doksat, bu mevzûu eserinde her cephesiyle bizlere anlatmaktadır. Sadece bir tedavi metodu olarak değil, en az onun kadar ve belki de ondan daha mühim olarak, gerek psikoloji ve psikopatoloji, gerekse psikofizyoloji için hipnozun nasıl geniş bir araştırma sahası olduğunu göstermesi itibariyle de eser şayanı dikkattir. Hele psikosomatik mekanizmaların karanlığına ışık tutması ve psikosomatik hastalıkların tedavisi bakımından hipnotizmanın vaat ettiği imkânların zenginliği, mevzuu, tıpla ilgili herkes için pek önemli kılıyor. Büyük bir alâka göreceğini tahmin ve ümit ettiğim bu eserinden dolayı kendisini tebrik ederim.
Prof. Dr. Kâzım DAĞYOLU
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Direktörü
***
Merhumun kitabı aynen böyle başlıyordu...
Devamı:
***
Birçok ruh hastalığının ve bilhassa psikonevrozların köksel teşhis ve tedavilerinde büyük önem taşıyan dinamik psikopatoloji, ilk kaynaklarını hypnotisma’dan almıştır ve Freud da Breuer ile ilk psikanaliz tedavilerinde bunu kullanmıştır. Zamanımızda hipnotizma, tedavi sahasında yine eski önemini almaktadır. Dr. Recep Doksat, bu çok güzel kitapta bize hipnotizmanın bütün inceliklerini ve faydalarını tam yetkiyle sunmuş bulunuyor.
Prof. Dr. Rasim ADASAL
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Direktörü
“Hypnose” çok eskiden beri tatbik edilen bir ruhi tedavi metodu olmakla beraber, tatbikinde ekseriya ilmi esaslara ve bilgilere dayanılmadığı için bir zamanlar gözden düşmüştü. Fakat bu kitabın açıkça gösterdiği gibi, çeşitli psikoloji ekollerinin ışığı altında ele alınıp tatbik edilmeye başlanmasıyla artık yeniden kıymet kazanmış bulunuyor.
Dilimizde ilk defa olarak hipnoz ve hipnotizmanın her özelliğini içine alan bu kitabı, bütün aydınlara hararetle tavsiye ederim.
Prof. Dr. Gıyas ÜNSAL
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Profesörü
Parapsikoloji, hakkında müspet veya menfi çok şeyler söylenen merak edeni de bileni kadar ve biraz olsun araştırmayı çok görüp ceffelkalem reddedeni de çok olan bir mevzu. Dr. Recep Doksat arkadaşımız, bu mevzuun memleketimizde, ciddi ilim ölçüleri içinde kalmak suretiyle, araştırıcısı, takdimcisi ve müdafii olarak müstesna bir yer işgal eder. Kendisinin, ilmi tecessüsü kadar, böyle bir konuya el atması bakımından cesareti de tebrike değer. Burada “cesaret” tabirini üzüntü ile kullanıyorum. Nedense anlamadığımızı, bilmediğimizi çok kolay reddeder, hatta aksini de ispata yelteniriz. Hâlbuki asıl bu kabil davranışlar, bugünkü ilim zihniyeti içinde bir cesaret sayılmalı idi.
1960 senesinde bir Nöro-fizyoloji kitabı hazırlamaya karar verdiğim zaman, bu kitabın sonuna, klasik fizyolojiden ayrılan çeşitli doktrinleri, en materyalist görüş olan refleksoloji’den, spiritüalizmin eşiklerine varan parapsikoloji’ye kadar eklemeyi ve hükmü okuyucuya bırakmayı düşünmüştüm. Dr. Doksat, bu kitabın sonuna bir ek olarak hazırladığı bölümle, hakiki bir ilmi eser meydana getirdi. Okuyucunun hükmüne gelince... Herkesin fikrine hürmet etmek lâzım. Bu sayfaları okuyup merak edecek ve araştırmaya çalışacak birkaç kjşi çıktı ise, zannederim kendisi de bunu emeklerinin tek mükâfata olarak kabûl edecektir.
Bu, ikinci kitabı oluyor... Candan tebrik etmek ve başarısının devamını dilemekten gayrı bu kitaba ilave edecek bir tek sözüm yok.
Doç. Dr. Ayhan SONGAR
İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi
Psikiyatri Kliniği Doçenti
***
Merhumun maalesef çok fazla başka telif eseri neşredilmedi...
Devamını sebil kabilinden paylaşıyorum
Prof. Dr. M. Kerem Doksat
GİRİŞ
Hipnotizmanın ve hipnozun tarifi güçtür. Menşei, iki asır kadar evvel, okültizmin çocuğu olarak doğan manyetizm animal’de bulunan hipnotizmanın şu iki tarifi, geçirdiği istihaleleri belirtmeye yeter:
1863, LITTRÉ’de şu tarif var: “Hypnotisme: fizyoloji terimi. Gözlerinin yakınında tutulan parlak bir cisme baktırarak, bir şahısta elde edilen bir nev’i manyetik hal.”
1952, POROT’nun “Le Manuel alphabetique de Psyehiatrie” sinde ise şu tarife rastlanıyor: “Sun’i olarak provoke edilen hususi tipte natamam bir uykuya hipnoz ismi verilir”.
Bazı müellifler hipnotizma ve hipnoz terimleri arasında bir mana farkı gözetmezler. Bir kısmı ise bunlara ayrı manalar verirler.
Hipnotizma terimi 1843’te BRAID tarafından icat edilmiştir. Hipnoz teriminin ise kullanılışı daha sonralara rastlar.
Biz şahsen, her iki terime ayrı manalar veren müelliflerin görüşüne mütemayil bulunuyoruz. Hipnoz, pek spesifik ve labil bir uykuya benzer hal olan hipnotik trans’ın sinonimidir, Hipnotizmadan murad ise, bu hali elde etmeye yarayan bütün tekniklerin kullanılması ve benimsemesidir.
Son Dünya Harbinden sonra bilhassa Anglo-Amerikan tıp çevrelerinde yeniden canlanan hipnotizma, artık sadece bir araştırma sahası olarak değil, tedavi metodu olarak da pek revaç bulmuştur. Hipnotizma ile tedavi yani “hipnoterapi” Amerika ye İngiltere’de rutin hale gelmiştir. Diş tabipleri bile ondan faydalanıyor ve ağrısız diş çekiyorlar.
Bu satırların naçiz yazarının hipnotizmaya kargı alakası ve onun tatbikatı ile yakından meşgul olması, 1948’de başlar. Ancak bu metodu bilgilice ve salâhiyetle kullanabilmek için doktorluğa ilaveten psikiyatr da olmak gerektiğine kani bulunduğu içindir ki bu sahayı seçmiştir. Amatörce tecrübelerinin ve harcanma tehlikesine maruz bulunan tecessüslerinin, ileri bir ilmi anlayış havası içinde, bir ihtisas tezi mevzuu olarak değerlendirilip kabul edilmesindeki mes’ud neticenin ehemmiyetini müdriktir ve buna müteşekkir de…
Hipnoz konusu Üniversitelerimizde ilk defa ele alındığı ve bu bahiste Türkçe pek eski bir tercüme istisna edilirse, tercüme ve telif hiç bir eser de bulunmadığı dikkate alınarak, bir çığır açmış olma şerefinin de nasip olacağı ihtimalinin ümidiyle, hacim biraz geniş tutulmuştur. Ancak şu hususu belirtelim ki, etüdümüzün nazari kısmı, sadece nakillerin kompozisyonundan ibaret değildir. Şahsi tecrübelerimizden edindiğimiz kanaatleri de bu vesileyle belirtmek imkânını bulmuş olduk. Aksi takdirde, klâsik bir tez anlayışının hudutları içinde kalarak, münhasıran klinik vak’alarına dair müşahedelerle iktifa etseydik, hem hipnozun ne olduğunu ve ne olmadığını etraflıca anlatarak bir fikir vermeden meçhul bir mevzuun pratikteki bazı neticeleri ile iktifa zorunda kalacaktık, hem de senelerdir bizzat yaptığımız çeşitli müşahede ve tecrübeleri kıymetlendirememiş olacaktık.
Hipnotizma, çeşitli cepheleri ile birçok araştırmaların ve tezlerin mevzuu olabilir. Meselâ sadece elektroansefalografi tetkikleri, yalnızca bazı cilt hastalıklarında (dermatozlarda) hipnoterapi, psikosomatik hastalıklarda hipnoterapi, normallerde hipnoz, hayvanlarda ve insanlarda mukayeseli hipnoz tetkikleri... ilh. ayrı ayrı çalışmaların ve tezlerin muhtevasını teşkil edebilir.
Biz burada, hipnoza ve hipnotik fenomenlere dair yeteri kadar bilgi verdikten sonra, kliniğimiz çerçevesinde bazı psikoz ve psikonevrozlarda hipnoterapinin tatbik değerini incelemeye ve belirtmeye çalıştık.
* * *
Bu kitap, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğinde ihtisas tezi olarak kabul edilen metnin biraz değiştirilmiş ve herkesin anlayabileceği tarzda dili sadeleştirilmiş bir şeklidir. Her ilmi mevzuun kendine has bir takım tabirleri olduğu malûmdur. Hipnoz ve hipnotizmanın da öyle bazı terimleri vardır ki bunları tercüme kabil değildir. Bu itibarla bazı zaruri terimler metinde aynen kullanılmış, fakat mânâları yine metin içinde etraflıca izah olunmuştur. Öyle ki bir terimi izah eden ibareden sonra, o terim parantez içinde zikredilmiştir. Böylece kitap, bu bakımdan öğretici bir karakter de kazanmış oluyor. Bütün bu gayretlere rağmen yine anlaşılması güç kısımlar kalıyorsa, bunun, mevzûun hususiyetine bağışlanması rica olunur.
MANYETİZMA VE HİPNOTİZMANIN TARİHÇESİ
Hipnotik fenomenlerin insanoğlu tarafından müşahede edilişinin tarihi çok eskilere uzanır. Çeşitli isimler ve türlü hamlar altında, bu fenomenlere, dini âyinlerde, riyazetlerde öteden beri rastlanıyordu. Fakat tıpkı NEWTON’un elmanın düşüşünü görüp câzibe-i arzı keşfetmesi gibi, hipnozun da manyetizma adı altında ilk defa ilmi olarak incelenişi ve keşfi MESMER’den başlar. Tarihçeyi MESMER’den önceki devri de kısaca belirterek hülâsa edeceğiz.
MESMER’DEN ÖNCEKİ DEVİR:
Hemen bütün kavimlerin ve milletlerin tarihinde dini maksatlarla, büyü, sihir, efsun, keramet vs., için çeşitli usullerle hipnotik transa baş vurulduğu bir vakıadır. Tâ Eski Çin’den, Eski Hint ve Mısır medeniyetlerinden günümüzün iptidai topluluklarına kadar, her yerde ve her çağda hipnotik fenomenlere ve onların bir şifa vasıtası olarak kullanılışına rastlanır. Mesela Yoga usulleri, hipnozla sıkı sıkıya ilgilidir. Her dinde tarikat mensubu zahidlerin zühdü takvası dini vecd (extase) halleri ve mistik tezahürler, hep hipnotik transa bağlıdır. (WILLIAMS, s: 521).
Bittabi bunların teferruatına girişecek değiliz. Ancak, MESMER’in keşfi, mıknatıslı demir çubukların şifa verici hassasına inançla ilgili olduğu için, biraz bundan bahsedeceğiz.
Aslına bakılırsa mıknatısın şifa verici bir hassası olduğuna dair inanç MESMER’den çok daha eskilere uzanır. Orta Çağ hekimleri bu mesele ile çok meşgul olmuşlardı. Hatta ilmi simya (alchimie) ve gizli ilimler (occultisme) ile uğraşan meşhur PARACELCE (1493-1541), mıknatıs taşının esrarlı bir kuvvet taşıdığını tespit etmiş ve bunun türlü hastalıklarda nasıl kullanılacağına dair tarifnâmeler dahi yazmıştı. Orta Çağ hekimlerinin pek çoğu, mıknatısın, hastalığı hastadan çıkararak kendi içine çekip aldığını ispat için sayısız denemeler yapmışlardı. Bunlar arasında GOCLENIUS, AGRIPPA, Van HELMONT, Robert FLUDD, WINDING, MAXWELL ve KIRSCHER.. sayılabilir. İngiliz fizikçisi GILBERT, mıknatısın yıldızlardan gelen bir cevher olduğunu, şifa verici bir prensip veya bir seyyale ihtiva ettiğini ve bunun sayesinde hastalıkları iyi etmeye yaradığını belirten bir kitabım 1628’de yayınlamıştı. Marburg Tıp Profesörlerinden Rudolphe GOCLENIUS, daha 1608’de mıknatıs kürleri ile şifayap olan hastalardan bahseden bir eser yazmıştı. 1679’da İskoçyalı Guillomme MAXWELL, büyük bir hayati prensibin, yıldızlarla canlı vücutlar arasında, ışık ve sıcaklık vasıtası ile bir irtibat tesis ettiğine ve hastalıkların esasının bunda olduğuna, mıknatısın pek faydalı bir tedavi vasıtası sayılmak gerektiğine dair “De Medicina Magnetica” adlı bir kitap neşretmişti. 1774 de Almanya’da, Rahip J. Joseph GASSNER-ki MESMER’in muasırıdır-afsunla hastalıkları iyi etmeye çalışıyor, kırmızı uzun bir elbise giyip, bütün telkin metotlarından faydalanarak, esrarlı dualar ve jestlerle hastalara şifa veriyordu. (D O K S A T, I. S: 2.; R I C H E T, s: 23-27).
MESMER VE MANYETİZM ANİMAL:
Franz Anton MESMER (1734-1815), zeki ve parlak bir tıp talebesi olarak Viyana Tıp Fakültesinde okurken, bittabi bu görüşlerden haberdardı. 1765’de doktora tezini astronomi ile tıbbi meczeden bazı iddialara istinad ettirmişti: “Yıldızların ve seyyarelerin insan vücudu üzerindeki fizyolojik tesirleri”. Bu tezde insanların yıldızların tesiri altında yaşadığını, kâinatı dolduran manyetik bir seyyalenin insanlara nüfuz ederek, onların hastalanmalarına veya sıhhatli kalmalarına sebep olduğunu ileri sürüyordu. Eğer bu manyetik seyyale (fluide) insan vücuduna müsavi miktarda dağılmışsa insan sıhhatli, bir muvazenesizliği halinde ise hasta oluyordu.
O devirde astronomi ile astroloji henüz bir birine karıştırılıyordu ve nitekim Viyana Üniversitesi Astronomi Profesörü Maximilien HELL, aynı zamanda Kraliçe Maria THERESA’nın müneccim basısı idi. MESMER, bu görüşlerin tesiri altında olduğu gibi, devrin tıp otoritelerinden HOFFMANN’ ın (1660-1741), LEIBNITZ’in monad’larını tıbba sokmaya çalışan vita-list nazariyesinin de tesirinde kalmıştı. (F A U V E T, s: 75.). MESMER’in hareket eden seyyalesi (fluid mobil)1, HOFFMAN’ın kâinat şümul prensipini (prencipe universal) pek andırıyordu. (W A L K E R, s: 364-367).
Cizvit Papazı HELL, zaten mıknatısların şifakâr tesirine inandığı, hatta tedavi edilecek hasta uzuvlar biçiminde mıknatıslar imâl ederek hasta tedavi etmeyi denediği için MESMER’in doktora tezi ile pek ilgilendi ve ona bir kaç mıknatıs gönderdi. İlk defa, kalbinden şikâyetleri olan bir hasta üzerinde mıknatısla tedaviye girişip parlak bir netice alan MESMER, mademki mıknatıstaki seyyale vücuda intikal edebiliyor ve orada kalıyor, o halde bu seyyaleyi vücuda sindirip eller vasıtasıyla akıtarak kullanmak ve şifa vermek kabildir diye düşünmeye başladı. İkinci hastası, Viyana'nın en namlı hekimlerinin derdine çare bulamadığı, Baron HARECZKY idi ve bir ösofagus spazmından (yemek borusu teşennücünden) müşteki idi. Onu da. muvaffakıyetle tedavi ettikten sonra MESMER’in şöhreti birden bire arttı ve 1775’den itibaren hastalarını yeni usulü ile tedavi etmeye başladı: Hayvani mıknatısiyet (Magnetisme Animale) doğmuştu!
MESMER bir şarlatan değildi. Para hırsı ile de hareket etmemiştir. Kültürlü, MOZART’ın arkadaşı olacak kadar müzik sever, fakirlere parasız bakacak derecede merhametli bir insandı. Üstelik zengin bir izdivaç ta yapmıştı ve paraya pek muhtaç değildi. Kazandığı parlak başarılar onu şımartmıyordu. Avrupa'nın her tarafından akın akın gelen hastaların bu rağbetinin sebebini daha başka taraflarda aramak lazımdır. Devrin hâkimlerince psikonevroz’lar meçhuldü, akıl hastalan da çok vahşiyane usullerle tedavi ediliyor, hatta yakılıyorlardı. XVIII. asra ‘hâkim olan ansiklopedistlerin açtığı akıl çağı, hekimlerin ancak hastalığı pek bariz olan psikotiklerle (delilerle) ilgilenmelerine el veriyordu. İşte MESMER’in yeni ve mucizevi tedavi metodu sayesinde ilk defa, binlerce nörotik hasta bir tedavi fırsatına kavuşmuş oluyorlardı. Şüphesiz ki bu, tıbbi psikoterapide mühim bir dönüm noktasıdır ve bunun içindir ki MESMER Psikoterapi’nin kurucusu sayılır. (PALMADE, S: 44.; CHERTOK, s: 35.)
Parmak uçlarından manyetik seyyale intişar ettiğine kani olan MESMER, pas (passe) adı verilen el ve kol hareketleri ile, bu manyetik seyyaleyi hastanın vücuduna akıtıp şifa veriyordu. Böyle şifa seansları esnasında bazı hastalar ihtilâçlar (convulsion) ile müterafık bir kriz geçiriyorlardı ki, böyle hastaların daha çabuk iyi olduklarını fark eden MESMER bu krize daha çok önem verir oldu. (JANET, I. S: 35).
MESMER’i çekemeyen meslektaşları çoktu ve bu yüzden sonunda Viyana’yı terke mecbur oldu. Hâdiseye sebep Theresa PARADİ adlı bir kızdır. Bu kız, kabiliyetli bir piyanistti, fakat kördü ve imparatoriçe tarafından himaye ediliyordu. O zamanın Avrupası’nın en ünlü hekimleri, göz sinirleri felci teşhisini koymuş ve bir çare bulamamışlardı. Histerik bir amarozu (körlüğü) olan bu kızı MESMER tedavisine aldı ve kızcağız yavaş yavaş görmeye başladı. Bu vakıayı Theresa’nın tabasının günümüze kadar intikal eden hatıratından teferruatı ile tespit kabil olmuştur. (Z W E I G, s: 33-34.)
Başarıyı duyan saray doktoru Von STOERK ve ünlü göz mütehassısı WENZEL, kıskançlıklarının şevki ile kızın anasını tahrik ettiler, eğer Theresa iyileşirse imparatoriçenin vermekte olduğu tahsisatı keseceğini belirttiler. Nihayet, kızını MESMER’in tedavisinden alıkoymak isteyen anne ile reddeden kızı arasında geçen dramatik bir sahne, kızın yüzünde şaklayan bir tokat sonucu, kızcağız tekrar görmez oldu ve kendisini muayene eden hekimler de MESMER’in başarısızlığını ilân fırsatını buldular. Hâdiseye peki içerleyen MESMER de Viyana’yı terk etti (sene 1777).
Paris’e gelen MESMER, Vendome meydanındaki bir otelde büyük bir daire kiralayıp, fakülte hekimlerinden DESLON ile beraber orayı muayenehane haline getirdi ve sür'atle yayılan şöhretinin akın akın koşturduğu hastalarını tedaviye başladı. JANET bu tedavi seanslarım şöyle tasvir eder:
“...Müşteri cemaati, tekmil pencereleri kalın perdelerle kapanmış ve içi hemen tamamıyla karanlık bir salona hususi merasimle sokulurdu. Orada mütemadiyen ince ve hazin parçalar çalan kuvvetli bir piyano sesi işitilirdi ve salonun ortasında çam ağacından yapılmış havuz büyüklüğünde bir çekmece bulunurdu. Bu mahfaza su ve dövülmüş çam ve maden kazıntıları ile doluydu. Kapağında bir takım delikler vardı ki bunlardan müteharrik, bükülmüş demir çubuklar girip çıkardı. Hiç ses çıkarmamaya mecbur tutulan hastalar, bu demir çubukları elleriyle tutar ve ağrıyan yerlerine yapıştırırlardı.
Manyetizör Büyük MESMER, açık leylâk renginde uzun bir ipek elbise giymiş ve elinde uzun bir mıknatıslı demir çubukla kapıda görünürdü. Gözlerini hastaların gözlerine dikerek sıralar arasından ağır ağır yürür, çubuğu veya elini onların vücudu üzerinde yavaş yavaş gezdirirdi.
Hastaların çoğu hiç bir şey hissetmiyordu... Diğerleri ise öksürüyor, tükürüyor, garip ürpermeler ve uyuşmalar hissediyor ve nihayet bilhassa kadınlar arasında birçokları sırt üstü düşüyor ve salonda ihtilâçlı cehennem (l’Enfer â convulsions) ismini alacak kadar harikulade çırpınmalarla sarsılıyorlardı. Kusmaların ve bazen hezeyan ve hıçkırıkların refakat ettiği bu müthiş hal, kriz denilen şeyden ibaretti. Ve bu pek faydalı, pek halaskar addediliyordu. Bu neviden iki veya üç seans sonunda birçok kimseler, her türlü rahatsızlıklarından kurtarılmış olduklarını bildirirlerdi. Başlangıçta muvaffakıyetler pek büyük oldu.” (J A NE T f s: 35)
Fransa'nın belli başlı şehirlerinde “Societe de l’Harmonie” adı verilen manyetizma cemiyetleri kuruldu. Nihayet sene 1874. Kral XVI. LOUIS, bu mevzuun ilmi olarak tetkiki için bir komisyon kurulmasını emretti ve derhâl, bir değil, iki komisyon kuruldu.
Birinci Komisyon, MESMER’le temas imkânının bulunamaması karşısında başka manyetizörleri tetkik etti. İlimler Akademisi azaları ve Tıp Fakültesinden bazı profesörlerin teşkil ettiği bu komisyonun, astronom BAILLY tarafından kaleme alınan raporu menfi oldu:
“... Hayvani mıknatısiyet seyyaleleri hasselerimizin hiç biri tarafından fark edilmedi ve bu seyyarenin ne bizim üzerimizde ne de tatbik ettikleri hastalar üzerinde hiç bir tesiri mevzuubahis değildir.” imzalar arasında meşhur LAVOISIER’ninki de vardı.
İkinci Komisyon Tıp Akademisi tarafından teşkil edildi ve o da aynı kanaate vardı. Raporda:
“... Müşahede edilen hadiselerde hiçbir şey yoktur ki taklit ve muhayyile ile kabili izah olmasın; ve nihayet bütün bunlar meş'um neticelerden başka bir şey vermezler... Tedavi edici neticeler bakımından manyetizm animal, sadece hassas şahısları ihtilâçlar içine düşürmek san’atından başka bir şey değildir ve keza tedavi usulü olarak da manyetizma kullanışsız, hatta tehlikelidir” deniyordu.
Fakat komisyon azalarından biri, nebatat âlimi Laurent de JUSSIEU, bu kanaate iştirak etmedi ve raporu da imzalamadı. Zira bu dikkatli ilim adamı, kör bir kadının, mide nahiyesine doğru yöneltilen bir mıknatıslı çubuğun tesirine karşı reaksiyon gösterdiğini müşahede etmişti ve JUSSIEU bu müşahededen, çubuğu taşıyan manyetizörün, hassasiyet tevlid eder bir tesir hasıl ediyor gibi gözüken bir müessiriyete sahip olduğu neticesini istidlal etti. (S U D R E, I. s: 15.)
Bilâhare telepati ve telestezi gibi paranormal fenomenlerin araştırılıp incelenmesine yol açan bu kabil müşahedeler yüzünden MESMER ve mesmerizm metapsişik veya diğer adı ile parapsikolojinin de ilk tecrübi araştırma çığırının başlangıcı addedilir. (A M A D O U. s: 46; R I C H E T, s: 16.)
Böylece, ikinci komisyonun raporundan sonra, manyetizm animalin zuhurundan beri süregelen bir münakaşanın temelleri atılmış oldu. Yani: a) İnsandan bir manyetik seyyale (flüid) intişar ettiğini iddia eden “Flüidist’ler”; b) böyle bir şey olmadığını ve bunun mevcudiyetine delil diye gösterilen tesirlerin sadece muhayyilenin eseri olduğunu söyleyen “Animisfler”.
Bütün XIX. Asrı dolduran bu uzun münakaşalar halen de devam etmektedir. CHARCOT’nun şifa veren iman telâkkisinde, BERNHEIM’ın telkininde, JANET’nin, BABİNSKİ’nin ve PREUD’un görüşlerinde, hülâsa bütün modern psikoloji nazariyelerinde, hep bu animist cereyandan menşe alan fikirleri bulmak kabildir. (Anima terimi aslında Latince’dir ve hayat prensipi manasına gelir ki bu dünyaya bağlı, vücudla beraber var ve yok olan ruh manasına da kullanılır. Sosyolojideki manası ile ilgisi yoktur burada..)
Moda her zaman vefasızdır. Nitekim komisyon raporlarından sonra her şey ve herkes birden MESMER’in aleyhine dönüverdi. Hele manyetizma ile tedavi edilmiş bir hastanın aleni teşekkürü gazetelerde yayınlandığı sırada ölüvermesi, istihzayı son haddine çıkardı. Gazetelerden biri “Manyetizma ile şifayap olan Comte de GEBELİN nam zat vefat etmiştir” diye başlık bile attı. Hezimetin bütün acılarını tadan MESMER, ufukta toplanan Büyük Fransız İhtilâlinin de bulutlarını hissederek nihayet Fransa’yı terk etti, İsviçre’ye yerleşti ve ömrünü fakir hastalara bakmaya vakfederek 15 Mart 1815 de Mersebourg’da hayata gözlerini yumdu.
Morquis de PUYSEGUR ve sun’i uyur-gezerliğin keşfi:
Mesmerizm, ilim komisyonu tarafından mahkûm edildiği sene, MESMER’in talebelerinden biri, marquis de PUYSEGUR, mühim bir keşifte bulundu. O zamana kadar, manyetize edilenlerde, ihtilâçlı krizler, vecd hali (extase) ve anestezilerden gayrı dikkate değer bir fenomen müşahede edilmemişti. Hâlbuki M. de PUYSEGUR, manyetizma ile sun’i bir uyurgezerlik (somnambulisme artificielle) hali elde etmeye muvaffak oldu.
Önüne gelen eşyayı manyetize etmeye çalışan PUYSEGUR, bugün Charpagne civarında Busancy adlı malikânesinde, bahçedeki bir ağacı manyetik pas’larla manyetize etmişti, sonra da genç bir köylü, Victore adlı bir çobanı bu ağacın altında kolaylıkla manyetik uykuya soktu. PUYSEGUR malûm ihtilâçlı krizi elde etmek için çok uğraştı, mütemadiyen manyetik pas’lar yaptı, fakat çoban bütün gayretlerine rağmen sükûnetle uyumasına devam ediyordu. Bu, garip bir uyku idi; uyuyan adamı ne sarsmalar, ne de seslenmeler katiyen uyandıramıyordu. Fakat Victore, biraz sonra bizzat kendi kendine kalkıp yürümeye başlamış ve konuşmuştu da.. Bu uyanıklık da garipti. Zira PUYSEGUR’ün bütün telkinlerine itaat ediyordu. Üstelik bilâhare bu manyetik uykudan uyandırılınca, olup bitenleri kat'iyen hatırlamamıştı.
1784 Mayıs ve Haziran aylarını böyle tecrübelerle, 10 kişiyi sun’i uyurgezer haline koymakla geçiren PUYSEGUR, bu hali tabii uyurgezerliğe benzettiği için, “Somnambulisme artificielle” adım takmıştı. (S U D R E, II. s: 16-17.)
Sun’i uyurgezerliğin keşfi manyetizma için yeni bir itibar çağının başlangıcı oldu. Her tarafta manyetizmacılar, uyuttukları süjelerini somnambül haline sokmaya çalışıyorlardı. Eğer bu uyurgezerlik halinde süjede bütün mâniaları ve mesafeleri aşarak görebilmek, geçmişi ve geleceği bilebilmek kabiliyeti tezahür etmeseydi, süjenin uyku halinde kalkıp dolaşması, konuşması tetkik zahmetine bile değmeyecekti. Hâlbuki sun’i uyurgezerler, gizli hakikatleri keşfe müsait “lucide” hale geliyorlardı. PUYSEGUR’den sonra 1787’de PETETINE, 1813’de DELEUZE, sun’i uyurgezerlik hakkındaki etüdlerle dolu kitaplarını neşrettiler. Fakat artık yıldızlardan, “fluid universel”den bahsedilmez olmuştu. Mesela DELEUZE “manyetik seyyale irade ile sevk ve idare edilen ve bizzat kendimizden çıkan bir şeydir. Şifa vermek için manyetize etmek demek, bir mustaribin hayatiyetine kendi hayatiyetimizle yardım etmek demektir.” diyordu.
Uyurgezerler, manyetizörün ellerinden ve gözlerinden bu seyyalelerin intişar ettiğini gördüklerini ifade ediyorlardı. Bazıları bunu beyaz, kimisi kırmızı, kimisi de mavi renkte, diye tarif ediyorlardı. (D O K S A T, I.)
Sun’i uyurgezerliğin kâşifi PUYSEGUR, mide bölgesi ile işiten, parmak uçları ile gören süjeleri tetkik ederken, manyetik seyyalelerin elektrik tabiatta olabileceğini düşünmüştü. Hele fizikçi AMPER’in 1822’de mıknatısiyet ile elektriğin, aynı olmasa da, bir birine muadil olduğunu göstermesinden sonra, manyetizm animali ilmen ispat gayretleri arttı.
Nihayet 1825’de Fransız Tıp Akademisi mevzuu yeniden ele almaya mecbur oldu. Dr. FOISSAC’ın talebi ile bir komisyon teşkil edildi. Dr. HUSSON’un raporu üzerine akademi, MESMER’i mahkûm eden 1784 raporunun feshedilmiş olduğunu ilân etti.
Bir başka komisyon da beş sene boyunca manyetizmayı: tetkike koyuldu. 1831’de yine HUSSON tarafından kaleme alınan rapor pek müspetti. Raporda manyetik tesirlerin bazı kimselerdeki rolünün belirsiz olduğu, fakat bazılarında da muhayyel ve can sıkıntısı ile hâsıl olması muhtemel bir muvaffakıyetin müşahede edildiği belirtiliyordu. Lâkin bazı fizyolojik fenomenlerin ve hele tedavi edici şifakâr tesirlerin mevcudiyeti itiraf ediliyor, hatta bu tedavi ediciliğin sadece manyetizma ile elde edilebildiği ve onsuz hasıl edilemediği de işaret olunuyordu. Uyurgezerlik halinin mükemmelen müşahede edildiği, uyutulan süjelerden gözleri kapalı gördükleri, geleceği haber verdikleri, manyetizörün iradesine tabi oldukları, vücutlarının uykuda acı duymadığı, hafızalarının arttığı ve uyandıktan sonra hiç bir şey hatırlamadıkları da ilave ediliyordu. Rapor, Akademi’nin bu meseleyi ciddi bir psikolojik araştırma konusu olarak ele almasını tavsiye ile bitiyordu. Fakat Akademi raporu dinlendi ise de neşrini reddetti. (SUDRE, H. s: 17-18).
Ve zamanla manyetizma gene itibardan düştü, adetâ unutuldu. Fakat Almanya’da büyük alaka uyandırıyordu ve hatta Iéna Üniversitesi Psikiyatri Profesörü KIESER bu fenomenleri izah için bir teori denemesi bile yaptı.
İngiltere’de Dr. John ELLIETSON adlı ünlü bir cerrah manyetizmayı sadece bir tedavi metodu olarak değil, hir anestezi vasıtası olarak da benimsemişti ve 1843 de “Zoist” adlı bir mecmua da yayınlamaya bağlamıştı. Fakat “The Lancet” adlı tıp dergisi, manyetizmayı ilim dışı menfur bir usûl olarak adetâ aforoz ediyordu.
Hindistan’da Kalküta'da “Zoist” mecmuasını okuyan bir İskoç cerrahı, Dr. James ESSDAIL, 1845 de, manyetizma ile ameliyatların ağrısız yapıldığı bir hastahane tesis etti. (Van PE LT, s: 20-22).
1840’dan sonra Avrupa'da, bilhassa Fransa’da manyetizma tekrar itibar kazanmaya başladı. Hatta 1850 Mayısının 23’ünde büyük bir Mesmer Bayramı yapıldı, “Bütün kâinatı hareket ettiren sinirlerdir sinirler, biz sinirlerle, evet sinirlerle Kâinata hâkimiz.” şeklindeki şarkılar dillerde dolaşıyordu. Tiyatrolarda piyeslerin konusu bile manyetizma idi. Manyetizma artık sahne gösterilerinin de mevzuu olmuş ve büyük, ünlü sahne manyetizmacıları türemişti. Bunlardan biri de meşhur şair XAFONTAIN’in dedesi, manyetizör Charles LAFONTAINE’dir. (WOLF– ROSENTHAL, s: 17-18. J A N E T, I. s: 43-54).
BRAID ve HİPNOTİZMA:
İngiltere’de Manchester’de İskoçyalı bir hekim Dr. James BRAID (Breyd okunur) manyetizör LAFONTAINE’in gösterilerini seyrederken, manyetizörün süjenin gözlerini sabit bir şekilde tutarak baktırdığını fark etti ve yakınları üzerinde giriştiği denemelerde manyetik denen uykuyu pas adı vesilen el hareketleri yapmadan da elde etmeye muvaffak oldu. Sabit bakışların da şart olmadığını, sürahi kapağı gibi parlak bir objeye baktırarak da aynı, uykuya benzer halin hâsıl edilebileceğini keşfetti. Ve Grekçe uyku manasına gelen hypnos teriminden mülhem olarak bu hale hipnoz adını verdi. 1843’de yayınlanan eseri “Neurhypnology” adını taşır. Fakat Britanya Tıp Cemiyeti. BRAID’in iddialarını istihfafla karşıladı onu da mesmerizm gibi hor gördü.
Animistlere ve iddialarına, flüidistlere karşı zafer kazandıran bu görüş ve izah tarzı, ancak seneler sonra Fransa’da önem kazandı. Avrupa’dan manyetizma olarak Britanya adasına atlayan cereyan, bu defa hipnotizma adı altında tekrar Avrupa’ya dönüyor ve heyecanla karşılanıyordu.
1859’da Dr. AZAM, histerik süjeler üzerinde hipnotizmayı tatbike başladı. Avusturya’da CZERMAK, Almanya’da PREYER hayvan hipnozu üzerinde çalışıyorlardı. 1875 de Charles RICHET, hipnozun fizyolojik bir fenomen olarak ele alınmasına ön ayak oldu ve CHARCOT da hipnotizma ile ilgilenmeye başladı.
CHARCOT ve HİSTERİ ile HİPNOZ:
Ünlü sinir hekimi Jean-Martin CHARCOT (1825-1893), DONATO adlı sahne manyetizmacısının bir gösterisinin tesiri ile hipnotizma ile ilgilenmeye başladı. (C H E R T O K, s: 8).
1882’de İlimler Akademisindeki tebliği ile CHARCOT, hipnozla histerinin aynı şey olduğunu ilân etti. CHARCOT’ya göre iki nev’i hipnoz vardır: Büyük Hipnotizma (Grande hypnotisme) ve küçük hipnotjizma (petit hypnotisme). “Grande “hypnotisme”’in üç karakteristik hali mevcuttur: “etat lethar-gique, etat cataleptique, etat somnambulique”. “Petit Hypno-tisme”’in ise ancak psişik tezahürleri vardır. Hipnotizmanın sadece histeriklerde elde edilebilen bir fenomen olduğunu ileri süren CHARCOT’un bu görüsü birçok itirazlara bir çığır açmış oluyordu.
LIEBEAULT, BERNHEIM ve Telkin
Braidisme’in tesiri, seneler sonra BRAID’in bir kitabını okuyan bir Fransız köy hekiminin gayretleri ile Fransa’da kendini hissettirdi. LIEBEAULT adlı bu hekim, BRAID’in sabit bakış usulüne sözle telkini de ustaca katarak, yirmi sene boyunca hipnotizmayı başarı ile kullandı. Bu tarz tedaviden para da almıyordu. “Du Sommeil” adlı kitabını neşrettiği zaman ancak bir nüsha satıldı. Arkadaşları ona bir safdil nazarı ile bakıyorlardı. Bu hal, Prof. BERNHEIM’ın, onun bir şarlatan olduğunu belirtmek için bir makale yazmasına kadar vardı. Hatta bir gün BERNHEIM, siyatik ağrılarından müşteki bir hastasının kendisinin haberi olmadan LIEBEAULT tarafından tedavi edildiğini duyunca, kızdı ve gidip ona haddini bildirmeye karar verdi.. Amma BERNHEIM her şeyden evvel bir ilim adamı idi ve LIEBEAULT ile bir konuşma, hipnotizma metod-larını yakından görme, kanaatlerini tashihe kâfi geldi. Böylece meşhur bir profesör, basit bir köy hekiminin tedavi metodunu kabul ederek onunla çalışmaya başladı. Ve bu usulle 10.000 hasta tedavi ettiler. ( D O K S A T, I. s: 13.)
Aslına bakılırsa sözle telkin (verbal suggestion) metodu 1813’de Rahip FARIA, 1820’de Dr. BERTERAND ve daha sonra da NOIZET tarafından bir hipnoz tekniği olarak kullanılmıştı, fakat taammüm etmemişti. İlk defa BRAID’dir ki manyetik paslara: hacet kalmadan da parlak bir objeye baktırarak ve sözle telkini de katarak katalepsi, sonnambül hali gibi manyetik uykuya has telâkki edilen fenomenlerin elde edilebileceğini gösterip, fizyolojik bir izahta bulunuyordu. Fakat hipnotizma ile telkin henüz ayırd edilmemişti.
Bu ayrılma, Durand de GROS tarafından yapıldı (1855): breydizme “hypotaxie”, telkine de “ideoplastie” adım veren bu araştırıcı, keza ilk defa olarak şahsiyet bölünmesinden bahsetmiştir.
LIEBEAULT ve BERNHEIM, hipnozun, sadece telkin sonucu ortaya çıkan bir hal olduğunu ilân ederek CHARCOT ve ekolüne karsı cephe aldılar. BERNHEIM. Nancy Tıp Fakültesinde hoca olduğu için bu görürü savunanlara da bu isim âlem olmuştur.
SALPETRİERE ve NANCY EKOLLERİ’nin Çarpışması
CHARCOT’nun hipnozu histerinin muadili bir nevroz addeden görüşü ile BERNHEIM’ın aksi mütalaâsı, hâlâ sürüp gelen münakaşalara yol açmıştır.
MESMER ve taraftarları, BRAID ve ekolü, CHARCOT ve ekolü, hipnozun hep fizyolojik izahlarını yapmaya çalışmış oluyorlardı. Histeriyi sinir sisteminin bir bozukluğu ve hipnozu da bir nevi histerik fenomen telâkki eden CHARCOT’ya karşı BERNHEIM, telkin gibi psikolojik bir izahla çıkıyordu. (BERNHEIM, I ve II)
JANET, BABINSKI ve FREUD, FERENCZI:
Pierre JANET, hipnozu psişik tansiyonda bir alçalma şuur hallerinde bir dağılma (desintegration) ile ortaya çıkan ve yorgunluk, heyecan gibi faktörlerin provoke ettiği bir zihni değişme, istihale ve bölünme (mental transformasyon ve disosiyasyon) olarak izaha çalıştı; ve ilk defa telkinle hipnozun ayrı ayrı şeyler olduğunu kesin olarak belirtti. Bir taraftan hipnozun fizyolojik zeminini arayan JANET, diğer taraftan da psiko-fizyolojik bir izah yapmış oluyordu. Fakat JANET de BBRNHEIM’e cephe alarak, CHARCOT gibi o da, hipnozu, histeriye komşu bir nevroz hali olarak kabul etti.
FREUD, JANET’nin fikirlerinden hareket ederek nihayet sırf psikolojik izahlar yaptı. FERENCZI, psikoanaliz bakımından hipnozu genişçe tefsir etti.
BABINSKI de histeriyi “pithiatisme” teorisi ile izah ederek hipnoz hakkında CHARCOT gibi düşündüğünü ortaya koydu. (FİL L O U X, s: 22-31.)
FREUD da tıpkı BRAID ve CHARCOT gibi, HANSEN adlı bir sahne manyetizmacısının gösterilerinden sonra hipnoza ilgi duymaya başlamıştır. Bu hal, hipnotizmanın ilim tarafından nasıl zaman zaman ihmale uğratıldığının beliğ bir misalidir. (CHERTOK, s: 8.) Paris’e gelip Salpetriere ve Nancy ekollerinin münakaşalarına yalandan şahit olup hipnozu öğrendikten sonra, Viyana’ya avdetinde FREUD, arkadaşı BREUER ile beraber bu tedavi metodunu tatbike başladı. Fakat birçok hastalan hipnotize etmekteki güçlük karşısında, bilhassa Anna O. adındaki nevroze kız hastasındaki müşahedelerini takiben, serbest tedai metodunu hipnoza tercih eder oldu ve nihayet meşhur teorisini kurdu. (FREUD ve BREUER, s: 14-34, 146-205).
Psikanaliz, hipnotizmanın uzun yıllar unutulmasına sebep olmuştur.
İlk Milletler arası HİPNOTİZMA kongresi:
1889 yılının 8 ilâ 12 ağustos tarihleri arasında, Paris’te, Hotel-Dieu’de ilk Milletlerarası Hipnotizma Kongresi toplandı.
CHARCOT, BROWN-SEQUARD, BROUARDEL, Charles RICHET, AZAM, CESAR, LOMBROSO, MESNET, LIEBEA-ULT, BERNHEIM, DEJERINE, JANET, BABINSKI, FOREL MAGNAN, FREUD, SCHRENCK-NOTZING, WILLIAM JAMES, BECHTEREV ve DUMONT-PALLIER... ilh. gibi meşhurların katıldığı bu kongreden sonra, 1893, CHARCOT’nun ölümü ile-hipnoz yine nisyana gömüldü. (CHERTOK, 8:7).
PAVLOV:
Ivan Petrovitch PAVLOV (1849-1936), hipnozu kendi teorisi ile fizyolojik yönden izaha çalıştı ki ileriki sayfalarda, teoriler bahsinde bu görüş etraflıca anlatılacaktır.
YENİ DEVİR:
Psikanalizin tedavi metodu olarak tahtından indirdiği ve unutturduğu hipnotizma ve hipnoterapinin tekrar sahneye çıkması Birinci Dünya Harbi yıllarına tesadüf eder.
İ939’da Amerika’da Menninger Clinic’de hipnotizma ile tedavi çalışmaları tekrar ele alındı.
1948’de İngiltere’de “British Society of Medical Hypno-üste” kuruldu.
Halen 1949’dan beri İngiltere’de “Journal of Medical Hypnotism”, 1953’den beri de Amerika’da “The Journal of Olinical aınd Experim/ental Hypnosis” yayınlanmaktadır.
1959’da da Amerika’da “The International Society of Clinical and Experimental Hypnosis” kurulmuştur, bütün dünyada azaları vardır.
Halen dünyanın her tarafında hipnoz üzerinde araştırmalar yapıldığı gibi, psikanalize ve narkoanalize rağmen, bazı bakımlardan bariz üstünlüğü sebebiyle, hipnoterapi ve hipno-analiz tercihan kullanılmaktadır.
MANYETİZMA VE HİPNOTİZMANIN TIP TARİHİNDE YERİ VE ÖNEMİ:
MESMER ve mesmerizmin, modern psikoterapinin başlangıcı olduğunu belirtmiştik. Bredyizm de denen hipnotizmi doğuran mesmerizm, insanın ruh yapısını daha yakından tanıyabilmek için ufuklar açmıştır! Bilhassa İspritizma cereyanı -ki XVIII. asırda kökleri olmakla beraber daha ziyade XIX. asrın ortasında dünyayı sarmıştır- hipnotizma ile beraber, ‘şuur ve şuuraltı’nm karanlıklarına ışık tutan tecrübi araştırmalara zemin hazırlaması itibarile fikir tarihinde mühim bir yer işgal eder. (CASTELLAN, s: 8-120).
LEIBNITZ’in felsefi tesirlerinden sonra manyetizma ile pek yakından ilgilenen SCHOPENHAUER, felsefesinin irade (volonte) temasını bu araştırmalardan almıştır. C. G. CARUS gayrı şuur (inconscient) anlayışını bu temelle işlemiş, E. von HARTMANN bunu daha da derinleştirmiştir.
CHARCOT, JANET, BERNHEIM ve FREUD’un görüşlerindeki fikir temelleri, hep manyetizma ve hipnotizma araştırmaları ile ispritizma tecrübelerinin doğurduğu metapsişik tetkiklerden menşe almıştır. (FILLOUX. g: 10-33).
Couıeisme, Christien Science gibi psikoterapi çığırları da hipnotizmanm tesiri ile doğmuştur.
Nihayet, asrımızın yeni ilmi olan Parapsikoloji’nin de manyetizma ve ispiritizma araştırmalarından menşe aldığını ilave etmek gerekiyor.
MANYETİZMA VE HİPNOTİZMA ÇEKİŞMESİ:
Animistler ve flüidistler arasındaki münakaşa halen de devam etmektedir. Bu konuyu Teoriler faslında inceleyeceğiz.
TÜRKİYE'DE HİPNOTİZMA:
Hipnotizma ile ilgi, memleketimizde maalesef dağınık amatör tecessüslerin mevzuu olmaktan kurtulamamıştır. Sahne illüzyonistlerinin sözde manyetizma ve hipnotizma gösterilerinden öteye giden, hemen hiç bir ciddi faaliyet kaydedilmemiştir.
İlk ciddi neşriyat da tercümedir ve Cemil Sena ONGUN tarafından 1935 ve 1936 yıllarında JANET’in bir kitabının ilk cildini “Ruhi Mucizeler” ve “Hipnotizma” adları altında yayınlanmasından ibarettir. Daha sonra Dr. Bedri RUHSELMAN’ın ispiritizma zaviyesinden neşriyatında (1946) biraz hipnotizmaya yer verilmiştir.
1951’de D. D. WATSON adındaki bir hekim olmayan profesyonel hipnotizörün Türkiye’ye gelmesi ile Üniversite çevrelerinde ilk ciddi alaka uyanmış ve İstanbul Dişçi Mektebinde Hipnoz ile ağrısız diş çekimi gibi küçük cerrahi müdahaleler, onu takiben Ankara Tıp Fakültesinde ciddi bir iki ameliyat bu hipnotizörün hastaları hipnotize etmesi suretiyle ağrısız ve narkozsuz başarılmıştır. Bu satırların yazarı da o sıralarda amatör olarak hipnozla meşguldü, fakat henüz bir tıp talebesi olduğu için ortaya çıkmaya cesaret edemiyor, üstelik çalışmaları bazı çevrelerce istihfafla karşılanıyordu.
Amerika’dan memlekete avdetinde Haseki hastanesinde ilk defa ihtisas tezi olarak “Hypnosis” konusunu seçen Dr. C. TAN ve hipnoz pratiğini ondan öğrenen arkadaşı Dr. AKSOY’un Türk Nöro-psikiyatri cemiyetinde bir tebliği ilk ilmi ve ciddi faaliyettir. Ancak çok daha evvelden muhtelif tarihlerde Dr. Sevil AKAY tarafından hipnozla ağrısız bademcik ameliyatları yapılagelmekte olduğunu ilaveten belirtelim. Keza Ankara Tıp Fakültesinden Prof. Dr. Op. Orhan TOYGAR’ın da hipnotik anestezi ile yaptığı ameliyatlar var.
Nihayet pek az değişikliklerle takdim ettiğim bu tez, Üniversitelerimizde ilk ihtisas tezi olarak, hipnozu konu edinen bir ilmi çalışma diye zikredilebilir.
Son zamanlarda Türkiye Metapsişik Tetkik ve ilmi Araştırmalar Cemiyeti Başkanı Dr. Refet KAYSERİLİOĞLU tarafından 1961 yazında Gureba Hastanesinde ve aynı yılın i Eylülünde Eski Eminönü Halkevinde pek muvaffak hipnotizma ve ekmnezi tecrübeleri yapılmıştır.
Yukarıda adı geçen Beynelmilel Hipnotizma Birliği, Türkiye'mizden de Ord. Prof. ihsan Şükrü AKSEL’i âza olarak seçmiş ise de muhterem hocam şahsen hipnoz ile meşgul olmamış, fakat asistanı olarak beni daima teşvik etmiştir. Bu hususu şükranla yad etmeyi bir vecibe bilirim. Keza, hipnozun eiektroansefalografik tetkiki hususunda bana imkân bahşeden hocam Prof. Kâzım DAĞYOLU’ya ve hasta süjelere böyle bir tedavi tatbiki için kolaylıklarını esirgemeyen Doç. Ayhan SONGAR’a teşekkürlerimi alenen ifade etmek isterim,
Bu konudaki tetkiklerim için zengin kütüphanelerini bana tahsis eden dostlarım Suat PLEVNE ve İsmail Hüsrev TÖKİN’e de bu vesile ile teşekkürlerimi tekrarlarım.
HİPNOZDA TEKNİK
Hipnozda teknik, yani bir süje’yi (süje: denek, hipnotize edilen şahıs) hipnotik uyku haline sokmak için kullanılan usuller, hipnoz’a verilen manaya tâbi olarak hemen her ekole, hatta her hipnotizöre göre değişir.
Mesmerist’ler, hayvani mıknatısiyete ve binnetice insanlardan manyetik seyyaleler intişar ettiğine inandıkları ve uykuyu andıran özel bir hal demek olan hipnotik trans’ı bu sey-yalelerin tesirine atfettikleri için, manyetik pas adı verilen bir takım el hareketleri usulünü kullanarak, süjelerini manyetize (magnetise) ederlerdi.
Breydist’ler, süjeyi, parlak bir objeye sabit bir şekilde baktırarak hipnotize (hipnotise) ediyorlardı.
LIEBEAULT’un bakışları sabit tutma (fixation) ve sözle telkin, (verbal suggestion) metodunu benimseyen BERNHEIM’a göre ise - ki bu Nancy ekolünün görüşüdür - hipnoz, telkinle tevlid edilen bir uyku hali olduğundan, hipnoz tekniğinde “sözle telkin” ön planda gelir.
Devrimizde de - halâ manyetizma taraftarlarının mevcudiyeti bir yana - ilmi kabule mazhar olan görüş, hipnozu sun’i olarak tahrik (provogue) edilen hususi tipte, natamam (incompiet)) bir uyku hali olarak mütalea ettiği için, kullanılan bütün usulleri, bu sun’i uykuyu tahrik eden vasıtalar sayar ve makbul addeder. Bu itibarla her türlü usulün, hipnoz haline erişmeye vasıtalık etmek bakımından değeri vardır. Kaldı ki, manyetizma-hipnotizma, yani flüidizm-animizm çatışmasının devam ettiği ve hele filân usulle hipnotik hale sokulamayan bir süjenin, falan usulle bazen daha kolay hipnotize edilebildiği gerçeği de göz önünde tutulursa, hipnotizma tarihine mal olmuş metodlarını bile bilinmesinde faide olduğu anlaşılır.
ESKİ MANYETİZÖRLERİN USULLERİ:
MESMER’in kullandığı usulü tarihçede belirtmiştik. Onun ve PUYSEGUR’ün halefleri, bir seyyalenin varlığına inandıkları için, manyetik pas denen el hareketleri ile, parmak uçlarından çıktığına kani bulundukları bu seyyalelerin, süjenin vücuduna nüfuz etmesini temine uğraşırlardı. Bir fikir vermek maksadiie bir kaç klâsik usulü zikredeceğiz.
DELEUZE usulü:
BERNHEIM’ın tâbiri ile en zeki manyetizörlerden biri olan DELEUZE usulünü şöyle tarif ve tasvir ediyor:
“... Süjenin (uyutulacak şahsın) başparmaklarını, sizin baş parmaklarınızın dışı onunkilerin iç tarafına, temas edecek tarzda, iki parmağınızın arasına alın ve gözlerinizi onun gözlerine dikin. Baş parmaklarınızla onunkiler arasında müsavi bir sıcaklık teessüs ettiğini hissedinceye kadar –2 ilâ 15 dakika kadar– bu vaziyette kalın. Buradan sonra, süjenin ellerini bırakarak; sağ elinizi sağa, sol elinizi sola doğru uzaklaştırıp, avuçlarınız dışa gelmek üzere döndürerek baş hizasına kadar kaldırdıktan sonra, ellerinizi süjenin omuzlan üzerine koyun; orada 1 dakika kadar tutun ve süjenin kolları boyunca aşağıya doğru, hafifçe dokundurarak ta... parmak uçlarına kadar yavaş yavaş indirin… Tekrar yukarı kaldırırken elleri, gövdenizden biraz uzaklaştırıp bu pası –5 veya 6 defa– tekrarlayacaksınız. Sonra ellerinizi süjenin başının üzerine yerleştirip, bir lâhza öylece tutacaksınız; ve 1-2 parmak mesafe bırakarak yüzünün önünden geçirip, ta mide boşluğu hizasına kadar indireceksiniz. Orada baş parmaklarınız mide, boşluğu üzerimde ve diğer parmaklarınız da kaburgaların altına gelecek şekilde yerleştirerek, ellerinizi bir müddet tutacaksınız. Sonra, vücut boyunca, ta dizlere kadar, daha iyisi, eğer rahatsızlık vermeden yapabilirseniz, parmak uçlarına kadar, ağır ağır indireceksiniz. Böylece bu hareketleri, manyetizma seansı boyunca, aynı tarzda tekrar edeceksiniz.”
(DELEUZE, “Instruction pratique sur le magnetisme animal”, Paris, 1825’den nakleden B E R N H E I M, II. s: 84).
Bu vesileyle şu hususu belirtelim ki, manyetizörler insan vücudunu bir mıknatısa benzettikleri ve vücudun sağını solunu müspet, menfi kutuplar addettikleri için, pas manevraları esnasında pek dikkatli davranırlardı,
TESTE usulü
TESTE, bu usulü daha da basitleştirmişti:
Süjenin önünde, yüzü ona dönük, biraz uzakta duruyor; bir kaç dakika bekledikten sonra, sağ elini alnı hizasına kadar kaldırıyor ve süjenin –başından ayağına kadar– yüzünün, göğsünün ve karnının önünden yavaş yavaş pas’larını tevcih ediyordu. Bu pas’lan yaparken, her seferinde riayet ettiği tarz şuydu ki, elini aşağıdan yukarı tekrar kaldırırken, el ısırtan, manyetize ettiği süjeye bakacak şekilde; indirirken yani pas’ı yaparken avuç içini süjeye bakar durumda ve parmaklarını açık bırakmış olarak tutuyordu.
. Usulünün kolayca uyutulan ve zaten manyetize edilmeye alışmış süjeler üzerinde tatbik edilmesini tavsiye eden TESTE, ilk denemeler için DELEUZE’in tarzını tercih etmek gerektiğini belirtiyordu.
TESTE bir başka usul de kullanırdı. Evvelâ, süjenin yüzünün önünden geçecek tarzda ve müteakiben vücud mihveri istibametinde, tepeden tırnağa kadar bir kaç pas yapıyor; sonra ellerini alnın arkasında ve kulakların üst kısmında kalan yan kafa kemikleri bölgesini (parletal nalıiyeleri) d© kavrar tarzda süjenin alnına koyuyor ve bir kaç dakika öylece tutuyordu. Bu esnada ellerinin duruşunu azıcık değiştiriyor, onları ağır ağır sağa ve s?oia doğru kaydırıyor, sonra tekrar süjenin alnıma getiriyor ve bu ameliyeyi, süje uyuyuncaya kadar devam ettiriyordu. Süje uyuyunca, seyyaleyi aşağıya cezbetaıeb için, bacaklar ve dizler üzerine paslar yapıyordu-
Daha da dikkate değer olanı, TESTE evvelceden alıştırılmamış somnambülleri, bakışları vasıtasile manyetize ediyordu ki rahip FARIA’dan sonra, BRAID’in hipnotizma usulüne en yakın ve benzer teknikdi bu.
(TESTE, “Le magnetisme animai appligue ete”. Paris. 1845; ve “Manuel du magnetisme aııimai”. Paris. -1853,. den ‘B ERNHEIM, II. s: 85.)
NOIZET usulü:
General NOIZET’nin usulü de şuydu:
Süjenin başparmaklarını kendi başparmaklarıyla, seyyalelerin akışını temim edeme kadar bir müddet tutuyor, bilâhare-ellerini süjenin omuzlarına koyup bir kas dakika bekledikten sonra, bir kaç santim uzaklıktan, kollardan dizlere kadar paslar yapıyordu. Daha sonra süjenin baş parmağını tekrar tutuyor ve ayı manevraları birçok bereler tekrar ediyordu. Bunlardan sonra, ellerini süjenin başının üzerine koyup, yavaşça dizlere kadar omun vücudunu sıvazlıyor ve “yal hareketleri’ bir kaç defa tekrarlıyordu. Nihayet baş parmaklarını süjenin mıiğde nahiyesine yahut da daha. İyisi şakakların üzerine, diğer parmaklar yanlara gelecek şekilde, koyup, bir lâhza bekledikten sonra, evvelki manevraları tekrarlıyordu.
(NOIZET. “Memoire sur le somnambulisme”, Paris. 18541-” den nakleden: BERNHEIM, II. s: 86).
ESSDAIL usulü
Dr. ESSDAIL, 1946’da Kalküta'da Hintli manyetizörlerin-usullerini takip ederek hastalarını şöyle uyutuyordu:
Hasta, karanlık bir salonda sırt üstü yatırılıyor, manyetizör de baş ucuma geçip, yüzü onunkine değecek kadar yakınf hastanın üzerine eğiliyordu. Bir elini, hastanım mide nahiyesine koyup, diğeri ile de, yüzü üzerine –prensip olarak gözlerine doğru– paslar yapıyordu. Manyetizör ayrıca, burnundan nefes alıp vererek hastanın göz küreleri üzerine hafif hafif ve sık sık hohluyordu.
Sıcak nefesi süjenin yüzüne hohlamanın uyutucu, soğuk nefesi gözlerine üflemenin de uyandırıcı bir tesiri olduğu eski manyetizörlerce keşfedilmiştir.
ESSDAIL, yardımcıları ile beraber, bu şekilde uyuttuğu hastalardan bir kaç bininde ufak, 300 kadarında büyük olmak üzere çeşitli ameliyatları ve cerrahi müdaheleleri acısız başarmıştı. Hatta, evvelce %50 olan ölüm (mortalite) nispeti %5’e kadar inmişti. (F I L L I A T R E, s: 263).
Eski manyetizörlerin kullandığı usuller, bir birinden pek az fark göstererek günümüze kadar gelmiştir. Hele sahne manyetizmacıları, pas hareketleri pek teatral jestler teşkil ettiği’ için ve süjeler üzerinde olduğu kadar, seyircilerde de büyüleyici bir tesir hasıl ettiğinden, hep bu tekniği tercih ederler.
Hipnotizma ve telkin hakkındaki bilgiler genişledikten sonra şüphesiz ki manyetik ve hipnotik usulleri karma (mikst) olarak kullanan birçok usuller ortaya çıkmıştır. Bunları ileride belirteceğiz.
ESKİ HİPNOTİZÖRLERİN USULLERİ:
Manyetizma taraftarlarının iddiaları hilâfına, manyetik paslara, seyyale akışı manevralarına hacet kalmadan, ayni fenomenlerin süjenin bakışlarını sabit tutmak, dikkatini teksif etmekle de hasıl edilebileceğini ispat ederek hipnotizmayı tesis eden BRAID, metodunun ilk kâşifi değildir. Ondan senelerce evvel bir rahip bu usulü kullanmıştı.
FARIA usulü:
1814’te rahip FARIA, seyyale diye bir şeye hacet olmadığını anlamış, süjenin imajinasyonunun uyutulmayı temine kâfi geldiğine kani olmuştu.
İri gözlü, heybetli ve tesirli bir görünüşe sahip olan bu rahip, o zamanın Prangasında hayli alaka da toplamıştı.
FARIA, süjeyi rahatça oturtuyor, uykuyu düşünmesini tembih ediyor ve M gözlerim süjenin gözlerine dikerek İsrarla bakıyordu. Bu esnada sağ elini havaya kaldırıp, avucumu süje-ye tevcih ederek bir kaç adım yaklaşıyor ve tam önüne gelince, sert bir hareketle elini birden aşağıya indirip otorite dolu bir “esle “Uyuyunuz!” diye gürleyerek, emrediyordu. Ve süje, uyuyordu.
Kendinde nazar-ı ilâhi okluğunu iddia eden bu rahip usulünde tek kalmış ve bir ekol tesis edememiştir. (FİLİA TEE, s: 227).
BRAID usulü:
Hipnotizmanin isim babası olan bu İskoç cerrahı, metodunu şöyle tarif ediyor:
“.. Her hangi bir parlak objeyi (mesela “porte-Iancette”, sürahi kapağı) sol elin orta parmağı ile işaret parmağı arasına alarak, süjenin gözlerinden 25 ilâ 45 santimetre uzakta, alnının üstünde; süje sabit bir şekilde objeye bakarken gözlerini ve göz kapaklarını açık tutmak içim büyült bir gayret göstermesini zaruri kılacak şekilde tutunuz. Hastaya, gözlerini, kırpmadan ve oynatmadan sabit bir şekilde objeye dikmesini ve zihni ni sadece bu tek objeye teksif etmesi gerektiğini iyice anlatmak lazımdır. Evvelâ göz bebekleri (pupillalar) daralırlar (kontrakte olurlar), az sonra genişlemeye (dilate olmaya) başlarlar ve pupillalar ziyadesiyle dilate oldukları ve bir ossilasyon (ir-ttcac, açılıp kapanma hareketine başladıkları sırada, sağ elin orta ve işaret parmakları biraz ayrık ve gergin bir vaziyette, objeyi gözlere doğru yaklaştırırlar; işte ekseriya o zaman göz kapaklan “vibratoire” bir hareketle yani titreye titreye kendiliğinden kapanır. Eğer böyle olmaz yahut hasta gözlerini oynatırsa, parmaklarınızı tekrar gözlerine doğru götürdüğü-nüzde, göz kapaklarının düşeceğini, kapanmak zorunda kalacağını anlatarak süjeye tekrar başlamaya icbar ediniz. Fakat gözlere aynı pozisyonu vermenin ve zihnini gözlerinin üstünde duran objeye teksif etmenin şart olduğu iyice belirtilmelidir. Böylece gözler, umumiyetle göz kapakları titreyerek kendi kendine kapanırlar.”
(BRAID, Neurohypnology, or the rationale of nervous sleep considered in relation with animal magnetism, London, Churchill, 1843’den nakleden: BERNHEIM.IIve S UDRE. s: 23).
Görülüyor ki BRAID’in metodunda bakışların tespiti ve dikkatin teksifi ile beraber, sözle telkin de mevcuttur.
CHARCOT, LIEBEAULT ve BEKNHEIM usulleri:
Daha sonraları Salpetriere’de CHARCOT ve talebeleri hipnozu sadece histeriklere has bir fenomen telâkki ederek; Nancy’de BERNHEIM ve onun üstadı LIEBEAULT, telkin sonucu hasıl olan bir hal sayarak, hep aynı metodu, yani bakışları tespit (fbcation) )ve sözle telikn (suggestion verbal)’i ufak tefek değişikliklerle kullandılar. Esas aynı olduğu için misâl vermekten sarfınazar ediyoruz.
HALEN KULLANILAN USULLER:
XIX. asırdan bu yana hipnoz tekniğinde pek büyük değişiklik olmamıştır. Bütün usuller, telkin vasıtalarının farklılığı ve süjeyi -eğer pavlovcu bir görüşle söylemek lazım gelirse-şartlandırma tarzının hususiyetleri nispetinde elverişli addedilmektedir.
Tam-tam sesi, davul gümbürtüsü gibi şiddetli ve âni seslerin yanı sıra, bir saatin veya metronomun monoton tik-tak’-ları, yanıp sönen bir lâmbanın ışığı gibi, uzun süreli zayıf ve yumuşak, sensoriel tenbinlerih de hipnoz tevlid ettiği iyice anlaşılmış bulunuyor. ( C HR İSTEN SON). Eski manyetizörlerin pas hareketleri, süjenin vücudunu sıvazlamaları bile pavlovcu bir tefsirle “thermique”, “tactile” stimuluslarla yani, hararete ve dokunma duyusuna ait tenbihlerle şartlandırma telâkki edilerek makbul ve muteber sayılmaktadır. ( C H E R -TOK, s: 15). Bu itibarla manyetik paslarla hipnotik usullerin -ezcümle sözle telkinin- müştereken kullanılması şeklindeki karma (mixte) metod, hele kulakları manyetizma hikâyeleri ile dolu süjeler üzerinde daha müessir olmaktadır ki ben •de şahsen bu karma metodu çok defa tercihan kullanmaktayım.
Manyetizmaya inanmayan veya bu konuda her hangi bir bilgisi oimıyan süjeler üzerinde de manyetik pas hareketlerinin, hipnotik transın husulünü kolaylaştırıcı bir rolü oluyor. Zira kalb elektriği ve beyin dalgaları, elektrokardiografi ve elektroansefalografiden hemen herkes haberdardır ve manyetizmayı bir bioeiektrik hâdise diye izah etmek, insan vücudunu bir akü-mülâtöre benzeterek, onun elektrik muhtevasındaki değişikliğin uykuya sebep olduğunu belirtmek, süjeleri manyetizmaya inandırmaya ekseriya kâfi geliyor. Ve bittabii böyle bir inanç noktasından hareketle, süjenin karşısına geçip oturmak, baş par inaklarını tutup gözlerine bakmak ve esrarlı bir takım el kol hareketleri ile manyetik paslara başlamak, hipnozun basit bir telkin hâdisesi olduğunu işitmiş olan süjelerin mukavemet hazırlığını yenmek ve kırmak için, gururlarını tatmin bahanesi de olmaktadır. Kaldı ki manyetik seyyalelerin (flüid’lerin) veya pas’lardan doğan tesirlerin sadece telkinden ibaret bir rolü olmadığı da muhakkaktır.
Süjenin Hazırlanması:
Süjenin hipnoz hakkında her hangi bir şekilde peşin bir bilgisi bulunmasının, bir fikir veya kanaat sahibi olmasının büyük ehemmiyeti vardır. Ve pek ustalıklı konuşmalarla bu hususu yoklamak gerekir. Bazı süjeler, ya gördükleri bir filim veya okudukları bir romanın tesiriyle hipnozdan müthiş korkarlar. Uyutulup uyandırılamamak yahut uyuyunca bazı sırlarını ifşa etmek korkusundan, uyutulunca bir tecavüze maruz kalmak endişesine kadar, türlü peşin fikirler bir mukavemet engeli olarak hipnotizörün karşısına dikilir. Mesela bir hanım hastam, hipnoza oldukça müsait (hipnotizabl) bir süje olmasına rağmen ve hafif bir transa da girebildiği halde, vaktiyle gördüğü bir filmin tesirinde kaldığı ve uyandırılamamak-tan korktuğu için daha derin bir transa girmeye kendisini bir türlü bırakamadığını itiraf etmişti. Bu yüzdendir ki bazı sünelere hipnotizma, manyetizma ve uykudan biç bahsetmemek, “relaxation therapie”, “hypno-relaxation” gibi pek işitilmemiş tâbirler kullanmak gerekir. (CHERTOK, s: 39-52).
Uyku tâbiri yerine “bir gevşeme ve rehavet hali” ve “bir kendinden geçmişlik hali” demek, süjenin mukavemetini azdırmamak bakımdan bazen tercih edilmelidir.
Süjeler bir kaç söz ve hareketle hipnotize edilivermelerinin alay konusu olmasından da çekinebilirler. Uyandırılamamak, trans halinden çıkamamak ve hipnoz esnasında sırlarını söylemek veya bir tecavüze, uğramak gibi hususların varid olmadığını izah ettikten, gayrı, bilhassa entellektüel süjelere zekâca gerilerin (oligofrenlerin) hipnoza elverişli olmadığını, delillerin (psikotiklerin) hipnotize edilemediğini ve bu işin ancak normal, zeki şahıslarda mümkün olduğunu, hafif rahatsızlıkların tedavisine yaradığını iyice anlatmalıdır. Hekim ile hastanın yalnız kalmaları müreccah ise de, hele başlangıçta, süjenin itimad ettiği bir veya bir kaç şahsın odada bulundurulması daha münasip olur.
Telkiniyet (Sügjestibilitee) testleri:
“Hypnotisabilite” ve “suggestibllitee” problemi ayrı bir bahis olarak incelenecektir. Ancak şu kadarını işaret edelim ki, süjenin kabili telkin olması ile hipnotik transa girebilme istidadı arasında, bilhassa acele başarılar beklenen pratik ve tedavi tatbikatı bakımından ihmal edilemiyecek derecede sıkı bir alaka vardır. Hipnotizör hekimin, hastayı, acele bir teşebbüste uğradığı başarısızlıkla hipnoza karşı büsbütün âsi (refrakter) kılmış olma tehlikesini önlemek için pek dikkatli ve ustaca hareket etmesi gerekir. Bu itibarla vak’ayı seçerken nisbi bir kriter teşkil etmesinin yanı sıra süjeyi hipnoza hazırlamak bakımından da sügjestibilite testlerinin faydası aşikârdır. Fakat bu testlerin hiç bir zaman kesin bir kriter olmadığı unutulmamalıdır. Test ile sügjestibl (kabili telkin) göründüğü halde hipnotizabl (hipnotize edilebilir) olmıyanlar bulunduğu gibi, aksi de variddir. (F U R N E A U X. W. D.)
Burada sügjestibilite testlerinin teferruatına girmiyoruz. Yalnız, bilhassa sahne hipnotizörleri tarafından sık sık kullanılan ve hipnotizebiliteyi tâyin hususunda oldukça sıhhatli bir hüküm verdirebilen bir testi işaretle iktifa edeceğiz.
Süje ayaklan bir birine bitişik, hazır ol vaziyetinde ayakta durdurulur; yukarı, tavana doğru, her hangi bir noktaya bakması tenbih edilir; sonra hipnotizör, süjenin arkasına geçer ve orada durarak şu telkinleri yapmaya başlar: “Bacaklarınızı dimdik tutunuz, dizlerinizi hiç bükmeyiniz, hep öyle yu karı bakmağa devam ediniz;.” Bunları söylerken, hipnotizör her iki elini süjenin omuzlarına veya sırtına, kürek kemikleri üzerine hafifçe temas ettirerek koyar ve ileri geri, belli belirsiz itmeye başlar. O suretle ki, süje ellerle beraber geriye doğru gelmelidir. Bu sırada telkine devamla: “..şimdi kendinizi tutamıyarak geriye doğru düşeceksiniz, amma korkmayınız, ben sizi tutarım.” denir. Hipnoza müsait kimseler sahiden arkaya doğru düşerler, hatta öyle âni düşüşler olabilir ki süjeye bir zarar gelmemesi için pek tedbirli ve dikkatli bulunmak şarttır” Hipnotizmaya ve parapsikolojik mevzulara pek meraklı ve bu hususta vukuflu neşriyatı da olan bir muharrir dostum, -merhum Peyami SAFA- Ankarada bir otelin salonunda otururken, henüz tanışmış bulunduğu bir zatın, bu kabil şeylere inanmadığını söylemesi üzerine, o zatı ayağa kaldırıp bu tecrübeyi yapar yapmaz, o hipnoza inanmıyan zatın nasıl boylu boyunca birden yere devrildiğini ve ne kadar şaşırdığını bana anlatmıştı. Zemin taş olsa idi ve halı da bulunmasaydı o zat ihtimal yararlanacaktı da..
Mahalli Fizik Şartlar:
Tecrübenin yapıldığı mahallin fizik şartlarının rolü de mühimdir.
Işık: Oda ne aydınlık, ne de karanlık; loş olmalıdır. Süjenin gözüne direkt bir ışık gelmemesi tercih edilmelidir. En iyisi maskelenmiş bir ışık menbaının (lâmba, elektrik ampulü vs..) süjenin oturtulduğu koltuğun veya uzandığı divanın gerisinde, süjenin başının arkasına gelecek şekilde yerleştirilme-sidir.
Ses: Sessizlik, loşlukla beraber hipnoza elverişli bir atmosferin temel unsurudur. JANET bu hususu ısrarla belirtir.
Sıklık: Hipnoz yapılan odanın ne çok sıcak, ne de çok soğuk; ılık olması gerekir.
Poul THORSEN, hararetin 15°C’den aşağı düşmemesi ve 17°C’den yukarı çıkmaması gerektiğini ileri sürüyor.
Rutubet: Odanın hararet derecesinden gayrı, rutubet derecesinin de rolü vardır. Kaloriferin rutubetsiz sıcaklığındansa sobalı odanın rutubetli harareti-normal uyku gibi-hipnozu da kolaylaştırıcı bir tesire sahiptir. Keza bir hava cereyanı, soğuk, hem hipnotik transın husulüne engel teşkil edebilir, hem de husule gelmiş bir transı bozarak süjenin uyanmasına sebep olabilir. ESSDAIL, Kalkütadaki mesmerizm hastahanesinde ameliyat edilmek üzere manyetize ettiği hastaların, ameliyat salonuna sevkedilirken soyulup götürülmelerinin ve bir hava cereyanına maruz kalmalarının uyanmalarına sebep olduğunu görmüş ve bu müşahedesinden sonra ona göre tertibat almış-tr. (ESSDAIL, J. Naturel and Mesmeric Clairvo-yance. London, New-York, H. Baillier, 1852’de tafsilât vardır. TAN, s: 36’da zikrediyor.)
Hipnozda başarıya ulaşmak için bütün bu fizik şartların hatiyyen ihmal edilmemesi gerektiğini hatırdan çıkarmamalıdır. Nasıl bir cerrahi müdahale için, sterilizasyon, asepsi ve antisepsiye riayet, anestezi, narkoz usûl ve kaidelerine ittiba.. ilh., ameliyatın başarıyla sonuçlanması bakımından zaruri ise, tıpkı bunun gibi hipnozda da lüzumlu şartları bir araya getirmek ihmale gelmez. Sırf bu sebeplerledir ki, klinikte hipnoz tecrübeleri yaparken bazı imkânsızlıklarla karşılaşmışımdır. Gürültü, kaloriferin rutubetsiz kuru sıcaklığı veya aksine soğuk, tam süje transa girerken âni bir telefon zili veya kapının açılması, perdesizlik, ışık vaziyetini ayalıyamamak.. gibi mahzurlar, klinikte tecrübi hipnoz çalışmalarının başlıca güçlükleri arasındadır.
Vakıa, pek müsait bazı süjeler en elverişsiz şartlarda bile hipnotize edilebilmektedirler; ışık, gürültü, kalabalık vs.., böyle süjelerin bir hipnotik transa girmelerine hiç bir mâni teşkil etmiyebiliyor. Amma bunlar umumiyetle daha evvelce hipnotize edilerek post-hipnotik telkinle şartlandırılmış süjelerdir. Mamafih, evvelce hiç kimse tarafından hipnotize edilmediği ve ilk defa karşılaştığım halde, ışıklı bir salonun kalabalığı içinde, gürültüler ortasında ayak üstü, kolaylıkla hipnotize etmeye muvaffak olduğum kimselere de rastladım.
Senelerce evvel, henüz tıbbiye üçüncü sınıf talebesi iken ilk yaptığım hipnoz tecrübesi, Z. adındaki bir hanım üzerinde, bir taraftan radyo çalarken sadece gözlerimi uzaktan gözlerine dikip bir lâhza bakmamdan sonra süjenin derin bir transa girmesi şeklinde bütün gayrı müsait şartlara rağmen başarı ile neticelenmişti ki bu vak’ayı sonra neşrettim. (DOKSAT, II. s: 762-763).
Fakat böyle hassas (sensitif) süjeler nâdirdir ve onlara rastlamak şansı da azdır. O itibarla hipnotizörün, hele prestiji bakımından, şartlara tam manası ile riayet etmeden tecrübeye girişmekten kaçınması isabetli bir ihtiyatlılık olur.
Hipnotik Traaus’a Sokuş:
BRAID’in metodunda süjenin parlak bir objeye baktırıl-dığını yazmıştık. BERNHEIM, parmak uçlarına baktırmayı sözle telkine ilaveten kâfi görüyordu. Eski manyetizörlerden kalma bir alışkanlıkla, birçok hipnotizörler süjeyi parlak bir obje yerine kendi gözlerine baktırmayı tercih ediyorlar, hatta bu tarzın daha müessir olduğunu iddia edenler ekseriyettedir.
Bazı süjler operatörün yani hipnotizörün gözüne bakmaktan bir huzursuzluk duyarlar ve gözlerini mütemadiyen sağa sola oynatırlar ki o zaman parlak bir cisme baktırmak zarureten tercih olunur. Keza, eğer hipnotizörün gözlerinde devamlı sabit bakmaya imkân bırakmıyan bir zayıflık veya arıza varsa, o takdirde parlak cisimler yahut da diğer yardımcı vasıtalar kullanmak bir zaruret olur. (Hipnozda yardımcı vasıtalar ^bahsine bakınız).
Bazı güç vak’alarda “Bakalım, şöyle bir., telkine ne derece kabiliyetlisiniz?” diye hipnozdan hiç bahsetmeden işe başlamak gerekir. Hipnotizör, elini, süjenin gözlerinin önünde ve biraz yukarda olarak 10 santim kadar mesafede tutar ve elini yukarı-aşağı oynatmağa başlar ve bu sırada süje de elin hareketini gözle ve yukarı-aşağı diye sözle takip eder. Bir müddet sonra -eğer kendiliğinden olmazsa- süjeye gözleri kapattırılarak, sözle telkine devam edilir.
Süje ve operatör birbirlerine nasıl ve ne şekilde bakmalıdır?
Operatör, süjenin iki kaşının arasına bakmalı; süje de onun gözlerine bakarken,” uzağa bakar gibi bir akomodasyon yapmalıdır. Bu tarzda, süjenin bakışları daha çabuk yoruluyor ve bulanabiliyor.
Süje ve operatör nasıl oturmalı?
Süje bir koltuğa rahatça oturtulur, (bazıları da süjenin bir divana uzanmasını tercih ederler). Uyuduğu zaman düşmemesi ve rahatsız olmaması için süjenin başının yanlarına gerekirse yastıklar konur. Operatör daha yüksekçe bir iskemleye, süjenin tam karşısına oturur. Bundan murad, süjenin hipnotizörün gözlerine bakarken, yukarıya doğru bir zaviyeden gözlerini tespit edebilmesidir. BRAID, bu durumda süjenin göz adelelerinin çabucak yorulduğunu ve bu yüzden uykuya daldığım ileri sürmüştür. Böyle olup olmadığı bir yana, gerçekten de dikkati teksif bakımından en elverişli pozisyon budur. Bu maksatla hipnotizör ayakta da durabilir.
Süjenin kendini zihnen pasif bir hale getirmesi hipnozu kolaylaştırır. Bunu temin güçse de süjenin bakışlarını fikse etmesiyle beraber, dikkatini teksifi de kolaylaşır.
Bir müddet bu vaziyette durulur ve ayni pozisyon muhafaza edilerek telkine söyle başlanır:
“.. Kendinizi rahat, rahat, rahat., çok rahat bırakınız... çook rahaaat. bırakınız. Bütün vücut adaleleriniz gevşek, gevşek, gevşek olmalı. Gevşek, rahat, gevşek, gevşek, gevşek, gevşek., çok rahaat.. çook rahaat.. ve gevşeek.... Zihninizi boşaltınız. Tamamen boşaltınız., tamaamenn.,. bo..şal..tı..nız.., imkân nisbetinde.. hiç bir şey düşünmeyiniz., uykudan başka hiiç biir şey düşünmeyiniz. Sadece dikkatle gözlerime bakımz ve beni dinleyiniz!.... Şimdi size neler hissedeceğinizi anlatacağım. Önce gözlerinizden başhyan bir yorgunluk ve ağırlık bütün vücudunuza yayılacak. Tatlı., bir rehavet her tarafınızı saracak., nefes alışınız git gide derinleşecek ve her derin nefes sizi uykuya benzer bir hale götürecek. Uyku dedimse alelade bir uykuya dalacağınızı zannetmeyiniz. Bu sadece bir kendinden geçmişlik hali olacak, kendinizi kaybetmiyecek ve beni dinlemeye devam edeceksiniz. Üst göz kapaklarınız ağırlaşacak, adeta aşağı doğru çekilecek., gözleriniz kızaracak yanacak ve sulanacak. Göz kapaklarınız, kilolarca yük varmış gibi ağırlaşacak, adetâ aşağı doğru çekilecek. Ve artık onları açık tutamaz olacaksınız, kapamak zorunda kalacaksınız. Kollarınız, bacaklarınız., bütün vücudunuz ağırlaşacak... işte gözleriniz artık iyice yorulmaya başladı., sulanıyor, kızarıyor., kızarıyor., sulanıyor., gözlerinizi sık sık kırpmaya başladınız, göz kapaklarınız ağırlaşıyor., ağırlaşıyor., sanki üzerinde kilolarca yük varmış gibi., kilolarca.. ki..lo.,lar..ca... kapanıyor., kapanıyor... ka
panıyorlar..Kapandı işte., kendinizi hiç zorlamayınız, artık onları hiç açık tutamazsınız.. Gözlerinizden yüzünüze, ordan boynunuza ve bütün vücudunuza., ta., parmak uçlarına kadar.. tatlı bir gevşeklik ve rehavet yayılıyor.. Bırakınız bu rehavete kendinizi.. Mangalın altına girip uzanmış bir kedi yavrusu nasıl kendini pelte gibi bırakıp yayılırsa, siz de öyle., gevşek.,
gevşek., gevşek bırakınız kendinizi., bırakınız.,. ken..di..ni..zi.. Şimdi artık parmağınızı bile kımıldatmak mecalinde değilsiniz..
Artık kendi kendinize hiç bir hareket yapamaz bir hale geleceksiniz.. Fakat o durumda bile benim istediğim hareketleri kolaylıkla yapabileceksiniz
Uyuyunuz., uyuyunuz!.. Tatlı, dinlendirici ve huzur dolu bir uyku bekliyor sizi. Uyuyunuz.. uyu,.yunuz..u..yu..yuu.... nuzz!, Şu anda en büyük arzunuz sadece ve sadece uyumaktır.. u..yu..mak..tır!. U..yu..mak..Uyuyunuz!. Uyuyunuz!, Çocukluğunuzun en mes’ud rüyalarla dolu uykularından daha tatlı bir uyku bu.. Uyuyunuz!....”
Bütün bunlar esnasında hipnotizör sesinin tonunu pek iyi idare etmeli, sözlerini süjenin içtimai durumu, tahsil ve görgü seviyesi ile şahsiyet hususiyetini göz önünde tutarak meharet-le kullanmalıdır. Yukarda standart sayılmaması gereken bir örnek verdik. Bunda her türlü değişiklik ve ilave o anın icaplarına göre yapılmalıdır.
Böyle icra edilen bir kaç dakikalık telkinden sonra ekseri süjelerin nefes alışlarında bir derinleşme, gözlerinde sulanma ve gözlerini kırpma gibi haller görülür ve bir kısmının gözleri kendiliğinden kapanır, uykuya benzer bir hale girer ve bu uyku hali git gide derinleşir. Fakat bazı süjelerin göz kapaklan kendiliğinden bir türlü kapanmaz. Bu hale bakarak süjenin hipnoza elverişsiz olduğuna hemen hükmetmemeüdir. Bu gibi hallerde. “Gözlerinizi kapayınız!” diye bir emir vermek ve süje gözlerini kapadıktan sonra telkine devam etmek, çok kere beklenen transı temine kâfi gelir. Bazı hipnotizörler böyle gözleri kapattırılmış süjelerin göz yuvarları üzerine baş parmaklarla hafifçe tazyik ederek telkine devamın daha iyi netice verdiğine, ihtimal ki hafif bir refleksin, okülo-kardiyak refleksin husulünün hipnozu kolaylaştırdığına karnidirler. (TAN, s: 39).
Keza telkin sırasında süjeye sık sık ve derin nefes aldırmanın da pek faydalı olduğunu, hipnozu kolaylaştırdığını ileri sürenler vardır. (WHITLOW, J. E.) Bu durumda hafif bir alkaiozun, daha doğrusu alkaloza gidişin hipnotik transı davet ettiği düşünülebilir deniyor. Ben süjelerin çoğunda böyle bir nefes artışı usulüne baş vurmadan da hipnoz tevlid ettim. Böyle bir alkaloza gidiş gibi fizyolojik vetirenin rolünden pek emin değilim. Maamafih ispiritizma seanslarında bir nev’i “autohypnose” yaptıkları söylenebilecek olan medyumlarını transa girerken ekseriya kendiliklerinden böyle sık sık nefes alıp vermeleri fenomeni bu görüşü teyid eder gibidir. Ancak birçok parapsikologlar hipnotik trans ile ispiritik transın farklı haller olduğu kanaatindedirler. (SUDRE, AMADOU, RICHET ve diğerleri) (Not: TAN, epileptik olduğunu bilmediği bir süjede bir kaç derin nefes alıp verdirmeden sonra bir grand-mal epilepsi aksesi gördüğünü belirterek bu usulün mahzuruna dikkati çekmektedir ki çok haklıdır, s: 39.)
Hipnoza giren bir süjenin trans’ını derinleştirmek için telkine devam şarttır ve şu şekildle yapılır:
“..Şimdi artık dediğim şekilde uykuya benzer bir hale girdiniz. Beni duyuyor ve dinliyorsunuz. Ama uykunuz git gide derinleşiyor ve derinleştikçe sesim size daha derinden, uzaklarda imişim gibi gelecek..” Bu esnada hipnotizör sesinin şiddetini tedricen azaltmalı, hatta usulca, bir kaç adım, süjeden uzaklaşmalıdır da.
Süjeye operatörün sesinden gayrı hiç bir ses duymayacağı da telkin edilebilir. Amma bu ancak transm orta ve ileri safhalarında mümkün olabilen işitme sahasına ait bir nev’i negatif hallüsinasyondur. Şöyle ki:
“Uykunuzun daha da derinleşmesini istiyorum. Derin bir nefes alınız, bir nefes daha, bir daha., tamam. Şimdi çok derin bir uykudasınız. Benden başka hiç kimsenin sesi size ulaşamaz. Yalnız benim sesimi duyuyorsunuz.” denir ve bu husus, varsa, hazirandan birisine seslendirilerek kontrol de edilir.
Acaba, bir insanı hipnotize edebilmek için ne kadar zamana ihtiyaç vardır ?
Bu sorunun cevabı her vak’aya göre değişmektedir. Her ne kadar ilk seferinde bile bir naç dakika içinde kolaylıkla transa giren süjeler mevcutsa da, umumiyetle ilk seans için oldukça yorucu bir gayret ve uzun bir zaman sarfına ihtiyaç vardır. Birçok süjeler de bir kaç seanstan sonra ancak hipnoza elverişli bir hale girerler. (Bu hususda, Hipnotizabilite bahsinde tafsilât verilmiştir.) ERICKSON derin bir transm 3-4 saatlik devamlı bir telkinle ancak tevlid edilebileceğini söyler.
(ERICKSON- M., s: 70)
Başkaları tarafından da olsa evvelce hipnotize edilmiş kimseler, müteakip seanslarda daha kolay transa girerler. Hele süjeye badema kolaylıkla transa girebilmesi için bir post-hipnotik telkin yapılmışsa, bu telkine ait bir sinyal, süjenin derhal hipnoza girmesine kâfi gelir. Bu maksatla türlü işaretler kullanılabilir. Bunlar göz, kulak ve dokunma duygularına ait (visuel, auditoire, tactil.) sinyaller olabilir. Mesela bir kelime, bir sayı, bir ışık veya ses, bir yerine dokunma,.gibi.
Bir zamanlar henüz tıp talebesiyken, (M...) adında, pek hipnotizahl bir süje üzerinde müteaddit hipnoz tecrübeleri yapmıştım. Süje hasta değildi, tedaviye de ihtiyacı yoktu; fakat define meraklısıydı ve evinin bir köşesinde bulunduğunu sandığı bir muhayyel defineyi keşfedebilmek için hipnotizmadan faydalanmak istiyordu. Beni Çengelköyündeki evine de götürdü. Uyutulunca “telestezi” ile definenin yerini kolayca keşfedeceğini sandığı için gönüllü süje idi. Ona, evvelceleri hipnotik transta iken, badema kolayca uyuyup uyanması için, “..ben 7’ye kadar sayınca uyuyacak, 9 deyince uyanacaksınız!” diye post-hipnotik bir telkinde bulunmuştum. Ve gerçekten de ne zaman tecrübeye başlasam, gözlerine bakıp 7’ye kadar sayıyor ve onu kolaylıkla uyutup, 9 diyerek de uyandırıyordum. Evinde misafir kaldığımın ertesi günü, Çengelköyünden vapurla dönerken, karşı karşıya oturuyorduk. Bir deneme yapmak aklıma geldi birden.. Ve, “M..., bu gün neydi günlerden. “ • diye sordum. “Pazartesi!” cevabını verdi. Ben günleri saymam gerekiyormuş gibi parmaklarımla hesap ederek: “Pazartesi.. bir;..2..3.. 4...5...6...7.” der demez, M. göz kapaklan titriye titriye gözleri kapanıp oturduğu yerde başı öne düşüp uyuyuverdi. Birkaç dakika bekledim. Durumun acaipliği etrafın dikkatini fazla çekmeden, böyle bir şey yapmağa hakkım da yok, diye düşünerek, “..pazartesi..8,..9.” dedim ve der demez gözlerini açıp başım doğrulttu ve şaşkın şaşkın “Ne oldu..” diye sordu. Ürkmemesi için, “Bir şey yok” cevabım verdim. “Her halde bir ağırlık geldi bana..” diye durumu kendi kendine izaha çalıştı.
M., define buldu mu bilmiyorum, fakat ben bu tecrübelerle hipnozun hazinelerim adım adım keşfetmiş oluyordum.
Bittabii böyle post-hipnotifa sinyalleri seçerken dikkatli ve basiretli olmak, süjeyi tehlikeye düşürmiyecek tarzda hareket etmek lazımdır. Yukardaki misalimde, vakıa süje 7 rakkamı ile uyumak üzere şartlandırılmıştı; amma başka birisinin 7 demesi ona hiç bir tesir yapamazdı ve yapmıyordu da., zira süje benim ses tonuma ve benim 7 dememe şartlandırılmıştı.
Hipnotik Trans Belirtileri
Hipnotik transa giren süjelerin, gözleri kapanırken, hatta kapandıktan sonra göz kapaklarının titrediği görülür. Bazılarında ise daha ziyade burun üzerinde olmak üzere, yüzde terleme olur. Trans esnasında göz toparları yukarı doğru kayar. Normal, fizyolojik uykuda da bu hal hasıl olduğu için, hipnoza’ has sayılamaz. Fakat bazı süjelerde trans esnasında her iki göz küresinin ayrı ayrı istikametlerde kaydığı, yani okülojir hareketlerin kalktığı müşahede edilir. Bu hali bazı süjelerde bizzat müşahede ettim. Öyle ki gözleri kapalı olan süjenin göz toparları bir birinden uzaklaşarak dışa doğru hareket ediyordu ve bu hal göz kapaklarının altından farkedilebilecek kadar barizdi.
Bir kısım süjelerde, transa girince, alt çenede çiğnemeyi andırır hareketler de ortaya çıkar. Bu kabil çene hareketlerinin ve bazı süjelerde beliren tebessüm ifadesinin bir mukavemet, direnme (rezistans) belirtisi olabileceğini hatırda tutmalıdır. Transda süje, pelte gibi tam bir gevşeme (relaxation) haline girer. Mesela, kolu kaldırılsa hiç bir mukavemetle karşı-laşdmadığı gibi, bırakılınca da kol külçe gibi düşer. Eğer süje vücudunun bazı kısımlarını oynatıyor veya pozisyon değiştiriyorsa henüz transa girmemiş olduğuna hükmedilirse de, bazı süjelerin hafif veya orta derecede transta daha rahat bir vaziyet almak için, koltuğa daha iyi yerleşmek gayesiyle hareket ettiği de olur.
Hipnotik Trans Kontrol Testleri
Süje gerçekten transa girdi mi, girmedi mi, girdiyse dere-I cesi nedir ?
Bunu anlamak için bazı testler yapılabilir. Fakat testleri tatbikte acele etmemek, ihtiyatlı olmak gerekir. Zira hipnoza pek müsait bir süjede dahi henüz husule gelmemiş, var olmı-yan bir halin mevcudiyetini arayıp da bulamayınca, bu kontrol süjede telkinin büyüsünü bozan bir tesir tevlid edebileceği gibi, transa girmek üzere olan süjenin ruh halindeki gidişi de yolundan çevirebilir.
İlk test, süjenin gözlerini açıp açamıyacağını kontrol etmektir. Bu kontrolü yapmadan önce, süjeye: “Artık gözleriniz kapalı, kirpikleriniz bir birine tutkalla yapışmış gibi, fakat çok rahatr. Gayret etseniz de onları açamıyaoaksınız; hatta ne kadar çok gayret sarfederseniz kirpiklerinizin o kadar çok bir birine yapıştığını hissedeceksiniz, İsterseniz bir tecrübe edin... Yaaa!. açamıyorsunuz işte! Yormayın boşuna kendinizi. Sonra ben o tutkalı çözünce kolayca açarsınız.” denir. Gerçekten de eğer süje transa girmişse gözlerini açabilmek için kendini zorlar ve göz kapakları da titrer hatta, fakat gözlerini bir türlü açamaz.
Nadiren, bazı süjelerin, hipnotik trans yerine normal bir uykuya daldıkları da olabilir. Burada kriter şudur: Normal uykuda uyuyan konuşmaz, sorulara cevap vermez. Halbuki hipnotik uykuda süje, konuşur, suallere cevap verir, kabili telkindir.. vs. Diğer mühim bir kriter test de, fizyolojik uykuda diz kapağı (patella) refleksinin kaybolması, buna mukabil hipnotik uykuda baki kalmasıdır. (CHERTOK, s: 30).
Şüphesiz ki transın derinlik derecesine göre daha başka kriterler de vardır. Likin bu kriterler süjenin transa girdiğini muhakkak teyiden göstermekle beraber, daha ziyade transm ne derece derin olduğunu kıymetlendirmeye yaradıkları için bunları müteakip bahisde (Hipnotik Fenomenler’de) ele alacağız. Hipnoz esnasında yapılacak ve süjeye yaptırılabilen şeyler hep o bahiste belirtilecektir.
Transdaki Süjenin Uyandırılması
Hipnotize edilmiş süjeleri uyandırmak sanıldığıın aksine, hiç de güç değildir. Eğer süjeye hassaten kuvvetli bir telkin yapılmamışsa, hipnotizörden gayrı bir şahıs bile bumı başarabilir. Bunun için süjeye artık uyanacağını telkin etmek kâfidir.
“Artık sizi uyandırıyorum ! Vücudunuzdaki rehavet ve gevşeme yavaş yavaş zail ohıyo*. Göz kapafclarınızdaki ağırlık kalkıyor, kirpiklerinizin tutkallı gibi, birbirine yapışmış hali kalmıyor, tutkal eriyor, eriyor, eridi. Şimdi – filân– sayıya kadar sayacağım, – filân– diyince gözlerinizi açacak ve tamamen uyanmış olacaksınız.”
Süje uyanır ve şaşkın şaşkın etrafına bakmır. Derin transa girmiş olanlarda, zaman distorsiyonu da olduğundan ve hipnoza mahsus kısmi bir hafıza kaybı (amnezi) teessüs ettiğinden süjeler, transın ancak başlangıcını hatırlar, fakat arada geçen müddeti hatırlamadıkları gibi, çok kere uyuduklarını bile inkâr ederler.
Tedricen uyandırma tarzından gayrı, âni uyandırma şekli de kullanılabilir. Fakat ben şahsen, daima tedrici bir uyandırmayı tercih ediyorum; çünkü âni uyandırışlarda, süje vakıa gözlerini açıyor, kendine de geliyor, fakat vücudundaki gevşeklik ve uyuşukluk “bir müddet devam ediyor ki bu da süjede nail) hoş bir his ve hatta endişe tevlid edebiliyor. Bu yüzdendir ki, ister hasta, nörotik.. vs., olsun, isterse sırf tecessüs saikiyle hipnoza rıza gösteren ve normal görünen bir insan olsun, her hıipnotize ettiğim süjeyi uyandırmadan evvel mutlaka ve mutlaka sıhhati için faydalı telkinlerde bulunuyorum. Bu telkinler I o kadar müessirdir ki bazen hiç hatıra gelmiyen tedavi mu-I vaffakiyetleri ile süjenin sıhhatli ve muvazeneli bir insan ol-| masına yardım edilmiş olur.
Kullandığım telkin tarzı, ki Dr. Bedri RUHSELMAN’dan öğrenmiştim, umumiyetle şudur:
“iç içe nurdan, parlak halkalar halinde; üç tane, iç içe daireler düşününüz. Tıpkı neon lâmbaları gibi parlak daireler, | görür gibi oluyor... görüyorsunuz. Bu üç halkadan en içteki ayrıca 3 daireden müteşekkildir. Yani eem’an yekûn 5 daire.. İÇ içe.. Boru gibi olan bu halkaların içinden nurdan, pırıl pırıl seyyaleler akıp duruyor. Bu halkalar büyüyor, büyüyor, büyüdü., ve vücudunuzu içine alacak cesamete geldi. Şimdi bakın bir 8 rakkamı gibi kıvrılıyor ve 8 rakamı halini alıyorlar. Öyle ki sağ omuzunuzdan sol bacağınıza, sağ bacağınızdan sol “muzunuza, tam kalbiniz üzerinde kesişen hatlar halinde başınızı ve gövdenizi içine alan kocaman bir 8 rakkamı gibi..”– (Bu esnada elle de hafifçe sıvazlıyarak bu hayali 8 çizilir.) -–”..tamam işte bunlar sizin vücudunuzda cevelân eden kan, lenf ve sinir ceryanlarıdır. Gayet muntazam bir tempo ile sür’-atle ve muvazeneli akıyorlar. Bütün uzuvlarınız son derece sıhhatli.. Nefes alış verişleriniz gayet normal, iştahınız yerinde; mideniz barsaklarmız gayet muntazam çalışıyorlar. Pek neşeli ve enerjik bir insansınız. Hayatın güçlüklerini yenmek için mücadele azminiz yerinde. Uykularınız gayet düzenli, gece yatınca kolayca, rahat ve derin bir uykuya dalacaksınız. Sabahlan istediğiniz saate kadar uyuyup, o saatte dip diri, şevkle ve neş’e ile uyanacaksınız., ilh.”
Bu kabil telkinlerin müessiriyetine dair bir misâl de vereyim. Bir gün bir dost meclisinde, ısrarla bir hipnoz tecrübesi yapmamı istediler. Ricalar o kadar arttı ki kıramadım ve hâ-zırundan, uyutulmaya talip olan namzetler arasından, henüz tanıştığım hanımlardan birini hipnoza müsait hissettim ve “.... hanım gelsin” dedim. Her tanışmanın ilkinde çoğu, kere olduğu gibi, meğerse isimler aklımda yanlış kalmış, başka bir hanım geldi. Artık bozamazdım, isteksizce, denemeye giriştim. Bu kabil tecrübeler muvaffak olmayınca nahoş bir durum hasıl olur, aleni bir başarısızlık müteakip başarıları da güçleştirir; doğrusu prestijimi nasıl kurtaracağımı düşünüyordum. Ve o hanımı pek elverişli bulmadığım için bir test mahiyetinde, hem de ayakta, ışıklar yanar ve konuşmalar devam ederken, o gürültüde hipnotize etmeye teşebbüs ettim. Fakat tahminim hilâfına hanımcağız kolaylıkla transa girdi. Mutâd anestezi ve katelepsi gösterilerinden sonra, yukardaki telkini yaparak uyandırdım. Bir hafta kadar sonra, bir başka mecliste o hanım ve kocasına rastladım. Tehalükle yanıma geldiler. Kocası; “Aman doktor bey, bizim hanımın müzmin bir kabızlığı vardır. Laksefenol gibi ilâçlar almadan dışarı çıkamaz, çok müteşekkiriz ki o günden beri ilâca falan hacet kalmadı.. Ne diyorsunuz?. Mülemma beyim mülemma!..” diye memnuniyet izhar ettiler. Hatta tedaviye devam teklifimi “Ne olur ne olmaz, bu defa diyare olur korkarız..” diye latifeyle karşıladılar.
Hipnotik hale girmiş süjeler bazen hipnotizörün arzusu hilâfına kendiliğinden uyandıkları gibi, hipnotik transa girdikleri halde menfilik (negativizm) göstererek konuşmamakta ısrar edenler de vardır.
Süjenin yapmak istemediği bir hareketi yapması için ısrarlı telkinde bulunmanın da, en derin transtaki bir süjenin bile uyanmasına yol açtığını unutmamalıdır.
Hipnotik transa girmiş bir süje hiç bir şey yapılmasa dahi bir müddet sonra tabii uykuya girip, nihayet kendiliğinden uyanır. Uyutulup da uyanamamaktan korkan kimselere bu gerçek etraflıca izah edilmelidir.
Manyetik Pas’larla “yutup uyandırma ve Karma Metod
Şurasını da ilave edelim ki, manyetik usullerle uyutulan süjelerde, onları, sözle telkine hiç baş vurmadan uyutmak ve daha enteresanı, uyandırıcı hiç bir söz telkini yapmadan uyandırmak kabil olmaktadır.
Kullananların isimlerine göre anılan ve tafsilinden sarfı nazar ettiğimiz birçok usul vardır: RICHET, DONATO, VER-BECK, PICKMAN, ONOFROF, BREMAUD, BOURNEVILLE, HANSEN, GERLING, du. POTET, MOUTİN, PITRE, LASE-GUE, FLOWER, LIEBENGEN.. vs., gibi. (FILIATRE, s: 115-263).
Bunun için kullanmakta olduğum metodu kısaca anlatacağım:
Koltuğa rahatça (oturtulan bir süjenin karşısında manyetizör, biraz daha yüksekçe bir sandalyeye oturur. Süjenin dizlerini dizleri arasına alır. Süje parmaklarını hafifçe ‘bükerek, avuçlan yukarı bakar şekilde ellerini dizleri üzerine koyar. Manyetizör dış parmaklan bükülüp avuçları aşağı bakar şekilde ellerini uzatır ve süjenin başparmaklannın iç yüzü kendi başpar-maklarının iç yüzüne değecek şekilde tutar. Gözlerini süjenin iki kakı arasına diker. Bir müddet öylece sabit bir şekilde bakar. Süje evvelce tarif edildiği veçhile kendiliğimden gözlerini kapadıktan sonra manyetik pas’Iara başlanır.
Pas’lar şöyle yapılır:
Manyetizör” yüzü süjeye dönük ayakta durur. Hafifçe çömelir gibi yaparak avuçlan arkaya dönük, sanki yerden bir şey a suçluyormuş gibi kendi baş parmaklarını avuçlarak, avuçlarını kapatır ve kollan ile arkadan yanlara ve öne doğru bir daire çizerek, ellerini süjenin alnı hizasına getirir ve getirir getirmez, her iki avucunu da ellerini birbirine değdirmeden, yumuşakça açar; öyle ki, parmaklan hafifçe gergin ve uçları süjenin alnına doğru olmak üzere yelpaze gibi duran ellerini yavaş yavaş süjeye bir duman kovar ve dağıtırmış gibi pas hareketleri de süjeyi uyandırır.
Süjelerin çoğu, pas’ların yapıldığı sırada, manyetizörün parmak uçlarından ışık gibi bir şeyin çıktığını gördüklerini ifade ederler. Süjenin gözlerinin kapalı olması bile, manyetizörün parmaklan gözlerinin hizasından geçerken bu ışık (?) ‘lan görmesine engel olmamaktadır. Bir binefsihi telkin (autisuggestion) olması pek muhtemel olan bu hali, manyetizörler ışıklı pas (passe lumineuse) diye manyetik seyyalenin intişarına delil olarak gösterirler. Bu hali bir illüzyon addedenler olduğu gibi, bir hassasiyet ifadesi sayanlar da vardır.
İlk olarak DUMONTPALLIER tarafından pas’lar hipnoz tevlid eden, fizik tesirler olarak mütalea edilmişti. Bir zamanlar CHARCOT ve Salpetriere ekolü tarafından hipnoz bir nev’i histeri addedilirken, paslar da vücutta histerojen bölgeleri uyarma gibi mütalea ediliyordu. Amma sonra BERNHEIM süjenin her hangi bir vücut bölgesinin post-hipnotik telkinle hipnozu kolaylaştırıcı bir tesire sahip kılınabileceğini, binaenaleyh böyle “hysterogene” veya “hypnogene” belirli bölgelerden bahsedilemeyeceğini gösterdi. Maamafih halâ CHARCOT gibi düşünenler vardır, (mesela CHAUCHARD).
PAVLOV ekolü, manyetik pasları fizyolojik bir tefsirle ele alıp kullanmakta bir beis görmemiştir. Pasları PAVLOV. temas hissine aid (taktil) stimuluslar; NICOLAIEV hareket hissine aid (termik) stimuluslar diye tefsir ediyorlar; hatta IVANOV-SMOLESKİ “Passes lumineuses” yani ışıklı pasların görme duyusuna aid (vizüel) stimuluslar gibi tesir ettiğini ileri sürüyorlar. (NICOLAIEV, A. P., Theorie et Pratique de l’Hypnose au point de vue phisiologique. Kiev, 1927 (Russe), 64. s.’dan nakleden CHERTOK, s: 15).
Bazı amerikan müellifleri ise, pas’ları psikodinamik bir perspektifden ele alarak, mesela alnın oğuşturulmasmı, süjede çocukluk hatıralarının uyandırılması ile uykuyu kolaylaştırması diye tefsir ediyorlar. (K L E M P E R E R, A. Hypnotherapy. The Journal of nervous and mental diseases, vol. 106, No. 2, Aout 1947, 176-185’den naklen CHERTOK, s: 15).
Şüphe yok ki bütün bu izah ve tefsir gayretleri, pas’ların gayrı kabili inkâr tesirlerini görmekten doğuyor. Hakikaten, şahsi müşahedelerim, bende de manyetik pas denen hareketlerin ve manevralarm, hipnotik transm tevlidini ve derinleştirilmesini kolaylaştırdığı kanaatini hasıl etmiştir. Teoriler bahsinde kısaca, bu noktaya tekrar dönülecektir.
HİPNOZ TEKNİĞİNDE YARDIMCI YAŞANTILAR
Hipnoz ve hipnotik haller için, yardımcı vasıtalar kullanılması MESMER ve BRAID’den çok daha eskilere uzanır. Bazı kimyevi maddelerin, nebatların ve dumanlarının, «ilâçla Hipnoz» bahsinde mütalea edeceğimiz hipnotik tesirleri hasıl etmek maksadıyle, dini-mistik merasimlerde, ta ilk devirlerden beri kullanılageldiği malûmdur.
Afrika zencilerinin tamtamlarının, dini dans esnasında vecd (extase) haline gelip, kataleptik bir durumda yere yuvarlananlarda böylece hipnotik bir tesir yaptığı söylenebilir. Hattâ muharebelerde hücum esnasında davul seslerinin, tekbirlerin kullanılmasının âdet oluşunu da, askerleri hipnoidal bir otomatizma ile, düşmana karşı gözü kara hücuma geçirmeyi kolaylaştırıcı tesirine bağlamak kabildir. Nihayet, parapsikolojinin etüd sahasına giren trans fenomenlerinde kullanılan kristal cam küre, bardakta su, ikıuyu, ayna, mürekkep damlası gibi araçları da birer otihipnoz (autohypnose) vasıtası addedebiliriz.
MESMER, hastalarım manyetize etmek için demir çubuktan faydalanıyordu. Toplu tedavi-lerinde, birçok mıknatıslı demir çubukları hastalara tutturup, en evvel hipnoza girenlerin tesirinden de faydalanarak, kitlevi hipnozları nasıl yaptığını tarihçede tasvir etmiştik. BRAID’in parlak cisimleri, BERNHEIM’in parmak uçlarmı hipnoz vasıası olarak kullandığım belirtmiştik. BERNHEIM, kokuları da hipnoz vasıtası olarak kullanmıştır. (B E N H E I M, İT.; F I L L O U X, s: 24).
Işık olsun, ses olsun, pas şeklinde olsun, monoton ve devamlı tenbihlerin hipnoz tevlid edici tesire sahip olduğunun keşfinden sonra, bu tenbihleri temin eden çeşitli âletler ve cihazlar kullanılmıştır. Dönen tekerlekler, değişen renkler yanıp sönen ışıklar veya~ alevler, monoton ses veren metronom, muntazaman sallanan pandül, gramofon plâkları veya teyp gibi ses cihazları., ilh. «Sensitivometre, hypnoscope» gibi adlar takılan bu kabil cihazlar çeşit çeşittir.
Dr. LOUYS, bir saat makinesi tertibatı ile açılıp kapanan bir ışık ve dönen aynalar kullanmıştı.
LeCRON ve BAURDEAUX, elektrik motoru ile döndürülen yarım bir diskten faydalanarak yanıp sönen bir ışık tertibatı yapmışlardır. Buna, ışağm şiddetini vaziyete göre ayarlıyan, bir diyafram ve ayrıca, ışığın yanıp sönmesi ile hem zaman (syncron) olarak çalışan bir ses cihazı da ilâve etmişlerdir. Böylece süjenin hem görme, hem de işitme duyuları, ritmik stimıuluslara maruz bırakılmak istenmiştir.
LAWRENCE. S. KUBİE ve S. MARGOLIN adlı psikologlar, basit bir mikrofondan faydalanarak bir cihaz yapmışlardır. Süjenin boynuna konan bu mikrofon, onun kendi teneffüs seslerini, kulaklıklar vasıtası ile kendisine duyurmaktadır. Böylece, süje, kendi teneffüs seslerini dinledikçe, o ritme kendini kaptırmakta ve hipnoidal bir hale kolaylıkla girmektedir. Sonra da telkinle transa sokulmaktadır. Böyle bir ses sistemine, teneffüs ritmi ile senkron olarak, aydınlığı artıp eksilen bir ekran ilâve ederek cihazın tesirliliğini arttıranlar da vaföır.
Los Angeles Hypnotherapy Enstitüsünden Howard D. TAVERCY, üzerinde muhitten merkeze doğru kıvrılan siyah-be-yaz helezoni hatlar olan bir disk icat etmiştir ki bu diske devamlı surette bakmak, süjede sonsuza kayıyormuş, bir girdaba dalıyormuş gibi bir his tevlid etmektedir ve süje, az sonra, gözleri kapanarak transa girmektedir. Bu esnada yapılan telkinler transı derinleştirmektedir. Bir kaç sene evvel -İstanbula gelen profesyonel hipnotist D. D. WATSON’un da böyle bir disk kullandığını gördüm.
Leyden Psikiyatri Kliniği’nden Berthol STOKVIS, üzerine biri mavi, diğeri sarı renkte iki kâğıt şerit yapıştırılmış bir gri kartonu, hem süjestibilite testi, hem de hipnoz aracı olarak başarıyla kullanmaktadır. Süje, kartı münasip bir mesafede tutarak renkli şeritlerin arasındaki gri sahaya gözlerini diker; bu esnada ona, oraya baktıkça daha başka renklerin husule geleceği, mavi şeridin yanında sarı, sarı şeridin yanında da mavi bir çizgi göreceği söylenir. Zaten böyle bir telkin yapılmasa da çoğu süjeler böyle bir renk illüzyonuna kapılmaktadırlar. Nihayet bir müddet sonra, süjenin gözünde renkler bir birine karışır, yeni renkler görür. Bu sırada uykuya doğru gittiği telkin edilir ve telkine devam edilerek hipnoza sokulur.
•Bu maksatla üzerinde renkli dilimler bulunan bir daire de kullanılır. Dönen dairenin merkezine bakan süje, daire döndükçe hipnoidal bir hale girer ve telkinle transa sokulur.
Gramafon plâkları, telli, şeritli teypler yani ses makina-ları da yardımcı vasıta olarak kullanılabiliyor. Bunların yardımı ile tekrarlanan telkinler, şahsın bir binefsihi telkin (otosujesiyon) ile kendi kendini hipnotize etmesine (autohypnose) yol açar. Şurası muhakkak ki evvelce hiç hipnotize edilmemiş kimseleri bu şekilde hinotize etmek nadiren kabil olur. Fakat hipnoza alıştırılmış süjeler, mesela kendi hipnotizörünün sesini plâktan, radyodan vs. duyarak, kolayca transa girerler.
Bu malksatla, bizzat hipnotizörün resmi de kullanılıyor. Mesela, son zamanlarda Henry BLYTHE adında bir ingiliz hip-notisti, kendi resmi ile asistanının sesinden müştereken şöyle faydalanıyor: Tedaviye gelen hastalar, hipnotistin büyük ebad-daki resminin gözlerine, yattıkları yerden dikkatle bakmakta ve 19 yaşında güzel bir kız olan asistan Juüe BROOME’un plâğa alınmış tatlı sesini dinleyerek kendilerinden geçip, transa girmektedirler. BLYTHE, bu metodla, bilhassa nefes dar lığı çeken, sigarayı bırakmak isteyen hastalan tedavi ettiğini belirtmektedir.
Her zaman âlet veya vasıta tedariki kabil olmayabilir. O takdirde, daha basit usullere baş vurmak gerekir. Mesela PITZER, hipnoza başlamadan önce, süjeyi 4-5 dakika, süren metronom sesi ile veya saydığı sayıların ritmi ile, gözlerini açıp kapamasını tavsiye ederek yorduktan sonra uyutmaktadır.
Ben süjeyi oturttuktan sonra, elektrik ampulüne gözlerini diktirtip komütatörü ritmik bir şekilde açıp kapıyarak, hem ışık hem de ses tembihleri hasıl etmiş olarak yorduktan sonra, gözlerine bakarak hipnoza sokmayı, kliniğin namüsait şartları içinde –hele vak’alar üst üste olursa fazla yorulmamak maksadiyle– çare-usul diye kullanmaktayım.
Hipnozda teknik bahsinde netice olarak, teyiden belirtelim ki, her hipnotizöre göre farklı usuller mevcut olduğu gibi, her süjenin hususiyetine ve ânın icaplarına göre, bu usullerde yapılması gereken değişiklikler de mevzuu bahistir. Böyle olunca da tıpkı hekimlik ve tedavi san’atı gibi, hipnotizma da zamana zemine, şahsa göre geniş tatbik sahası bulan bir san’at oluyor demektir.
HİPNOTİK FENOMENLER
Hipnotize edilen yani hipnotik trans’a sokulan bir insanda acaba neier görülür?
Hipnotizmanın bu pek şayanı dikkat bahsi, zengin müşahedelerle doludur. Burada, bu müşahede edilen tezahürleri kısaca belirtmeye çalışacağız, (Fenomen «phenomene» terimini hâdise manasına gelmesinden gayrı zevahir manasını da tazammun ettiği için kullanıyoruz),
FENOMENLERİ TASNİF GAYRETLERİ:
Hipnotik transda ortaya çıkan tezahürlerin belirli bir sıra’sı olup olmadığı hususu eski manyetizörlerce de çok araştırılmıştır.
Eski manyetizörlerin tasnifi
MESMER, manyetik uykunun (hipnotik transm) derecedekilerine pek önem vermemişti ve hastalarında ihtilâçlar (convul-sions) tevlid ederek şifa teminiyle iktifa ediyordu.
Marguie de PUYSEGUR’ün 1783’de sun’i uyurgezerlik (somnambulisme artificielle)’i keşfinden sonra, sujelerin trans esnasındaki hallerini ve tezahürlerini incelemeye kıymet verilir oldu. Bilhassa –tarihçede belirttiğimiz üzre– transdaki sujelerin somnambül haline girmesine ve o zamanki tabirle fevkalâde keşşaf, en iç yerlere kadar gören (extra lucide) bir duruma gelen süjelerde, paranormal fenomenlerin «telepathie, clairvoyance» zuhuruna büyük bir ehemmiyet atfediliyor, bu vasıtayla hastalıkların teşhis ve tedavisine çalışıyordu. Bu çalışmalar XIX. asrın amatör ve profesyonel birçok araştırıcılarını meşgul etmiştir. (J A N E T, I, II).
Manyetizörlerin çoğu bu arada hipnotik (veya manyetik) transm derecelerini umumiyetle şöyle sıralarlardı:
– «Torpeur» yani -uyuşukluk hali,
– «Charme» yani teshir edilme, cezbedilme hali,
– «Catalepsie» yani. kaskatı kesilme hali,
– «Somnambulisme» yani uyurgezerlik hali,
– «Lethargie» yani, nevmi müstağrak, ölüme benzer
baygınlık hali, ve letarjiden ötesine de ölüm halini koyuyorlardı. (J A G O T, s: 117-180.)
CHARCOT’nun tasnifi
Histeri ile hipnozun alâka derecesini tayin için yapılan araştırmalar üzerine eğilen dikkatler, CHARCOT ve Salpetriere ekolünde en inatçı ve katı ifadesini buldu. Hipnozu ancak histeriklerde hasıl edilebilen bir nevroz addeden Salpetriere ekolü, 3 devre kabul ediyordu:
– «Lethargie» buradaki letarji manyetizörlerinkinden farklı manadadır, daha ziyade uyuşukluk ve istiğrak demektir.
– «Catalepsie»
– «Somnambule»
CHARCOT’ya göre bu birbirinden farklı üç halden biri veya diğeri süjenin bakışlarını fikse etmesini takiben ilk hamlede elde edilir. Letarji hali süjenin gözlerini açması suretiyle katalepsi’ye istihale edebilir; katalepsi hali gözlerin kapatılması ile yahut da karanlıkta, tekrar letarji haline dönebilir. Bu iki hal de, süjenin tepesini hafifçe oğuşturarak somnambülizm haline istihale eder ve bu uyurgezerlik de göz kürelerine hafifçe bastırarak yeniden letarji haline avdet edebilir. Letarji ‘ hali telkine elverişli değildir, diğer haller daha müsaittir... ilh. (J O I R E, s: 27-89.). Sonraları BERNHEIM bu sınıflamanın ve CHARCOT’nun her süjede aynı halleri görmesinin, aslında Salpetriere’e giren hastalanıl birbirlerini telkin altında bırakmasından doğan yanlış bir müşahede olduğunu ileri sürdü.
LIEBEAULT’nun tasnifi
Sözle telkin (verbale suggestione) metodunu geliştiren LlEBEAULT ve onun şakirdi BERNHEIM, hipnozu sadece histeriklerde hasıl edilebilen bir nevroz addeden iddiayı reddedip, bunun telkin (suggestion) ile ortaya çıkan bir fenomen olduğunu ve herkeste, normallerde de hasıl edilebileceğini ileri sürdüler ki Nancy ekolü diye meşhur olan bu görüşün kurucusu LlEBEAULT 1886’da şu tasnifi yapıyordu:
LlEBEAULT’ya göre başlıca iki hal vardır: I – Hafif uyku; II – Derin uyku yahut somnambül hali.
I – (Somımeil legerj Hafif Uyku:
1. derece: «Somnolence» Uyku ile uyanıklık arası hali;
Göz kapaklarını açma güçlüğü, başta ağırlık, uyuşukluk, gevşeklik ve «rtorpeur» uyuşuklukla karakterizedir. Süjelerin %6,06’sı bu belirtileri gösterirler.
2. derece: «Sommeil leger» hafif uyku hali: Katalepsi başlangıcı ile karakterizedir. Fakat süjeler, eğer kendilerine bir vaziyet verilirse, etraf uzuvlarının bu durumunu değiştirebilirler henüz. Süjelerin % 17,48’i
bu dereceye gelirler.
3. derece: «Sommeil leger plus profond» Daha derin hafif uyku hali. Rehavet, katalepsi. Fakat telkin edilen otomatik devri hareketleri durdurmak için süjenin az çok iradesi vardır. Süjelerin % 35,89’u bu hali gösterirler.
4. derece: «Sommeil leger intermediaire» Hafif uykunun derin uykuya intikal safhası. Katalepsi, devri otomatik hareketler. Süjelerin bütün dikkati hipnotizör üzerinde topianmışjtır, yani onun dışında hiç bir şeyle ilgilenmez, başka hiç bir sesi duymaz ve uyanınca, olup bitenleri hiç hatırlamaz. Süjelerin % 7,22’si bu hali gösterirler.
II – (Ue Sommeil profonfl mı somnaittbuliq!ule) Derin nyfcoı yar hut sonffliamhül devresi:
1. derece: Uyku esnasında «hallucinabilite», yani süjeye haliüsinas-yonlar görmesi telkin edilebilir; ve uyanınca tam «amnesie» yani olup bitenleri katiyyen hatırlıyamamak. Hallüsinasyonlar uyanınca kaybolurlar. Süje hipnotizörün emirlerine kolaylıkla iltaat eder. Süjelerin % 24,94’ü bu devreye ulaşırlar.
2. ıjerece: Uyanınca tam amnezi; uyku esnasında kabil olmasına ilâveten post-hipnotik hallüsinabilite, yani süje uykudan çıktıktan sonra, da uyku esnasında telkin edilen hallüsinasyonları görür veya yaşar. Hipnoitizöre tam iltaat. Süjelerin % 4,66’sı bu bale sokulabilirler.
BERNHEIM’in tasnifi
BERNHEIM, üstadının bu tasnifini benimsemekle beraber, LlBEAULT’nun taksiminde 4. dereceden itibaren süjenin dikkatini yalnız hipnotizör üzerinde topladığı ve dış âlemle hiç ilgilenmediği hususunun aksini de müşahede ettiğini işaretle, bilâkis kendi somnambüllerinin dış âlemle teması muhafaza ettiklerini, kendilerine hitap edenlere cevap verdiklerini gördüğünü ilâve ederek, bu keyfiyetin süjeye yapılan telkine bağlı olduğunu belirtiyor. Eğer hipnotizör süjeye, «benim sesimden başka bir ses duymıyacaksın.» diye telkinde bulunursa, o takdirde süje sadece hipnotizörün suallerine cevap veriyor ve başka hiç bir sesle ilgilenmiyor ki. bu günkü bilgilerimizle bu negatif bir işitme hallüsinasyonu telâkki edilebilir.
BERNHEIM'ın tasnifi de şudur: I. Sınıf: Süje uyanınca her şeyi hatırlar. Bunun dereceleri şunlardır:
1. derece: «Torpeur, sonınolence» Telkine bağlı olarak rehavet, sıcaklık hissi gibi muhtelif ihsaslar.
2. derece: Gözleri kendi kendine açmanın imkânsızlığı.
Telkinle katalepsi tevlidi kabildir, fakat süje bunu bozabilir.
3. derece: Süjenin bozamıyacağı katalepsi,
4. derece: Telkinle kontrakitürler tevlidi. (Bu derecede umumiyetle analjeziler de hasıl edilebilir.)
4. derece: Otomatik itaat.
II. Sınıf: Süje uyanınca tam bir amnezi içindedir, hiç bir şey hatırlamaz.
1. derece-: Uyanınca amnezi; hallüsinabilite henüz yoktur.
2. derece: Uyku esnasında hallüsinabilite.
3. derece: Hem uyku esnasında, hem de hipnozdan sonra devam edebilen hallüsinasyonlar telkin edilebilir.
Bu derecelerin her birinden diğerine intikalin tedricen olduğunu ifade eden BERNHEIM, bu tasnifin de tamamen sun’i olduğunu, her süjeye göre sürelerinin ve intikal kademelerinin değişebileceğini itiraf eder. (B E R N H E I M, II. s: 101-105).
JANET’nin tasnifi
Pierre JANET, 9 farklı hal kabul eder:
1. derece: «Catalepsie»
2. derece: «Catalepsie lethargique»
3. derece: «Catalepsie somnambulique»
4. derece: «Catalepsie cataleptique»
5. derece: «Lethargie»
6. derece: «Lethargie somnambulique»
7. derece: «Somnambulisme»
8. derece: «Somnambulisme cataleptique» 9. derece: «Somnambulisme lethargique»
(F I L I A T R E, s:, 272.)
Gerçekten de bir taraftan süjenin ruh ve şahsiyet yapısına, nevropat veya normal olup olmamasına, diğer taraftan da kullanılan hipnoz usulüne ve yapılan telkinlerin (hatta evvel-ceden süjenin bir hipnoz sahnesine şahid olmasının) - tarzına göre, o kadar çeşitli ve zengin tezahürler vardır ki, hipnotik fenomenleri kat’i olarak sınıflandırma ve kademelendirme hususunda bir ittifaka varılamamıştır. Esasen bu durum muvacehesinde her süjenin hipnoz esnasında mutlaka geçirmesi icap eden kesin kademelerden bahsetmek güçtür.
SON TASNİFLER
Son zamanlarda, bilhassa Amerikan araştırıcıları DAVİS ve HUSBAND, LeCRON ve BORDEAUX psişik değişikliklerin yanı sıra somatik değişiklikleri de dikkate alarak türlü tablolar ortaya atmışlardır. TAN bunlan kendi anlayışının ışığında ve tecrübelerine göre şu şekilde birleştirmiştir ki bir fikir vermesi maksadı ile naklediyoruz:
Transın derinliği Husule gelen Fenomenler
Hipnoidal Fizik bir gevşeme. Hafif bir sersemlik. Göz
kapaklarının titremesi. Gözlerin kapanması. Zihni faaliyette bir sükûnet. Etrafın ağırlaşması.
Göz kapaklarında katalepsi. Kol ve bacaklarda katalepsi. Teneffüsün yavaşlayıp derinleşmesi, nabzın yavaşlaması. Ağırlığın vücutta duyulması. Kinestezik hezeyanlar (tam müsküler inhibisyon)
Kısmi amneziler. Eldiven biçimi anesteziler. İllüzyonlar (taktil, gestatori, olfaktori). Spontan veya dirije edilen rüyalaır. Hislerde keskinleşme (duymada hava şartlarını tayinde). Zaman dis~ torsiyonu.
Trans bozulmadan gözlerin açılabilmesi. Somnambülizm. Tam amnezi. Tam anestezi. Post-hipnotik anestezi. Fonksiyonel sağırlık, körlük ve paraliziler. Hipermnezi. Küçük yaşlara doğru gitme. Post-hipnotik pozitif veya negatif hallüsinasyonlar. Tam dissosiyasyon. Organik vücut fonksiyonlarına tesir. Psişik tesirle ciltde vezikül veya büllerin husule gelmesi.
( T A N / s: 24-25.)
Görülüyor ki eski manyetizörlerin tasnifi ile en son araştırıcıların bulguları, ana hatları itibarile olduğu gibi teferruatta da az çok bir birine tekabül etmektedir.
Mesela, hipnoidal hal, LIEBEAULT’nun somnolans, eski manyetizörlerin torpör haline tekabül ediyor. Transı hafif, orta ve derin diye ayırmakla; şarm, katalepsi, somnambül hali diye sıralamak arasında terim farkından gayrı, pek büyük bir ayrılık yoktur.
Şimdi fenomenleri ve transm derinleşme tarzını grafik halinde gösteren bir tablo dercediyoruz M, cerrahi müdahele safhalarını da işaret etmesi bakımından dikkate değer olan bu tablo, Thomas O. BURGESS’indir.
(Thomas O;. BURGESS’dem)
Rakkamlar trans safhalarını ve derinlik derecelerini, siyah eğri de “iratasın derinleşişini göstermektedu\ Müellif diş hekimi olduğul için, ayrıca «Hypmodontia» bakımından, Hypnoanesthesia’nııi diş tababetinde tatbikat safhalarını da belirtiyor: ilk 3 safhada süje «reIaxatiotn» yani gevşeme halindedir; fabat yart-uyanıktır. 4 ve 5'inci safhalar atasında kavite hazırlanabilip; 5 ve 6 inci safhalar arasında derin bavitede calşıılabilir; 6'ncı safhadan sonra diş çekilebilir, diğer cerrahi ameliyeler ağrısız ve acısız olarak rahatça yapılabilir.
1. Göz kapaklarına titreme. Kol ve bacaklarda ağırlaşma* Lokal hararet telbinleri müessirdir.
3. Telkinle kol ve bacaklarda katalepsi tevlidi mümkündür. Göz kapaklarının katalepsisi.
Şuur tamamen yerindedir. Otomatik devri hareketler tevlidi telkin edilebilir,
Trans aşikârdır. Süje, sadece hipnotizörü-nün sesini işitir. Eldiven biçimi anesteziler, taktü illüzyonlar.
Ekstremitelerin ve bütün vücudun tam katalepsisi. Atmosfer şalrtlarına karşı hiperabüite
Trans bozulmadan gözler açılabilir. Gözler açılınca bakışlar sabittir. Telkinle post-hip-natik amnezi tevlidi kabildir.
Uyanınca da tam anestezi. Tam anestezi, Post-hipnotik anestezi. Göz hareketleri koordinasyonumun kaybolması. Adale hareket ve reaksiyonlarında rijidite ve betaet.
Ekmenezi (age Iregression). Pozitif oditif ve vizüel hallüsinasyonlar. Bütün post-hipnotik fenomenlerin tevlidi mümkündür.
Bütün volonter (yani kendiliğinden, spontan) hareketlerin inhibe olduğu (yani nehyedildi-ği)ı stüpör (uyuşukluk) hali.
FENOMENLER
Yukarıda hipnoz fenomenolojisi hakkında topluca bir fikir vermeye çalıştık ve fenomenleri tasnif hususundaki tereddütleri belirttik. Aşikârdır ki bu güçlük hipnotik transın çok istikrarsız bir seyir takip eden, pek labil ve nevi şahsına münhasır, spesifik bir hal olmasından ileri geldiği gibi, yapılan telkinlerin, kullanılan usullerin ve süje ile hipnotizör arasındaki girift münasebetin çeşitliliğinden de doğmaktadır. Hele türlü trans devreleri arasındaki intikal safhalarının (transition) pek mütenevvi oluşu kesin bir tasnife imkân bırakmamaktadır. Biz aşağıda hiç bir sıra gözetmeksizin, hipnoz boyunca ortaya çıkan sübjektif ve objektif fenomenleri süje ve hipnotizör zaviyesinden anlatıyoruz.
SÜJE NE HİSSEDER?
Hipnotize edilen kimseler, hipnotize edilirken ve hipnoz esnasında acaba ne hissederler? Bunun cevabı aşağıda fenomenler etraflıca anlatılırken daha iyi ortaya çıkacaktır. Şimdiye kadar hipnotize ettiğim süjelerin hepsi, mukavemet edilmez bir uyuşukluğun her taraflarını istilâ ettiğini, göz kapaklarının ağırlaşıp kapandığını ve.ondan sonra bir müddet, olup bitenleri hatırladıklarını, sonrasını ise hatırlamadıklarını (amnezi) ifade etmekte ittifak halindedirler. Manyetik usullerle uyuttuğum bazı süjeler, pas’lar esnasında ellerimden ışık gibi bir şeyler çıktığını hissedip gördüklerini söylediler.
Süjeler, bilhassa gözlerinin kapanmasına tekaddüm eden anlarda, benim yüzümün aydınlanıp karardığını ve bu arada yüzümün korkunç bir görünüş aldığım, çehremde ışıktan hatlar belirdiğini söylüyorlar. Bu kabil illüzyonlar gözdeki retina tabakasının yorgunluğuna da atfedilebilir. Transa girdikten sonra amnezi başlıyana kadarki safhaları, süjeler, pek iyi hatırlarlar sonradan. Eğer amnezi tam değilse, hattâ süjeler, katiyen uyulmadıklarını da iddia ederler. Keza, eğer trans -derin değilse, uyandıktan sonra kendini zorlayıp trans esnasında olup bitenleri kısmen veya tamamen hatırlıyan süjeler vardır.
Meşhur E. BLEULER, bu hususu pek merak ederek kendini hipnotize ettirmiştir. BLEULER’in kanaatince, kendini hipnotize ettiren hpinotizör pek azdır ve bu yüzden mukayeseli bir müşahede yapmak güç olmakta; sadece süjelerin, lâalettayin kimselerin intibaları ile iktifa olunmaktadır. Arkadaşı Prof. Dr. v. SPEYR’e kendini hipnotize ettiren BLEUER, kendisi de hipnozla meşgul olduğu için müşahedesi, kendi nefsindeki intibaları ayrı bir değer taşımaktadır, LIEBEAULT’nun sözle telkin ve bakışları fikse etme metodu ile hipnotik transa girmeye başladığı zaman BLEULER, eşyanın hudutlarının kaybolduğunu, gözünde kızarma ve yanmalar başladığını, her tarafının gevşediğini ve gözlerini kapadıktan sonra, gözlerinden vücuduna doğru, ta ayaklarına kadar bir sıcaklığın yayıldığını hissettiğini söylüyor. Gözlerinin kendi kendine, mukavemet edilmez bir tesirle kapandığını bilhassa belirten BLEULER, psişi’kt olarak kendini kaybetmediğini, otoktritiğini muhafaza ettiğini de ilâve ediyor. Şüphesiz ki trans kâfi derecede derinleşseydi, bu otokritik de kaybolabilirdi. (F O R E L, s:351.)
HİPNOTlZÖR NE HİSSEDER?
Eğer fiksasyon metodu kullanılıyorsa, bittabii hlpnotizör de süje gibi gözlerini sabit ve kırpmadan tutarak ona bakmak zorundadır. Tecrübesiz, zayıf, bilgisiz ve hipnoza kendileri de pek müsait olan kimselerin başkasını uyutacağım derken, kendilerinin uyuyuvermeleri tehlikesi vardır. Süjeye sözle yapılan telkinlerin bizzat tesirine kapılarak bir otosüjesyona düşmemeye dikkat etmek lâzımdır. Mesela Hector DURVILLE’in. iki süjesi. bir gün DURVILLE’i beklerken birbirlerini manyetize etmeye girişirler ve ikisi birden uyur kalırlar.
Süje gibi hipnotizör de, fiksasyon neticesi, ortalık kararıp aydnılanıyormuş, eşya hudutlarını kaybediyormuş gibi bir ü lüzyona duçar olabilirler. Bu hal benim de bilhassa yorgun olduğum zamanlar başıma geldi. Fakat hipnotizör, her şeyden evvel kendine hâJMm olmasını bilen kimse olmalıdır ki süje üzerinde hâkimiyet kurabilsin.
Esasen, bilgisi ve şahsiyet yapısı müsait olmıyan kimseler, kendilerini sadece başarısızlıklar değil tehlikeler de befcliyen böyle bir teşebbüse hiç girişmemelidirler. iyi bir hipnotizör olmanın birçok şartları vardır elbette... Bu konuda «Hipnotiza-bilite» bahsinde tafsilât verilmiştir.
KATALEPSİ
Hafif trans halinde, telkinle kısmi katalepsiler tevlid etmek kabildir. Zaten süjenin gözlerini kendi kendine açamama-sı, göz kapaklarına münhasır kısmi bir katalepsinin sonucudur. (ERICKSON, EM.)
Kol ve bacak gibi etraf uzuvlarında da telkinle katalepsi hasıl etmelkı kabildir. Mesela, süjenin sağ kolunu sol elle yukardan aşağı sıvazlıyarak kaldırıp:
«Simidi kolunuz yavaş yavaş katılaşıyor. Bütün sağ kol adeleleriniz kaskatı kesiliyor. Katılaşıyor, kamaşıyor, katılık daha da artacak bu katılık... Artık Çoban Mehmet bile kolunuzu bükemez» denir ve gerçekten de süjenin o kolu kas katı kesilir ve o vaziyette kalır. Ve aksi bir telkin yapana kadar, o durumu muhafaza eder. Diğer kolu ve bacakları da aynı şekilde kataleptik hale koymak mümkündür.
Bu kabil tecrübeleri pek çok süje üzerinde yaptım. Süjeye böyle en acaip pozisyonların verilebilmesi, balmumulaşma hali «flexibilitss cerea» denen ve şizofreni’de görülen durumu hatırlatmaktadır. Ankara Psikiyatri Kliniğinde yaptığım bir demonstrasyonda, süjenin iki kolunu ve bir bacağını böyle kataleptik hale koyup, uyumakta olduğu koltukta, bu pek rahatsız durumda uzunca bir müddet bırakmıştım. O sırada hazmından, bazılarının süjenin kol ve bacağının bükme teşebbüsü başarısızlıkla sonlanmıştı.
Orta derecede trans derin transa yakan safhasında, bütün vücudu tam bir katalepsiye sokmak kabildir. Şöyle ki, hipnozdaki süje yere yatırılır ve bütün vücudunun katılaştığı telkin edilir. Bu esnada baştan ayağa kadar vücudunu boydan boya sıvazlamak (manyetik usulle paslar yapmak) katalepsiyi kolaylaştırır. Bazı tecrübeciler âni ve kuvvetli bir ses, mesela bir gong’un vuruşundan, katalepsi husulünü kolaylaştırmak! için istifade ederler. Böylece süjenin vücudu kazık gibi yekpare bir hal alır. Adalelerde tam bir katılık (rijidite) hakimdir. Öyle ki, biri ensesine, diğeri de topukları hizasına konan iki sandalye arasında uzatıp yatırılabilir. Bu şekilde katalepsi haline sokup uzattığım 14 yaşlarında bir erkek çocuğunun üstüne İM kişi birden oturmuştuk ve süjede en ufak bir tahammülsüzlük olmadığı gibi, şüphesiz ki normal zamanda ancak pek idmanlı bir pehlivanın adalelerinin çekebileceği bu yükü, o ufak tefek genç çocuk fütursuzca taşıyordu.
Sahne hipnotizmacılarmm başlıca gösterilerinden olan bu hal, seyredenleri pek şaşırtır. Bu durumda, süjenin karnı üzerinde, taş karanlar bile vardır.
(Şu hususu işaret edelim: bu katalepsi hali bazı sahne illüzyonistleri ve hokkabazları tarafından âletler yardımı ile taklid edilmektedir ki. bu gösterilerin gerçek katalepsi ile bittabii hiç bir ilgisi yoktur. Mesela, İstanbul Taksim Belediye Gazinosunda böyle bir hokkabazın gösterisinde bulunmuştum. Hokkabazın sözüm ona süjesi, mayo giymiş bir kadındı. Hokkabaz onu bir kaç el hareketi ile sözde hipnotize etti ve sonra sahneye yassı ve uzun, kılıç veya yatağına benzer bir büyük demir çubuk getirdi, demiri yerdeki bir istinatgaha dikine bir vaziyette yerleştirdi. Bilâhare ikinci bir çubuğu da aynı şekilde birincisinin uzağına koydu ve iki çubuğun tepelerine, ense ve topuklarından İstinad ettirerek, sözde katalepsi haline koyduğu partönerini uzattı. Biraz sonra da topuklardaki istinad çubuğunu çekti. Herkesin şaşkın bakışları önünde kadın.. sadece ensesinden istinad ederek yere paralel bir durumda kaldı. Bu çok şaşırtıcı görünen numaranın iç yüzü çok basittir. Zira mayolu kadının saçları kuyruk sokumuna kadar uzundu. Aslında bu saçların altında gizlenen çelik bir korse vardır ve kadın korsenin ense kısmındaki bir tertibatla demir çubuğa sağlamca istinad etmektedir ve itopuklarmdaki demir istinad çekilince zahiren yalnızca ensesine isftinad eder görünmesin© rağmen aslında kuyruk sokumuna kadar uzanan bir istinad sathında uzanmış yatıyor durumda idi. Bacaklarına gergin ve dik uzanmış tutabilmesi ise basit bir antrenman meselesi idi. Robert TOCQtTBT, bu kabil hileli hipnoz numaralarını büyük bir vukufla açıklamaktadır. «Bkr TOCQUET, I ve II.»
Hipnoz esnasında adale gevşemesi (relamtion’u) bir bal-mumulaşma (flexibilitas eerea) haline; bu da derin transa doğru spontan olarak katalepsiye istihale edebilir. Yani başlangıçta hususi telkinle elde edilen katalepsi, bilâhare kendiliğinden bir fenomen olarak zuhur eder. (R E I T E R, Paul. s: 3).
OTOMATİK DEVRİ HAREKETLER
Katalepside nasıl adale hareketleri inhibe edilebiliyorsa, yani nehyediliyor, güçleşiyyorsa, adale hareketlerinin arttırılması ve otomatik bir hale getirilmesi de kabildir.
Hafif trans halindeki süjeye, mesela her iki elini, önünde bir biri etrafında bir çark veya çıkrık gibi döndürmesi ve müteakiben bu hareketi hızlandırması söylenip; sonra da, artık, ne yaparsa yapsın bu hareketi durduramayacağı telkin; edilirse, bu hareketler uzun bir müddet otomatik olarak devam eder. Hele orta transda süje. bu kabil hareketleri kat'iyen durduramaz. (E RI C K S O N, s: 87). işin dikkate değer tarafı, süjelerin normal zamanda yorgunluktan devam edemiyecekleri bu kabil hareketlere hiç yorulmazmışçasına uzun zaman devam edebilmeleridir. Bu halin adele kuvvetindelki gerçek bir artıştan mı, yoksa hipnotik telkin ile sıkıntı, biteviyelik hissinin bunaltısı gibi psişik inhibisyonlann izale edilebilmesinden mi ileri geldiği halen münakaşa halindedir.
LIEBEAULT’nun trans derecelerini tasnifinde bahsi geçen «autonıatique rotatoire» hareketler bunlardır.
ANESTEZİ ve ANALJEZİLER
Orta transda vücudun her hangi bir bölgesinde hudutları dilendiği gibi tâyin edilmek şartı ile, hissiyeti iptal edilmiş gibi anestezi bölgeleri hasıl etmek kabildir ve bu hal, histerideki fonksiyonel anestezilere benzemektedir. Ancak burada hâdisenin kendiliğinden değil, hipnotizenin telkinlerine bağlı olarak ortaya çıktığını unutmamak lâzımdır. (CHAUCHARD, II.)
Mesela, «...şimdi sağ kolunuzda elimle işaret ettiğim kısımdan aşağısı hissiyetini tamamen kaybedecektir..» denir ve bu esnada hipnotizör eli ile anestezi hududunu işaret ettiği gibi, anestezi tevlidi istenen kısım da elle sıvazlanır. Ve, «..artık bu bölgenin hissiyetini tamamen iptal ettim. Orası tamamen ujyuştUj, hiç bir şey, hiç bir acı duymuyor. Bıçakla kesilse bite katiyyen hiç bir acı duymazsınız.» diye ilâve edilir.
Eğer transın derinliği elverişli ise tam bir anestezi ve analjezi yani temas ve ağrı hissinin iptalini husule getirmek kabildir. Bir toplu iğne ile bunu kontrol etmek gerekir. Şayet kontrol menfi netice verir de süje gerek mimikleri, gerekse o uzvu çekmek gibi bir müdafaa reaksiyonu veya söz ile acı duyduğunu belirtirse, o zaman «..haklısınız, çok iyi bildiniz, uyuşmanın derecesini kontrol etmek istemiştim. Şimdi uyuşma artıyor, artıyor. O bölgedeki hissiyeti tamamen iptal ediyorum..» diyerek sıvazlamaya ve telkine devam etmelidir.
Beklenen analjezinin hasıl olup olmadığı, en münasibi, steril iğnelerle kontrol edilmelidir. Bu maksatla elektrik tentbihleri de kullanılabilir. Süjenin kendi kendisine her hangi bir kontrol ameliyesi yapmasına sureti katiyede kalkışmamalıdır. Zira süje kendini fena halde zedeliyebilir. Anestezi ve analjeziyi sigara ile yakaralkı da kontrol etmek kabildir. Anestezi tamsa, sü-jeler katiyyen reaksiyon vermez ve hiç bir şey hissetmezler. Steril iğne olmadığı zamanlarda bu çeşit kontrolleri, sigara ile, daha da demonstratif olduğu için pek çok süje üzerinde mü teadcüt defalar yaptım. Katalepsi bahsinde zikrettiğim tecrübelideki süjede, katalepsi ile beraber anestezi de hasıl etmiştim; hattâ Ankara Psikiyatri Kliniği Doçenti Dr. Muharrem ÖZSAN ve Dr. Fuat Aziz GÖKSEL, bizzat sigara ile kolunu yakarak süjedeki analjeziyi kontrol etmişlerdi..
Anestezilerin tam veya bölümlü (diskriminatif) olması da mümıkıündür. Mesela dokunma hissine aid anesteziye mukabil, hararete karşı hassasiyet muhafaza edilebilir.
Anestezi ve analjezi sahalarının hudutlarını, tamamen keyfi olarak, hiç bir hissi dermatoma tâbi olmaksızın tâyin edebilme hususu, pitiatik anestezilere pek benzemektedir. Süjenin acı hissetmemesi, ağrı ve temas impulslannın beyne intikalindeki bir inkıtadan değil, onların idrakine ait tamamen psişik bir vetireden doğmaktadır, yani tamamen fonksiyoneldir.
Netekim, bu hususu tahkik için bir süjemiz üzerinde Prof. Dr. Kâzım DAĞYOLU ile beraber elelkıtroansefalografik bir tetkik yaptık. Hipnotik transda olan süjenin kol, bacak ve bir yüz yarımında, telkinle anestezi tevlid ettikten sonra; iğne, sigara ateşi vs., ile muhtelif ağrılı tenbihler yaptım. Her seferinde, tenbihlerin merkezi sinir sistemine intikali, E. E. G. trasesinde kendini belli ediyordu. Fakat bu esnada süje, olup bitenleri fark etmediği gibi, hipnotik uykusunda rahatça uyuyordu. Ancak uyandıktan sonra yanık ve iğne yerlerinin acısını duymaya başladı.
Hipnotik anestezide galvanik cereyanla tenbih tecrübeleri de yapılmış ve göz bebeklerinde (pupillalarda) bir reaksiyon, nabızda bir değişiklik müşahede edilmemiştir. (TAN, s: 26). Yalnız taktil histe değil, işitme, görme koku ve tad alma duyularında da anesteziler tevlid edilebilir. Böylece fonksiyonel körlük, sağırlık., ilh, hasıl edilebilir. ERICKSON, aynı şekilde renk körlüğü de hasıl ettiğini bildirmektedir
Derin transda, post-hipnotik anestezi ve analjeziler de elde edilebilir. Yani süjede hipnotik trans’dan çıktıktan sonra da devam eden anesteziler tevlidi kabildir. Fakat, bu post-hipnotik anesteziler sonradan pek dikkatle izale edilmelidir. Zira süje için zararlı olabilir. (ERICKSON).
Bütün bu fenomenlerin hipnozun cerrahi tatbikatı bakımından nasıl geniş ufuklar açtığı aşikârdır ki hipnozun tıptaki yeri bahsinde buna temas edecek ve örnekler de zikredeceğiz.
HİPERlESTEZİLER
Orta ve derine yakın trans halinde süjelerde hiperestezi de tevlid edilebilir. Daha 150 sene evvel eski manyetizörler, duyularda duyma (hassasiyet) derece ve keskinliğinin arttırılabileceğini, duyu organlarının daha da hassaslaşabileceğini bittecrübe göstermişlerdi. Keza birçok hipnotizörler - bilhassa TRÖMNER - ışığa karşı hassasiyetin telkinle arttırılabileceğini; V. BEAUNIS aynı halin işitme duygusu için de varid olduğunu tecrübelerle ortaya koymuşlardır. (D O K S A T, II. s: 753; TISCHNBR, s:26).
Temas hissinde olduğu gibi, koku alma, görme duyularında da normal ve mûtad hudutları aşan bir hassasiyet temin etmek kabil oluyor. Maamafih bazı şahıslarda tabii olarak bir duyu keskinliği bulunabileceği hesaba katılırsa, normal fizyolojifc hudutları zorlayan bir dikkat teksifi hâdisesinin bahis mevzuu olduğu söylenebilir.
Hava şartlarım anlamada da mutâd dışı bir hassasiyet ve kabiliyet hali hasıl edilebiliyor (hyperacuity to atmospherie conditions).
Keza zaman tâyini kabiliyeti de ‘keskinleşmektedir. (Le-CRON, I. s: 242, 397 ve 401).
İLLÜZYON’LAR
Orta transa giren süjelerde temas hissine ait (taktil) illüzyonlar hasıl edebileceği gibi. mesela bir soğanı süjeye gül diye koklatmak veya elma diye yedirmek; suyu viski diye içi-rip sarhoşIulVı tevlid etmek kabildir. Sahne hipnotizörlerj bundan faydalanarak sükseli gösteriler yapmaktadırlar. (Malûm-durki illüzyon mevcut bir eşyayı başka türlü idrak etmek, mesela, ipi yılan sanmak demektir).
FELÇ’LER
Tamamen fonksiyonel mahiyette felçler tevlid etmek, bacağı, kolu tutmaz hale koymak mümkündür. Anestezide olduğu gibi, bu felçleri post-hipnotik halde temadi ettirmek de Ikabil-dir ve keza bunların dikkatle izalesi gerekir. Bu felçlerin piti-atik, fonksiyonel paralizilere benzediği aşikârdır.
SOMNAMBÜL HALİ
Derin transa doğru ortaya çıkan bu hal, tabu uyurgezerlik (somnambulisme naturelle) haline pek benzemektedir ve zaten bu yüzdendir ki sun’i uyurgezerlik, provoke somnambülizm (Somnambulisme artificielle, somnambulisme provoque) gibi adlar verilir, M. de PUYSEGUR’ün 1783 deki bu keşfi -ki tarihçede tafsilâtını verdik - «Somnose» adını da alır.
Tabii uyurgezerlik (somnambulisme naturel veya spontane):
Hipnötik somnambülizmi daha iyi anhyabilmek için, tabii uyurgezerliğin ne olduğunu hatırlatmak faydalı olacaktır.
Somnambülizm, uyku bozukluklarından Parasomni’ler bahsine girer.
Parasomni’leri, serebrospinal, vejetatif ve psişik diye 3’e ayıran ROGER’e göre, somnambüiizm psişik parasomnilerdendir.
Çocuklarda ve adolessan (kâhil) yaşlarda sık görülür.
Bazı hafif şekilleri vardır: Çocuk yaltağından kalkar; odasında, bir şeye çarpmadan, bazı hareketler yapar. Bir kaç kelime telâffuz eder v« uyanmaksızm tekrar yatağına girer, uykusuna devam eder. Ertesi gün hiçbir şey hatırlamaz. Böyle çocuklar, somnambül halinde gezinirlerken kolayca uyandırılabilirler.
Daha ağır şekillerinde: motor otomatizm daha da ileri gidebilir. Şahıs kalkar, giyinir, odasını terkeder. Oldukça kompleks ve garip bir takını hareketleri ve fiilleri icra eder.
Somnambüller kendilerini zararlı akt’lardan korurlar. Uyandıktan sonra amnezi ekseriya itamdır, yani hiç bir şey hatırlamazlar.
LHERMITTE, uyurgezerlerin, gözlerine üflemek suretiyle kolayca uyandırılabileceklerini belirtir. Bu hususun, hipnötik transdaki süjenin aynı usulle uyandırılmağına benzemesi şayanı dikkattir. Uyurgezerlerin, somnambülizm halinde iken gözleri kapalı, kolları ileri uzanmış olarak dolaştıklarına dair zan, yanlıştır ve karikatürlerin, filimlerin uydurmasıdır. Aslında böyle bir şey yoktur ve uyurgezer, gözleri açık, fakat uykuda bir otomat gibi hareket eder.
RISER, böyle hastalarda sügjestibilitenin iddia edildiğinin aksine bir kaide olmaktan uzak bulunduğunu söylemektedir.
Böyle vak’alarda temaruz (simulation) veya sar’a (epilepsi) ihtimalini de dikkate almak lâzımdır.
Epilepside bu otomatizm daha şiddetlidir, motris bir impulsion mev-auubahistir. Hasta kalkar, odasını, evini terkeder; yürür, koşar, önüne çıkana çarpar; düzenli hareketlerden ziyade bazı raptus’lar görülür ve birden bire açılır; post-epileptik konfüzyon geçirir; amnezi mutlaktır.
ROGER’e göre hakiki somnambülizm, ne epilepsiye ne de pitiatizme bağlıdır. Daha çok bedenen iştirak edilmiş, yaşanılmış bir rüya hali mevzuübahisdir. Uykunun tesiri altında psikomotris bir liberasyona bağlıdır. Psişik aktiviite aşikârdır: Somnambüllerin bir şeye çarpmadan dolaşmaları, karşılarına çıkan maniaları gördüklerine delâlet eder.
Epilepsi mevzuu bahs olmasa bile, somnambülizm vak’alarmda hastaya verilen barbitürik’ler iyi gelen bir ilâç teşkil eder. (BAHAR,: 25.)
CHAUCHARD, somnambül halini şöyle tarif ediyor:’ Uyuyan bir ruh, uyanık bir vücuda kumanda eder. Adale tonüsü ve motrisite normaldir; fakat ne dış âleme ait bir şuur vardır, ne de süjenin gerçek bir iradesi bahis konusudur. Vücut, uyumakta olan beyinden gelen emirlere itaat etmektedir. ineonscient (gayrı şuuri) bir aktivite vardır. Süje ancak rüyasını ilgilendiren şey için uyanıktır, ve o şey onu harekete getiren idee fixe’i (fikri sabiti) takip etmek için zaruridir. Geriye kalan her şey inhibisyon içindedir. Yani burada elektif bir inhibisyon bahis konusudur. Somnambülizm katapleksinin zıddıdır. Zira katapleksıde uyuyan bir vücut üzerinde sanki uyanık bir ruh kanatlarını çırpıp durüyojr gibidir. (C H A U C H A R D, I. s: 21-22).
Transı derinleştirilen süjeye, «Şimdi uyumaya devam edecek, fakat gözlerinizi açacak, hattâ kalkıp yürüyecek-, dolaşacak, ve konuşacaksınız.» dendiği zaman, sanki uyanmış gibi gözlerini açıp- emirleri ifa ettiği görülür. Bu telkinler yapılırken baş parmakla süjenin tepesini oğuşturmak, somnambülizmi kolaylaştırıyor.
Şimdiye kadar hipnotize ettiğim kimselerden, derin transa sokabilecek kadar yakından meşgul olduğum ve bir kaç tecrübe yapmak imkânını bulduğum bazı süjelerde, birçok defalar somnambül halini elde ettim. Ankara Psikiyatri Kliniğmdeki de» monstrasyonumda, hipnotize ettiğim süje, böyle bir vak’a idi ve orda, trans esnasında gözlerini açıp, kalkıp yürüyen şüje, hâzırun tarafından alenen müşahede edildi.Keza istanbulda kliniğimizde de bir başka süjemde aynı fenomeni klinikteki arkadaşlarla beraber müşahede ettik.
Hipnotik transm fenomenolojik tezahürlerinin en dikkate değer ve demonstratif olanları somnambül safhasında ortaya çıkmaktadır.
HALLÜSİNASYON’LAR
Orta transda da hafifçe hasıl edilebilen hallüsinasyonlar, derin ve somnambülik transda, bariz bir şekilde husule getirilebilirler.
Somnambül halindeki bir süje, kendisine yapılan telkine tâbi olarak, mevcut bulunmayan objeleri görür veya mevcut olanları görmez, tam bir hallüsine gibi hareket eder. Faraza, yerde bir yılan bulunduğu ve o yılanı ezmesi söylense, topukları ile mevhum yılanı ezer. Böyle pozitif hallüsinasyonlar gibi, negatiflerini de teMn etmek kabildir. Mesela, aslında var olan bir eşyanın, faraza bir masanın orada bulunmadığım telkin edince, süje onu görmez ve hattâ yürürken o masaya çarpar.
Süjenin hipnotizörünkinden gayrı hiç bir sesi duymıyacağı telkin edildikten sonra, diğer bütün bağırmalara ve seslenmelere rağmen kimseye cevap vermeyişi, lâkin hipnotizörün hitaplarına rahatça cevap vermesi de işitme sahasında negatif bir hallüsinasyondur.
Daha da dikkate değer bir fenomen, gerek pozitif, gerekse negatif hallüsinasyonlarm, post-hipnotik olarak da devam et-tirilebilmesidir. Yani telkin edilen her hangi bir hallüsinas-yon, süje tamamen uyandırılmadan zuhur ettiği şekilde, uyandırıldıktan sonra da devam ettirilebilir. Öyle ki süje, tam bir hallüsine gibi hareket eder. Bu konuda, biraz aşağıda, post-hipnotik telkinler faslında izahat verilecektir.
RÜYA GÖRDÜRME
Transdaki süjeye hipnotizör, dilediği rüyayı gördürebilir.
Normal uyku uyumakta olan bir süjeyi uyandırmaksızm, sözle telkin yaparak uykudan hiç çıkmadan veya pek hafif bir yarı uyku halinin intikali ile hipnotik transa sokmak ve dilenen rüyayı gördürüp, hipnozdan çılkıararak. normal uykusuna devamını sağlamak kabildir; ve hipnoza mukavim süjelerde bu usûl denenerek onları hipnoza elverişli kılmak mümkün olmaktadır. (B R U N, I. s: 73-81).
FREUD, şuuraltına itilmiş arzuların, rüyada, kılık değiştirip sembollere bürünerek zuhuruna dair nazariyesinin teerübi teyidini hipnozda bulduğunu belirtiyor ve Dr. SCHRÖTTER’in bir vak’asım zikrediyor. Derin hipnotik uykuya sokulan şahıslara, bazı cinsi hadiseleri rüya şeklinde görmeleri hipnotizör tarafından emredilince, bu tarzda provoke edilen seksüel (cinsi) materyelin sembollere bürünerek; zuhur ettiğini SCHRÖT-TER 1912’den itibaren teerübi olarak göstermiştir. Mesela bir kadın süjeye dostlarından bir zat ile cinsi alâka tesis etme şeklinde bir hipnotik rüya görmesini emredince, o zat hipnotik rüyada, elinde bir seyahat çantası ile zuhur ediyor ve çantanın üzerinde iri harflerle şunlar yazılı bir etiket vardır: «Yalnız kalmış kadınlar için» (F R E U D, I. s: 33).
Böyle kumanda edilen «diriğe» rüyaların psikoterapi bakımından önemi pek büyüktür. Hipnoterapi tekniğinde, ya bir fobiyi izale etmek için bilhassa telkin edilen imajlarla bir alıştırma tedavisi, veya telkin edilen bir imaj ve sahneden sonra rüyanın gidişini tamamen süjenin şuuraltı imajinatif faaliyetine terkederek bir psikoanaliz tedavisi yapmak mümkün olmaktadır. (S C H N E C K, J. M.)
Robert DESSOILE’ın hipnozdan mülhem olarak geliştirdiği «le reve eveille diriğe» tedavisi, hastaları yarı karanlık bir odada bir divana uzandırarak, «relaxation musculaire» halini (adale gevşemesini) temin ettikten sonra âdeta yarı-trans’da olan süjeye teorin edilen imajlarla rüya gördürme esasına dayanır. (D E S S O I L E, s: 302, 346).
Bedri RUHSELMAN’ın ruhi infisal(dissociation psyeholo-gique) adını verdiği metod da DESSOILE’ın usulüne benzemektedir. (RUHSELMAN, s: 527-540).
AMNEZİ
Hipnotize edilen süjelerde müşahede edilen en dikkate değer fenomenlerden biri de kısmi amnezi (hafıza kaybı, olanı biteni hatırlamama) dır. Derin transa girdiği halde trans esnasında olup bitenleri, uyandırıldıktan sonra kendini zorlıyarak hatırlayabilen pek az süje istisna edilirse, süjelerin hemen hepsi, hipnotik transtan büyük bir şaşkınlıkla çıkarlar. Hipnotik uykunun ancak başlangıcını hatırlıyabilen bu süjelerde, orta ve derin trans esnasında olup bitenler hakkında tam bir amnezi vardır. Trans esnasında süjeye yapılan telkinlerle, bu amnezinin olması veya olmaması da temin edilebilir. Fakat, olup bitenleri hatırlamaması şeklinde hiç bir menfi telkinde bulunulmadığı halde, raûtâd olarak süjeler, orta transtan sonra - bilhassa derin transta - cereyan eden hâdisatı katiyyen hatırlamazlar.
Bu hal o kadar karakteristiktir ki, birçok süjeler, sırf hiç bir şey hatırlamadıkları için, uyuduklarına ve uyutulduklarma bile inanmazlar. Ben, birçok süjeyi. trans esnasındaki ağrı hissinin iptalinden (analjeziden) istifade ederek kolunu veya elini sigara ile hafifçe yaktıktan sonra uyandırmak, suretiyledir ki gerçekten uyutulduğuna inandırabilmişimdir. Bittabii transda sigara yanığının acısını duymayan süje, hipnozdan çıkarıldıktan sonra yanık yerlerinin sızısını duymaya başlayınca, hayretle o nahiyelere baktıktan sonradırki ancak; ikna olabilmektedir. Amneziye bağlı bu inanmazlık o kadar tipiktir ki, hâzırunun şahadetine bile inanmıyan ve saat farkını dahi şüphe ile karşılayan süje, bir müddet uyuduğunu kabul etse dahi, hipnoz esnasında konuştuğuna, kalkıp yürüdüğüne bir türlü ihtimal verememektedir. Keza bu tam amnezi dolayısiyle zaman mefhumu da kaybolmaktadır. (L e C R O N, II. s: 5-100); 143-174). Öyle ki hipnotize edildiği an ile uyandırılıp arasında bir-iki saat geçen süjelerde bile, sanki bir kaç dakika geçmiş gibi «A., imkân yok inanmam! İşte biraz evvel beni uyutmaya çalıştınız ve uyutamadınız, sadece bir ara hafif araştırdığımı hissettim, o kadar.» diye ısrarlara şahit olmuşumdur.
BERNHEIM, hipnozdan sonra böyle amnezi hali gösteren süjelerin, büyük, ısrarlardan sonra, amneziden kurtularak olup bitenleri hatırlıyabildiklerini göstermiştir. Şuuraltı izahlarına temel teşkil eden bu müşahedelerden FREUD, nevrozların mekanizmasını izahda ve psikanaliz teorisini kurmakta çok istifade etmiştir. Fakat bizzat BERNHEIM dahi amnezideki bu bilâhare zail olabilmenin her zaman kabil olmadığını, bazen kısmi olduğunu ve derin transa giren süjelerdeki tam amnezinin izale edilemediğini kabul etmiştir. (B E R N H E M, II).
Şu nokta calibi dikkattir ki, bu amnezi hali, sadece uyanıklığa mahsustur ve eğer süje tekrar hipnotize edilirse, bir evvelki seansta, trans boyunca olup bitenleri bütün teferruatı ile hatırlar (ekmnezi). Ve eğer bunları artık unutmaması, uyandıktan sonra da hatırlaması telkin edilirse, hatıralar uyandıktan sonra da canlı kalabilir.
Uyanıklık zamanına dair her hangi bir hatıranın da hip-notik telkinlerle unutturulabileceğine, daha sonra tekrar canlandırılabileceğine ait tecrübeler de vardır. Ancak burada hâdise, bir teypin şeridini siler gibi bir unutturmanın değil, hatıraların gaynşuura itilerek hatırlanabilmesinin önlendiğini göstermektedir.
ZAMAN TAYİNİ ve ZAMAN DİSTORSİYONU
Hipnoz altında hiperestezi ve hipermnezi ile beraber (hipermnezi ve ekmnezi, hipnotik fenomenlerin son bahsi olarak! ilerde anlatılacaktır). Zaman tâyini kabiliyetinde bir keskinlik de ortaya çıkmaktadır. Bilhassa post-hipnotik telkinlerin icrasında, zaman tâyinindeki bu. isabet derecesi pek hayret vericidir. Maamafih bu vesileyle işaret edelim ki hipnoz, insanda zaten meknuz bazı kabiliyet ve hasselerin barizleşmesini kolaylaştırmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Netekim sabahleyin filân saatte »yanmak arzu ve iradesi ile yatan birçok insanlar, (bir kendi kendine telkin -autosuggestion- ile) o saatte elifi elifine veya bir kaç dakika kala uyanabilmektedirler.
Amerikan araştırıcılarının zaman distorsiyonu (time dis-tortion) adını verdikleri fenomen ise şudur: Hipnoz altındaki süjelere bir kaç saati bir kaç dakika veya bir kaç dakikayı bir kaç saat gibi geçirtmek mümkün olmaktadır. Bilhassa otohip-noza kabiliyetli kimseler böylece bir otoşügjessiyonla hissettikleri zamanı kısaltabiliyorlar. (COOPERveERICK-SON).
Filozof E. KANT’ın zamanı «a priori» bir form olarak kabul eden «felsefi telâkkisinden EINSTEIN’in izafiyet teorisine kadar türlü görüşleri tedai ettiren bu fenomen, hafıza ve zaman problemine yeni ışıklar tutar mahiyette görünmektedir ki bu mesele üzerinde çok durmak lâzım geliyor.
POST-HİPNOTİK TELKİNLER ve FULLER
Hipnoz altında süjeye yapılan telkinlerin ruhi ve bedeni (psişik ve somatiki) çeşitli müessiriyetleri vardır ve yapılan telkine tabi olarak, bu tesirlerin tezahürlerine istikamet ve şekil verilebilir. Fakat bir telkinin, süje transdan çıkarıldıktan sonra, yani uyanıklıkta da tesirini devam ettirmesi veya muayyen bir zamanda o tesiri icra etmesi istenirse, bu durumda bir post-hipnotik telkinden bahsedilir.
Anestezi ve analjezilerin, negatif ve pozitif hallüsinasyonların böyle post-hipnotik telkinlerle, süje hipnozdan çıktıktan sonra da devam ettirilebileceğini belirtmiştik. Lâkin bunlardan en şayanı dikkat olanı, süjenin trans esnasında verilen post-hipnotik emirleri (yani. uyandıktan sonra, evvelceden tayin ve telkin edilen belirli bir saatte icrası istenen emirleri) bilâhare, uyandıktan sonra, emre dair hiç bir şey hatırlamamasına rağmen belirli bir saatte yerine getirmesidir. Ve burada en şaşırtıcı husus, post-hipnotik emirlerin elifi elifine zamanında ifa-sıdır. Ortada hiç bir saat olmadan, üstelik hipnozdan, amneziye bağlı bir zaman distorsiyonu-nun şagkmhğı içinde uyanan süjenin evvelceden verilmiş bir emri hiç bir şey hatırlamaksızın bir içtepi, ataklık (impulsion) tarzında ve tam zamanında ifa etmesi, hatta niçin o işi yaptığı sorulduğunda bir bahane uydurarak bunu rasyonalize etmesi, üzerinde durulmak gereken bir fenomendir. Yapılan işe (icra edilen fule) bir bahane uyduruvermek şeklindeki rasyonalizasyon, şuuraltından (id’den) gelen arzunun, süperego’nun sansürü karşısında, kendini ego’ da realite prensibine uydurarak nasü tahakkuk yolu bulduğuna dair psikanalitik izah için, parlak bir tecrübi misal teşkil ediyor.
Post-hipnotik emirlere ait ilk tecrübem, vaktiyle İzmir’de ilk hipnoz denemelerimi üzerinde yaptığım süje Z. hanımda olmuştu. Süjeyi ikinci uyutuşumdu ve tecrübeyi göstermek üzere İzmir Devlet Hastahanesi Dahiliye Mütehassısı (bilâhere Başhekimi) Dr. Celâl YARKIN ve bir kaç dostum da bizde idiler. Hepısi ile de süje, o gece ilk defa tanışıyordu ve bititabii arada resmiyyet vardı. Hipnoza bağladığım sırada saat 21.10 idi. Trans esnasında süje, hayli uğraşmamdan sonra derin devreye girdi. Ve o zaman süje Z. hanıma uyandıktan sonra saat tam 22,50’de misafirlerden Recai ÖKTEM beyin mendil cebinden mendilimi almasını, 23,15’de de sokak kapısını açıp dışarı çıkmasını ve kapı tokmağını dışardan vurarak kapıyı çalmasını emrettim. Bu telkini süjeye büyük ısrarlarla ve «sadece gülüp eğlenelim diye rica ediyorum, haydi fcana söz veriniz Z. hanını. Tekrar ediniz lütfen ne yapacağınızı. Evet... saat ll’e 10 kala Recai beyin mendilini alacaksınız, ll’i çeyrek geçe de sokak kapısını açıp dışarı çıkacak ve tokmağı vuracaksınız.» diye emir-telkini (tekrarlatarak kabul ettirebilmişimdir. Zaten post-hipnotik telkinlerde bu tekrar tekniğinin ve süjenin muvafakatinin ihmale gelmez bir önemi vardır, başarı bakımından.
Saat 22,05’de süjeyi uyandırdım. Ve artık onunla hiç ilgilenmedik. Umumi mevzular açıldı. Şunu da kaydedeyim ki süjenin saati yoktu ve ortalıkta da hiç bir saat bırakmamış, hatta kol saatlerimizi de gizlemiştik.
Bir zaman sonra süje Z, gözlerini o gece henüz tanıttığı ve evli bir zat olan misafir R. ÖKTEM beye ve onun ceket cebindeki mendile dikti... Deruni bir mücadele geçiriyor gibiydi, hafif sıkıntılı... derin nefesler alarak bir dakika kadar baktı, baktı... Sonra azimli ve kararlı bir zahiri görünüşün örtmeye çalıştığı heyecanla, kalktı, gitti ve mendili çekip aldı. Bir lâhza mendile baktı, akabinde de yüzü, kıpkırmızı oldu: «Şey, mendilinizi nereden almıştınız beyefendi, pek beğendim de„. affedersiniz i buyurunuz...» diye gayet mahcup iade etti ve yerine döndü. Gizlice saatlerimize baktık, 22,51 idi.. #
38 yaşlarında mahcup bir dul olan Z. hanım, bu hafif hareketini unutturmak istercesine köşesine büzülmüştü. Konuşmalar çeşitli konularda devam ediyordu. Bir ara Z. hanım gözlerini bir noktaya dikip, sık sık heyecanlı nefesler alarak, dakikalarca deruni bir mücadele geçirdikten sonra azimkar adımlarla fakat bir dtomat gibi gitti, sokak kapısını açtı, dışarı çıktı ve kapı tokmağını bir kaç defa vurdu. Dönerken rahatlamış gibiydi. Lâkin «Ne oldu? Birisi mi geldi?» diye sorulunca, mahcup ve şaşkın «Hiç... gülelim diye... şey... şaka yapmak istedim de...» şeklinde kekeliyerek izahat vermeye çalıştı. O anda saat tam 23,20 idi. Yeni tanıdığı ve henüz resmi olduğu kimselerin yanında böyle hafiflikler yapmasına pek sıkılmış olacak ki fazla kalmak istemedi ve müsaade diledi.
ilk post-hipnotik emir, yani mendili almak, süjenin kolayca ifa edebileceği bir fiil idi ve deruni mücadelesi pek kısa sürmüştü, ikinci emir ise, 5 dakikalık bir gecikme ile –şiddetli bir deruni mücadeleden, sonra,– ancak icra edilebilecek bir garabette idi.
Süjenin uyanıklıktaki şuuru ile kabulünde güçlük çektiği emirlerin ifasında böyle gecikmelere sık rastlanır. Hatta bazı emirleri süjeler, emrin ifası gereken anda büyük bir sıkıntı ve deruni mücadele geçirmelerine rağmen, ifa dahi - etmiyebilirler. Böyle müşahedelerim de vardır. Bu hal psikasteniklerin impulsion’ları ile mücadelelerine pek benzememektedir ki hem izah hem de bir tedavi yolunu bize işaret ediyor.
İmdi, bu fenomen şu problemi karşımıza çıkarıyor:
a) Acaba süje, post - hipnotik emrin ifası ânmı isabetle nasıl tayin edebiliyor ?
Bu meseleyi zaman tayini ve zamanın distorsiyonu bahsinde işaret etmiştik. Bu hususta bir yığın spekülatif izahlar yapılabilir. Paviovcu görüşle, iç organların işleyişine ait impuls-larm düzenine bağlı biyolojik zaman kriterinden doğduğu da ileri sürülebilir. Ama bütün bu izahlar tatminkâr değildir.
b) Acaba emirler, ne kadar zaman sonraya kadar ifa edilebilir? Başka bir diyişle, post-hipnotik emrin verilmesi ile emrin if aısı gereken an arasındaki zaman ne kadar uzun tutulabilir? Dakika mı, saat mi, güm mü, ay mı, yıl mı ?
Ben şahsen, 3 günü denedim, kısmen başarılı oldu. Şöyle ki, S. adında genç bir erkek süjeme, 3 gün sonra, saat tam 11’ de kliniğe gelip beni görmesini trans’da emretmiştim. Süje bir fakültenin fotoğraf teknisyeni idi ve o gün, vazifeten, hastaha-neden hayli uzak bir semtte bulunuyormuş. O esnada, iş icabı refakatinde bulunduğu arkadaşlarım Dr. H. KARAMAĞARALI, süjenin tam saat ll’de «Dr. Recep beye gitsek çok iyi olur, şimdi hastahanededir, hem yemeği de orda yeriz.» diye şiddetli bir arzu izhar ettiğini, fakat hastahaneye 2 saatlik bir mesafede, üstelik çok acele yetiştirilmesi gereken bir işle meşgul oldukları için ve otomobil de bulmak imkânsızlığı karşısında, bu arzuyu isafa fırsat bulamadıklarını, bilâhare bana nakletti.
Bir post-hipnotik emir verirken, şüphesiz ki onun realize edilebilme imikânlarını da hesaba katmak lâzımdır.
Literatürde bir sene, hatta daha sonrası için post-hipnotik icraata dair kayıtlar vardır.
Bu fenomen, insanlar acaba beyinleri gramafon plâkları gibi daha önceden kader tarafından doldurulmuş kuklalar mıdır ? İrade, irade-i cüz’iye, irade-i külliye münasebetleri nedir? Kaderin emirlerini rasyonalize ederek ifayla meşgul robotlar mıyız ? Levhi mahfuz., ilh. tarzında metafizik düşüncelere de yol açıyor.
c) Acaba süjelere her türlü fiili, post-hipnotik emirlerle yaptırmak mesela cinayet işlettirmek, hırsızlık ettirmek kabil midir ?
Bu sualin cevabı, halâ tartışılan girift bir problemdir ki «Hipnozun tehlikeleri ve mahzurları» faslında «Adli tıp ve hipnoz» bahsinde ele. alacağız. Şu kadarını işaret edelim ki, bir insana normal zamanda yapamıyacağı şeyleri, hipnozla yaptırmak imkânsız derecede güç, hatta gayrı kabildir. O kadar M süjeye çok ısrar edilirse, en derin bir transdan dahi çıkarak uyanabilir de..,
c) Acaba süje, post-hipnotik emri ifa ederken, içinden gelen bir arzuyu (bir impulsioMa) rasyonalize ederek mi fiil haline getiriyor; yoksa, tam icra esnasında kendiliğinden bir muvakkat hipnoza mı giriyor ?
Bazı araştırıcılar süjelerin o esnada otomatik olarak bir hipnotik trans haline girip emri ifa ettikten sonra transdan çıktıklarına kanidirler. (F U R N E A U X) Biraz evvel bahsettiğim süje Z. hanıma ait müşahedelerim, o esnada süjenin gözlerini sabit dikip; sık sık nefes alarak emri ifa etmesi, bana da bir otomatik transı düşündürmüştü. Fakat başka birçok süjelerle yaptığım tecrübelerde, emrin ifası sırasında böyle bir trans hali müşahede etmedim. Transm o anda pek kısa sürdüğü ve gelip geçtiğini iddia etmek de güçtür. Zira komplike bir emrin ifası zaman ister, ve an’lık trans’lar buna nasıl yetebilir? Mesela bir süjede şuna rastladım. Süje, Bafra Sigarası’ nı katiyyen sevmiyen ve daima Yenice içen bir tiryaki idi. Uyanınca benden bir Bafra sigarası isteyip içmesini emrettim. Uyandırdıktan sonra süje, yenice sigarasından yaktı ve içmeye başladı. Post-hipnotik emrin icra zamanı gelince, birden bana doğru döndü ve pek tabii bir eda ile «Recep bey bana bir Bafra verir misiniz?.. Bu sigara hoşuma gitmedi de» diye sigaramdan istedi, verdiğim Bafra’yı hazzedercesine içmeye koyuldu, «Allah Allah ben Bafra sigarasını hiç sevmezdim, hoşuma gitti halbuki?.» diyerek hayretini de belirtti.
Rasyonalizasyon hemen daima post-hipnotik emrin impulr sion tarzında ifasından sonra veya ifası sırasında ifade ediliyor görünmektedir.
Literatürde bu problemin incelenişi ile ilgili pek çok müşahede kaydedilmiştir. Mesela BERNHEIM, bir süjesine, hip nozdan çıktıktan sonra arkadaşı M. CHARPANTIER’nin şemsiyesini almasını ve sokağa çıkmasını emreder. Süje o belirli saatte, kendisine aid olmıyan şemsiyeyi alır ve dışarıya çıkar. Halbuki hava çok açık ve güneşlidir. BERNHEIM süjeye ne yaptığını sorar. «Hava alıyorum» diye cevap verir. «Niçin, sıcak mı ki?..» dediğinde «Hayır, ben bazen gezinirim» cevabını verir; fakat, «Amma bu şemsiye M. Charpantier’nin şemsiyesi» denince, süje, «Ya?., alınız öyleyse, ben benimki sanıyordum da, aldığım yere götürüyordum.» diye tevile kalkışır. Burda rasyonalizasyon aşikârdır. (F I L L O U X, s: 26).
ERICKSON ve karısının bu hususta hayli incelemeleri vardır. ERICKSON, «Hipnotize edilen süjeye post-hipnotik olarak bazı fiilleri ifa etmesi için emir verildiğinde, kendiliğinden, o emrin ifası ânında bir hipnotik trans hasıl olur. Çok kısa müddet devam eden bu trans, post-hipnotik fiilin ifasına direkt bir münasebetle bağlı olarak ortaya çıkmaktadır ve görünüşe göre post-hipnotik emrin ifasında, cevabi muamelenin esaslı bir kısmını teşkil etmektedir. Bundan başka, post-hipnotik icranın bir (kısmını teşkil eden bu trans hali hâdisesi, zuhur edebilmek için, ya bir telkin veya bir emri –bittabi trans esnasında verilmek şartı ile– icap ettirmektedir... Post-hipnotik harekete başlanması ânında şuur sathına çıkan bu emir, bir trans halinin vasatında kendini şuura kabul ettirebilmektedir.» demektedir. (LeCRONveBORDEAUX, s: 128-,129).
Bana öyle geliyor ki emrin ifası anında süjeye ve post-hipnotik emrin mahiyetine göre değişen farklı psişik durumlar hasıl olmaktadır. Eğer trans bir şuur bölünmesi, dağılması (dissosiyasyon) hali olarak kabul edilirse, bu fenomende, ihtimal dissosiyasyon derece ve süresindeki farklar mevzuu bahistir.
d) Acaba süjeler ısrar edilir ve hafızalarını zoriariarsa, post-hipnotik fiilin hipnotizör tarafından hipnoz esnasında yapılan bir telkinin sonucu olduğunu hatıruyamazlar mı ?
BERNHEIM bu hatırlamanın kabil olduğunu göstermiştir. Ancak pek derin trans esnasında olup bitenleri süjeler umumiyetle mutlak olarak hatırlıyamıyorlar.
Eğer bilâhare amnezinin teessüs edemiyeceği bir trans safhasında bir telkinde bulunulmuşsa veya amnezi hali kuvvetini kaybetmiş ve post-hipnotik hareketin icrasından evvel telkin hatırlanmışsa, isteyerek kabul ettirilmiş veya zorlama ile icrası telkin edilmiş olan bu emir, icra edilecek derecede gelişememiş olduğundan, kendiliğinden husule gelen trans ortaya çıkmayacak ve hattâ bu emri ifa hususunda süje bir tercih imkânına da kavuşabilecektir ki bazı post-hipnotik emirlerin ifa edilmemesi bu yüzdendir.
S.E. adındaki bir hanım sttjeye vazodaki güllerden birini sobaya atması şeklinde bir posit-hipnotik emir vermiştim. Çiçekleri, hele gülü çok sevdiğini bilâhare öğrendiğim bu hanım, emri ifa etti ve bu fiilinin hayreti içinde, belki de rasyonalizasyon güçlüğünün sonucu olarak, kendisi transda iken bunu benim istediğimi hatırladı.
Burada problemin halli, amneziye, dolayısiyle transın derinlik derecesine ve yapılan telkinin mahiyetine bağlı görünüyor. Zira derin transa girmiş süjelerin çoğu tam bir amnezi içinde, trans esnasında olup bitenleri ve bittabii post-hipnotik fiile ait telkini de katiyyen hatırlamıyorlar. Şunu da ilâve edeyim ki, süjeler bu post-hipnotik amnezi yüzünden post-hipnotik emrin ifasının (kendileri hiç bir şey hatırlamadıkları için) etrafta uyandırdığı tebessümler dolu hayretten hoşlanmıyor ve rahatsız oluyorlar. Bir süjem, bana, kendini robot gibi teşhir edilmekten ve hissetmekten hoşlanmadığını, bir daha hiç bir post-hipnotife emir vermememi rica etmişti ve böyle bir söz almadan tecrübeye rıza göstermez olmuştu.
FİZYOLOJİK FONKSİYONLARA TESİR
Hipnozun psişik ve somatik tezahürlerini, bir arada ortaya çıktıkları için ayırd etmeden sıraladık.
Hipnoz esnasında gerek kendiliğinden (spontan), gerekse telkinlere tâbi olarak zuhur eden fizyolojik değişikliklere dair son zamanlarda çeşitli cephelerden pek çok incelemeler yapılmıştır. Bu kabil fenomenlerin incelenişinin tarihi, eski manye-tizörlere kadar uzanır. Lâkin tıbbi gelişmeyi göz önüne alarak,, en yeni tecrübelerden bahsetmeyi tercih ediyoruz.
Hipnozun adele tonusu ve otomatik, adele hareketleri bakımından tesir sahasını belirtmiştik. Burada fizyolojik tesirlerden bazıları tebarüz ettirilecektir.
Hipnoz esnasında direkt veya endirekt telkinlerle irademiz dışında çalışan sinir sistemi (nörovejetatif sistem) ve onun fonksiyonları üzerinde müessir olunabilmesi pek hayret ve ilgi uyandırıcıdır. Psiko-somatik hastalıklarda, psişik faktörlerden mütevellit hastalık grupunun etiyolojisini ve mekanizmasını aydınlatmak bakımından bu sahadaki tecrübeler pek kıymetlidir. Daha ziyade Avrupalı Alman, Danimarkalı ve İskandinav araştırıcıları tarafından etüd edilen bu sahadaki tecrübelerin belli başlılarını belirtiyoruz.
Nabız ve Kalb atımı
Direkt telkinlerle, hipnoz altındaki süjelerde, kalb ve nabız sayısında bir artma veya azalma tevlidine dair müşehedeler nâdirdir ve bazılarınca da şüphelidir. Fakat endirekt telkinlerle ve heyecan (emotion)’larm etkisinden istifade etmek suretiyle nabız ve kalb atımı hızına tesir etmek kabil olmaktadır. (S E-G U I N, A.C. s: 73).
Ben bir valb’ada direkt telkinlerle -yani süjeye «Şimdi kalbiniz daha yavaş çalışacak» «Daha hızlı atacak» şeklinde telkinlerle- kalb atım sayısında düşme ve artma müşahede ettim. Fakat bu vak’ada hipnotizörün ısrarından ve ses tonundan bir heyecanın sirayeti ihtimali mevzuubahisdi. Asıl dikkate değer müşahedem süje S. bey üzerinde oldu.
...Bir gece süje bir gıda zehirlenmesi geçirmiş ve diyareler, kusmalar ile sabah etmiş. Ertesi gece ise bana sözü vardı. Gündüz de işinde yorulduğu için, o gece geç vakitlere kadar oturulmasını gerektiren toplantımıza gelemiyeceğini bildirdi. Fakat pek hatırlı bir misafirin ricasını kıramıyarak kısa bir zaman için gelip gitmeye razı oldu.
Süjeyi hipnotize ettikten sonra, şöyle bir telkinde bulundum: «S... hey, dün gece o gıda zehirlenmesinden yorgun düşmüşsünüz. Üstelik zehirlerin bir kısmı halâ vücudunuzda. Vücudunuz bunların bir kısmını yakıyor ve bir kısmını da itrah ediyor. Şimdi mühim bir ameliyeye girişeceğiz. Normal olarak vücudunuzun, tabii temposu ile bu işi başarabilmesi için 2 gün geçmesi lâzım. Halbuki bu iki günlük metabolizma faaliyetini 15 dakikaya sığdırarak hızlandırmak kabildir. Şimdi kalbiniz daha fazla çarpacak, kanınız damarlarınızda büyük bir süratle cevelân edecek, sık sık nefes alacaksınız... bu hal 15 dakika kadar sürecek ve siz bu müddetin sonunda zehirleri vücudunuzda tamamen yakmış, eritmiş olacaksınız. Öyle ki uyandığınız zaman dip diri olacaksınız hatta bana sabaha kadar bile oturabileceğinizi alenen söyliyeceksiniz. Haydi başlıyor., kalbiniz hızlanıyor...»
Bu esnada süjenin nabzı dakikada 70 kadar idi. Telkinlerden sonra nefesleri sıklaştığı gibi nabzı da hızlanmaya başladı. O derece ki bir ara saydım nabzını, 100 idi; az sonra 120 oldu ve 140’a kadar çıktı. Yüzü kızarmış bir durumda sık soluyan süje terliyordu da. Bu vaziyeti 15 dakika devam ettirmekten korktum ve 10 dakikanın sonuna doğru, «Artık lüzumlu ameliye tamamlandı, zehirleri attınız ve yaktınız, ‘ şimdi çok sakin ve dinlenmiş bir vaziyettesiniz, kalbiniz normal olarak dakikada 70 atıyor...» şeklinde telkinlerde bulundum. Süje uyandıktan sonra gerçekten çok zinde ve dinlenmiş bir vaziyette idi, hatta bana dönerek «Doktor bey sabaha kadar oturabilirim artık, yorgunluğum falan kalmadı» dedi ve geç vakte kadar da sahiden oturdu.
Yukarıda anlattığım müşahedemde her ne kadar direkt bir telkinle kalb atımının arttırıldığı ve azaltıldığı rahatça söyle-nemezse de, bu başarının heyecan (emotion) ile ilgisini iddia da güçtür.
Şimdi yapılagelen tecrübe ve müşahedeleri nakledelim:
BAUMLER (1917), hipnozun başlangıcında, süjede nabız artması, eksitasyon ve huzursuzluk gibi hallerin bulunduğunu müşahede etmişti.
Max LÖWY (1918) de buna benzer bir tecrübede aynı neticeyi almışsa
-da onun süjesi sakindi ve nabzı telkinle azalabiiiyordu. Paroksismai taşikardili bir kardiak nevroz vak’asmda hipnotik telkinle kalb atımını normal sayıya kadar indirmeye muvaffak oldu.
F. DEUTSCH ve E. KAUF (1923), dört aüjede aşağıdaki testi yaptılar: Kolay bir işi uyanıkken ve hipnoz altında telkinle yaptırdılar. Hipnoz altında telkinle yapılanda süjeler işi daha kolayca icra ediyorlardı. Hipnoz altında kalb atım sayısı (frekansı) kesik kesik (intermit-tant) olarak bir arltış göstermektedir. Ağır bir iş de yine aynı şekilde, hipnozlu ve hipnozsuz olarak yaptırılmış ve her iki durumda da kalb atımı sayısının arttığı müşahede edilmiştir. Hipnoz altındaki telkin ile (basit iş, kolay ig şeklinde telkinle) istirahat eden bir süje, bu işi kendi başına yapan vak’adakinden daha az bir kalb atım sayısı göstermiştir. Bunu şu şekilde izah ediyorlar; Münasip şekildeki bir hipnotik telkinle emosyon (emotion = heyecan) unsuru izale edilmiş oluyor! Bu müellifler, beş kardiak nörotik vak’asmda telkin vasıtası ile nabız adedini (pul-sasyon’u) arttırmaya ve aynı zamanda post-hdpnotik telkin ile de emos-yonları izale etmeye ve dolayısiyle hastaları tedaviye de muvaffak oldular.
Paul ASTRUCK (1922#, münasip telkinler vasıtasile hipnoz altında, nabız sayısını hem yükseltmeye hem de düşürmeye muvaffak oldu. Nabız sayısını arttırdığı zaman E.C.G.’da «p» dalgasında dişli bir hal alma, çiftlileşme (ikileşme) gibi değişiklikler husule geldiğini tespit etti. Nabzın yavaşlatılmasında ise «p» dalgası veya bunun bigemine (ikileş-miş) hali kayboluyordu. (Bigemine p dalgasının nabza aksedişi şöyledir: Bu bariz olarak hissedilebilen bir birine çok yakın, yan yana iki vuruştur ve bunu bir duraklama fasılası takip eder.)
H. CRAMER ve E. WITTKOWER (19’30), Hipnotik telkin altında tevlid edilen heyecan halleri esnasında, 8 süjede nabız sayısının dakikada 60 kadar fazlalaşarak süratlendiğini (yani 120–130’a çıktığını) gösterdiler. Bu süjelerde, E.C.G, (elcktrokardiografide) hiç bir değişiklik tespit edilememiştir. Bazı vak’alarda, x guaı tetkiki yani radyolojik tetkik yapılmış ve hipnotik olarak uyandırılan heyecan altında kalbin hafifçe genişlediğini tespit etmişlerdir.
Waither BIER (1930), Nabız sayısının hipnotik telkin ile tevlid edilen sükûn esnasında düştüğünü ve yine hipnotik telkin ile meydana getirilen ajitasyonda ise mutedil derecede yükseldiğini göstermiştir. E.C.G.’lerdeki sükûn halinde, P.R,T dalgalarında hafif bir yükseliş müşahede olunmuştur.
A.. F. JENNESS ve C-L, WIBLE (1937) uyku esnasındaki kalb atımı ile hipnoz esnasındaki arasında farkı araştırmışlardır. Bunun için 4 erkek ve 4 kadın süje kullanmışlardır. Normal uyku esnasında alelade âstirahat haline nazaran nabız sayısında hafif bir düşme mevcuttur.
Hipnoz altında da aynı fark durumu müşahede edilmiştir. E.C.G. değişiklikleri gerek uyku gerekse hipnoz hallerinde bariz değildi.
Berlthold STOKVIS (1938), 10 normal ve 10 hipertansiyonlu süje üzerinde test yaptı. Nabızda, hipnozun başlangıcında, hafifçe bir iniş; hipnozdan uyandıktan sonra ise normale doğru yükseliş tespit etti. Sükûnet verici telkinler nabızda hafif bir iniş, buna mukabil anksiyete (silkinti) yapan telkinler dakikada 50 kadar artma husule getirdiler. Ağrı,...kaşınma ve çalıştırma gibi telkinler, anksiyetedekinden daha az olmak üzere, nabızda artma tevlid etmişlerdir. Palpitasyona (çarpmtı’ya) karşı direkt telkin, nabız üzerinde hiç bir tesir yapmamıştır.
H. LEINSORGE ve G. KLOMBIES (1949), dikkatli ve ihtimamlı bir seri araştırmada, telkin edilen (soğukluk, sıcak, anksiyete, haz, ağrı, aşk, öfke, iğrenme ve nefret, korku... ilh, gibi) emosyon ve sansasyonların, nabız ve E.C.G. üzerine tesir ettiğini gösterdiler. E.C.G.’deki derişiklikler, mevcut olmakla beraber, vazıh değildi. Nabız sayısı ise, hemen hemen her vak’âda tesir eden heyecanın derecesine göre değişerek ortaya çıkmıştı, En bariz tesirler, sıcak, soğuk ve korku ile elde edil-rmiştir. (Kayıtlar grafiklerle de tespit edilmiştir.)
(R E I T E K, Paul.J. s: 243-245.) SEGUIN (1951),, bir süjesine, süjenin evvelce geçirdiği bir kaza sahnesini telkinle, hallüsinasyon halinde tekrar yaşatarak korku tevlid etmiş ve bu sırada nabzın 70 den 130 a çıktığını, bu halin 30 saniye sürdüğünü ve ancak süjenin teskininden sonra zail olduğunu müşahede etmiştir. (SEGUIN, s: 73.)
Yine aynı müellif, ASTRUCK’un elektrokardiogramla da tespit edilen (flutter) flatter ve (fibrillation auriculaire) atriyum fibrilasyonu <elde edebildiğini naklediyor, (s: 74.)
Kan basıncı
F. DEUTSCH ve E. KAUP (1923), kendi eserlerinde hipnozun kan basıncı üzerindeki tesirini bildiriyorlar, tş telkini vasıtasiyle hafif tansiyon yükselmesi görmüşlerdir Bu hafif bir iş gören normal haldeki in-sanların tansiyon yükselmesinden daha az bir yükselme idi.
H. CRAMER ve E. WITTKOWER (1930), hipnoz altında heyecan halindeki kan basıncı değişikliklerini etüd ettiler ve artışın 40 mm Hg’ye yani 4’e kadar (mesela maksima tansiyon 12 ise 16 oluyor) bir artış müşahede ettiler.
BİER, 14 süje üzerinde yaptığı (tecrübelerinde, ki bu tecrübeler değişik şartlar altında yapılmıştır, hipnozun başlamasından hemen sonra kan basıncında hafif bir düşme görmüştür. Maamafih bazı zamanlarda hiç bir değişiklik müşahede edilmemiştir. Anksiyete telkini 15 mm Hg’ye kadar varan hafif bir artma husule getirmiştir.
Teneffüs
A.F. JENNESS ve C.L, WIBLE (1937), tecrübelerinde hipnoz altındaki teneffüs değişikliklerini incelediler. Normal uyku esnasında frekans ve amplitüdde bir azalma meyli müşahede ettiler; fakat alelade istirahat ile hipnoz altındaki istirahatteki teneffüs arasında, bir fark bulmadılar.
Mide ve Mazım
Birçok müellifler de hipnozun mide ve hazım prosessüsü üzerindeki tesirlerini incelediler.
G. HEYER (1922) hipnoz altında ve post-hipnotik telkin vasıtası ile, besleme (yani muhayyel olarak yemek yedirme) testleri yaptı. Bu testler esnasında gıda maddesinin verilmesinden sonraki 2–3 dakika -zarfında telkin ile midenin boşaldığını müşahede etti. Alman neticeler, telkinin mahiyetine ve verilen gıda maddesine (ekmek, süt vs.) göre değişmektedir. Yapılan telkine tabi olmak üzere mide usaresinin ifrazı hem kuvvetlenmekte, hem de 25 dakika devam etmektedir; daha sonra ise azalma husule gelmektedir. İfraz, kuvvetli derecede peptik’tir. Ve asid muhtevası da değişmektedir.
Eğer hipnoz seansları kısa zaman aralıkları ile tekrarlanırsa, usare ifrazı azalmaya başlar ; fakat bir haftalık fasılalarla yapılan yeni Tüpnoz seanslarile telkin sonucunda ise, tekrar yüksek derecede artar. Yemek yemeyi müteakip, hoşlanma ve korku tarzındaki heyecanlar telisin edilirse, ifrazda bir azalma müşahede edilir. İfrazı arttıran telkinden -evvel ve sonra yapılan atropin zerki, ifrazda bir azalma ve asiditede düşmeye sebep olur. Pilocarpine enjeksiyonu ise telkine bağlı olmaksızın yani zıt telkine rağmen, ifrazda artmaya sebep olur.
R. HEILIG ve H. HOPF (1925), de HEYER gibi testler yaptılar. “Eğer hallusinatuar yani muhayyel bir yemek yeme, süjede telkin ile uyandırılırsa, ve bilhassa süjenin hoşlandığı yemeklerin hayali ile telkinde bulunulursa, mide usaresinin miktarında (tıpkı asid muhtevada olduğu gibi) bir artma tevlid eder. Bunun aksi halde ise, yani hoşlanıl-mıyan bir gıda hayali telkini ile, mide usaresinin miktarında olduğu gibi asid muhtevasında da bir azalma hasıl olur. Fakat bu miktar ve asid muhtevası değişiklikleri umumiyetle ufalatır.
Kontrast madde verildikten sonra yapılan radyolojik tetkikler ise, o esnada, telkin yapılmakta olan süjelerde motilitenin yani mide hareketlerinin arttığını göstermiştir. Buna mukabil ikrah telkini yapılan vak’alarda mide peristaltik hareketlerinde azalma olduğu görülmüştür.
O. LANGHEINRICH (1922), muhayyel olarak tereyağ yeme telkininden sonra mide ve onikiparmak barsağı (duodenum) fonksiyonlarını tetkik etti. Neticede peptik mide usaresinin ifrazının bariz olarak arttığını gördü. Et suyu yeme telkini yapılan vak’alarda ise, yarım saatlik bir düşüşü müteakip, hafif miktarda safra ve tripsin ifrazı müşahede edildi.
A. B. LUCKARDT ve R.L. JOHNSTON (1924), 21 yaşında bir erkek süjede Ewald yemeği’nden sonra yapılan hususi bir hipnotik telkin ile yani sadece telkin ile, asiditede artma husule getirdiler
Yalnız başına hipnoz ile yani hususi bir telkin yapmadan yedirilen yemekten sonra pek hafif bir ifraz artması gördüler.
Ewald yemeği verilmeksizin, sadece hipnozda bu yemeği hayalen yedirmiş olma telkini yapılmak suretiyle, tıpkı hakiki testte olduğu gibi ifraz miktarında artma müşahede ettiler. Ve hatta ifraz kurbunun başlangıcındaki mütad düşme olmaksızın ve hiç bir gıda alınmadığı halde, bu yükselme vaki olmaktadır. Hipnotik telkin ile husule getirilen bu mide usaresi artması, 1 saatten 2 saate kadar devam etmiş ve bu hayalen yemek yeme telkinlerinin tekrarı, evvelce olduğu gibi, yeni artmalar tevlid etmiştir. Midenin dolu oluşuna dair yapılan telkinler, ifraz kurbunda ayrıca başka bir değişiklik meydana getirmemiştir.
Safra ifrazı
E. WITTKOWER (1928), haz, anksiyete şeklindeki telkinlerle safra ifrazında artma müşahede etti. Taciz edilmiş olma hali Itevlid eden hipnotik telkinlerde, ifrazda azalma görülmüştür. Bu telkinlerden sonra atropin yapıldığı zaman, safra miktarında hiç bir değişiklik olmadı. Bu müellif taciz telkihleri yapılan vak’ada safra ifrazının azalma sebebini, safra kanallarındaki spazma bağlamaktadır. Bu sebepten, psişik faktörlerin bağırsak tıkanmalarında ve safra taşlarının meydana gelişinde rol oynadığına işaret etmektedir.
F. DELHATJGNE ve K. HANSEN (1927), tek bir süjede, hipnotik telkin ile imajiner (muhayyel) olarak yedirilen yemek esnasındaki miğ^ de ve duodenum ifrazlarını, daha önce mide drenajı yaptıktan sonra tetkik ettiler. Süjeye, bol tereyağı sürülmüş bisküvi, çikolata, domuz pirzolası ve dana kızartması (şnitzel) yeme telkinleri yapıldı; bu telkin
mide ifrazındaki asid, pepsin ve lipaz’ı kuvvetle arttırdı. Bununla ilgili olarak duodenumda tripsin, lipaz ve diastazm arıttığı müşahede olundu. Burada her şey, hakiki bir yemekte kantitenin yani miktarın olduğu kadar, kalitenin yani lezzet, tad, koku gibi keyfiyetlerin de ifraz üzerine tesir ettiğini göstermektedir.
Böbrek fonksiyonları
Hipnoz esnasındaki böbrek fonksiyonları R. HEILIG ve H. HOFF (1925) tarafıdan tetkik edilmiştir. Bu iş için 10 süje kullanmışlardır. Bu süjelerin ağırlıkları tecrübelerden evvel ve sonra dikkatle tartılmıştır. Ayrıca diürez, dansite, NaCl (Volhard), Itotal fosfat (Neumann) tayin edilmiştir. Her bir süjeye 3 seri tecrübe tatbik edilmiştir. Bunlardan birisi, telkinsiz; diğer ikisinden biri menfi, diğeri de müspet telkinli olarak yapılmıştır. Her süjede semnambülistik bir hal meydana getirilmiş, telkine 2 ilâ 4 saat müddetle devam edilmiştir, ve her yarım saatte ibir alman idrar numuneleri muayene ve tahlil edilmiştir. Tecrübeye tekad-düm eden gün, yine her bir süjeye 1500 cms mayi ve 8 g. NaCl ihtiva eden gıda verilmiştir.
Müellifler, hipnotik.olarak yaptıkları menfi, yani idrar miktarım azaltıcı, bir telkinle su, tuz ve fosfor retansiyonuna sebep olmuşlardır. Aksi istikamette yapılan bir telkin ise idrar, klorür ve fosfor- ıtrahını arttırmış ve bu da ayrıca, süjedeki ağırlık değişmeleri ile de teyiden gösterilıfiiştir.
H. MARX (1926) araştırmalarını süjeleri 12 saat aç ve susuz bıraktıktan sonra yapmıştır. Sabah idrarının dansitesi ve miktarı, hipnozun husule getirilmesinden hemen önce ölçüldü; transdan evvel, trans esnasında ve transdan sonra 2–3 saat geçmesini müteakip, kanda hemoglobin tayinleri de yapılmıştır.
Hipnoz altında su içme telkinleri yapılmış ve bu esnada süjenin eline boş bir bardak verilmiştir. Yarım saat sonra süje, yapılan telkin ile bir post-hipnotik amnezi içinde uyandırılmıştır.
12 tecrübe, tamamiyle üniform neticeler vermiştir. Şöyle ki, idrar miktarında 400 ilâ 500 g. artma; dansitede 1025’den 1002’ye kadar düşme; telkinden 1–2 dakika sonra ikinci idrar artışı ile birlikte hemzaman olarak kanda bir hemoglobin düşüşü görülmüştür.
Hipnoazdan sonra da yine bir hemoglobin düşmesi ve idrar artması entaya çıkmıştır.
Süje su içme telkini tecrübeleri yapıldıktan sonra ve amnezi ile uyandırılmasın! müteakip, sporitan bir susuzluk hissi duymakta idi.
Hipnozla birlikte, fakat su içme telkini yapılmadan sadece anksi-yete telkini yapılan kontrol tecrübelerinde hiç bir değişiklik müşahede edilmemiştir.
Farmakodinamik testler
H. MARCUS ve E. SAHLGREN (1925), hipnotize edilmiş 3 süjeye, adrenaline, pilocarpine ve atropine zerki suretiyle icra ettikleri farnıa-kodinamik testler tatbik ettiler.
Pilocarpine ile yapılanı müstesna, adrenalin ve atropinin reaksiyonlarının zayıflatılmasının telkinle kabil olduğunu müşahede ettiler,
Lökositler
P. GLASER (1924) alimanter lökositozu olan 5 şahsı tetkik etti. Hipnoz altındaki süjelerde lökosit sayımını, sabit rakamlar elde edene kadar tekrarlıyarak yaptı.
Yemek yeme telkini yapıldı. Ve süjede lökosit miktarının sanki gerçekten yemek yemiş gibi arttığı görüldü. Lökosit sayısına ait rakamlar, yemek yeme telkininden önceki seviyesine düşene kadar, telkine devanı edildi ve bu düşüş elde edildi.
Bütün bu ttkikler, hipnotik hayali bir yemeği telkinin, lökosit sayısında yükselme tevlid ettiğini açıkça gösterdi. Aynı-- şahıs, hayali olarak yedirilen ile, gerçekten yediği bir yemeğe karşı ayni fizyolojik reaksiyonu vermektedir.
Müellif lökosit sayısındaki alimanter oynamaların, vejetatif tonus değişiklikleri ile kabili izah olabileceği kararma vardı.
E. WITTKOWER (1929), her 5 dakikada bir mukayeseli sayım yaparak emosyonel (heyecanı) lökositozları, hipnozlu ve hipnozsuz olarak inceledi. Bu hususfta 30 test yapan müellif, tecrübeleri, hipnotik olai’ak telkinle tevlid edilen heyecanlar, post-hipnotik heyecani rüyalar ve uyanıkken husule gelen heyecanlar esnasında yapmıştır. Burada kullanılan heyecanlar, hoşlanma, sıkıntı, sevgi, nefret vs... şeklinde olmuş; bunla? motor deşarjlar ile birlikte veya deşarj olmaksızın hipnotik telkinle tevlid edilmiştir. Emosyonel telkin yapılmaksızın icra edilen hipnoz altında, tıpkı normal uykuda olduğu gibi lökosit sayısı normal veya normalin hafifçe üstünde bulunmuştur.
Hipnozlu veya hipnozsuz heyecan altında ise lökosit sayısında dikkat çekici bir artma (mms’te 5000 kadar) olmuştur.
ALTENBURGER ve KROLL (1929), 15 süjeyi kronaksi bakımından tetkik ettiler. (Chronaxie, 1909 da L. LAPIQUE tarafından teklif edilen bir terimdir ve malûm olduğu üzere, elektrik tenbihine karşı bir sinirin hassasiyet derecesini ifade eden bir rakkamdır. Kronaksi ne kadar büyük ise o sinirin hassasiyet derecesi de o kadar az demektir.) Bu tecrübelerde hipnotik telkinin yüksek bir kronaksiyi.–rheobase sabit kalmak şartiyle–, düşürdüğü müşahede edildi. Mesela, 0,24’ten 0,İO’a kadar... Telkinle azaltılan sinir hassasiyetinde, kronaksinin 0,28’e kadar arttığı müşahede edildi. Müelliflerin kanaatine göre, psişik müessi-riyete bağlı vejetatif değişiklikler, periferdeki tesirlerim sempatik sinir sistemi vasıtasile icra etmektedir.
LEVINE (1930) el ayasının derisinin elektriki mukavemetini, uyanık halde, uyku esnasında ve hipnoz altında mukayeseli olarak tetkik etti. Normal uyku esnasında aşikâr bir mukavemet artması; hipnoz hafinde ise, normal uykudakine nispetle daha zayıf artmalar tespit etti.
Kan şekeri
Hipnoz esnasında telkinle, kan şekeri muhtevasının da değiştirilebileceğine dair fikir ve iddialar çeşitlidir.
MARCUS ve SCHLGREN (1925), 4 süjeyi incelediler. Bu süjeler aslında sadece su içmelerine rağmen, şekerli su içtikleri telkin edilince, kan şekeri muhtevasında yükselme gösterdiler. Buna mukabil, bir kısmı vak’alarda, süjelere şekerli su içtikleri telkin edilmesine rağmen kan şekeri miktarında bir değişiklik olmamıştır.
Aynı maksatla adrenalin zerki de tecrübe edilmiştir. Gerçek bir adrenalin zerkinin kan şekerini yükselttiği malûmdur. Süjelere saf su «njekte edildiği telkin edilerek, hipnozlu ve hipnozsuz olarak, gerçekte adrenalin zerki yapılmıştır. Hipnozsuz olanda adrenaline bağlı kan şekeri yükselmesi görülmüştür. Hipnozlu tecrübede ise, süjelerin 3’ünde yine normal reaksiyon görülmüş, yani kan şekeri yükselmiş; fakat birinde, kan şekeri ancak ufak bir artma göstermiştir, Yani hipnotik telkin, adrenalinin gerçek tesirini tahfif etmiştir,
GIGON (1926), somnambül haline getirilen 4 şeker hastasında, tel-iin ile pankreas fonksiyonlarını arttırarak, kan şekerinde düşme tevlid etti. Bu müellif aynı zamanda, süjelere adrenalin zerki yapıldığı telkininde de bulunarak bir tecrübe daha yaptı. Netice şayanı dikkat olarak, “.kan şekerinde düşme şeklinde tecelli etti. O kadar ki, bazı defalar, kan şekeri kıymetleri, hipnozdan evvelki safhadakinin yansına kadar düşmüş olarak bulunmuştur.
NIELSEN ve GEERT-JORGENSEN (1928), tad hallüsinasyonları mahiyetinde hipnotik telkinlerle veya sıkıntı (anksiyete) soku ile, kan şekeri değerinde her hangi bir değişiklik tevlidine muktedir olamadılar.
Serum Kalsiyum ve Potasyumu
GLASER (1924), üçü histeriden muzdarip 4 süje üzerinde tecrübeler yaptı. Bunlar emosyonel (heyecani) bakımdan ajitasyon gösterdikleri sırada yüksek serum kalsiyumu kıymetleri veriyorlardı. Uyanıkken veya hipnoz altında iken yapılan telkin vasıtası ile, bu kıymetler normale düştü.
KRETSCHMER ve KRÜGER (1927), 5 normal süjede, kanın kalsiyum muhtevasına, telkinle (tesir etmeye muvaffak olamadılar. Bunlardan 3’ü, anormal kalsiyum seviyesi göstermekte iken, telkinsiz alelade hipnoz altında kalsiyum kıymetleri hafif bir düşme gösterdi. Hipnotik telkin ile tevlid edilen heyecan halinde ise yeniden yükselme oldu.
SCHAZILLO ve AMBRAMOV (1928), nörotik süjelerde, kalsiyumun olduğu gibi potasyumun da hipnozla değişiklikler gösterdiğini tespit ettiler. Alelade sükûn tevlid eden hipnoz ile, K/Ca kosyanı, değişmedi. Fakat, hipnotik telkinle tevlid edilen neş’enta sempatik sinir sisteminin aktivitesini arttırdığı, buna mukabil vagusun aktivitesini azalttığı tespit edildi. Aksine olarak, üzüntü telkin edilirse, netice de bunun zıddı olmaktadır. Müelliflerin burada vardıkları sonuç, değişikliklerin küçük olduğu merkezindedir.
Kam Viskositesi
KIRSCHENBERG (1925), 10 vakada, hipnoz hali meydana getirdikten 1 saat sonra yapılan tetkikler sonucunda, kan lüzuciyetinin (vis-kosite) spontan olarak azaldığını müşahede ettiler.
Metabolizma
«GESSLER ve HANSEN (1927), metabolizma tetkikleri yaptılar. Hipnotik telkinle tevlid edilen soğuk hissine bağlı kaz derisi (yani soğuktan tüylerin diken diken olması) halinde, kuvvetli bir metabolizma artması müşahede ettiler. Düşük bir sühunette yanı gerçek bir soğukta, ise, hipnotik telkin ile tevûid edilen umumi bir sıeaklık hissi ile süjelerde hiç bir titreme ve kaz derisi halinin ortaya çıkmadığı müşahede edildi. (Halbuki sarfedilen oksijen miktarında maksimum % 3 nisbetinde artma oluyordu.)* (R E, I T T E R, s: 245-250)
REITTER’in kendi müşahedesi daha da şayanı dikkattir. Şöyle diyor: «..
Ben bizzat kendim, obesyte’si ve myxedoma’sı olan bir hastada,
–sene 1952– (bazal metabolizma 75 idi) her gün yaptığım hipnotik telkin ile, nihayet tiroid guddesindeki kan dolaşımını arttırmayı, bazal metabolizmayı 110’a yükseltmeye ve vücut ağırlığını normale indirmeye muvaffak oldum.» (R E I T T E R, s: 250)
GOLDVVYN (1930), alelade hipnoz altında 18 normal insanda, bazal metabolizmayı düşürmeye muvaffak olmuştur. Müellif, bu sırada sadece nabız ve teneffüste hafifçe bir yavaşlama olduğunu, fakat kan basıncı kan hemoglobin yüzdesi, lökosit ve eritrosit sayıları, kanda non-proteik azot, üre, şeker ve kreatinde hiç bir değişiklik olmadığını bildiriyor.
Ateş
KRAFFT-EBING ve diğer müellifler, enfeksiyöz hastalıklarda, hipnoz vasııtasile, apyrexia yani ateş düşürme tevlid edebildiklerini bildiriyorlar. Keza yine hipnotik telkin vasıtası ile bazı süjelerde normal vücut hararetinin 39,2 dereceye kadar yükseltilebildiği, yani bir hipertermi tevlid edilebildiği müşahede edilmiştir. (R E I T T E R, s: 250)
Hipnozun nörovejetatif fonksiyonlar üzerindeki müessiri-yetine dair çalışmalar devam etmektedir.
REITTER, iki asistanı SONNE ve De LINDE ile beraber, hipnozun kan dolaşımı ve teneffüs üzerindeki tesirlerini etraflıca incelemişler ve değişiklikleri grafiklerle de tespit etmişlerdir.
Ayrıca, Kopenhang Üniversitesinde TYBJAERG-HANSEN <1949) ve onlarla beraber SONNE ve GEORG, (1949) aynı konuda, evvelki müşahedeleri teyid eden travaylarını neşretmiş-lerdir. (LeCRON, I. s: 250).
Bütün bu müşahedelerin psiko-somatik hastalıkların gerek etiolojisi, gerekse tedavisi bakımından taşıdığı büyük ehemmiyet aşikârdır.
Daha 1848 de BRAID, kalb darabanına hipnoz altında tesir etmefc suretiyle tedavi ettiği palpitasyon vak’alanndan bahsediyordu. Daha sonraki ve hele son zamanlardaki araştırmalar gösteriyorki hipnozun tedavi metodu ve vasıtası olarak endi-kasyon sahası sanıldığından daha da geniştir.
Yukarıda naklettiğimiz ve bahsettiğimiz tecrübeler, emosyoniar vasıtası ile endirekt telkinler kullanmak suretiyle vejetatif fonksiyonlara tesir edilebildiğini açıkça göstermektedir.
Hipnozun fizyolojik fonksiyonlara tesiri bahsinin başlangıcında belirttiğimiz üzere, her ne kadar direkt hipnotik telkinle kalb atımı üzerinde tesir tecrübeleri şüpheli ise de, nâdir de olsa bu kabil tecrübelerin mevcudiyetini işaret etmeden geçe-miyeeeğiz.
BRAMWELL 1913-de bu kabil tecrübeleri belirtmektedir. Dr. ALCOOCK, direkt telkinle, nabzı dakikada 80’den 100’e çıkarmağa ve bunun akabinde yine direkt hipnotik telkinle 100’-den 60’a indirmeye muvaffak olmuş ve bu hususu ayrıca sfig-mograf (sphygmograph) ile de tespit etmiştir. Lloyd TUCKEY, (1921) telkinin kalbin işleyişi üzerindeki tesirini belirtirken çok dikkate değer bir vak’a zikrediyor. Dr. Haek TUKE’in kör bir şahısda, direkt telkinle değil, fakat endirekt bir telkin ve onu doğuran heyecanlarla, senkop tevlid ettiği bu hâdisede, kör süjeye, bacağında bir yara açıldığı ve oradan durmamacasma kan [kaybettiği telkin edilmiş ve bu esnada sanki kan akıyor-muş hissini vermek için ılık su akıtılmıştır. Ve senkop ölümle neticelenmiştir. (Van PELT, II. s: 268).
Hetero veya oto-süjessiyonun mucizevi tesirleri, Hint fakirlerinde ve yogilerinde daha yakından müşahede edilmiştir. Paranormal Fenomenler hakkındaki bir etüdümde bu konuya temas etmiştim. 1930’da Paris Tıp Fak. Kardioloji Kliniği Şefi Dr. Therese BROSSE’un Hindistana kadar gidip hint fakirleri üzerinde yaptığı araştırmada, pnömograf, kardiograf ve elektrolbardiograf ile yaptığı kontrollerde, yoginin vücudunun bütün fonksiyonları ile canbaz gibi oynayabildiğini ortaya koyması, psikhenin soma üzerindeki müessiriyetinin en beliğ ispat delillerini ihtiva etmektedir. «Solunum sistemi ‘bakımından bu hakimiyet, teneffüsü tamamen durdurmaya ve nefes durması (apne) fazını satlerce sürdürebilmeye kadar varıyor. Bazı yogiler, üstelik kendilerini bu apne vaziyetinde toprağa, en sıkı tıbbi kontrol şartları içinde gömdürüp, 10 saat öyle gömülü kalabiliyorlar. Yogi çizgili ve düz adelelerine keyfince kumanda edebiliyor, barsaklarını istediği an tahliye edebiliyor. EleMro-kardiografi ile de tespit edildiği üzere kalb ve kan dolaşımı ritmi, yogi tarafından tam bir itaat altına alınmıştır. Bütün uzuvların işleyişine, eahşışına, bir orkestra şefinin icracılara emretmesi gibi hükmedebildiği, bu sayede yoginin gençliğini uzatabildiği., vs. de tespit edilen hususlar arasındadır.» (DOK-SAT, II, s: 835).
Aynı hususu İngiliz hekimleri de müşahede ve tespit etmişlerdir ve yoginin otohipnoz veya otosügjessiyonla, kan dolaşımını yavaşlattığı, nabzının hissedilemiyecek bir raddeye indiği ve bu bir nev’i kış uykusu gibi letarji halinde, fakirin kendini muayyen bir zaman toprak altında gömdürerek kalabildiği ileri sürülmüştür (v a n PELT, II. s: 268).
WOLBERG de direkt telkin ile nabız sayısının arttığına dair vak’alar zikreder Fakat kardiovasküler semptomların daha ziyade emosyonlarla ilgili olduğu muhakkaktır. FULTON, emosyan esnasında şahsın hareket halinde bulunmasının kardiovasküler değişiklikler için şart olmadığını, mesela rahatça oturduğu bir koltukta bir trafik fcazasını seyreden bir adamın heyecandan kalbinin çarptığının malûm olduğunu belirtir. Psi-kosomatik tıp bakımından heyecanların önemini CANNON «.. ancak emosyonel stres husule getirildiği zaman organizmanın bütününü alâkadar eden somatik değişiklikler olur ve bu «nosyonların tesiri izale edilince somatik değişiklikler kalkabilir» diyereifc işaret etmektedir.
Hipnoz tecrübe ve tetkikleri gösteriyor ki, heyecanlar derhâl uzviyette hümoral, şimik, vejetatif.. akisleri ile, tevlid ettikleri stres ile, hastalıklara yol açabilmektedirler. Öyle ki burada artık fonksiyonel ile organik değişikliklerin etyolojik faktör olarak rolü, hudutlarını kaybetmektedir. Bunun tedavi bakımından önemini tekrar işaret etmeyi zait addediyoruz.
STİMATLAR
«Stigmate», her hangi bir hali ifşa eden alâmet manasına gelir. Mesela, dejeneresans stigmatları morfolojik natürdedirler: kulakların sui teşekkülü, dişlerin fena teşekkülü., gibi..
Orta çağdan beri tanınan histeri stigmatları ise tamamen fonksiyonel mahiyettedir: nörolojik hudutlara tekabül etmiyen anestezi sahaları, glob histerik., vs. (PIERON)
Pierre JANET, mental stigmatlar’ı da ilâve eder: amnezi, mitomani, «aprosexie», «aboulie».. (JANET, II. s: 293-396).
Hıristiyan âleminde, «stigmates des extatiques» diye meşhur olan dini cezbe stigmatları ise, fonksiyonel menşeli, fakat organik tezahürleri ile ortaya çıkan dikkate değer fenomenlerdir. Aziz François d’ASSISE (1224) de olduğu gibi, çarmıha -gerilmiş Hz. isa’mn yara yerlerine tekabül eden vücut nahiyelerinde deri erozyonlarının hasıl olması (hiyle hariç) «autosug-gestion»’a bağlı psiko-somatik bir fenomendir. (T O C Q U-E T, II. s: 136).
LHERMITTE’in (1952) «Stigmatisme» adnıı verdiği bu psiko-fizyolojik tezahürler tıp âleminin öteden beri dikkatini çekmekteydi.
XyiII. asrm sonunda bilhassa Dominiken (Dominicain)’-lerde, ekseriyetini kadınların teşkil ettiği 300 den fazla «stig-matise» yani stigmath tespit edilmişti.
tyice etüd edilen ilk vak’alardan tıp alemince tanınanı 1813 de, Anne-Catherine EMMERICH’dir, (TOCQÜET, 11. s: 135-137).
Bundan 90 sene kadar evvel (1888’den itibaren) Louis LATEAU adlı bir kız, Belçikada, her cuma günü muntazaman, böyle, Hz. İsa’nın çarmıh yaralarını taklid eden stigmatlar gösteriyordu. Hattâ ünlü patolog VlRCHOV, o zaman bu hâdiseyi ya hüe, ya da mucizedir diye şaşkınlıkla karşılamıştı. (T I S-CHNER, s: 9-15; D OKŞAT, II. s: 733).
MYERSin bir süjesi, her cuma günü, isa’nın yaralarını kendi vücudunda hasıl ediyordu. Öyle ki, ellerde ve ayaMarda, ve böğürlerdeki yaralardan gayrı, göğsünde bir kalb ve bir haç, alnında da bir haç ve sağ pmuzunda I.H.S. harfleri, dermogra-fi halinde tezahür ediyordu. (M Y E R S, Fr. The Sublimi-nal Conciousness, s: 120’den zikreden S U D R E, II. s: 343). A. deROCHAS’nm da buna benzer bir vak’ası vardır.
P. JANET, Salpetriere’de bir süjeyi 22 sene boyunca müşahede etmek fırsatını bulmuştu. Madeleine adındaki bu süje, CHARCOT’nun servisine dini hezeyanları yüzünden yatırılmıştı ve ekstaz tevlid eden krizleri esnasında, çarmıha gerilmiş İsayı taklid eder bir vaziyet alıyor; ertesi gün de elleri, ayakları ve göğsü üzerinde isanmkine benzer yaralar teşekkül ediyordu. JANET, türlü kontrollerle bu stigmatlann sun’i veya hileli olmadığını tespit etti. (JANET, Pierre, De l’angoisse â l’ex>tase. Paris, Alcan’dan naklen zikreden: S U D R E.R. II. s: 344).
Devrimizde de, Idaha yakınlarda, Therese NEUMANN adlı bir genç kızda aynı fenomenler senelerdir müşahede edilmektedir. (T O C Q U E T, II. s: 145-154).
işte, otosügjessiyonla ortaya çıkan bu tezahürler, tecrübi hipnoz çalışmaları esnasında da «hetero-suggestion» ile elde edilebiliyor. Burada hâdise hipnotik telkinin vazomotör tesirinden ileri gelmektedir.
PUYSEGUR, HARTMANN, CHARCOT, BERNHEIM, BEAUNIS, LIEGOIS, LIEBEAULT, KRAFFT-EBING, JEN-DRASSIK, RYBALKIN, DOSWALD ve KRIEBICH, KOHNS-TAMM ve PINNER, JANET, HELLER ve SCHULTZ, RODIA-POLSKY, SMIRNOFF, WETTERSTAND.. tarafından hipnotik telkinlerle elde edilen stigmatlara dair müşahedelere, son zamanlarda HADFIELD (1917), PLATANOFF (1920), GESS-LER ve HANSEN (1939), Poul THORSEN (1960) gibi araştırıcıların çalışmaları da eklenmiştir. (S E GU İN, s: 78-79; S U D R E. II. s: 3.41; THORSEN, s: 52-53).
P. JANET, 1884’te şöyle yazıyordu: «.. telkinler, somnam-büllerin sadece düşüncesi üzerinde değil, vücudu üzerinde de tesir icra eder gibi gözüküyorlar. Bütün manyetizörler ve keza bütün hekimler bir fikrin vücut üzerindeki bu tesirine dair misâller vermişlerdir. (JANET, P. L’Automatisme Psy-chologique, s: 165’den naklen S U D R E, II. s: 341).
Netekim CHARCOT, BERNHEIM ve BEAUNIS’den sonra JANET de, hipnotik telkinler sayesinde, süjelerde «brûlure» yani yanık yeri gibi kabarcıklar elde etmeye muvaffak oldu.
Leonie adlı süjesinde hipnotik telkinle, deride kuvvetli bir kırmızılıkla müterafık bir şişme; Rose adlı süjesinde gerçek: bir yanık yeri kabarcığı (bulle blanche ve croûte dle beraber) hasıl etti. Bu stigmatlar her hangi, başka bir yerde değil, sadece hipnotizörün tâyin ve telkin ettiği mahalde ortaya çıkıyor lar ve süjenin düşüncesi ile ilgili bir form göseriyorlar. Şöyle ki, JANET, muhayyel bir hardal yakısını Rose’un mide nahiyesine koyduğunda, kızartının, köşeleri kesilmiş bir dik dörtgen şeklini aldığını tespit etti. Demek ki, süjenin hardal yakısının şekli hakkımdaki evveleeden sahip olduğu hükümler, kı-I zartımn formunu ve eb’adını tâyin ediyordu. Bunun üzerine 1 JANET, yaptığı telkinlere uygun olarak 6 köşeli, yıldız veya «S» harfi şeklinde stigmatlar da elde etti.
BOURRU ve BUROT da bir süjenin koluna, kesildiğini j telkin ederek, yumuşak bir kalemle çizilen hafif bir çizgiyi mü-ij teakip kan sızdığını müşahede ettiler. (S U D R E, II. ! s: 341).
E. A. HADPIELD, hipnotize ettiği H. P. adlı bir denizciye, j koluna kızgın bir demir bastığını ve o nahiyenin yanacağını | söyler; halbuki, parmağının ucu ile şöyle bir do3qunur ve üstünü sarar. 6 saat sonra sargılar açıldığı zaman, o nahiyede hakikaten bir kızarıklık ve kabarıklık görülür. HADFTELD, «ertesi gün kabarık hayli büyümüştü ve tıpkı yanık yeri gibi su toplamıştı» diyor.
1936 da eski manyetizörlerin. yaptıklarını tekrarlıyan PLATA.NOFF, hipnotize ettiği bir kadın süjenin koluna soluk bir bronz parçası dokundurarak, kızgın demirle dağladığım telkin edip 25 dakika sonra bir kırmızılık, 3 saat sonra kırmızılığın ortasında bir beyazlık, nihayet bundan yarım saat sonra da tam bir vezikül teşekkül ettiğini görmüştür ki SCHIND-LER’in de buna benzer bir tecrübesi vardır. (D O K S A T, II. s:: 826).
Psikhenin soma üzerine müessiriyetini gösteren bu kabil fenomenlerin psiko-somatik tıp sanlayışı bakamından tecrübi önemi meydandadır. 1860 da Durand de GROS, suggestibilite’-nin vasfı mümeyyizini, yani hipnoz vasıtasile hasıl edilen bir vasatta fikirlerin vücutta iz bırakabilme kudretini işaret etmek için, ideoplâsti (ideoplastie) tabirini icat etmişti. ideoplastiyi bütün «auto» ve «hetero-suggestion» hâdiselerini kastederek «bir fikrin fizyolojik realizasyonu» diye tarif eden OCHORO-WICZ olmuştur (1884).
WXJNDERLE, MAGER ve GÖRRES’in «ruhun ideoplastik kudreti» iddialarına yol açan bu fenomenleri (DOKSAT, II. s: 826.), metapsişik araştırmalardaki parafizik müşahedelerin de ışığı altında inceleyen GELEY, kendi adı ile anılan meşhur teorisini kurdu. FOUILLfiE’nin «İdee-force», ClaudeBER-NARD’m «Idee directrice» anlayışa GELEY’de, SCHOPEN-HAUER’in «Volonte»si, HARTMANN’m «Inconscient»ı gibi ta-biate hâkim âlemşümul bir mana alır. Ona göre organik «cre-ation» 1ar, «subconscient» bir «dynamo-psyehisme» in «repre-santation» Iarmdaın ibarettirler. (S U D R E. II. s: 336 ve 344-345).
Gerçdkıten de bu fenomenler çok düşündürücüdürler; ideo-plâstinin gebelikte, annenin tahayyül, tasavvur ve arzularının çocukta şekil olarak tecellisi tarzında rol oynadığını gösteren müşahedeler vardır. Netekim bizde de halk arasında, hâmile kadınların beğendikleri kimselere ısrarla ve arzu ile bakarak, doğacak çocuklarının o kimseye benzemesini istemelerinin müessir bir usul olduğuna dair, halâ da yer yer riayet edilen bir inanç vardır. LIEBEAULT ve Du PREL, annenin arzu ve heyecanlarının yarattığı imajların, doğacak çocuğun teşekkülünde nasıl müessir olduğuna dair müşahedelerini neşretmişlerdir. Ben’lerin güzellik alâmeti sayıldığı devirlerde, hâmile anneler, eğer karabiber çalarlarsa doğacak çocuğun karabiber gibi benlerle doğacağına inanırlardı. Çocuğundaki benin böyle masum bir hırsızlıktan mütevellid olduğuna samimi olarak inanan annelere ben de rastladım.
Hipnotik veya değil, her türlü telkinin somatik ve psişik müessiriyetini BAUDOUIN, zengin müşahedelerle belirtir. Psi-ko-somatikçiler de bu fenomenler üzerinde duruyorlar.
KREUGER (1939), ampul, flikten (phlyctene) şeklindeki stigmatlann telkinle zuhurunu, organizmanın ateş ve ishal gibi bir nevi müdafaa (defense) mekanizması olarafc izaha çalışıyor. (SEGUIN, s: 79). İzah ne olursa olsun bu vakıalar, psikosomatik hastalıklar problemine ışık tutmaktadırlar.
ŞAHSİYET DEĞİŞİKLİKLERİ ve Müteaddit Şahsiyet
Hipnotik trans esnasında gerek telkinle hipnotizörün arzusuna göre, gerekse bazen spontane olarak, süjeler muhtelif şahsiyetlere bürünebilirler. Eski manyetizörler, somnambül devresindeki süjelerin, telkin edilen şu veya bu şahsiyetin kalıbına nasıl hemen giriverdiğini, ses tonu ve jestlerdeki değişikliklerle o şahsiyete uygun bir tavrı nasıl hemen takmıverdiklerini uzun uzun tasvir etmişlerdir. (J O I R E, s: 60-114; J A G O T, s: 184-203).
RICHET 1882’de, iki süjesi üzerindeki hipnoz çalışmaları •esnasında, bu fenomeni inceledi ve buna tiplerin objektifleşme-si (objectivations des types) adını verdi. RICHET, süjelerin, çevrili bulundukları imajları seyreden bir hallüsine gibi değil, bir aktör gibi hareket ettiklerini ve telkin- olunan şahsiyet tipini realize ederek objektifleştirdiklerini belirtti. Mesela süjesi Alice, ihtiyar bir kadın, küçük bir kız, köylü, aktris., vs, şahsiyetlerini kolayca benimseyip, ses, jest ve mimiklerle bu tipleri bir mahir aktris gibi canlandırıyordu.
Şayanı dikkat olan cihet, süjelerin beğenmedikleri şahsiyetlere bürünmeyi reddetmeleri ve ısrar edilince, en derin transtan bile çıkıp, kendiliğinden uyanmalarıdır.
RICHET bir tecrübesinde dindar, namuslu, ağır başlı bir aile kadınına hipnoz esnasında yapılan telkinle köylü, bar kızı, asker vs., rollerini, o şahsiyetleri tamamen yaşatarak oynatmıştır:
«.. Süjeye biraz evvel bir köylü kadını olduğunu telkin etmiştik, Kadın halâ köylü tipinin asık ve meşekkatli çehresini muhafaza ediyordu ki bu sırada ona bir bar kızı olduğunu söyledik. Çapkm bir tebessümle şöyle söylenmeye başladı:
Şu etekliğimi görüyorsunuz ya.. Bunları patron yaptırdı.. Bu patronlar da ne kadar can sıkıcı oluyorlar. Etek ne kadar can sıkıcı, etek ne kadar kısa olursa insana o kadar iyi yakışır. Hem bütün bu elbiseler de ne fazla,. Bir incir yaprağı kâfi değil mi? Sen de benim gibi düşünüyorsun değil mi canım?..» «..Kendine komutan olduğu söylendiği zaman, âmirane bir tavır aldı ve şu emirleri vermeye başladı:
– Dürbünümü veriniz... İyi, iyi.. Altıncı Zuaf alayının komutanı nerede?.. Düşmanların karşıki hendeği aştığını görüyorum. Komutan! Bir müfreze alınız, şu herifleri kovunuz... ilh.»
Hipnotizörün buradaki rolü, süjede mevcut imajları harekete getirmek ve tebarüz ettirmekten ibaret oluyor. Süje hipnotizörün emri ile uyanan imajların tesirinde yeni bir şahsiyete bürü-nerek yaşıyor. Fakat eğer süje, karakterine uygun olmııyan bir şahsiyete bürünmesi telkin edilirse buna mukavemet ediyor. (R I C H E T, L’Homme et L’Intelligence’dan naklen zikreden RUHSELMAN s: 512).
LOMBROSO’dan bir misâl:
«.. bazı süjeler karakterlerine uygun gelmiyen telkinlere karşı mukavemet ederler. Hattâ bu hal, insanların bir dereceye kadar seviyelerini de anlamağa yarar. Mesela, süjelerin arasında sinirli ve sefih bir kadın vardı ki hırsız, müfsid, kabadayı, kavgacı ve muharip olmayı büyük bir istekle kabul ederdi. Halbuki aynı kadın bir âlim, ahlâkçı, terbiyeci olması telkinini tahammül-süzlük ve isyanla karşılıyordu. Buna benzer diğer süjeler de vardır ki bunlar erkeklik ve kadınlık gibi büyük cinsiyet farklarım gözetmeden bu rolleri kabullendikleri halde, karakterlerine uymayan bazı şahsiyetleri reddederler. İşte Col ve Chiarl bu nev’i süjelerdendir.
Hipnoz haline koyduğum bu ifcd üniversiteli gence bir hırsız olduklarını söylediğim zaman, başka vakit yaptıkları gibi emirlerime itaat etmeleri lâzım gelirken, bunu yapmamak için derhâl odadan dışarı fırlar ve deli gibi koşmaya başlarlardı. Maamafih, nihayet bir tecrübede bunlardan birisi haydut olmayı nihayet kabul edebildi. Fakat ikisi de paçavracı rolünü reddediyorlardı. Hattâ eğer kabul edilmemiş bir telkinde fazlaca İsrar edersem, Chiarl derhâl uyanıyordu, (RUHSELMAN, s: 517-518).
M. M. FERRARI, HERICOURT ve RICHET, 1886 da yaptıkları tecrübelerde hipnoz altında şahsiyetleri değiştirilmiş süjelerde, bu şahsiyet değişikliğine mutabık olarak yazıların da değişmekte olduğunu tespit etmişlerdir. (K A M A Y, cilt: 1. s: 881).
Son zamanlarda yapılan araştırmalarda «Rorschach» şahsiyet testleri ile testlere tabi tutulan süjelerde, bürünülen ikinci şahsiyetle ilgili olarak testte de değişiklikler olduğu tespit edilmiştir. (ODENCRANTS, s: 410).
Bu hipnotik fenomenler bahsinin sonunda anlatacağımız ekmnezi tecrübeleri de, bir nev’i şahsiyet değişikliğidir. Hipnoz altında, süjenin mazisindeki bir ânı hal gibi yaşaması, mesela 40 yaşındaki bir kadının 10 yaşma indirilerek o yaşı yaşaması, yeni bir şahsiyete bürünmesi demektir. Zira 40 yaş ile 10 yaş, hiç de aynı şahsiyet değildir. Ekmnezi ile 10 yaşındaki haline götürülen böyle bir süje, sadece 10’uncu yaşının hatıralarım yaşamakla kalmaz, müteakip 30 senelik, hayatını da tamamen unutmuştur o anda. Binaenaleyh, 40 yaşma nazaran 10. yaşm tamamen farklı bir şahsiyetine bürünmüş olur. Dikkate değer cihet, bu tecrübelerde de «Rorschach» testleri, süjenin ekmnezi ile götürüldüğü yaşa uygun değişikliklerle tevemdir. (N O R G A. R B).
SUDRE, bu hallere «les personnalites regressives» diyor
ve şahsiyet değişikliklerinin böyle telkinle olan bütün nevilerini de toptan «Prosopopese provoque» diye isimlendiriyor. (SUDRE, I. s: 113-115).
Histeriklerde spontane olarak ortaya çıkan, SUDRE’ün «prosopopese spontane» dediği şahsiyet değişiklikleri -ki Orta Çağın cin tutmuşluk (possesion) vakaları buna misâldir- psikolog ve psikiyatrları uzun uzadıya meşgul etmiştir. Hipnoz esnasında da bazı histerik ve somnam-bülik süjelerde spontane olarak yeni bir şahsiyet, hattâ bir birini takip eden müteaddit şahsiyetler zuhur edebiliyor.
AZAM’ın Felida vak’ası, Weir MITCHELL’in Mary An REYNOLDS adlı hastası bunun tipik ve klasikleşmiş misâlleridir. Spontane vak’alara nâdir rastlanır. DUFAY’m R. L. vak’ası, BOURRU ve BUROT’nun Louis VIVET vak’ası ilk müşahedelerdendir. RIBOT, BINET, JAN,ET, MYERS, SIDIS ve GOODHART, JASTROW’un eserlerinde de böyle vak’alar zikrediliyor.
Morton PRINCE’in Miss BEAUCHAMP vak’ası ve Franklin PRINCE’in Doris FISHER vak’ası en meşhur misâllerdir.
Miss BEAUCHAMP, Bostonlu histerik bir talebeydi ve bir birinden tamamen farklı ve müstakil, sosyal adaptasyonları tam olan 4 ayrı şahsiyeti muhtelif zamanlarda ve sürelerde göstermiştir ki Morton PRINCE (1905) bu süjeyi hipnozla da ayrıca tetkik ve tedavi etmiş-tir.
Şahsiyetleri numaralıyarak kısaca vak’ayı anlatalım. B(I) hipnotize edilince B II. oluyordu. (B II, BEAUCHAMP’ın ahlâk ve âdetlerin sıkıntı verici balkısından sıyrılmış gerçek şahsiyetidir.)
Hipnoz esnasmda B II. de spontane olarak B. III. haline istihale ediyor, isminin Sally olduğunu söylüyordu.
Bir sene sonra da B. IV. ortaya çıktı.
B. I.; BII., ve B. Ill.’ün mevcudiyetinden habersizdi; fakat, B III. hem B II. yi, hem de B I.’i tanıyor ve hatırlıyordu.
Dikkate değer husus, B. III; B. IV.’ün bütün yaptıklarını biliyor, fakat düşündüklerini bilmiyordu.
Nihayet bir gün M. PRINCE, tabii uykuda B I. ve B. IV’-ün aynı şahıs haline geldiklerini keşfedince, hipnoz vasıtası ile bu şahsiyetleri birleştirerek tek bir şahıs haline getirmeye muvaffak oldu. Böylece Sally kayboldu.
M. PRINCE’in 500 sayfalık! kitabı bu vak’anın traji-komik safahatını uzun uzun hikâye etmektedir. (S U D R E, İLS: 110). (Morton PRINCE’in kitabı; The Dissociation of a Personnality, Turner, Boston. 1905).
«Dr. JEKYLL ve Mr. HYDE» adlı roman –ki filme de alınmıştır– böyle bir temayı işlemektedir; bu konuda 1816 da ve Mae NISH tarafından 1891’de -müşahedeler yayınlanmıştı ve romanı R. STEVENSON 1886’da yazmıştır. (ALLEN,Ç. s: 56-73).
Gerek spontane olarak gerekse hipnozla zuhur eden bu kabil şahsiyet değişiklikleri bir nev’i somnambülizmdir. BRAID’e göre «somnambulisme provoque» ile «somnambulisme naturel» tezahürleri bir birinin aynıdır. Spontane veya hipnoz sonucu, yeni bir şahsiyetin ortaya çıktığı halleri bir dissosiyasyon telâkki eden P. JANET, önceleri (1889) bu iki hali bir birine benzetmekte tereddüt etmişti. BINET, tabii somnambülizmin iç sebeplerden (causes internes), sun’i somnambülizmin ise bir dış sebepten (cause externe) mütevellit bir şuur bölünmesi olduğunu ileri sürüyordu. Fakat organik stigmatlar ve ideoplasti hâdiselerinin ışığı altında mevzuu yeniden inceleyen JANET, 1922 de aradaki farikan pek az olduğunu kabul etti. (S U D l E, II. s: 115).
İspiritizma celselerinde otomatik yazılar yazan medyom-larda da bir şuur bölünmesi halinin bahis mevzuu olduğu JANET tarafından ileri sürülmüştür. Medyumların transınm, bir otohipnozdan ileri geldiği, ruhlardan alındığı iddia edilen otomatik yazıyla yazılan mesajların, böylece ortaya çıkan bir şuur bölünmesinin sonucu olduğu birçok araştırıcıların müştereki kanaatidir (ODENÇRANTS). Hatta bu otomatik yazıların bir psikanaliz vasıtası telâkki edilerek tedavide kullanüma-oına taraftar olanlar da vardır (M Ü H L).
Ben de şahsen, pek çok ispiritizma celsesinde hayli med-yomu inceledim ve otomatik yazıları tetkik ettim. Medyumun temasta ve irtibatta bulunduğuna inandığı «ruh» a göre yazı “karakterinin değiştiğini müşahede ettim. İfade de değişiyordu. IBurada bahis «hipnotik trans» ile «ispiritik veya medianimik trans» arasındaki münasebete ve hipnozla paranormal fenomenlerin ilgi derecesine intikal etmiş oluyor. Falfcat ayrı bir araştırma sahası teşkil eden parapsikolojiye burada girmiye-ceğiz. Bunu bir etüdümüzde etraflıca ele almıştık (DOK-SAT, II.)
Hipnoz teorileri bahsinde kısaca bu konuya temas edeceğiz.
HİPERMNEZİ ve MAZİDE YAŞAMAK (EKMİNEZt)
Kasden hipnotik fenomenlerin sonuna bıraktığımız bu bahis, hipnozun hafıza üzerindeki tesirinin amnezi’den başka bir cephesini teşkil ediyor. -
Hipnotik trans esnasında hafızanın tabii hale nazaran çok kuvvetlenebildiği ve normal zamanlarda kolayca hatırlanmasına imkân olmıyan, maziye ait bir yığın teferruatın tafsilâtile hatırlanabildiği hemen bütün araştırıcılar tarafından müşahede edilmiştir. Şuuraltına veya gayrışuura itilmiş refulmanlarm kolaylıkla ortaya çıkarılmasına imkân vermesi bakımından, psikanaliz tekniği için pek mühim olan bu keyfiyet, zaten hip-hoanalizin psikoanalize üstün tarafını teşkil ediyor. Fakat daha da calibi dikkat olan cihet, bu hatırlamaların zaman düzeni içinde kronolojik bir sıra ile kabil olmasıdır.
Ekmnezi (Ecmnesie) adı verilen bu kronolojik hatırlama fenomenini ilk olaralk keşfeden ve terimi de icat eden Dr. PIT-RES’dir.
PITRES’in süjesi 17 yaşında bir kızdı. Hipnoz esnasında 12 sene geriye götürülüp, 5 yaşında bir çocuk halini alınca, fransızcayı tamamen unutup, Gaskon dili ile konuşuyor, 5 yaşma ait hadiseleri o dille bertafsil anlatıyor; o esnada kendisine fransızea hitab edilirse cevap bile vermiyor; fakat, Gaskon dili ile sualleri cevaplandırıyor. Keza o esnada 5 yaşından sonraki hayatına dair sorulara da cevap vermiyor. Zira bunlar kendisince o anda, istikbale ait henüz yaşanmamış (!) meçhul şeylerdir. (PITRES, l’Hysterie et l’Hypnotisme. 1884’den zikreden BERNHEIM, I. s: 125; R UH S E LM A N, s:539)
Gerçekten de ekmnezi esnasında süje, telkinle götürüldüğü mazisini hal gibi yaşamakta, hal de onun için o anda istikbal olmaktadır. Bu hal lâalettayin bir hatırlama vetiresinden farklı olduğu için, Amerikan müelliflerince «revivification» adı verilmektedir. (LeC R O N, L. s: 153, W A T K I N S, J.G.)
Şahsiyet değişiklikleri bahsinde ekmnezinin bir şahsiyet değişikliği demek olduğunu işaret etmiştik. Anglo-Sakson müelliflerinin «Age regression under hypnosis» de dedikleri hipnoz altında yaşın geri götürülebilmesi, yani ekmnezi tecrübelerini şahsen de yaptım ve bazı süjelerde yakından inceledim. Süjeler, hafıza sanki sadece seneleri, ayları ve günleri kaydeden bir takvim değil, an’ları da sadakatle zapteden bir filim şeridi imiş gibi, zaman boyunca geriye doğru götürüldüklerinde, her ânı hal imiş gibi teferruatla (hatırlamak değil sadece, yaşıyarak) anlatıyorlar. Mektepte, dershanede bakmakta olduğu kitabın satırlarına varıncaya kadar, sanki sayfayı o anda tekrar karşısında görüyormuş gibi okuyan süjelere rastladım.
Ekmnezi, derin transda somnambül safhasına giren süjelerde başarılı olmaktadır. Ancak böyle derin bir transdadır ki maziye götürülüş, tam bir şahsiyet değişikliği ile «revivification» tarzında vuku buluyor. (W OLBER G, s: 107; BUR-G E S S, s: 337)
Teknik basittir: Derin transdaki süjeye, «sizi bir saat gençleştiriyorum! Neredesiniz ve ne yapıyorsunuz?,» diye telkinde bulunulur ve tedricen ay, sene ve senelerce geriye götürülerek intihalarının nakli istenir. Hale dönüş de aynı dikkatle, sırayı takip ederek yapılır. Ekmnezi tecrübelerinde şayanı dikkat olan husus, süjelerin uyku devrelerine dair bir şey söy-liyememeleridir. Buna karşılık, bir tabii uyurgezer, somnambü-lizm krizine dair tam bir amnezi içinde olmasına rağmen, sonradan hipnotize edilince, uyur-gezer halindeyken uykuda yaptıklarını hatırlar. Aynı şekilde, bir hipnoz seansı hakkında post-hipnotik tam bir amnezi içinde olan süje, bilâhare hipnotize edilince, ekmnezi ile, evvelki hipnoz seansında olup bitenleri mükemmelen hatırlar,
Şüphesiz ki, ekminezi esnasında götürüldüğü yaş ve âna ait hatıralarını yeniden yaşıyarak nakleden süjenin ifadelerin-deki sıhhat ve isabet derecesini kontrol etmek gerekir. Bu mafcsatla, mazi boyunca geriye doğru götürülen süjeye, çeşitli tarihlere ait umumi hâdiseler de sorulur ve isabet derecesi kontrol edilir. Bu hususu da kıymetlendirmek için süjelere uyanıkken, yani normal zamanda birçok hâdiseler sorularak normal hatırlama dereceleri ve kabiliyetlerile mukayese edilir., R.M. TRUE, 50 süje üzerinde seri araştırmalar yapmıştır. (1949) (süjeler, 40 erkek ve 10 kadındı. 20–24 yaşlarında idiler). Sene be sene geriye gidilerek yapılan ekminezi tecrübelerinde, bazı belli günlerin, yani tarihleri belli, günlerinin ne olduğu kolayca tespit edilebilecek olan günlerin ne olduğu süjelere sorulduğunda cevap yüzdelerinin doğrululkı ve isabet derecesi bilâhare kontrol edilince, isabetin ve doğruluğun % 82,3 olduğu tespit edildi. Geriye kalan % 17,7 cevabın da yansına yakını yine büyük isabet gösteriyordu.
Süjeleri sırayla 10, 7 ve 4 yaşlarına ait doğum günlerine, ayrıca yılbaşı günlerine ekmnezi ile götürünce cevaplardaki isabet yüzdesi şöyle olmuştur: 10 yaşa ait cevapların % 93’ü; 7 yaşa ait cevapların % 82’si ve 4 yaşa ait olanların da % 69’u doğru çıkmıştır. Bu cevaplardan 4. yaşa ait olanların isabet yüzdesi çok manidar ve kıymetlidir. Zira malûmdur ki, o yaşta çocuklar günleri henüz tam manası ile belliyemezler. Bu süjeler üzerinde hipnozdan evvel yapılan hafıza kontrol testlerinde en yakın son hadiselerin bile günlerini doğru olarak hatırlıya-madıkları görülmüştür. (L e C R O N, I. s: 163.)
SARBIN, 20 yaşında bir kız süjeyi 6 yaşına kadar indirmiş ve süjenin eline tebeşir verip yazı yazmasını istemiştir. O zaman süje tebeşiri sol eline alıp sol elle yazmaya başlamıştır. Süje daha büyük yaşlara götürülünce artık sol elle yazmadlğım söyliyerek tebeşiri sağ eline alıp sağ elle yazmıştır. Yazı karakteri ve yazma kabiliyeti, yazı yazabilme derecesi de götürüldüğü yaşa uygun olarak ortaya çıkan süjenin gerçekten de 6 yaşına kadar solak olduğu ve ancak 2 nci sınıftan itibaren sağ elini kullanmaya başladığı bilâhare de tespit edilmiştir. (LeCRON, I. s: 156)
Hipnotik ekmnezide, 5–6 yaşından evvelki hatıraların uyanması umumiyetle güç olmaktadır. Fakat bu kabil tecrübelerin başarılıları az değildir.
WOLBERG dahil birçok devrimiz otoriteleri, bazı süjelerin neonatal (yeni doğmuş) periyoda kadar geriye götürülebileceğine kanidirler.
Böyle bir tecrübede WOLBERG, bir süjeyi yeni doğmuş bebeklik çağma kadar geri götürüyor. Süje konuşmayı unutuyor, emme ve «grosping» yani yakalama hareketleri yapıyor. Her şeyi ağzına götürüyor. Bilâhare süjeyi uyandırırken bu safhayı hatırlamasını telkin ediyor ve uyandıktan sonra süjenin intibaı, süje tarafından şu şekilde ifade ediliyor:
«..Çok küçüktüm, hiç bir şey anlamıyordum. Benim, için her şey yeni idi. Etraftaki bazı eşyaları yakalamaya çalışıyordum. Bana bir şey öğretmek isteyen bir şahıs vardı: Annem! Beni tuttu, kucağına aldı ve annemi gördüm. Duvarda muhtelif eşyaların bulunduğunu farkettim.» (W O L B E R G) ve (L e C R O N, I. s: 168.)
Bu kabil tecrübelerin alelade bir hatırlama mı, yoksa sahiden o ânı yaşama ve q şahsiyete bürünme mi olduğu hususunda müellifler hemfikir değillerdir.
Şahsiyet ve Zekâ Testlerinin tatbiki:
Acaba ekmnezide canlanan hatıralar basit bir hipermnezi tezahürü müdür, yoksa süje götürüldüğü maziyi hal gibi gerçekten yaşamakta mıdırlar? Bu konudaki araştırmalar, süjelere şahsiyet testleri tatbiki ile aydınlığa kavuşmuştur. Bu konudaki halen de devam eden ve teyid edilen türlü çalışmaların neticelerinden bir misil arzedeceğiz.
Ekmnezi yaptırılan süjelere mesela «Rorschach» şahsiyet testleri tatbik edilmiştir. Süjeye bir takım simetrik mürekkep lekelerini göstererek alman cevapların ikiymetlendirilmesinden ibaret olan bu test, halen bütün dünya akliye kliniklerinde, gerek hastalıkları teşhise, gerekse şifayı tayine yardımcı olarak geniş çapta tatbik edilmektedir. Malûmdur ki bu teste verilen cevaplar bir taraftan süjenin şahsiyet yapısına tabi olduğu gibi, bunun tabii bir neticesi olarak yaşa da bağlıdır. Kâhil hale gelene kadar şahsiyet gelişmesi ile beraber, test cevapları da yaşa uygun değişiklikler gösterir.
NORGARB’ın (1952) teferruat ile anlattığı bu tecrübelerin neticesini kaydetmekle iktifa edeceğiz. 20 süje üzerinde ekmnezi tecrübeleri yapılmış ve süjeler sıra ile 17, 14, 11, 8 ve 5 yaşlarına kadar indirilerek her ekmnezi yaşı esnasında «Rorschach»- testleri tatbik edilmiştir. Cevaplar hep o yaşa uygun olarak farklı tecelli etmiştir. (N O R G A R B, s: 177-213) Bu tecrübelerin sonuçlarının önemi aşikârdır. Şahsın psikojenetik inkişafını; eğer hasta ise, şahsiyet bozukluğunun hangi yaşta başladığını ortaya çıkarma ve sıhhatle tayin imkânını veren ekmnezinin, hipnotizabl hastaların tedavisi için olduğu kadar psikopatoloji için de izah ve araştırma kolaylıkları getirdiği şüphesizdir. Kısacası klinik bakımdan da, psikoterapi bakımından da şu hususların araştırılabilme fırsatı ilgi çekicidir:
Egonun müdafaa mekanizmaları nedir? Ve buna ait periyodlar?
Libidinal refulmanlar.ne zaman başlamıştır?
Görülüyor ki psikanalizi kısaltan ve serbest tedai metodunun mahzurlarını, daha doğru bir ifade ile kifayetsizliğini telâfi eden hipnoanaliz’in faikiyeti ortaya çıkmaktadır.
Acaba ekmnezideki tezahürler yalnızca psişik plânda mı kalıyor, yoksa fizyolojik değişiklikler de oluyor mu? Eğer oluyorsa bu fenomenler, insan muammasının aydınlatılması bakımından çok faydalı olacaktır.
Malûmdur ~ki, süjenin çocukluk ve bebeklik çağma gerçekten gidip gitmediğini, şimdiye kadar arzettiğimiz çeşitli davranışlardan daha sıhhatle tespitimize yanyan bir kriter var elimizde. Bu kriter de taban derisi veya diğer adı ile «Babinski» refleksidir. Normal bir kâhilin taban derisi dış tarafından, aşağıdan yukarı doğru bir iğne ile çizilirse, baş parmak ayak sırtına değil de ayak tabanına doğru bükülür (fleksiyon), o zaman «Babinski menfi» deriz. Bazı hastalık halleri (piramidal bozukluklar) dışında, bu refleks hep menfidir. Müspet olduğu zaman bir hastalığa hükmedilir. Hattâ lakayt cevap bile mana taşır. Ancak nadiren pek derin uyku hallerinde zaman zaman, ve üç yaşın sonuna kadar bu refleks normalde de umumiyetle müspet alınır ve ayak baş parmağı ayak sırtına doğru bükülür (ekstansiyon veya dorsofleksiyon).
Acaba 6 aylık hale indirilen bir süjede bu refleks ne cevap “verecektir? GORTON’un «The physiology of hypnosis» (hipnozun fizyolojisi) hakkındaki neşriyatında bu kabil tecrübeler bol bol zikrediliyor. GIDRO-FRANCK ve BOWERSBUCH’un böyle testlerle araştırmaları pek meşhurdur. Bu müellifler (1948), eski araştırıcıları teyiden, 3 kâhil süjede Babinski refleksinin, hipnoz esnasında süjeler neo-natal duruma götürülün-ce müspet olduğunu müşahede etmişlerdir. Bu tecrübede süjeler ay be ay, kademeli olarak ekmnezi ile geriye götürülmüşler ve 6., nihayet 5. aylık bebek haline inince Babinski müspet olmuştur. Burada dikkate değer olan cihet, süjelerin bu reflekse dair hiç bir şey bilmemeleri, binaenaleyh bir simülasyo-nun (temaruzun) da mevzuubahis olamayacağıdır. Babinskinin müspet oluşu hipnotik uykunun derinliğine de atfedilemez, zira normal uykuda patella (diz kapağı) refleksi kaybolduğu halde, hipnotik uykuda baki taalır; sonra niye Babinski refleksi- derin hipnotik transda müspet olmuyor da, ille de ille süjenin ekmnezi ile 6 aylık bebek durumuna getirilmesi ile ortaya: çıkıyor. Kaldı ki, tek başına Babinski refleksinin müspet oluşu bahis konusu değildir, onun yanı sıra o çağa has diğer davranışlar da tezahür ediyor. Bebeklik çağma mahsus emme ve yakalama refleksleri de bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Hattâ ağzı bir dolma kalemle çizilen (6 aylığa indirilmiş) süje derhâl emme hareketlerine başlıyor. (LeCRON, I. s: 162).
Bu fenomeni hipnotik transda sinir kronaksisinde değişiklikler olması ile izah da kabildir. Ama, bunun kontrollü ve muayyen çağa gelmesi dışında hiç bir hususi telkin yapılmadan ortaya çıkmasının yanı sıra, zaten Babinski refleksinin müspet veya menfi oluşunun kronaksi nazariyesi ile izahında müşkülât çe’Mldiğini de unutmamak lâzımdır.
Kaldı ki, gerçek bir «revivification» yani maziyi tekrar yaşamak bahis konusu olduğunu gösteren başka müşahedeler de var. Zaten çeşitli müelliflerin bu mevzu üzerinde çalışırken gayretleri, ekmnezinin sadece psikolojik mi yoksa psikofizyo-lojik bir hâdise mi olduğunu açıkça ortaya koyma, ve süjelerin gerçekten, efomnezi ile geriye götürüldükleri yaşı hal gibi yaşayıp yaşamadıklarını vuzuhla anlama gayesine matuftur. Bu maksatla bir taraftan psikolojik, diğer taraftan fizyolojik testler kullanmışlardır; Bunlardan bir fikir vermek maksadı ile en dikkate değer olan bazılarını zikredeceğiz.
J. G. WATKINS ve B. J. SHOWALTER (1952) şöyle bir tecrübe yapmışlardır: Bir kadın süjeyi derin hipnotik transa sokuyorlar ve derin bir somnambülizm devresi husule getiriyorlar. Öyle toi süjede tam bir anestezi hasıl oluyor ve negatif hallüsinasyonlar tevlid edilebiliyor ve ayrıca tam bir post-hip-notik amnezi de teessüs ediyor.
Yüksek mektep talebesi olan süje 15, 11, 8 ve 6.yaşlarına ekmnezi (age regression) ile indiriliyor, Her bir yaş seviyesinde süjeye bir seri zekâ testi tatbik ediliyor. Sessiz okuma ve okuduklarını cevaplandırma esasına müstenid olarak yapılan bu tecrübede süje «battery» ile meşgulken göz hareketleri de of talmograf üzerinde fotoğrafla bir taraftan da tespit edilmektedir. Testlerden ahnan neticeler ve of talmograf ik kayıtlara istinaden tespit edilen göz harefeetleri mukayeseli olsun diye şu tarzda incleniyor. Göz hareketleri 1 – Trans halinde (ekminezi yani regresyon yapılmaksızın);%– Normal halde yani süje hipnozda değilken; 3 – Ekmnezi (age regresion) ile, ayrı ayrı fotoğrafla tespit ediliyor.
Normal halde ve ekmnezi yapılan transda; göz hareketleri, süjenin gerçek yaşma uygun bir şekilde olduğu gibi, ekmnezi ile götürüldüğü yaşın icaplarına göre tecelli ediyor ve alelade transda fark göstermiyor. Göz hareketleri ile yaşa uygun test cevaplarının mutabakatı şayanı dikkattir. (LeCRON,. I. s: 159-160).
D. B. KLEIN, kelime tedaisi testi ve kelime listeleri tertip etmiştir: radyo, Pearl Harbor.. gibi. Fakat bu kelimeleri ancak-10 yaşında ve ondan yukarı yaşlardakilerin anlıyabileceği şekilde tertip ediyor ve seçiyor. Aynı şekilde bir de sual listesi’ hazırlıyor. Sonra mesela 35 yaşında bir erkek süje alıyor ve onu 10 yaşma indiriyor. Süje testin maksadından bihaberdir. Bu-testler tatbik edilince cevaplar veriyor; lâkin 10 yaşından aşağı daha küçük yaşlara indirilince kelimeleri anlıyamıyor ve cevaplar yaşının (ekmnezi iie götürüldüğü yaşın) seviyesine uygun bir şekilde veriliyor.
ERICKSON, 30 yaşındaki bir süjeyi -ki tecrübe esnasında süje iskemlede oturmaktadır- 1 yaşına indiriyor. O zaman süjede bir korku hali husule geliyor. Kol ve bacaklarını oynatamıyor ve biraz sonra da iskemle ile birlikte arkaya doğru düşüyor. Bunun yanı sıra süje idrarını da koyveriyor, hattâ pantolonu da kirleniyor, ki böyle bir davranış revivification’un delilidir. ( L e C R O N, I. s: 157-158)..
Süjelere «Binet-Simon» zekâ testleri ve «Rorschach» şahsiyet testleri tatbik eden araştırıcılar çoktur.
HAKEBUSH, BLINKOWSKI ve FOUNDİLLERE (1930) muhtelif seviyelere ait zekâ testlerinin o yaşa uygun netice yerdiğini bildiriyorlar.’
FLATANOFF (1933), süjeleri 10, 6, 4. yaşlarına kadar indiriyor ve bu hallerde’ «Binet-Simon» zekâ testleri tatbik ederek yaşa uygun cevaplar alıyor.
BERGMAN, GRAHAM ve LEAVITT, (1947), daha evvelce ; SARBIN tarafından (1939) yapılan tecrübeleri teyiden süjelere İ! «Rorschach» testi tatbik ediyorlar ve ekmnezideki yaşa uygun neticeler alıyorlar. (LeCEON, I. s: 158).
Şimdi nakledeceğimiz tecrübeler daha da önemlidir. Vizyon Değişiklikleri:
<<TrOBERTS ve D. BLACK (1951)~Morningside>>
Kolejde, süje olarak BLACK’in karısını kullanarak bir ekminezi tecrübesi yapmışlardır. Bu kadıncağız, 12 yaşından beri: görme alanındaki bir defekt’den ötürü gözlük kullanan bir astigmat-miyop’tur. (sağ göz: -3.50, -0.50 cyl. sol göz: -2.00,-1.00 cyl).
Süje hipnotize ediliyor ve küçük yaşlara doğru götürülüyor. O zaman süje gözlükle rahatsız olduğunu, hiç göremediğini ifade ediyor, gözlüğü çıkarılınca vizyonu düzeliyor, rahat görüyor. Süje küçük yaşlara doğru götürüldükçe gözlüksüz görmesi daha da düzeliyor ve 7 yaşına inince, görme tamamen normal bir hal alıyor. Müellifler normal halde, transda, ekmi-nezi ile gözlüklü ve gözlüksüz vizyon muayenelerinin sonuçlarını cetvel halinde vermektedirler. Burada derce lüzum görmüyoruz.
Bu tecrübeden iki tatminkâr netice çıkıyor;
1) 7 yaşına kadar yapılan hipnotik regresyonda; gerek uzak, gerekse yakın vizyonda ölçü ile de gösterilebilen bir salâh zuhur etmiştir. 2) Kuvvetli yani derecesi yüksek gözlük camları kullanan süje, uyanıkken gözlükle vizyonunun mükemmel olduğunu söylemekle beraber, hipnozla tevlid edilen regresyonda (yani küçük yaşa geri götürülmede) gözlüğün iyi görmesine mâni olduğunu ve hattâ gözlüğün huzursuzluk, baş ağrısı yaptığını söylüyor. Tıplkı gözü sağlam bir insanın dereceli gözlük takınca hissettiği gibi.. Başka, bir husus da mühimdir. Süje, ekmnezi yapılmaksızın, sadece hipnoz ile, hiç bir fark göstermiyor ve vizyonu gözlükle tashihe daima muhtaçtır. Halbuki ekmnezi ile geri yaşlara götürüldükçe gözlüğe ihtiyacı kalmıyor.
Testler esnasında süjeye iyi görmesi için hiç bir hususi telkin yapılmadığı gibi üstelik, hiç bir görme gayreti sarfet-memesi, ve sadece intibalarıni söylemesi tenbih edilmiştir.
( LeC R O N, I. s: 160-161).
Ekmnezi ile vizyonun değiştiğine dair müşahedelere bir diğer misâl de FORD ve YEAGER’in (1948) bir vak’asıdır:
Süje 1943 Ocak ayında bir beyin ameliyatı geçirmiştir. III. ventrilkıül tabanından bir kolloid kist çıkarılmıştır ve bu ameliyattan önce süjenin sağ gözünün sol yarısı görmüyormuş yani bir «homonim hemianopsi»’si varmış. Ameliyattan sonra sağ gözün görme alanındaki bu defekt zail olmuş ve hastanın vizyonu düzelmiş, normal hale gelmiş.
işte bu süje üzerinde müellifler 1947’de bir hipnotik ekmnezi tecrübesi yapıyorlar. Süje 1943 Ocağından evvele götürülüyor. Yani ameliyattan önceki devreye indiriliyor. O zaman süjede sağ «homonim hemianopsi» zuhur ediyor ve süje, hale getirilince, yani ameliyattan sonraki devreye girince görmesi düzeliyor. (FORD, L. F., and YEAGER, C. L., «Chan-ges in The Electroencephalogram in subjects under Hypnosis» Dis Nerv. System, 9: 190, 1948 den zikreden L e C R O N, I. s: 161-162):
P. JANET’nin eski bir tecrübesi, bu son araştırmaların ışığı altında Önem kazanmaktadır: JANET’nin sol gözü kör olan bir süjesi vardır. Süje, bu arızanın anadan doğma olduğunu iddia etmektedir. JANET, süjeyi hipnotize ettikten sonra, eknmezi ile 7 yaşma götürüyor, süjenin sol gözü hâlâ kördür. Fakat bir sene daha gençleştirilince, yani 6 yaşma indirilince, süjenin -körlüğü kayboluyor ve her iki gözü ile de görmeye başlıyor. Demek ki, süje sol gözünün görme kabiliyetini 6 yaşında iken ■kaybetmiştir. (JANET; P. L’automatisme Psychologique’ten nakle zikreden RUHSELMAN, s: 541).
Bütün bu tecrübelerden çıkan fevkalâde enteresan neticeler üzerine, teoriler faslında, «Hipnoz ve duyular dışı idrak» bahsinde eğileceğiz.
Şartlı refleksler:
Şartlı reflekslerle yapılan ekmnezi kontrolü araştırmaları •da vardır ve burada» çıkan neticeler nörofizyoloji bakımından pek enteresandır.
SCOTT (1930), bazı süjelerde şartlı refleksler hasıl etmiş, ;yani süjeleri her hangi bir tenbihe karşı şartlamıştır. Sonra hipnoz altındaki süjelerde bu şartlanmanın batoi kalıp kalmadığını incelemiştir. 2 erkek ve 2 kadın süje üzerindeki, kadınlardan ve erkeklerden biri kontrol süjeleri olmak üzere yapılan tecrübelerde hipnotik transın şartlı refleksi bozmadığını müşahede ediyor. Ekmnezi yapılmaksızın derin veya orta transın şartlı refleksi bozamadığım göstermesi bakımından bu tecrübe kıymetlidir ve diğer tecrübelerin yani ekmnezi ile yapılanların önemine kriter olmaktadır.
Yine SCOTT, bir erkek ve bir kadın süje üzerinde şu tecrübeyi yapıyor: (Erkek süje bir işçidir ve kadm da onun karışıdır) Süjeler vızıltı sesine karşı şöylece şartlandırılıyorlar. Elektrik cereyanı verilen bir âleti tutarken -ki bu ceryan süjelerin ellerini çekmelerine sebep olacak (kadar rahatsız edicidir- tam cereyan verildiği an bir vızıltı sesi ile süjeleri şartlıyor. Öyleki süjeler, âleti tutarken gerçekte cereyan verilmese de vızıltı sesini işitir işitmez ellerini çekiyorlar. Böyle bir şartlı refleksin süjelerde hipnoz esnasında da baki kaldığı müşa’nede ediliyor. Fakat süjeler hipnotik ekminezi ile 10 yaşına indirilince, vızıltı sesine karşı şartlı refleks kayboluyor. Eğer süjeler şartlanmanın vaki olduğu zamana getirilirlerse refleks avdet ediyor.
SCOTT süjelere, normal yaşa döndükleri zaman, olup bitenleri hatırlamalarını isteyerek durumu soruyor. Kadın süje, vızıltıyı duyduğunu ifade ediyor, fakat bu vızıltının kendisi için o anda hiç bir mana taşımadığını belirtiyor. Erkek ise, keza vızıltı sesini duyduğunu, lâkin bu vızıltının kendisi için bir şey ifade ettiği intibaı içinde olmasına rağmen onun neye delâlet ettiğini bir türlü çıkaramadığını söylüyor.
Gene SCOTT, kornea refleksinin vızıltı sesi ile şartlıyor. ■ İki süje üzerinde yapılan bu tecrübede süjeler, korneaya pamuk değdirir değdirmez gözlerini kapadıkları gibi bu refleksi vızıltı ile de gösterir hale getiriliyorlar.
Süjelerden biri biraz sonra 3. cü vak’a olarak anlatacağımız Mrs. S. dir. Diğeri de bir erkektir ve 1. ci vak’a olarak anlatılacaktır.
Mrs. S. ve diğer erkek süje bir kaç seans ile kolaylıkla derin bir somnambülistik transa girer duruma getirilmişlerdir.
Mrs. S. 42 yaşında bir kadındır. 10 sene geriye yani 32 Taşma (ekmnezi ile hipnotik derin transda) götürülünce, vızıl-ti tenbihi üç defa arka arkaya yapıldığı halde hiç bir cevap vermemiştir. Yani vızıltıyı işitirken gerek uyanık halde, gerekse transda gözlerini kapatarak bu tenbihe refleks cevap veren süje, 10 yaş geriye gidince bu şartlı refleksin izale edilmiş olduğu müşahede ediliyor.
Erkek süje ki 45 yaşındadır, derin transa sokuluyor ve hususi bir telkinde bulunulmaksızın, istediği bir yaşa gitmesi sü-jeye söyleniyor. Süje bir lâhza sonra 23 yaşında olduğunu, oikı-yanusta bir gemide bulunduğunu ifade ile dalgaları ve gemiyi -çok canlı hallüsinasyonlar içinde- gördüğünü belirtiyor. O esnada vızıltı sesi tenbihi yapılıyor ve süje bu tenbihe cevap ver-rmiyor, gözlerini kapamıyor.
Transdan sonra uyanık durumdaki süjelerle, transda bu halleri unutmamaları ve hatırlamaları telkin edildiğinden, hâdise tartışılıyor. Süjelerin her ikisi de vızıltıyı duyduklarını, fakat o anda bu vızıltıların kendileri için bir şey ifade etmediklerini belirtiyorlar. Ve bittabii kontroller, şartlanmanın uyanıkken ve alelade transda baki kaldığını gösteriyor.
Ekmnezinin şartlanmayı bozacak! kadar tesirli olabileceğini gösteren bu kabil müşahedeler, 6 aylık hale götürülen sü-jelerde Babinski refleksinin müspet oluşu vakıası ile de beraber mütalea edilirse, sinir sistemi fizyolojisi bakımından, hele refleksolojinin şuur izahı spekülâsyonlarının değer derecesinin azlığını işaret etmek bakımından pek ehemmiyetlidir kanaatindeyiz. (Bu arada, KALINOWSKI ve ROCHE’un «Schock Treatments and other Somatic Procedures in Psychiatry, NeW York, 1946» adlı eserlerinde zikrettikleri bir müşahedeyi tedai ettim. Bu müellifler aynı şartlı refleks tecrübelerini elektroşok yapılan kimselerde de incelemişler ve şoktan sonraki kon-füzyon, yahut başka bir deyimle «etat-crepusculaire» şuur alacakaranlığı halinde şartlı refleksin zail olduğunu, yani şahsın şartlandırıldığı tenbihe hiç bir cevap vermediğini, bu hal geçince refleksin avdet ettiğini müşahede etmişlerdir. Hipnotik transı bir «etat crepusculaire» hali telâkki eden görüşlerin, kaza elektroşokun tesirini hipnoza benzeten iddiaların isabetsizliğini göstermek bakımından bu durum pek şayanı dikkattir. Ekmnezi yapılmaksızın en derin hipnotik transda dahi şartlı refleksler bozulmadığı halde elektroşoktan sonraki alaca fea-ranlık halinde zail olması ve bilâhare avdeti, hipnotik transla bu «etat crepusculaire» halinin aynı olmadığını ispata yetiyor kanaatindeyim).
Hipnotik ekmnezi ile şartlı refleksin işlemez oluşunu, yani süjenin biraz evvel tafsilâtına zikrettiğim tecrübelerde olduğu gibi muvakkaten ve hususi bir şekilde zail olmasını SCOTT, şartlı refleksin çalışmasına mâni olan selektif (seçici) bir anestezinin husule gelmesi ile izaha çalışmaMadır. (SCOTT, H. D. «Hypnosis and the Conditioned reflex:» E. Gen. Psychol., 4: 113, 1930.; den zikreden Le CRON, I. s: 165).
Gebelik belirtileri
P. JANET’nin süjesi Rose ile yaptığı bir ekmnezi tecrübesi, psikolojik fenomenlere fizyolojik fenomenlerin de refakat ettiğini göstermesi bakımından tipiktir:
Rose’u trans haline koyduktan sonra, iki sene evveline götürüyor. Fakat bu sırada’hiç aklnıa gelmiyen bir hâdise ile karşılaşıyor. Rose, ıztırap çekmeye başlıyor, JANET’nin sorgusuna cevap vermek istemiyor, utanıyor., ve nihayet hal ve tavrıyla gebe olduğunu anlatıyor. Bu esnada karnının da şişti-ği görülüyor. Bilâhare, tahkikat, gerçekten de süjenin o tarihte gebe olduğunu gösteriyor (JANET, P. L’automatisme psy-chologique’ten naklen zikreden: RUHSELMAN, s: 541).
imdi, bu tecrübeyi inanmazlıkla karşılıyacaklar olursa, onlara nisaiye hekimlerinin «umma gebelik» dedikleri bir nevi yalancı gebelik vak’alarmm nadir olmadığını hatırlatırım. Çocuğu olmayıp ta, ille de çocuk isteyen, kadınlarda bir otosügjes-yon ile ortaya çıkan bu halde, kadının gerçekten âdetleri kesilir, sanki hamile imiş gibi, karnı şişer., kendisi de kocası da, etraf ta sahici bir hamilelik olduğuna inanırlar. Hatta 9 ay sonra doğum sancıları ile yatanlar da vardır. Aslında, rahimde sadece gaz ve su toplanmıştır. Gebe olduğuna böyle inanan, kadınların karnında çocuğun kalb sesleri bittabii alınmaz ve röntgen filmi ile de, rahimde bulunması gereken ceninin kemiklerine ait hiç bir imaj tespit edilmez bittabii..
İşte JANET’nin tecrübesinin olabilirliği hususunda bu vak’alar bir karine teşkil etmektedir.
Mutâd Dışı Vak’alar:
Şimdi mutâd dışı ekmnezi «age regression» vak’alarından bahsedelim. Tecrübi hipnoz çalışmalarında süjede hipnotizörun arzusu ve hususi telkini ile kontrollü olarak ekmnezi olmasının dışında, bazen kendiliğinden de hipnoz esnasında «age regression» olabiliyor. M. GILL (1948) hipnoanaliz esnasında kendiliğinden olan ekmnezilere ait müşahedelerini zikretmektedir. Aşağıda nakledeceğimiz 3 vak’adan 1 nci ve 3 ncünün SCOTT’a ait süjelerde olduğunu belirtmiştik. 2 nci de GILL’e aittir.
Vak’a – 1: Bir dofetor grupuna hipnoz demonstrasyonu yapılmaktadır. 45 yaşındaki süje, derin bir transa sokulup 3 yaşma indirilmiştir. Süje 3. yaşının doğum gününe götürüldüğünde birden şiddetli bir nefes darlığı, yüzde kızarma ve öksürükle müterafık bir astım bronşial tablosu gösterir. Doktorlardan biri hemen stetoskop ile süjenin ciğerlerini dinler ve railer tespit eder. Nabız da yükselmiştir. Süjenin ıstırabı pek fazla olduğu için tetkikler daha uzun boylu yapılamaz ve süje derhâl 45 yaşma döndürülür. Nöbet te hemen kaybolur.
Süjenin 3 yaşının doğum gününde, doğum yıldönümü kutlanırken gerçekten böyle kötü bir nöbet geçirdiğini annesi hatırlar, bittabii hasta 42 sene evvelki bu hâdiseyi hatıriamıyor-dur bile..
Bir hafta sonra aynı süjede yenniden hipnoz ile bir tecrübe yapılır. Yine 3 yaşına götürülür ve süje yine bir astmatik nöbet geçirir. Fakat bu defaki kriz daha az şiddetlidir. Stetos-kopla yapılan muayenede railer alınmaz. Nabızda yükselme olmamıştır. Sadece yüzde hafif bir kızarma dikkati çekmektedir. Demek ki, süjede bir defans teessüs etmiştir. Süje ilk tecrübedeki nöbeti tekrar yaşamamak için ikinci tecrübede kendini, yapılan regresyon telkinlerinin tesirine kapılmaktan kurtarmaya çalışan şuuraltı bir mukavemet hazırlığı içinde idi. Bu yüzden 3. yaşının doğum yıldönümünü tam bir ekmnezi halinde (ikinci tecrübede) yaşamamıştır, binaenaleyh parsiyel (kısmi) bir regresyon olmuştur, denebilir.
Vak’a – 2: Süje 34 yaşında bir erkektir ve alkoliktir. Bu halinden annesi pek muztarip ve bizardır da.. Bu sebeple oğluna hipnoanaliz yaptırtmaktadır ve tedavisini arzu etmektedir. Süje hipnoanaliz için derin bir transa sokulmuştur ve refulmanlarmı meydana çıkarmak için hipnotizör onu çocukluk yaşlarına doğru sevketmektedir. (Bu süje ilk seansda kolayca derin bir transa girebilmiştir zaten ve bu hâdise ikinci seansda olmaktadır).
Süje birden şiddetli bir heyecan hali gösterir, ağlamaya başlar. Konuşması gerek terminoloji gerekse ses tonu bakımından çocukça bir hal ve ifade almıştır. Ve fcaç yaşında olduğu sorulduğunda şu cevabı verir:
«5 yaşındayım.. Bu benim doğum yıldönümüm..» Netekim o gün hakkında etraflıca malûmat vermeye başlar. Niçin ağladığı sorulunca:
«..Babam bana doğum günü hediyesi olarak bir keçi getirdi. Keçinin adı da Billy. Fakat annem keçiyi eve bırakmıyor., onu eve sokmıyaeağım söylüyor.. Keçiyi evde tutamam diyor..»
Bu regresyon tamamen spontan olmuştur ve süjede böyle birçok ruhu zedeleyici travmatik hatıraların bulunduğu anlaşılır. Böyle travmatik hâdiselerin 5 ilâ 15 yaşları arasında müteaddit defalar vuku bulmuş olduğu ve süjede derin izler bıraktığı tespit edilir.
Vak’a – 3: Mrs. S. 42 yaşında evli bir kadındır. Psikiyatri sosyal hemşiresidir (psychiatric social \vorker). Gayet entelektüeldir. Psiko-patoloji ve anormal hâdiseler hakkında da pek bilgilidir. (Fakat hipnoz ve ekmnezi hakkında - birçok psikiyatrlar gibi- hiç bir bilgisi yoktur). Mrs. S.’in, çocukluk çağından beri devam eden ve sıkı sık tekrarlıyan (recurrent) astım bronşiale nöbetleri vardır. Öyle ki bu nöbetler gelince işini terketmek ve hastahaneye yatmak zorunda kalıyor.
Kadıncağız astım nöbetlerinden evvel daima bir korku his-sedermiş. Başka korkuları (fobi’leri) da var: «çıplak, kıllı bir erkek kolu görmek». Bıçaktan ve yemek masası üzerinde koşan bir çocuk görmekten de dehşetli korkmaktadır, ürkmektedir. Bazen gece gelen kâbusları da oluyormuş. Bu hallerinin dışında, nöbet harici sıhhatli ve işinin ehli bir hemşiredir.
Psikoterapi etüdleri esnasında bir ara HORNEY’in, «Kendi kendini analiz» (Şelf Analysis) adlı kitabını okuyan Mrs. S., psikanaliz tedavisi pahalı olduğu iğin, paradan tasarruf maksadı ile kendi kendine psikanalize girişiyor.
Bir gece, yatağında yatmaktadır ve auto-analyse ile meşguldür. Bu sırada çocukluğuna ait hatıraları yokluyor ve hafızasını seferber ediyor. 14 yaşın hatıraları ile meşgulken, bazı belli başlı travmatik hâdiseleri hatırlamaya çalışıyor, birçok emosyonel hatıralar buluyorsa da bunların mühim olmadığı intibaı içindedir.
Bu arada uyku ile uyanıklık arası bir hal içinde, 5 yaşına ait hatıralarla meşgulken kendisi tarafından tamamen unutulmuş bir hâdiseyi birden bütün vuzuhu ile hatırlayıveriyor:
«.. Kuvvetli bir ışık altında bir masadadır. Üzerinde beyaz bir örtü vardır... Yanında, elinde küçüfc bir bıçak tutan bir adam., yine yanında yüzü korkunç görünüşlü bir başka adam.. Masadan kalkmak için mücadele etmektedir.. Fakat kıllı iki hoyrat kol, kendisini hoyratça tutup masaya zorla yatırıyorlar. Mücadeleye devam ediyor, ama zaptediyorlar...»
Ve, işte bunları hatırladığı sırada bağırarak yataktan fırlıyor, kocasını uyandırıyor. Şiddetli bir paiiifc içinde titriyor.. Kocası kadıncağızı güçlükle teskin edebiliyor.
Ertesi gün bir hâdisenin vaki olup olmadığını annesine soruyor. Annesinin verdiği malûmat şu: Mrs. S. 16 aylıkken bir mastoidektomi ameliyatı geçirmiştir ve ameliyatı müteakip şiddetli bir şok komplikasyonu da olmuştur. Ameliyatta hastanenin anestezistinin çocuğa pek hoyratça ve anlayışsızca, kaba ve fena muamele ettiğini iki hemşire anneye o zaman haber verip anlatmışlar; hattâ o da bunları hastahane idaresine şikâyetle protestoda bulunmuş. Bu ameliyattan bir müddet sonra,, çocukta gece kâbusları başlamış. Ve ameliyatı takiben ayrıca astım krizleri de ortaya çıkmış, 3 yaşından sonra da şiddetlenmiş.
işte bu hastaya, yani Mrs. S.’ye hipnoz yapıhyor, süje derin bir transa sokuluyor ve 16 aylık haline kadar indiriliyor. O sahneyi bir katarzis «eatarsis» halinde bütün heyecanlarım boşaltarak yaşıyor ve neticede astım nöbetlerinden de, fobilerinden de, kurtuluyor.
Hipnoz ve ekmnezi “hakkında hiç bir bilgisi olmıyan Mrs. S., demekki «şelf analysis» esnasında kendi kendine bir transa girmiş ve bir «age regression» olmuştur. Bu esnada hasta bir rüya halinde o travmatik sahneyi yaşamıştır. Bu yüzden rüya kâbus vasfını almıştır. Burada hastanın bir otohipnozla 16. aya kadar inmiş olması gayet enteresandır. (L e C R O N, I: s: 169-173).
Hemen belirtelim ki böyle spontan ekmneziler gayet nâdirdir. Fakat rüyaların bazılarının böyle ekmnezilerle dolu olduğu vakıası dikkate değer.
Ekmnezinin mahiyeti hakkında müellifler ikiye ayrılıyorlar. Bir kısmı, alelade bir hatırlamanın mevzuubahis olduğunu, diğer kısmı ise gerçek bir revivification’un vaki olduğunu ileri sürüyorlar. Yukarda naklettiğimiz tecrübeler ikinci iddiaya hak kazandırır mahiyettedir. Çocukluk çağma götürülen süjelerde ses tonunun dahi çocukça bir hal alması, kelimelerin ve ifadelerin de o yaşın gerektirdiği şekilde zuhuru, davranışların yaşa uygunluğu, 6 yaşma faraza indirilen bir süjenin eline bir oyuncak verilince oynaması ve hattâ yaramaz bir çocuk gibi oyuncağı parçalaması; eline kalem verilince çocukça resimler çizmesi, hattâ ressam süjelerde dahi bu halin görülmesi, el yazısında da yaşa uygun değişiklikler olması., gibi tezahürlerin yanı sıra fizyolojik fenomenler., bu iddianın teyididir.
ERICKSON ve KUBIE,(1941), ekmneziyi.sügjesiyonla tev-lid edilen ve zaman-mekân dezoriyantasyonu ile müterafıfo bir mental konfüzyon hali olarak mütalea ediyorlar. Fakat bu hal kontrollüdür, başı boş değildir ve patolojik de değildir.
Maamafih, birinci iddiayı ileri sürenler de büsbütün haksız sayılamazlar. Zira hipnotik derin bir transa hacet, kalmadan da ekmneziye benzer hipermnezi tezahürleri olabiliyor.
LeCRON’a göre 2 türlü «age regression» mevzuubahistir. Biri hemen herkesin başına gelen hafif «dejavü» halleridir. Çoğumuz, bir hâdiseye şahit olurken, sanki bunu daha evvel yaşamışız gibi bir zehaba kapılırız. Bu halin -patolojik dejavü’ler hariç- tedailerden mense alan bir benzetişin neticesi hafif bir konfüzyon ve dezoriyantasyon hali olduğu söylenebilir. Diğeri ise hipnozdaki «age regression» dur ki şahıs burada maziyi gerçekten hal gibi yaşamaktadır.
Dianetik
L. Ron HUBBARD, bir üçüncü şekli tanıtmıştır. 1950 de «Dianetic» adlı bir kitabında metodunu ve bulgularını açıklı-yon müellif, tıp ve psikoloji çevrelerinin ilgisizliğine rağmen umumi efkârda hayli alâka uyandırmıştı. Metod şu: Süje, sessiz loş bir odada aşikâr bir hipnozla değil, basit telkinlerle hafif bir trans haline giriyor. Ve mazideki muayyen bir yaş ve tarih, belirli bir vak’aya doğru yöneltiliyor. Bu işi kolaylaştırmak için de umumiyetle serbest tedai metodundan faydalanılıyor. HUBBARD, FREUD’un 1892’de verdiği tariften istifade etmektedir. Süjeleri neonatal (yeni doğmuş), hattâ prenatal (doğum öncesi) ve hattâ hattâ ilkah anma kadar götürüyor. Süjeler prenatal intibalarıni kolaylıkla tarif ve tasvir ediyorlar. Yani ana rahminde iken neler hissettiklerini hatırlıyor ve o devreye aid intibalarıni hafızalarında canlandırıyorlar. Fakat HUBBARD’m diyanetik metodu ile süjelerin prenatal intihalarına varıp anlatmaları, izaha ve ispata muhtaç muhayyele mahsulü fanteziler gibi görünmektedir.Kitabı şu: (HUBBARD, L. R.: «Dianetic» Hermitage Press, Inc., New York, 1950).
Hemen işaret edeyim ki HUBBARD’dan daha evvel 1946’-da neşrettiği «Ruh ve Kâinat» adlı kitabında Dr. Bedri RUHSELMAN, bir nev’i hipnoidai hal, yani yarı trans hali demek olan, ruhi infisal «dissociation psychologique» adını verdiği kendi metodu ile yaptığı ekmnezi tecrübelerini neşretmiş ve bu hal, yani ekmnezi için mutlaka hipnoza baş vurmaya ihtiyaç olmadığını söylemiştir.
RıtıM tnf isal:
(Rüya gördürme) bahsinde işaret ettiğim üzere, DESSOILLE’in dirije rüyalar metodunu hatırlatan bu usulünü bizzat müelliften öğrenmek ve tatbikatını müşahede etmek ve birçok defalar şahsen denemek imkânına kavuşmuştum..
RUHSELMAN’ın ruhi infisal’i şöyle yapılır: Süje, pek loş bir odada, gözlerine de ayrıca ışıktan mütessir olmaması için bir kalın bez örtülerek, tam sessizlik içinde bir divana uzandırılır. Operatör, bazı imajlar görmesini telkin ederek süjenin ‘majinatif faaliyetinin canlı bir §<ekilde başlamasını temine ça hşır: «..gayet rahat ve gevşek bırakınız kendinizi... Bir elma. Bir elma düşününüz. Kuvvetle düşünün.. Bu elmayı tasavvur plânından çıkararak tahayyüle başlayınız. Kuvvetle tahayyül ediniz. Âdeta gözünüzün önünde görüyor gibi.. Görüyorsunuz, görüyorsunuz.. Görüyor musunuz efendim?» Ve bazı süjeler samimi olarak bir elma görmeye başlarlar ve bunu ifade ederler. Sonra imajlar zenginleştirilir. Nihayet süjeye, hipnozdaki ekmnezi tecrübelerinde olduğu tarzda «simdi - şu kadar ay, gün, sene vs.. - geriye gidiyor ve gençleşiyorsunuz. –Şu– tarihte ve -filân- saattesiniz şimdi. Ne görüyorsunuz? Neredesiniz ve ne yapıyorsunuz?..» denir ve cevaplar, şayet süje bu tecrübe için elverişli ise, alınmaya başlanır, illi..
RUHSELMAN bu metodla şu tecrübesini neşretmiştir: Çarşıdan bazı resimler, resimli kartlar satın aldırılmış ve ne olduklarına hiç bakılmadan zarflara konmuştur. Bu tedbir den maksat telepati ve fikir intikali ihtimalini bertaraf etmektir.
24.11.1940’da, Dr. Zühtü TİNEL’in evinde, N. adlı hanıma, RUHSELMAN tarafından, saat tam 9.30’da, gelişigüzel açılan zarflardan birinden çıkan kart, hiç bir izahta bulunmadan, 10 saniye müddetle, yalnız süje’ye, 1 metre mesafeden gösterilmiş ve tekrar zarfa yerleştirilmiştir. Bittabii karttaki resmi süje-den gayrı kimse görmeyecek tarzda hareket edilmiştir. Böylo-ce muhtelif tarihlerde, her seferinde silenin bakış müddeti kısaltılarak gösterilen ‘kartlar, zarfa konup, zarfın üzerine tarih ve saat kaydedilmiştir.
24.1.1941’de yapılan psikolojik infisalle ekmnezi tecrübesinde, süje N. hanım, tedricen maziye götürülüp, tecrübe anları yaşatılınca, akılda ve hatırda tutulması imkânsız bütün te-ferruatı ile kartlarda görmüş olduklarını anlatmış ve bilâhare zarflan açarak kontrol, bu ifadelerin % 100 isabetim teyid etmiştir. Müellif kitabında tecrübe kartlarının resim kopyalarını da dercetmektedir. Bu resimler gayet teferruatlı bir takam manzaralardır. (RUHSELMAN, s: 450-462). ; Bu müşahedeler gösteriyor ki, bir hipermnezi tezahürü halinde, fakat hipnozdaki ekmnezideki gibi bir «revivification» vuku bulmaksızın, kuvvetli imajlarla hatırlamalar tarzında «age regression» mümkün olmaktadır. Amma böyle tecrübelerde, hipnotik ekminezideki fizyolojik: fenomenler görülemediği gibi; mesela bir psişik travmanın hatırlanması, hipnozdaki gibi kuvvetli bir katarzis halinde tecelli etmiyor.
Dr. Fevzi AKSOY’un Türk Nöro-Psikiyatri Cemiyetindeki demonstrasyonunda, hipnotize ettiği bir süjede, süjeyi neo-natal duruma götüren telkinler yapınca, nörolog Prof. Dr. Necmettin POLVAN’ın Babiski refleksini müspet değil de normal, yani menfi bulması hâdisesi, o tecrübede süjenin derin bir transa girememiş olduğunu ve AKSOY’un da süjedeki psişik tezahürlere bakarafc, bazı hatıralarım dile getirmesi ile süjenin gerçek bir ekminezi içinde olduğuna hükmederek aldandığını göstermektedir.
Keza 1961 yazında, Dr. Refet KAYSERİLtOĞLU’nun, Gu-reba hastahanesindeki demonstrasyonunda Mediha ÜSTÜN-DAĞ adlı bir hanım süje üzerinde yaptığı pek baganlı ekmnezi tecrübesinde, süje psişikman tam manasiyle maziyi yaşamış, fakat fizyolojik tezahürler buna pek refakat etmemişti, hatta 6 aylığa indirilen süjenin Babmski refleksi, Prof. Bülent TAR-CAN tarafından lakayt bulunmuştu. Bu halin de, transın pek derin olmamasından ileri geldiğini sanıyorum.
Hipnoz eğer derin değilse, gerçek bir ekminezi olmuyor, fakat süje, bazı hatıralarını yine de canlı bir şekilde hatırlı-yabiliyor. Bazen de bu dahi mümkün olmuyor. Birçok tecrübelerimde bunu müşahede ederek bu kanaate vardım.
Prenatal Ekmnezi:
Ekmnezi tecrübelerinde süjelerin, 2, 1 yaşlarına, 6, 5 aylarına kadar indirildiğine dair tecrübeleri zikrettik. Bu cihet bütün müellifler tarafından kabul edilmektedir. Fakat, süjelerin prenatal devreye indirilebileceğine dair iddialar da var ki bu sadece HUBBARD’ın diyanetik metodu ile yaptığı tecrübelere münhasır değildir.
FODOR (1949) da hafızadaki prenatal vak’alann izlerini meydana çıkarttığını iddia etmektedir. Ve verifikasyonunu da rüyaların tetkikinden aldığını belirtiyor, (F O D J O R, N. «The Search for the Beloved.» Hermitage Press., Inc., New-York, 1949.’den zikreden: LeCRON, I, s: 157).
Burada ispiritlerin reenkarnasyon (yani ruhun tekrar tek-tar bedenlenerek insan olarak dünyaya gelmesi inancı; insanların birçok bedenleri elbise gibi değiştirerek dünyaya yeni baştan mükerrer gelişi itikadı) iddialarına yol açan ve iddialarına ispat delili diye ileri sürdükleri bazı ekmnezi tezahürlerini işaret etmeden geçemiyeceğim.
Acaba «O» yaşından, rahim içi hayatı gibi prenatal devreden daha gerilere götürülen süjeler ne cevap vereceklerdir ?
Bu ‘kabil tecrübeler de yapılmıştır. İspiritlere göre geçmiş hayatların (?) hatıraları canlandırılmıştır.
Süjeleri doğumdan önceki devrelere götürerek ilk ekrnne-zi tecrübelerini yapan Colonel Albert de ROCHAS’dır ki 1893 ile 1910 yıllan arasında 19 süje üzerinde yaptığı harikulade tecrübeleri «Les Vies Sucsessives» adlı kitabında yayınlamış, fakat o zaman iyice takdir edilmemişti.
Şimdi aşağıda, kendisi de ispirit ve reenkarnasyonist olan RUHSELMAN’ın kitabından ROCHAS’ın ve diğer iki araştırıcının tecrübelerini ve müellifin mütaleasını aynen naklediyorum:
«Acaba ekmneziden faydalanarak aynı vetirelerle ruhun dikkatini daha gerilere irca edip dünyaya girmezden evvelki Ispatyom (ahret) hayatına ve geçmiş dünya hayatlarına ait hâdiseleri ona hatırlatmak mümkün olmaz mı ? Eğer iddia edildiği gibi ruhun dünyaya tekaddüm. eden bir Ispatyom hayatı veya geçmiş dünya hayatları varsa mesela, bir hipnoz tecrübesi esnasındaki degajman halinde serbestleşen ruhun onları hatırlıyamamasına hiç bir sebep olamaz.
Bununla beraber araştırıcılar bu yoldaki tetkiklere bu düşünce ile başlamış değillerdir. Ekmnezinin reenkarnasyonizma tetkikatmda tatbik sabasına konulması, âdeta bir tesadüfle olmuş gibidir. Ekmnezi yolu ile geçmiş hayatların hâdiselerini salahiyetli bir âlim sıfatı ile ortaya koyan Colonel de ROCHAS, ilk zamanlarda bütün hatıraların duracağını tahmin ettiği dünya hayatının maverasına tecrübelerini götürdüğü zaman. –tesadüfen ve hayretler içinde– süjenin bir takım yabancı hâdiselerden bahsetmeye başladığını görmüş ve ondan sonra bu işe ehemmiyetle kendisini vermiştir (Colonel de ROCHAS. Les Vies Successives.)
Şimdi ekmnezi halinden istifade edilerek tecrübe yolu ile,, ruhun dikkatini geçmiş hâdiselere ait hatıraları canlandırmak için yapılmış tecrübelerin ve ortaya konmuş müşahedelerin mütalâasına başlıyoruz:
1 – Bu misal mevzuumuza bizi biraz daha yaklaştırıyor. Bu tecrübeyi Colonel de ROCHAS, Eugenie ismindeki bir süje üzerinde Gronoble Tıbbiye Mektebi Müdürü Dr. BORDEATJ ile beraber yapmıştır. Mücerrip süjeyi uyuttuktan sonra onu bir kaç sene geriye doğru götürüyor. Bu sırada süjenin gözlerinde yaşlar parlamağa başlıyor. Kadın o anda. bir çocuğunu kaybetmiştir. Biraz daha gençlegtirilince korku ile bir feryat koparıyor. Ve teyzesi ile büyük annesinin fantomunu (hayaletini) yanında gördüğünü söylüyor. O. bu fantomdan korkmaktadır ki bilâhare yapılan tahkikatla kadının hakikaten o tarihte bu hayalleri gördüğü anlaşılmıştır.
Süje on bir yaşma getiriliyor. Şimdi kendisi annesine ve babasına, itaatsizlik gösterdiğinden dolayı muazzep durumdadır. Babasının cebinden bir metelik aşırmıştır. Onun için babasından af diliyor. Üzerinden tam yirmi dört sene geçmiş böyle ufak bir hâdisenin, teferruatı ile ve o teferruata refakat eden psikolojik hallerle ruhta tekrar canlanması, insanı derin düşüncelere sevkedebilecek bir meseledir. Süje bir yaş daha gençleştirilerek 9 yaşına getiriliyor. Bu sırada çok muztarip bir çocuktur. Çünki annesi öleli henüz sekiz gün olmuştur. Babası da kendisini Grenoble’de bulunan büyük babasının yanma götürdüğü için ondan da henüz yeni ayrılmış bulunuyor. O şimdi dkiiş öğrenmektedir. Altı yaşma getirildiği zaman mektepte yazı yazmasını yeni öğrenmiş bulunuyor. Daha geriye götürülüp dört yaşma sokulunca kendisinin henüz mektebe gitmediği görülüyor. Fakat yazıya çok meraklı. Manasız bir takım çizgiler çizmekte ve bir iki harf yazâbilmektedir. Bu sırada küçük kardeşine bakıyor. Burada dikkati çeken bir nokta vardır. Süje okumasını ve yazmasını bilmediği yaşlara girince bütün okuma ve yazma kudretini hakikaten kaybetmiş bulunuyor. Demek ki mazisinde yaşarken süjenin duygusu ve fikri tam bir mutabakat halindedir.
Colonel de ROCHAS ana rahmine kadar uzayan bir hayatın maverasında süjenin hiç bir söyliyemiyeceğini düşünüyor ve bu hali görmek üzere hipnozu derinleştirerek süjeyi daha gerilere götürüyor. Burada süje evvelâ bir süt. çocuğu halini alınca, o zamana ait bir takım ruhi haller göstermeye başlıyor. Colonel onun hayatını daha geriye götürdüğü zaman hiç beklemediği şekilde karşısına, şahsiyeti değişmiş bambaşka bir genç kızlık halinin çıktığını görünce derin bir hayrete düşüyor. Dört yaşına kadar sözleri ile, süt çocukluğu zamanında da ahval ve harekâtiyle mazisini sadıkane bir şekilde ifade eden bu kızın aynı vetire ile daha derin mazisinde yaşatıldığı zaman anlattığı şeylere inanmamak için ortada hiç bir sebep yoktur.
2 – İşte Colonel’in böyle geçmiş hayatlara ait ekmnezi yolu ile elde ettiği tetkikatın neticelerinden bir tanesini yazıyoruz. Buradaki süje Mayo isminde 18 yaşında bir kızdır. O, hipnoz haline konduktan, sonra evvelâ bu dünyadaki hayatının mazideki muhtelif safahatında yaşatılmış ve her safhaya ait doğru ve mevsuk cevaplar alındıktan sonra geriye doğru dünya hayatının maverasına götürülmüş ve bir takım yeni yabancı şahsiyetlerin meydana çıkmağa başladığı görülmüştür. Mayo doğum anından daha gerilere götürülünce bir müddet Ispatyomda dolaştıktan sonra bir kadın cesedinde tekrar dünyada yaşamağa başlıyor. Bu onun geçmiş son hayatıdır. İsminin Line olduğunu söylüyor. Kendisi bu hayatında boğulmak suretiyle intihar etmiştir. Colonel, Line’i boğulduğu tarihe götürüyor. Ve şu sahne ile karşılaşıyor. Mayo koltuğunda büyük bir hareket yapıyor. Sağ tarafına dönüyor yüzünü elleri arasına alıyor ve öylece birkaç saniye kalıyor. Bu iradi olarak yapılan bir işin ilk safhasıdır. Sonra şiddetle sola dönüyor. Sık sık nefes almağa başlıyor. Teneffüs güçleşiyor. Göğüs zorlukla ve gayrı muntazam bir surette kabarıyor. Yüzde ıstırap ve korku intibaları vardır. Bütün hareketler onun arzusu hilâfına oluyor. Büzülüyor ve yüzü şiddetli bir ıstırapla takallüs ediyor.
Burada biraz duralım. Bu hal tecribi emrazda tarif edilen boğulma vetiresine ait safahatı aynen göstermektedir. Tababetin bu bahsini okumamış olanların böyle bir şey uydurabilmelerine imkân yoktur. Acaba Colonelin süjesi evvelce tecribi emrazdaki bu malûmatı mütalea ve tetkik etmiş miydi? Bunu zannetmiyoruz. O halde burada evvelâ «ıevcud ©İmadıgı halde süje geçmiş bir hayatta yaşadığını hangi ruhi sebepler altında iddia etmiştir. Bunu izah lâzım gelir. »Eğer hakikaten hayat ana rahminde başlıyorsa o zamana kadar bütün mazisini sadakatle jSöyliyen sUjenin ana rahminde –Colonel’in düşündüğü gibi– susması lâzım gelirdi. Line ismindeki enkarnasyonu sUjenin nasıl uydurabildiğini henüz hal-ledememiş bulunurken, bir de karşımıza, realiteye uygun bütün araziyle suda boğulan bir kimsenin agoni hallerini canlandıran bir sahne çıkıve-riyor. Bu da ayrıca bir muammadır. Ve bu muammayı, içinde yaşanmış bir hâdisenin ifadesi şeklinde kabul etmedikten sonra çözemiyeeeğimizi zannediyoruz. Colonel’in müşahedesine devam edelim.
Colonel, süjenin hayatını daha gerilere götürüyor. Fakat bu defa da Line’den evvel kızın bir erkek bedeninde tecessüd ettiği görülüyor. İsmi Charles MAUVILLE’dir. Şimdi ortada ne Mayo’nun ne de Lien’ih şahsiyeti kalmamıştır. Charles MAUVILLE, hayatının son demlerinde bulunuyor. Bir göğüs hastalığından muztariptir. O kentö öksürük, nefes darlığı vesaire gibi bir göğüs hastalığının bütün arazım vermektedir, tşte Charles bu hastalık neticesinde bedenini terkediyor. Bir müddet Ispatyomda dolaşıyor nihayet Britanyadaki bir aileden kız çocuğu olarak (Line) dünyaya geliyor. Line ihtiyarlatılıyor ve 18 yaşma kadar getiriliyor. Henüz bekârdır. Bu yaşta karşısına kendisinin tanımadığı bir genç çıkıyor. Line bu gençle evleniyor. Gebe kalıyor, bu sırada mücerrip, doğum hâdisesinin bütün safahatini görüyor Süje koltuğunda dönüyor, etrafı geriliyor,, yüzü tekallüs ediyor, şiddetli bir ıztırap içindedir. Line biraz daha ihtiyarlatılıyor. Şimdi 22 yaşındadır. Bu sırada kocası bir deniz kazasında ölüyor. Çocuğu da onu müteakip ölüyor. Line’in ümitsizliği ve yes’i günden güne artmaktadır. Nihayet intihara karar veriyor. Ve evvelki celselerde tafsilâtı verildiği şekilde denizde boğulmak suretiyle intihar hadisesi vukua geliyor. Böyle muhtelif celselerde parça parça alman kırık dökük malûmatın bir araya toplanınca eni boyunu tutan bir hikâyeyi meydana getirmesi dikkate değer.
Line’in tekrar, hayatı gerilere götürülüyor. Ve evvelce bahsettiğimiz Charles MAUVILLE meydana çıkıyor. Bu adam iyi bir insan değildir. Kendisi Pariste bir memurdur. Çok sefahat yapmıştır. Bu sıralarda bir takım karışıklıklar vardır. Sokaklarda vuruşmalar oluyor başlar kesiliyor ve bütün bunlardan o, zevk alıyor... 50 yaşma getirilince hastalanıyor ve yukarda anlatıldığı gibi öksürüyor. Biraz sonra da bedenini terkediyor. Bir müddet Ispatyomda ıztıraplı bir hayat geçirdikten sonra Line’in bedenine giriyor.
Colonel, Charles’dan evvelki hayatı da araştırıyor. Bu hayatında Mayo, 14 üncü Louis’nin sarayına mensup bir asilzadenin zevcesidir. İsmi de Madeleine de SAİNT-MARC’tır. Madeleine’e, zamanında yaşamış olan şahsiyetler hakkındaki fikirleri soruluyor. Mesela o„ Mademoiselle VAL-LIERE’i seviyor, Madame MONTESPAN’ı tanıyor. Madame MANITE-NON’dan hoşlanmıyor. Ve bu kadının kralın alelade bir metresi olduğunu söylüyor. Kral mağrurdur. Mr. SCARRON çok çirkin bir adamdır, MOLIERE’i tanıyor, fakat onu o kadar sevmiyor. CORNEILLE vahşinin birisidir. Mr. RACINE’in eserlerini çok seviyor. Colonel, Madeleine’i daha ihtiyarlatmak istiyor. Fakat o bunu bir türlü kabul etmiyor. Coloner in bu husustaki bütün ısrarları boşuna gidiyor. Nihayet Colonel telkin vasıtasiyle bu işi yapamıyacağmı anlayınca, mihaniki vasıtalarla, yani uyandırıcı paslara müracaat ederek onu zorla ihtiyarlatıyor. Kadın kuvvetli uyandırıcı paslar kargısında bu pasların uzviyette husule getirdiği psiko-fizyolojik tesirlere dayanamıyarak ihtiyarlıyor.
, Yani Mayo’nun hayatına nispeten biraz daha yaklaştırılmış bulunuyor. Bu syade kendisi kırk yaşma girmiştir. Şimdi saraydan çıkmıştır. Göğsünden hasta olduğunu hissediyor. Kendi karakterinin iyi olmadığını itiraf ediyor. Hodbindir,, kıskançtır ve bilhassa güzel kadınları kıskanmaktadır. Kırk beş yaşına gelince veremden ölüyor. Burada kısa bir agoni hali görülüyor. Onu müteakip o, siyah bir muhite giriyor. (Leon DENİS, Le probleme de TBtre et de la Destinde).
Bu hikâye nereden çıkmıştır? Bunun üzerinde pek durmayacağız. Buna bir romandır diyenler vardır. Biz bunun belki bazı imajiner tarafJarını kabul etmekle beraber saf uydurma bir şey olamıyacağma muhtelif bakımlardan kani bulunuyoruz...
.. Lion’da Mr. BOUILLE’nin bu yoldaki araştırmaları sırasında sünesinden aldığı aşağıdaki malûmat gayet sarihtir:
3 – Süjeyi çocukluk haline, mesela iki yaşma koyuyorum. Konuşması güçleşiyor; bir yaşma getiriyorum, hiç konuşamıyor veya pek az -konuşuyor, daha ziyade gençleştiriyorum, ya meme emer veya ağlar va--ziyetini alıyor. Doğum anma götürüyorum ve hayatını anne rahmine kadar geriletiyorum,, derhal bükülüyor, kolları göğsüne kavuşuyor yumrukları gözleri üzerine geliyor. Beş aylığa ininceye kadar bu vaziyette değişiklik olmuyor. Beş aylıktan daha genç bir çağa gelince vücudunda Mr inbisat görülüyor. Üç aylığa inince beden arkaya doğru geriliyor, etraf gerilmiş bir vaziyettedir. Kendisinde tam bir cansızlık hali vardır. Bu vaziyet üç aylıktan ilkah zamanına kadar böylece devam ediyor. İlkahtan biraz evveline getirilince bir cehit görülmeye başlıyor. Bu cehit -kendisini bir yere çeken bir kuvvete karşı mukavemet şeklindedir. Süjenin hayatı daha gerilere götürülünce eski hayatlara ait hikâyeler başlıyor. (BOUVIER, Paix Universalle)
Burada çok haklı olarak akla şu sual gelir. Roman uydurmakta bu kadar velûd olan bu süjeler, acaba nasıl oluyor da tecrübe safhası ana rahmine getirilince orada dokuz küsur ay dut yutmuş bülbül gibi susu-veriyorlar. Netekim Colonel de ROCHAS da bu nokta üzerinde duruyor ve şunları söylüyor: «Bundan başka pas gibi mihaniki müessirler, muayyen bir zamana kadar geriye doğru hatırlamayı mutlak bir katiyetle husule getirdiği halde, tamamiyle aynı tarzda devam ettirilen bu müessirlerin bu andan itibaren birden bire tesirlerini değiştirdiklerine vehal-lüsinasyondan başka bir netice vermediklerine inanmak güç oluyor (DE-NİS’nin aynı eserinden).
4- ..... FLOURNOY’un süjesi Helâne SMITH ile yapılan tecrübeler esnasında bizi burada alâkalandıran kısımlar, süjenin - XIV. asırda Hindistan’da yaşamış olduğunu söylemesi ile başlıyan kısımlardır. Süje uyku halinde iken bu hayata giriyor. O sırada kendisi tam manası ile bir hint kızıdır. İsmi Simandinidir. Bu hale gelince Simandini yere bağdaş kurarak oturuyor. Yanında kocası Sivrouka vardır. Bazen ona dayanıyor, bazen maymununu okşuyor,, onu kızdırıyor, bazen de gülerek paylıyor. Sonra buhurdanını sallıyarak ibadetini yapıyor. Bu sırada yaptığı hareketler pek ince ve orijinaldir.
Prof. FLOURNOY burada şu fikri ileri sürüyor: eğer mesele yalnız bu kadarla kalmış olsa idi psikolojinin nıûtad yolları ile bunları izah etmek mümkün olurdu. Ve Geçmiş bir hayatın varlığı fikrini öne sürmeye lüzum kalmazdı. Fakat iki mesele var ki bunlar kolay kolay reenkar-nasyonizmayı kabul etmek istemiyen alim psikologun bu hâdiseyi mû-tad yollarda izah etmesini güçleştirmektedir. Bunlardan birisi bu hadiseler esnasında alman ve bilâhare hakikat olduğu anlaşılan tarihi bilgilerdir. Diğeri de Simandini’nin hint diliyle konuşmasıdır. Acaba mûtad hayatında bu dili ve bizzat profesörün söylediği gibi esasen Avrupada pek azı malûm olan bu tarihi malûmatı Helene bilmediği halde bunları nereden tophyabilmiştir. Süje öyle isimlerden ve yerlerden, öyle hadiselerden bahsetmiştir ki FLOURNOY Asya tarihini iyice bilen birçok tarih ulemasından bunlar hakkında malûmat almağa muvaffak olamamış ve bu malûmatı bilen bir kimseye de rastgelmemiştir. Nihayet profesör, eski bir depoda tozlar içinde kalmış bir kitap görmüştür. Bu MARLÜJS tarafından yazılmış ve L’Histoire de L’Inde isimli bir kitaptır, ve tanınmamış - bir eserdir. Profesör, Simandini tarafından söylenilen vak’alarm mühim bir kısmını bu kitapta okuyunca hayrete düşmüştür. (FLOURNOY> Des Indes â la Planete Mars)
Burada en ileride tarih ulemasının da bilemediği şeyleri bu kadının bildiğini iddia etmek gülünç olur. Ancak düşünülecek bir nokta kalır. O da FLOURNOY’nın aklına geldiği gibi bu kitabın nasıl olup ta Helene tarafından bulunup okunmuş olmasıdır. Pek fazla materyalist bir terbiyenin zoraki ilcası ile ileri sürülmüş bu fikri kabul edelim. Bu takdirde şu sualin cevabını vermekliğimiz lâzım gelir. Bu kitabı okuduğunu mûtad hayatında unutan (!) bu kadıncağız, manyetik uyku içinde iken her şeyi hatırladığı gibi bu kitaptaki bilgileri de tamamiyle hatırladığı halde, yani büyük bir lüsidlik gösterdiği halde, bu hikâyeyi bir kitaptan okuduğunu acaba neden hatırlamıyor da mütemadiyen bizzat Hüıdistanda yaşamış olduğunu iddia edip duruyor (RUHSELMAN, s: 962-973)
Bu vesile ile şunu belirteyim ki, reenkarnasyonizmaya inanan meşhurlar haylidir:
Van HELMONT, Francis BACON, Jacob BOEHME, FICHTEf GOETHE, Von HERDER, DISRAELI, LAVATEK, LESSING, SCHLE-GEL, SWEDENBORG, Benjamin FRANKLİN, Ralph Waldo EMERSON, Victor HUGO, EDISON, HAWTHORNE, Sir Oliver LODGE, Henry FORD...
Daha eskilerden, ORIGENE, Clement d’ALEXANDRIE, PANTAE-Tsrus, SYNESIUS,, nicephore, GREGOROS, IRENEE, plotin, AUGUSTIN, PORPHYRE PHYSAGOR... ilh...
Eskilerin Metapsişik dedikleri, yeni adı ile Parapsikolojik tetkik sahasına giren bu konudaki son araştırma, bir kaç sene evvel Amerikada aslında bir bankacı olan bir amatör hipnoti-sörün «Morey BERNSTEIN» in, Mrs. SIMMONS adlı bir hanım süje ile yaptığı ekmnezi tecrübesidir ki süje evvelce İrlanda’da yaşadığım, 1798 de doğup 1864 te öldüğünü, o zamanki adının Bridey MURPHY olduğunu iddia etmiş ve iddia bir kitapla da umumi efkâra tafsilâtile açıklanınca hayli alâka uyandırmıştır (1952) (BERNSTEIN).
BERNSTEIN’in 1952’de yayınlanan «The Search for Bridey Mrrphy» adlı bu kitabı, Françoise VERNAN tarafından «A la reseherche de Bridey Murphy» adı ile fransızcaya çevrilince, Fransa'da da hayli ilgi uyanmış ve de ROCHAS’nm eski tecrübeleri hatırlanmıştır. Bunun üzerine Andre DUPIL adlı bir araştırıcı, Mme. Germaine BEAGUITTE ve Pierre NEUVILLE adlı arkadaşları ile beraber yaptığı ayni mahiyette ekmnezi tecrübelerini 1958’de «Marie-Lise, invisible mais pre-sente» adı ile neşretmiştir. Onu takiben 14 yaşında pek genç bir hipnotizör olan Richard LEFEUVRE, bir kız arkadaşı, ile yaptığı ekmnezi –kendi tabiri ile «regression de la memoire»– tecrübelerinde, süjenin evvelki hayatında erkek olduğunu, Pierre SEPTH adını taşıdığını söylediğini ve hayatına dair tafsilât verdiğini, tahkikatın da 150 sene evvel gerçekten böyle bir şahsın yaşadığını teyid ettiğini yeni çıkan kitabında usun uzun anlatmaktadır. (L E F E B V R E).
Fakat bu kabil nadir fenomenleri hakkiyle değerlendirebilmek kolay gözükmemektedir. «Personnalite multiple» vak’a-larınm müşahedeleri ile bu kabil ekmnezi fenomenlerinin şuuraltı fanteziler veya gerçek ekmnezi ile alâka derecesini ayırd ederek salim bir hükme varmak, daha etraflı araştırmaları gerektiriyor kanaatindeyim.
HİPNOZ ALTINDA KESİM YAPMA:
Ekmnezi fenomeni göstermektedir ki, hipnotize edilen bir kimse, hafızasındaki hatıraları canlandırarak gayet teferruatlı tablolar çizmek imkânına da sahiptir. Biraz resim kabiliyeti olan veya hiç olmıyan bir takım süjelerin, hipnoz altında, normal zamanda yapamıyacakları teferruat mükemmeliyetinde tabloları, büyük bir sür’atle tuvale resmedebildiklerine dair, günlük gazetelere bile akseden vak’alar var.
Bunun son misallerinden biri Andre DUPIL’in bir erkek süjesinin 60 dakikada, bu müddet zarfında normalde yapılmasına imkân olmıyacak mükemmeliyette bir tablo resmetmesidir. Keza Richard LEFEBVRE de, bir kız süjeye aynı şekilde, hipnoz altında mükemmel tablolar yaptırttığını belirtmektedir ki bu hâdise fransız basınını da hayli meşgul etmiştir (L E -F E B VRE, 5: 34-37).
HİPNOTİZABİLİTE
Hipnotize edilebilme kabiliyeti (hypnotisabilite) veya hipnotize edilebilir (hypnotisable) olmak, acaba neye tabidir
Bu temel problem, ta MESMER’den beri hekim veya psikolog olsun olmasın, hipnozla ilgilenen pek çok kimseyi meşgul etmiştir ve etmektedir de.. Şu kaçınılmaz sual sık sık sorulmuştur: Herkes hipnotizabl mıdır ? Yahut ta herkesi hipnotize etmek kabil imidir
Bir diğer husus daha var: Herkes hipmotizör olabilir mi ? Bu, hususi kabiliyete mi bağlıdır, yoksa sadece bir bilgi meselesi midir ?
Bir cephesile hypnotize’nin yani süjenin; diğer cephesi ile de hipnotizörün yani operatörün şahsiyet yapısını ilgilendiren bu meselenin derinliğine dalmadan söylemek lâzım gelirse;
Bir kısım süjeler vardır ki, hipnoz tekniğine vakıf, hatta az çok bilen hemen herkes tarafından kolaylıkla hipnotize edilebilirler. Bunlar hipnoza fevkalâde elverişli natürel somnam-büllerdir. Mesela LIEBEAULT zamanında profesyonel som-nambüller vardı ve halâ da vardır. Bu uyurgezer’ler hipnoza pek elverişli oldukları için, tecrübelerde süjeliği âdeta meslek edinmişlerdi. JANET de tabii uyurgezerlerin iyi birer hipnoz * süjesi olduklarını işaret etmiştir (J A N E T, II. s: 275). CHERTOK, Viyana Psikiyatri Kliniğinde, hipnozu öğrenmek isteyen talebe ve asistanların, bu işi meslek edimiş somnam-bülleri süje olarak kullandıklarını gördüğünü yazıyor (CH E R-T O K, 32). Eğer bizde de hipnoz kursları açılırsa ve psikiyatri kliniklerinde hipnoterapi rutin hale getirilmek istenirse, aynı şekilde istifade yollarının aranmasının isabetli olacağını bu vesile ile belirtmek isterie.
Diğer bir kısım süjeler de vardır ki, hiç hipnotizabl değildirler.
Bu iki kutba giren süje kategorileri arasında, az çok hipnotizabl olanı bazı süjeler mevcuttur ve bunlardan her hangi birini, filân hipnotizör falan usulle hipnotize edebilir de, diğeri edemez.
Hipnotizabilite problemini ele alırken, hipnoz derecesini yani hipnotik transm derinliği hususunu da göz önünde tutmak gerekiyor. Zaten pek izafi olan bu mefhum, işi büsbütün karıştırmaktadır. Zira derin transa girmiş bir süjenin hipnotize -edildiğine kani olmak kolaydır; fakat, hafif fransda, post-hipnotik amnezi olmadığı için olup biteni hatırladığından, evvelâ süje, hipnotize edildiğine inanmamaktadır. Sonra da hipnotizör, bu durumda objektif kriterlerin avuçtaki kar taneleri gibi eriyip gittiğini, başarı iddiasının mesnedlerinin kaybolduğunu görmektedir. Üstelik uyanıklık halinde bile basit telkinlerle elde edilen fenomenlerin, hipnoza delil diye ileri sürülmesinde güçlük çekmektedir. Ferden hipnotizabl olmıyan bir süjenin, bazen kollektif olarak, başkaları ile grup halinde kolayca hipnotize edilebilmesi gibi, şahsa göre değişen hususiyetler de problemi giriftleştiriyor.
Bütün bu hallerin, türlü trans dereceleri tasnifine göre yüzde nispetlerini ifade etme gayretleri birçok müellifler tarafından denenmiştir. (LIEBEAULT’nun hipnotife fenomenleri tasnifinde bu yüzdeler zikredilmişti.) Fakat neticeler pek muhteliftir ve birbirini tutmamaktadır. Mesela, BRAMWELL, Tıerkesin bir dereceye kadar hipnotizabl olduğunu ve % 10 üâ % 20’sinde de derin bir trans elde edilebileceğini iddia eder. BERNHEIM’in dikkate değer bir müşahedesini de keza nakledelim. Bu müellif de hastahanedeki hastalarının 4/5’inin derin transa girebildiğini, halbuki bu nispetin şehirdeki hastalarında 1/5 ilâ 1/6’ya kadar düştüğünü ileri sürüyor. (CHERT O K, s: 33):
Görülüyor ki meselenin halli hiç de basit değildir ve iddialalar pek, çeşitlidir. Yüzdeler bir birini tutmamaktadır.
HİPNOTİZABİLİTE NEYE TABİDİR?
Bu sualin cevabı iki cephelidir. Mademki bir hipnotizör vS bir de hipnotize edilen vardır, o halde meselenin hallini de bu iki cepheden ele almak gerekiyor.
HİPNOTİZE’nin yani SÜJE’nin ŞAHSİYETİ
Bu konu her zaviyeden enine boyuna incelenmiş, fakat emin kriterler henüz bulunamamıştır. Hipnotizabilite ile süje-nin psişik veya fizik konstitüsyonu (yapısı) arasındaki münasebete dair kesin hiç bir şey ortaya konamamıştır. Mavi veya elâ gözlülerin daha kolay hipnotize edildiği şeklindeki zanların aslı yofctur. Bir insanın ekstrovert (dışa dönük) yahut introvert (içine kapanık) oluş-u, ırkı, cinsiyeti, sosyal durumu.. ile hipnotize edilebilme kabiliyeti arasında belirli bir münasebet tespit edilememiştir. Bu arada «projektif testler» de kullanılmış, lâkin tatminkâr neticelere varılamamıştır.
CHARCOT ve Salpetriere ekolü devrinden kalan ve hipnozu histerinin ekivalanı (muadili), hipnotizabl kimseleri gizli veya aşikâr histerikler telâkki eden görüş; bu gün ancak hipno-tizmayı yakından incelememiş mahdut psikiyatr ve psikologların benimsediği bir yanlış kanaat olmaktan öte bir kıymet ifade etmiyor. Daha o devirde CHARCOT’ya itiraz eden BERNHEİM ve Nancy ekolü, telkine kabiliyet (suggestibilite) ile histerinin aynı şey demek olmadığını açıkça belirtmişti. Hattâ BERNHEİM, «servisime giren bütün hastaların latent (gizli) histerikler olduğu neticesine mi varmak lâzım gelecek?» diye müstehziyane soruyordu. (BERNHEİM, II. s: 215).
Gerçekten de daha sonraki geniş çapta araştırmalar, BERNHEİM’a hak verdirmiştir. Hâlen nevrozelerin normal insanlara nazaran umumiyetle daha az hipnotizabl oldukları kabul ediliyor. Daha da şayanı dikkat olan cihet, «grave» (ağır) histeriklerin, hipnoza refrakter (âsi) oluşlarıdır. (C H E R T O K, s: 35).
Şahsi müşahedelerim bende de bu kanati takviye etmiştir. Hastahane dışında, evlerde, salon toplantılarında, hiç bir şikâyeti olmıyan normal ve sıhhatli kimseler üzerinde hipnoz denemelerimde, daima büyük nispette başarı sağladığım halde, Minikte muayene ve tedavi için baş vuran ve bazen de yatırılan nevrozelerde, hele histriklerde hipnoz denemelerimde pek güçlükle, düşük nispette başarı elde edebilmekteyim. Hele ağır histeri vak’alarmda hastayı hipnotize etmek şöyle dursun, hafif bir hipnoidal hale bile sokamamanın sıkıntı ve üzüntüsünü sık sık yaşamaktayım. Şimdiye kadar 100’den fazla normal insanı hipnotize etmeyi denedim ve bunların %90 dan fazlasını, umumiyetle ilk denemede kolaylıkla hipnoza soktum, hattâ bazıları ilk seansta orta ve bazen de derin transa giriverdi-ler. Fakat poliklinik ve klinikte, histerik ve psikastenikler üzerindeki tecrübelerimin başarı nispeti, bunlara nazaran ümitsizlik verecek kadar düşüktür. Hastanın hipnotize edilmek hususunda asın arzu göstermesi ve iyi niyeti asla kâfi gelmiyor ve buna katiyyen aldanmamalıdır. Bir psikonörotik, rahatsızlığından pek müşteki olabilir ve ondan kurtulmayı samimi olarak isteyebilir. Lâkin bu hal, hipnoz denemesine girişince büyük “bir rezistansla (mukavemetle) karşılaşmayı önlemez. Bu neden böyle oluyor? Bu suale, psikonevrozlarda hastalığın husulünü izaha çalışan çeşitli teorilere göre bazı cevaplar verilebilir. Mesela, psikoanalitik telâkkiye göre, hastalar hipnotizör-le yeni bir «transferentiel» alâka tesis etmeyi reddetmektedirler. Hastalar sanki problemlerini tekrar ele almayı ve hastalıklarının tâli fayda ve menfaatlerinden vazgeçmeyi istemez gibidirler. Sureti zahirede iyi olmayı şiddetle istemeye rağmen bıı. deruni veya şuuraltı mukavemet, bu şifadan kaçış, hipnoz ile o kadar aş-ikâr şekilde belli olmaktadır ki, hipnotizabiliteyi “bir inzar (pronostik) unsuru gibi ‘kullanmak kabildir: Öyle ki, histerik bir süje hipnotizabl olduğu zaman, psikoterapiye daha elverişli bir halde demektir. (CHERTOK, s: 35). Psikotiklerin (akıl hastalarının) hipnotize edilemedikleri eskiden beri malûm bir husustur. Dikkati teksif edememek, hipnotizörle işbirliği tesisine elverişsizlik gibi, türlü izahlar bu gerçeğe ışık tutabilir. Psikanalitik görüşe göre bir insanın hipnotize edilebilmesi için, (conscious ego) yani şuurlu egonun sağlam olması lâzımdır. Psikıotiklerde ego fragmante parçalandığı, bozulduğu için hipnoz kabil olmamaktadır.
Oiigofrenlerden (zekâca gerilerden) idio (aptal) ve im-besiller (budalalar), debiller (ahmaklar) de yine aynı sebeplerle yani ego zafiyete duçar olduğu için hipnotize edilememektedirler. (LINDER, M. it. s: 27). Zekâ ile de kesin bir alâka gösterilememiştir. Zaten psikonevroziarla bile zekâ arasında bir münasebet olmadığı anlaşılmış bulunuyor. Dr. Oğuz ÖZKAN, zekâ derecesinin psiko-nevrozlarda ancak hastalığın ma-nifestasyonunun (gösterilerinin, tezahürlerinin) muhtevasına tesir eden bir rol oynadığını, her zekâ seviyesinde psikonevroz. olabileceğini ortaya koymuştur. (ÖZKAN).
Psiko-somatik hastalıklarda hipnozla tedaviyi Muriei CAHEN ile beraber geniş çapta deneyen L. CHERTOK, bazı hastaların çok iyi, bazılarının da pek elverişsiz «fena» süjeler olduklarını belirtiyor. Refrakterler arasında iki nevi ayırmak-gerektiğine kani olan bu araştırıcılar, bunları A) hipnozu iradi olarak reddedenler yani istemiyenler,.ve B) hipnoza kabiliyetli ve elverişli olmıyanlar, diye tasnif ediyorlar. Böyle ref-rakter hastaların ekserisinin, bütün tıbbi tedavilere karşı inat eden, hattâ cerrahi müdahalelere de maruz kaldıkları halde hastalıklarının semptomlarından (arazlarından) bir türlü kurtulamadıklarını işaret eden CHERTOK. bunların hepsinin sos-yalman dezadapte (cemiyete intibak’ı bozuk) tipler olduklarını belirtiyor. Bu hal, ona göre, hastaların şahsiyet yapılarının sonucudur. Bu hastaların hepsi, pek bozuk şahsiyet yapımdadırlar ve pek «narcissique» bir strüktürle somato-psikoz denebilecek bir tablo göstermektedirler. Somatik dertleri ve ıstırapları hastalara, âdeta nisbi bir psişik muvazene sağlamaktadır, realite ile temas zayıftır ve kendini kontrol kifayetsizdir. Hipnoza elverişli süjeler ise, realite ile teması iyi, sosyal adaptasyonu (cemiyete, muhite intibakı) yerinde tiplerdir: «confli-ctuel» (ruhi-deruni çatışmalara aid) problemlerinden muazzep olsalar da, oldu’kıça iyi bir adaptasyon marjı içindedirler. Bunlar arasında obsesyonel strüktürde olanlara rastlanmaz. Histerik strüktürün normalitede de derece derece mevcut bulunabileceği söylenirse, ancak o takdirde bu süjelerde de histerik bir yaradılıştan bahsedilebilir. (CHERTOK, s: 34-35).
Hipnoza elverişli normal şahıslar üzerindeki araştırmalar sonucunda JANET, ve onun gibi düşünenlerin görüşünü benim-siyerek, ancak ruhi halinde bir disosiyasyon husule getirilebilenlerin kolaylıkla hipnotize edilebileceğini, ekstrovert’lerin dissosiyasyona daha elverişli ve meyyal oldukları için entro-vert’lere nazaran daha hipnotizabl olduklarım ileri sürenler vardır. (TAN, s: 18).
Birçok müellifler askerlerin sivillere nazaran daha hipnotizabl olduklarını belirtirler. (K A U F M A N, M. R.)
Poul THORSEN’e göre, aktif ve ateşli mizaçlı münevverler, fantezisi bol veya kendilerine hâkim olmayı becerebilen kimseler, kolay hipnotize edilebilirler. Yine aynı müellif, resmi istatistiklerin, mürettiplerin, matbaalarda baskı işlerinde çalışanların % 80’inin çok kolay hipnotize edildiklerini gösterdiğini belirtiyor. Buna mukabil bunamış ihtiyarlar, manyaklar, hipokondriaklar, düşünce ve dikkatlerini teksif edemiyen-ler çok güç hipnotize edilirler. Histerikler, nevrastenikler süje olmaya elverişli değildirler. Sıhhatli, iradesi kuvvetli, sinirli olmıyan kimseler en kolay hipnotize edilen süjeler olurlar. 7 ilâ 15 yaşındaki çocukların hepsi istisnasız kolayca hipnoza girerler. 30 yaşımdan sonra hipnoftizabUite azalır. (THORSEN, s: 118-129).
Çocukların ve kadınların, erkeklere nazaran ; gençlerin yaşlılara nazaran daha hipnotizabl oldukları birçok araştırıcılar tarafından belirtilmiştir. Bazı psikanalistler ise mazohis-tik temayülleri olan (yani kendine hükmedilmesinden, zulmedilmesinden hoşlanan) kimselerin hiprfötiz’e edilebildiğini tddlk ediyorlar. Fakat evvelce de işaret ettiğimiz- gibi, hiç bir emin ve kesm kriter bulunamamıştır.
GILL ve BRENMANN, bu başarısızlığa, metodolojik bir hataya atfediyorlar ve diyorlar ki; «Eğer hipnoz, esasında süje ve hipnotizör arasında kısmen teessüs eden, interpersonel bir’ orijinal münasebet ise, o takdirde bu münasebeti bir tek cephesıyle (yani sadece süje bakımından) ele alıp incelemek mesele) hususunda bizi hataya sürükliyebilir» (C H E R TOK’’ s: 33).
Hjpj^otik transa girişe mukavemet mevzuuna da: kısaca temas edelim.. Normal uykuyu kolaylaştıran fizik ve şimik tesirlerin hipnozu da kolaylaştırdığı; buna mükabi.1 çay,, kahve gibi münebbihlerin güçleştirdiği bir vakıadır. Hipnotizabl olduğu halde hipnoza dair pek çok şey bilen kimselerin, hele hekim ve psikologların, otokritik ve otoanaliz dolayısiyle hipnoza mukavemet ettikleri ve transın derinleşemediği de bir vakıadır.
Üzerinde ilk defa hipnoz denemesi yapılata birrsüje, bütün gayretlere rağmea transa girmezse, hemen hipnotizabl değil diye hüküm vermeli mi ? Yoksa bir kaç defa Asim tecrübeye katlanmalı nm ? Ve kaç defa ?
Bazı müellifler 3-4 denemeyi ‘kâfi görüyorlar. Bazıları da bununla iktifa etmiyor ve seans sayısını pek: arttırıyorlar.. BRAMWELL bir süjeyi 60 defa tecrübeden sonra ancak hipno-tize edebildiğini yazar. Alman müellifi VOGT, bir süjesinde 300 seansdan sonra başarı sağhyabilmiştim. Kendi tecrübelerimden edindiğim şahsi kanaat şudur ki, ilk- deneme ileri derecede hipnotizabl olan kimseleri belli etmeye umumiyetle; kâfi gliyor, fakat başarısızlık karşısında bir zaman sonra ikinciyi denemek ve ondan sonra hükme varmak daha uygundur. Pek hipnotizabl olmıyan süjelerde de ısrarla tekrar, lQ4i5’inei se-> ansta istenilen neticeyi veriyor. Maamafih derin bir trans için hem seansların sıkı sık tekrarına, hem de smm, müddetini uzunca sürmesi gerektiğine kaniyim. Bu hale göre tedavi bakımından, hastanın hipnotize edilmesindeki güçlüğün doğuracağı mahzurlar, hastanın sabırsızlığı, ortaya bazı problemler çıkarıyor ki pratikte bununla sık karşılaşılır. Ancak, psikanalizin bir iki sene sürdüğü dikkate alınırsa, yine de hipnoz ehven bir tedavidir ve bu hususu hastaya iyice anlatıp sabrını takviye etmelidir.
Bazı süjelerin ferdi hipnoza refrakter oldukları halde grup halinde hipnotizabl olmaları, süjelerin «inconscient» (gayrı şu-uri) korkularına karşı, beraberliğin koruyucu bir rol oynadığını gösteriyor. Bu şuuraltı korku ve endişelerin ehemmiyeti daima dikkate alınmalıdır. Mesela, hipnoz seansında akrabalarından biri veya bir tanıdık kadın bulunduğu takdirde, alaya alınma veya küçük düşme endişesi duyan bir kadın süje, çok daha güç hipnotize edilir.
Transa giriş müddeti de muhteliftir. Bazı süjeler 20 saniyede, bazıları 20 dakikada hipnoza sokulabilirler.
Nihayet, acaba insanların kaçta kaçı ve ne derece hipnotize edilebilirler ? Bu sualin cevabı, araştırıcılara göre değişen rakkamlarla doludur:
Jacop H. CONN, tesadüfen seçilmiş kimselerden % 90’-ınm hipnoidal hale veya hafif transa girdiklerini ; bunların % 50’sinde bu transın orta dereceye varabildiğini ve % 10’un da derin bir transa sokulabildiklerini bildiriyor.
A. FRY ise, % 14 başarısızlık, %, 63 hafif trans, % 9 orta trans ve % 14 derin trans nispetleri veriyor.
Bu üste daha uzatılabilir. Refrakter, orta, derin trans nispetlerinin % 25’er olduğundan bahsedenler de vardır. (T A N, s: 21).
Hülâsa, hipnotizabilite hususunda kesin bir kriter yoktur.
HİPNOTİZÖRün ŞAHSİYETİ ve TEKNİĞİ
Yukarda sırf süje bakımından meseleyi ele aldık. Fakat süje ile hipnotizör arasındaki karşılıklı ilginin, «interpersonel».münasebetin rolü ihmal edilemez. Hipnotizörün şahsiyet yapısı kadar tekniğin de dikkate alınması gerekiyor.
Hipnozda tetonik faslında her süjeye ve her hipnotizöre göre değişebilen usullerden yeteri kadar bahsettik. Müsait süje-ler için, usûl ne olursa olsun her teknik münasiptir. Ancak,, gayrı müsait veya güç süjeler için kullanılan tekniğin, süjenin. durumuna göre rolü vardır.
Hipnotizörün şahsiyetine gelince.. Bu mevzuda da muteber kriterler yoktur ve problem, süjenin şahsiyet yapısı keyfiyetinden daha az incelenmiştir. Bu itibarla, muhtelif müelliflerin. işaret ettiği bazı hususları belirtmekle iktifa edeceğiz.
Manyetizm animal devrinde eski manyetizörler, manyeti-zörün seans esnasında rahat, sakin, sıkıntısız olması gerektiğini, imajinasyonuna pek dikkat etmesi, zihnen de karşısındakini uyutmak istediğim ısrarla düşünmesi icap ettiğini, zira somnambüllerin manyetizörlerin bütün sıkıntıların hissettiklerini söylerlerdi. Mesela DELEUZE şöyle der:
«... hastanın afiyetini isteyiniz. Kendi hususi işlerinizle zihninizi meşgul etmeyiniz ve hastalarda sevimli hisler ve iyi intibalar uyandırmağa çalışınız. Manyetize etmek için ilk şart iradedir. İkincisi: manyetizörün kendi kudretine itimadı, üçüncüsü: iyilik yapmak hususundaki samimi arzu ve âlicenaplıktır.» (BERNHEIM, II).
Bu husus gerçekten de hiç yabana atılamaz, küçümsenemez. Bu bir vakıadır. Amma, süje ile hipnotizör arasında telepatik bir irtibatın teessüs edip etmediği meselesi bir yana (zira bu da varittir ve parapsi’kıolojiyi ilgilendirir) psikanalitik görüşle durum, contre-transfert’in önemini belirtir. (Mamafih bazı psikânalistler, psikanaliz seansları esnasında hasta ile aralarında telepatik irtibata ve fikir intikaline dair müşahedelerini, neşretmişlerdir).
Hipnozu kullanmak kabiliyetinin her vak’ada hususi bir-strüktür işi olduğu tasdik edilebilir. Psikanalitik görüşle ifade etmek lâzım gelirse, maternel ve paternel hipnozlar olması gibi, her süjenin de pek değişen mucip sebeplerle hipnotize edildiği söylenebilir ve bu hale göre hipnotizörün motivasyonu da -keza pek çeşitli olabilir. SCHILDER, hipnotizörün, «majifc» bir kudret ve hastaya «libidinal» bir hâkimiyet arzusunu, «incon-scient»’mda taşıması zorunda olduğuna kanidir.
Muhtelif hipnotizörler arasında başarı mukayesesine gelince, FERENCZI’ye göre her hipnotizör bakımından °h 10 ile % 80 ve % 90’dan %’ 96’ya kadar varan ölçüye gelmez ferdi farklar vardır. Bu müellif, hipnotizörün sosyal prestijine, şöhretine, emniyet telkin eden bir «therapeute» olup olmadığına ve fizik görünüşüne göre de başarısının değişeceğine dikkati çekiyor. Mühim bir noktayı da işaret eden müellif, hipnoz: seanslarına giriştiği ilk anlarda, cehaletinin kendisine verdiği itimad ve emniyetin muvaffakiyetini arttırıp kolaylaştırdığını, --1– Vnmıoz hakkında bilgileri derinleşince bu emniyette olduğu söylenebilir. KARTAMICHEV, (1953) Moskovadaki hipnozla siğil (verme) tedavisi çalışmalarında pek başarı sağladığı halde, mesai arkadaşlarının müstehzi gülüşlerinden sonra kendine itimadını ve aynı zamanda şifa verme kabiliyetini ele kaybettiğini yazmaktadır. (Hypnose et suggestion dans le traitement des maladies de la peau. Medguiz edit. Moscou, 1953, 135 p.’den zikreden CHBRTOK, s: 50).
Telepati ile uzaktan, ve süjenin hiç haberi olmadan, zihni emirler göndermek suretile hipnozun kabil olduğuna dair mahdut fakat manidar tecrübeler nazarı itibare alınırsa, o takdirde hipnotize edilme ve etme meselesinin basit bir telkin hâdisesi olmaktan çıktığını kabul ederek problemin üzerine başka dik-ka Herle eğilmfc gerekmektedir. (D O K S A T, I. s:760-769). Kuvvetli bir hipnotizör olabilmek için riayet edilmesi icap eden kaideler mevzuunda çeşitli müellifin az çok bir birine benzer kanaatleri var. Daha ziyade manyetizma taraftarlarının ileri sürdükleri bu esaslar, hipnotizörün (veya manyetizörün) sıhhatli ve iradeli olmasını temine matuf temrinlerdir ki şöylece hülâsa edilebilir:
Sıhhatinize, uykularınıza dikkat ediniz. Yorgunken ve tok karnına tecrübeye girişmeyiniz. Bayat, çok pişmiş, hazmı güç gıdalar yemeyiniz. Sebze, meyva gibi taze, hazmı kolay yiyecekleri, tercihan çiğ olarak yiyiniz. Cinsi ifrattan kaçınınız. Alkol içmeyiniz. Sigara içmeyiniz. Kendini sigara ve alkolden menedemiyen bir hipnotizör, bu zayıf iradesiyle kimseye müessir, olamaz. Her sabah, tedricen arttırarak sabit bakış temrinleri yapınız. Birisiyle konuşurken daima iki kaşınm arasına bakınız. Hipnotizörün nafiz ve tesirli bakışları olmalıdır... ilh..
HİPNOZUN ÇEŞİTLERİ
Hipnozu yani hipnotik transı, türlü şekillerde husule getirmek kabildir ve bu hale göre birçok hipnoz çeşidinden bahsedilebilir. Hafif veya derin, aşikâr veya belirsiz bir transm derece derece bahis mevzuu olduğu veya olmadığı muhtelif hallerde, hipnotik fenomenlerin ortaya çıkabilmesi imkânı karşısında, eğer bu haller de hipnoz telâkki edilirse, daha pek çok hipnoz çeşidinden bahsedilebilir ki o takdirde, artikt basit telkin hâdiseleri ile hipnotik fenomenler arasında bir hudut çi-zilemez olur.
Eğer tasnif süje sayısı bakımından yapılırsa, ferdi ve kollektif hipnozlardan bahsedilebilir.
FERDİ HİPNOZ (Hypnose Individuel):
Bir kişinin hipnotize edilmesidir.
GRUP HİPNOZU (Hypnose en Groupe):
Birden fazla kimsenin bir arada hipnotize edilmesidir. Sahne hipnotizmacılarının gösterileri umumiyetle bu şekildedir.
KOLLEKTİF HİPNOZ:
Kalabalıkça bir insan grupunun hipnotize edilmesidir. Mesela salondaki seyircileri toptan hipnotize ederek gösteride bulunan profesyonel hipnotizmacıların yaptığı gibi. (Grup hipnozu ile kollektif hipnoz arasında mahiyet değil, süje sayısı farkı vardır).
SOSYAL HİPNOZ (Hypmlos© Sociale;:
Bazı müellifler, kütle psikolojisi bakımından inceledikleri hâdiselerde, kalabalık içindeki fertlerin davranışlarım, hipnotize bir süjenin otomat gibi davranışlarına benzeterek bu tâbiri “kullanmaktadırlar. LEBON, TARDE, ROSSI gibi müelliflerin inceledikleri bu konuyu Mac DOUGALL, ALPHANDERY, H. BERR, DRABOVITCH ve CHAUCHARD.. da türlü zaviyelerden ele almışlardır. Panik psikolojisinden Afrika zencilerinin tam-tam’larma, zencilerin stereotipi tarzında jestlerle danslarına ve keza devrimize kadar, rock and roll dansı gibi kollek-tif histeri de denebilecek tezahürler hep hipnoza benzetilmek isteniyor. (CHAUCHARD, III, s: 63-65).
Kanaatimizce hipnotik fenomenlerden bir veya bir kaçma benzer hallerin, filân veya falan durumda ortaya çıkmasına bakarak bu halleri hipnoz telâkki etmek ve sosyal hipnoz gibi tâbirler kullanmak, analoji ile ayniyeti bir birine karıştırmak demek oluyor ve isabetli değildir.
***
Yine süje zaviyesinden hetero veya oto-hipnoz’dan bahsedilebilir.
HETEROHİPNOZ (Hetero-hypaose):
Bir insanın başka birisi tarafından hipnotize edilmesi demektir. Şimdiye kadar anlattığımız hipnoz şekilleri hep hete-rohipnoz kategorisine girer.
Şüphesiz hetero-hipnoz ferdi olabileceği gibi grup halinde, kollektif de olabilir.
OTOHİPNOZ (Autohypnose):
Bir şahsın hipnotizöre ihtiyaç kalmadan kendi kendini hipnotize edebilmesi demektir.
Kendi kendine telkin veya binefsihi telkin (autosuggestioa) ile kabil olan bu hale, ispiritizmada medyumların transı misâl olarak gösterilebilir. Medyanmik trans üe hipnotik transm ayniyeti ve farkı mevzuu para-psişik fenomenleri (telepathie, clairvoyance.. gibi) yakından inceleyerek kıyaslamayı gerektiren ayrı bir bahis olduğu için burada tafsilâtına girmiyoruz. (Arzu edenler SUDRE ve AMADOU ile RHINE’m eserlerinde bu mevzuu inceleyebilirler. Eserler literatürde zikredilmiştir. Ben de, yakında çıkacak olan bir kitabımda bu konuyu etraflıca ele alacağım).
Şüphesiz ki otohipnoza istidadı olan kimseler, heterohip-noz için de elverişli süjelerdir. Netekim heterohipnozda, süjeye «..şu trans halinizi artık hiç güçlük çekmeden kendi kendinize de dilediğiniz anda husule getirebileceksiniz. Rahat bir durumda bir koltuğa uzandıktan sonra, gözlerinizi açık olarak bir noktaya dikip (veya onları kapalı tutarak) bir kaç derin nefes aldıktan sonra, işte şimdi hipnoza giriyorum diye düşünmeye başlar ve (tercih edilecek bir sinyale göre, mesela bir sayıya göre, post-hipnotik şartlandırma ile) 9’a kadar sayarsanız, kolayca hipnotik hale gireceksiniz ve istediğiniz anda uyanabilecek ve keza her hangi bir tehlike karşısında da otomatik olara’kı uyanacaksınız» şeklinde dikkatli bir ısrarla telkinde bulunulur, bu telkin süjeye de tekrarlatılırsa, süje otohipnoza müsait kılınmış olur. Ama bir kısım süjeler, hemen muvaffak olamaz ve otohipnozda güçlük çekerler. O takdirde süje ile meşgul olmak ve nezaret altında bir kaç kere kendi kendine hipnoza girip çıkmasını temin etmek icap eder.
Oto-hipnoz ile oto-sügjesyonu ‘kombine etmekten, hipnote-rapide faydalanılır. Böylece bazı hastalar kendi kendilerine tedavilerine devam edebilirler. Ben, tik’ten muztarip iki hastamda bu yolu başarı ile tatbik ettim. Pek nörotik ve emotif olan bu hastalar, en biçimsiz zamanlarda gelen tik nöbetlerini bu şekilde durdurabiliyorlardı.
Bazı hint fakirleri, böyle otohipnoz (self-hypnosis) yaparak kan deveranlarında, nabız ve kalb ritminde yavaşlama tev-lid edebiliyor, metabolizmalarını yavaşlatıp şiddetlendirebili-yor, keza kendi kendilerini teataleptik hale koyabiliyorlar (Van PELT, s: 268).
Amerikan diş hekimleri de hastalarında otohipnozu basan ile kullanıyorlar. (BÜRGESS, s: 326).
SCHULTZ’ün «Autogene Trakıing» adını verdiği ve şark hekimliği ile hint mutasavvıflarının zühdü takva usullerinin psikosomatik bir anlayışla sentezinden ibaret olan gevşeme «relaxlation» tedavisi de hipnoza komşu bir metoddur ve bu metodla tedavi gören hastalar, usulü talim ederek bilâhare kendi kendilerine tedaviye devam etmekle bir nev’i otohipnoz ve otosügjessiyon yapmaktadırlar. (C H A U C H A R D, III. s: 77 ve 80; CHERTOK, s: 18 ve 41).
Oto ve hetero-hipnoz arasındaki mahiyet farkı meselesine de kısaca temas edelim. Bazı müellifler aslında her hipnoz hâdisesinin bir otohipnoz olduğunu ve heterohipnozda da hipno-tizörün siijede bir otohipnoz tevlidine yardım etmekten başka bir şey yapmadığını iddia etmektedirler,
«Hetero» olsun, «oto» olsun; her hipnotik transda süjenin psiko-fizyolojik ve mental aktivitesindeki istihalelerde ihtimal ki ayni prosessüsler caridir; ancak, heterohipnozda bu dışardan hipnotizör tarafından sevk ü idare edilmekte, otohipnozda ise süje bunu yardımsız yapmaktadır. Fakat «inter» ve «intra-personel» münasebetler bakımından mental aktivitede bir dinamizm farkı olduğu- inkâr edilemez. Kolaylıkla ispiritik hipnoza giren, yani bir otohipnoz yapan medyumların, bazılarının, hetero-hipnoza ve hetero-sugjesyona hiç de elverişli olmadıkları vakıası da üzerinde düşünülmeye değer bir ehemmiyettedir.
DİREKSİYON veya YOL HİPNOZU ve Bazı kazalar
Direksiyon başında uyuduğu için, içindeki yolcularla beraber otobüsü uçuruma yuvarlıyan veya önüne çıkan başka bir vasıtaya bindirerek kazaya sebebiyet veren şoförlere dair haberler, gazetelerimizde sık sık yer alır. Vakıa bu ‘kabil kazaların çoğunda, uykusunu almadan yola çıkan bizim şoförlerimizin gerçek uykusuzluklarının rol oynadığı muhakkaktır.. Hele, bizim yollarımızın umumiyetle virajlı ve arızalı oluşu da nazarı itibare alınırsa, şoförü devamlı bir dikkat uyanıklığı ve teyakkuz içinde bulunduran bu durumda, bir direksiyon hipnozundan bahsedilemez. Eğer bizim de düz ve muntazam uzun yollarımız çoğalırsa, yol hipnozu vahalarının artacağı şüphesizdir.
Amerika gibi düz bir hat istikametinde, muntazam uzun yollara sahip olan memleketlerde, saatte 100–120 km gibi sabit bir süratle giden şoförlerin kazalarında, bir direksiyon hipnozu bahis mevzuudur. Bu şartlarda otomobil sürenlerde direksiyonu kullanış otomatik ve monoton bir hal almakta (arabaların vitesleri de zaten otomatiktir) ve şoför geçtiği yerleri fark etmez halde, bir hayal âlemine dalmaktadır. Bazıları, önündeki yolun kendisini devamlı surette yutarcasma çekişine kapılarak kendilerini bir girdaba sürüklenir gibi hissedip hipnotik transa giriyorlar.
Direksiyon veya yol hipnozu denen bu durumda birçok şoförler, ihtimal ki adeta bir sonınambülistik otomatizm halinde araba sürmektedirler. Amerika yollarında vukua gelen kazaları inceleyen mütehassıslar, yoluna devam eden bir şoförün önündeki (âni olarak karşısına çıkan değil, ayni istikamette gitmekte olan) bir büyük kamyona çarpması şeklindeki kazaları –kaza yeri ve vasıtaların süratleri tetkik edilince– izahta güçlük çeker olmuşlardı. Psikologlar, böyle kazaların yol hipnozu ile izah edilebileceğini ileri sürüyorlar ve hipnotik transa girmiş bulunan şoförün, negatif bir hallüsinasyon neticesi, önündeki koca kamyonu yol zannedip görmiyerek ona bindirdiğini iddia ediyorlar. Bu fikre ‘katılarak, psikodinamik bakımdan şuuraltı bir intihar arusunun veya ölme isteğinin, bu negatif hallüsinasyonu tevlid ettiğinin söylenebileceğini düşünenler de var. (TAN, s: 48)
Hemen ilâve edelim ki bu kabil kazalarda, direksiyon bağında gelen, mesela «petit mal» tarzında bir epilepsi (sar’a) nöbetinin de bahis konusu olmaması gerekir ki, bir yol veya direksiyon hipnozundan bahsedilebilsin.
Yol hipnozu ile, âletler ve yardımcı vasıtalarla tevlid edilen hipnoz arasındaki müşabeheti işaret etmek isteriz.
***
Gerek süjenin zahiri görünüşü, gerekse sübjektif hissiyatı bakımından uykuya benzer ve uyanık durumda hipnozlardan bahsedilebilir.
UYKUYA BENZER HİPNOZ
Pratikte en çok kullanılan hipnoz şekli budur. Ta... rahip FARIA’dan beri hipnoz tekniğinde uyku kelimesi zikredilmektedir. Bu kelime yüzünden süjeler hipnoz hakkında yanlış kanaat edinerek, transın bir uyku hali olması gerektiği zehabı ile, hipnotik transdan çıktıktan sonra, eğer post-hipnotik amnezi husule gelmemişse, «ben hiç uyumadım ki, beni uyutamadınız.» demekte ve hipnotize edildiklerini inkâr etmektedirler. Bu itibarla süjeye, teknik bahsinde de işaret ettiğimiz üzere, uykuya benzer bir kendinden geçmişlik, bir rehavet ve yakaza haline gireceğini, fakat şuurunu tamamen kaybetmiyeceğini, işitip konuşabileceğini, amma bütün vücudunda bir gevşeme ve rehavet dolu ağırlık hissederek hareketsiz kalacağını anlatmalıdır. Bununla beraber, süjeye ve etrafa garip gelen hipnotik fenomenlerin husulünü uyku haline teşbih ederek izah, daha şayanı kabul göründüğü içindir ki ihtimal, uyku tabirini kullanmak âdet olmuştur. Zaten BRAID de, Grekçe uyku manasına gelen «hupnos» terimini bu teşbih zaruretiyle tercih etmişti. Bunda hipnozu uyku hali sayan teorilerin de payı vardır.
Post-hipnotik amnezi ile transdan çıkan süjeler de, zaman distorsionu sebebile de -uyumadıklarını iddia ederler. Fakat etraftakiler için bu iddia, tebessümle karşılanır ve üstelik hipnos için kuvvetli bir delil telâkki olunur. Eğer süje hipnotik transa girdiği halde, amnezi olmadığından her şeyi hatırlar ve uyumadığım ileri sürerse, etraf, hâdisenin şahitleri, bu iddiaya iştirak ederler ve o zaman fenomenleri alelade bir telkinin tesir hudutlarından çıkararak izah güç olur.
UYANIK DURUMDA HİPNOZ:
Pek labil ve dinamik bir hal olan trans’m hudutlarını tayin güçtür. Eğer bu dinamik-labil psişik hal, bir şuur sahası daralması veya bir dissosiyasyon telâkki edilerek hudutları genişletilirse, o takdirde medyomların bütün ispiritik (medi-yanmik) trans nevilerini bu kategoriye sokmak kabildir.
Anglo-Amerikanlarm «Crystal Gazing», Fransızların- «vi-sions dans le crystal» dedikleri halde, süje cam bir küreye gözlerini sabit dikerek transa geçer ve «hypnogogique» hallüsinas-yonlar görür. Bizde «bakıcı» denen kimselerin falcılıkları bu usulle yapıldığı gibi, bilhassa bulûğa ermemiş küçük çocuklara, parmağına damlatılan bir mürekkep lekesine veya bir bardak suya baktırarak yapılan gaipden haber vermeler de hep bu hipnagojik hallüsinasyonlar tarzında vizyonlardır. İstanbul'dan, Merkez Efendi’deki kuyuya (başını örterek, kısmetini görmek için) giden evde kalmış kızların vizyonları da aynı kategoridendir. Fakat bu hâdiseleri parapsikolojinin para-psişik fenomenler faslında «clairvoyance» (ruh gözü ile görme) bahsinde mü-talea etmek gerekmektedir ki bir etüdümüzde bunu ele almıştık
(Bk: D O K S A T, II. s: 791-825)
İşte bu kabil trans halleri uyanıklık durumunda hipnoz addedilebilir.
Pek sensitif süjelerde, trans birden derinleşebiliyor ve süje, gözlerinin açık durumunu muhafaza ederek somnambül devresine giriveriyor. Böyle süjeleri bir noktaya sabit baktırmak, hiç uykudan bahsetmeksizin aniden hipnotik transa sokmak kabildir. Tabii uyurgezerlerin ekserisi böyle hipnotizabl süje-lerdir. Ben de ayrı ayrı iki süjede, bu teknikle süratle derinleşen somnambülistik trans tevlid etmeye muvaffak olmuştum.
* * *
Hipnozun süresi bakımından uzun süreli veya başka bir deyişle devamlı hipnoz çeşidinden söz edilebilir.
DEVAMLI HİPNOZ:
Süje imkân nispetinde derin bir transa sokulduktan sonra, bu halde saatlerce, hatta günlerce –sık sık uykuya devam telkini yenilenerek– bırakılır ve bu hipnoz süresince, ayrıca hiç bir hususi telkin yapılmaz, bir eksplorasyon veya hipnoanaliz ‘de düşünülmez.
Devamlı hipnoz, «prolonge» uyku kürleri ile tedavi metodlarmdan biridir.
Uzun uyku kürü tabirini ilk defa olarak (1890) kullanan müellif, WETTERSTRAND’dır. Bu tabirle «prolonge» hipnoz uykusunu kastetmiştir. Hastayı devamlı uyku halinde tutabilmek için, lüzum hasıl oldukça hipnozu yeniliyordu. Müellif bu tedavi metodunu bilhassa depressif form nevrozlarda başarı ile tatbik etmiştir. (BAHAR, s i 3.)
Devamlı hipnozun Rus ve Fransız tipi denen kür şekilleri vardır. Hatta hipnotizabl olmayan hastalarda, önceleri hipnotik İlâçlarla küre başlanıp, bu arada ışık, ses gibi stimuluslarla hastayı şartlandırarak, bilâhare ilâç yerine «plasebo» kullanıp (mesela uyku ilâcı yerine tuzlu su zerki gibi) şartlandırma tekniği ile uykuyu tam bir tabii hipnoz halinde devam ettiriyorlar. (BAHAR, s: 115–119)
Devamlı hipnoz ile bazı tiklerde, had histeri arazlarında psikojen kusmalarda tedavi neticeleri başarılı olmaktadır.
İLÂÇLA HİPNOZ:
Herkesin kolayca hipnotize edilemeyişi karşısında, bilhassa hipnotizabl olmayan hastaları tedavi edebilmek için şimik maddelerden faydalanılması öteden beri düşünülmüş ve tatbik de edilmiştir.
Şimik maddelerin nöro-psikiyatri sahasında, akıl ve ruh hastalarının tedavi ve teşhisi için istimalinin uzun bir tarihi vardır. Hastaların ruhi durumunu anlamak,/onları konuşturmak vs... gibi maksatlarla da türlü maddeler denenmiştir SAUVET(1847) ve bilhassa MOREL (1854) etherisation’u şizofrenlerde mütizm haline karşı denediler. MANTE-GAZZA (1866), aynı maksatla cocaine’i kullandı. OLLIVIER (1873),. alkolü bir teşhis ve inzar vasıtası olarak stüpör melankolide denedi.
KRAEPELİN, DUPOUY (1913), CLAUDE, BOREL, ve ROBIN (1924) eterden faydalandılar. LANGE, MAIER, HUISENj SACRİSTAN cocaine’in psişik rölaşman halleri tevlid ederek hafızayı eksite ettiğini ve affektif analizde kullanabileceğini gösterdiler.
1928’den itibaren Mile PASCAL ve arkadaşları protoxyde d’azöte’un şizofrenlerde psişik eksplorasyon vasıtası olarak istimalini incelediler..
Ayni maksatlarla Somnifene (A. MARIE ve QUERCY, LAFORA, KLAESI), opium ve morphine, cafeine (MAIER)} Peyotl ve alkoloidleri,, mescaline (ROUHIER), yafe, scopochloralose (H. BARUK) denendi.
Bütün bu şimik maddelerin tesiri, bir sarhoşluk halinin tahriki ile mukayese edilebilen neticeler verdiler. Diğer bazı müellifler de insulin tedavisinde hypoglycemie vasıtası ile hasıl edilen crepusculaire devreleri incelediler ve BYCHOWSKY bu durumlarda FREUD’un klâsik psikanaliz metodlarını kullanmayı tecrübe etti.
1914–1918 Birinci Dünya Harbi, harp nevrozları üzerinde ilgiyi topladı. Bunları iyileştirmek için telkin metodu olarak Clovis VIN-CENT faradik ceryanları başarı ile tatbik etti ve bu usul «torpillage» adı ile kabule nıazhar oldu.
1939–1945 İkinci Dünya Harbi, harp nevrozları problemini tekrar ortaya çıkardı. Böyle psiko-nörotiklerde evvelâ klasik hipnoz metodla» denendi. Fakat görüldü ki direkt telkinden ziyade hastalar, hipnoz esnasında gayrışuurda unutulmuş hatıralarını hatırlayarak şifa bulmaktadırlar. O zaman hastalara psikanaliz yapılması düşünüldü. Halbuki psikanaliz hem uzun zamana ihtiyaç gösteriyordu, hem de pek çok sayıda psikanaliste ihtiyaç hasıl olacaktı.
İşte bu sebeplerle muhtelif hipnotik maddelerin zerki ile hipnoz tevlidi ve bu şartlarda kısa bir psikanaliz yapılması imkânları araştırıldı. (B E S S I E R ve F U S S W E K, s: 1–5)
Aslında 1932 de Almanya’da HAUPTMANN, evipan’ı intravenöz zerk yolu ile denemişti.
1936’da da HORSLEY,’ barbiturate’ları aynı tarzda kullanarak «narcoanalysis» ve «narcosynthesis» ismi ile metodunu açıklamıştı.
Nihayet Amerikan ordu psikiyatrlarından GRINKER ve SPIEGEL, narkosentez metodunu başarı ile kullanmaya başladılar. Böylece metod yayıldı. (H O R S L E Y ; s: 141–142;, WOLF ve ROSENTHAL, s: 103)
Teknik basittir: %2,5 pentothal solüsyonu, damar içine dakikada 1 cms olmak üzere gayet yavaş zerkedilir. Bu zerk esnasında hasta sayı sayar; umumiyetle 4 cms zerkin sonunda hasta saymada hatalar yapmaya başlar, sayma ritmi bozulur, sesi hafifler; 1 cm.3 daha zerk edilir. (Amerikan müellifleri 6 cms’ü geçmiyorlar. Fakat COSSA % 3 solüsyondan ceman 0,30 g. verilebileceğini gösterdi.) Bu sıralarda hasta ile konuşulur şuurun kontrolü gevşemiştir ve şuuraltı refulmanlar ortaya kolaylıkla çıkabilir. Bazı müellifler hastayı uyutup, uykudan açılırken, bazıları da ilâç dozunu ayarlayıp uykuya daldırmadan konuşma temasını muhafaza ederek narkoanalizi yaparlar.
Jean DELAY, Pentothal’e 1/2 mg. atropine de katar. Zerk miktarını, bazen 1 gr. kadar çıkarmak icap edebilir. Çeşitli teknikler vardır.
Narkoanaliz, aslında psikanalizle hipnozu ilâç yardımı ile birleştiren bir tedavi tekniğinden ibarettir. HOUSE’un hakikat serumu «serum de verite» diye isimlendirdiği bir «narco-diagnostique» metodu olarak da kullanılan bu teknik, hayli tartışmalara da yol açmıştır. Pentotharin tesiriyle husule gelen «etat crepusculaire» hali, hipnotik transm aynı mıdır, yoksa, ona benzer farklı bir durum mudur, konusu halâ münakaşa ediliyor. Bu prenarkoz halinde, hasta ile verbal temasın kabil olması sayesinde hem kısa ve kestirme bir psikanaliz, hem de telkin yapmak mümkün oluyor. Bu yüzden «psyc’hanalyse chi mique» adı da verilen narkoanaliz, hipnozun yerini tutabiliyor mu, ona üstün taraflar var mı ?
DELAY’ın naklettiğine göre, bir narkoanaliz seansında bulunduktan sonra, Pierre JANET, hipnozun pabuçlarının dama atıldığını söylemiş. (C H A U C H A R D, II. s: 25) Fakat bu, acele verilmiş bir hüküm gibi gözüküyor. Zira bu me-tod da teknik güçlükler arz etmektedir. İlâcı biraz fazla verince süje uykuya dalmakta ve hekimle teması kesilmektedir. Vakıa bu mahzuru izale etmek için «amphetamine» cinsinden eksitan aminler pentothal’e karıştırılıyor. Amma yine de şahsın dissosiyasyona müsait olması gerekir, pentothal’e rağmen hiç bir şey söylemiyen hastalara, hatta simülatörlere (mütemarızlara) rastlanmıştır. Biz de klinikte, konuşmak şöyle dursun, sadece horul horul uyuyan hastalara rastladık.
- Maamafih narkoanalizin üstünlükleri inkâr edilemez: Hipnozun tatbik edilemediği birçok vak’alarda, psikotikler de dahil, başarı sağlar. Hipnotizör olmıyan psikiyatrlar için ve keza hipnotizabl olmıyan hastalarla uğraşan hipnotizörler için değeri müsellemdir.
Fakat, ne olursa olsun, vücuda zehirli bir madde girmektedir ve bazı tehlikeleri de vardır. Halbuki hipnozda hiç bir tehlike yoktur. Hipnozdaki gibi kuvvetli telkin yapma vasatını temin etmez.
HORSLEY, hipnoz ile narkoz eş midirler sorusuna şu cevabı veriyor:
«Şu 3 durumu kıyaslamak lâzımdır: 1 – Basit narkoz, 2– İlâç hipnozu, 3 – Alelade hipnoz.
Hipnoz düşünce ve hareketin telkinle kontrol edildiği bir psikosomatik fenomen olarak tarif edilmiştir. Bu hale göre, 1– Basit narkoz öyle bir uyku halidir ki doza göre değişik derecede uyuklama ile beraber konfüzyon, dezoriantasyon ve inkonherans vardır. 2 – İlâç hipnozu, semi-narkoz’a süjessiyonlar süperpoze edilmesidir. Süje tedaviyi yapan hekimin suallerine cevap verir.
Şu sual sorulmuştur: Acaba hipnozdaki bütün fenomenleri hipnoz meydana getirmeden narkozda temin kabil midir? Bu suale benim cevabım, «hayır.» şeklindedir. Eğer narkoz altındaki hasta sakin bir şekilde kendi haline bırakılırsa, hipnozun her hangi bir tezahürünü göstermeden uykuya dalar gider.
Bir ilâç hipnozunun meydana getirildiğini kati olarak söyliyebilmek için, bazı hipnotik fenomenlerin ortaya çıkması gerekir ki, bunlar da post-hipnotik telkin ve hipermnezi, ekminezi ve amnezidir.... WELLS’in de dediği gibi, somnambülizm gösteren kimseler dahi ilk seferinde kolaylıkla hipnotize edemeyebilirler...halbuki narkotik hipnoz ilk seansfa netice verir, post-hipnotik telkinler yapmak kabildir.. Delilere dahi tatbik edilebilir..
Fakat narkoz esnasındaki kimyevi tesirlerden doğan psikosomatik durum, sadece bir kimyevi tesir durumu olmayıp, burada muhtemelen sodium pentothal’i zerk eden hekimin şahsiyetinin de bir rolü vardır.» (HORSLEY, s: 141-149).
Metodun mucidinin de belirttiği gibi, şimik ajan hipnotizabl olmıyan süjeleri kabili telkin hale getirmeye bazen –her zaman değil– yardımcı olabiliyor. Amma alelade hipnozdaki fenomenleri aynı mükemmeliyetle elde etmek kabil olmuyor ‘burda.
GLOVER’in narkoanalize «narcotherapie controle» dediğini belirten LAGACHE, bunun psikanalitik stüasyonu imkân vermediğini ve hipnoanalize nazaran mahzurlu olduğunu işaret ediyor (LAGACHE, s: 110).
Netice olarak söyliyebiliriz ki hipnotizabl olmıyan kimselerde narkoanaliz ve narkosentez elbette ki faydalanılacak bir metoddur. Amma eğer hasta hipnotizabl ise, ilâçsız hipnoz tercih edilmelidir..
Hipnozu psikofizyoloji yönünden ele alan CHAUCHARD, narkoanalizi, insülin koma tedavisini, (BYCHOWSKİ’nin elektroşoktan sonra şuur normale avdet etmeden hastanın geçirdiği hali hipnozla mukayese ederek bu durumda hastaya telkin yapılması misalini zikrederek) elektroşok’u, hatta lobotomi ve topektomi gibi psikoşirürji usullerini bile pavlovien bir görüşle bir nevi hipnoterapi addediyor. (CHAUCHARD, III. sr 53-63, 66-96, 116-122.)
İnsülin koma tedavisinin şif akar “tesirinin hastada bıraktığı hipomneziden ileri geldiğini ileri süren KALINOWSKY ve HOCH, veya bu tesirin uzun süreli bir tedaviden doğan bir telkin sonucu olduğunu iddia eden diğer müellifler, hipnoz anlayışının hudutlarını genişleten CHAUCHARD’ı teyid eder görünmektedirler.
Hipnoz fenomenlerinin bazılarım ele alarak, onları tevlid etme usullerini de hipnoz kategorisinde mütalea edenler, beyin yıkama denen hadiseyi de zikrediyorlar.
***
Merhumun kitabı böyle sürüyor...
1960 civarı, ben daha doğmamışım ama o bunu neşretmiş...
Onu aşabilmemi pek kabil görmesem de, 57 yaşımı çoktan idrak ettiğim şu günlerde, Rahmetli Pederimi şükranla yad ediyorum...
Mehmet Kerem Doksat - Tarabya - Sevimsiz Zamanlar - 11.11.2014